15 Ağustos 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

15 Ağustos 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SA Fransızlar telâşta! Dört sene sonra Âlman ve İtalyan donanmaları Fransız donanmasına faik birer kuvvet olacaklar, yeni bir deniz programı yapmayı düşünüyorlar Franınz domanması manevralarda Ttalyanın 35 bin tonluk iki zırhlı yapma | yüründen bu programı zamanında inlaç tı, Almanyanın da deniz silâhlanmasına | edememesi ihtimalinden korkmaktadır«s yeni bir hız vermesi öyle görünüyor ki |lar, Eğer verdikleri malümat doğru ise: Fransada göze çarpan bir telâş uyandır- mıştır. Fransa 8 bin tonluk bir kruvazörü 4,5 senede, İngiltere 2,5 senede, Almanya ise Fransada neşredilen bir istatistiğe gö-|2 senede yapmaktadır. ve bugün bu üç devletin deniz silâhları şöyledi Fransa — ; 406,500 ton Fakat tezgâha komilan yeni taktır: Fransa — : 562,500 ton Almanya : 460,000 - > İtalya — : 406,500 > * Fransız gazetelerinin bu münascbhetle söyledikleri şudur: inşaata göre bu miktar 1941 senesinde şöyle ola- Fransada bir denizaltı gemisinin ya - pılma müddeti 4 sene, İngilterede 1,5 se- ne, Almanyada 12 aydır. Kapanan hamamlar Yakında açılacak Hamamcılar — cemiyetinden — istifa edenlerin yerine yenileri ağustosun 19 Uuncu cumartesi günü Belediye elvarındaki cemiyet merkezinde seçile- cektir. Kiırkçeşme sularının kesilmsei üze - rine bu su ile çalışan hamamların faa- Bugün bir harp vukuunda şimal denizi | liyetlerini tatil etmiş oldukları malüm- sahillerimizi muhafaza edebileceğimiz | dur. Hamamcılar Kırkçeşme suyunun Bgibi Akdenizde Fransa ile Afrika arasın- | tekrar akıtılı da asker nakliyesini de koruyabiliriz, fa- | müteaddit müracaatlar yapmışlarsa da kat dört sene sonra her iki denizdeki va- | sıhhat bakımından bu sudan şimdilik ziyetimiz de tehlikeye düşecektir. Alel- | istifade edemiyeceklerini t hakkında belediyeye anlamışlar, husus Fransanın bu 562,500 tonluk deniz | hamamlarına terkos suyu — getirmenin kuvvetinin mühim bir kızmı eski, Al - |zaruri olduğunu kabul etmişlerdir. Bir manyanınki ise tamamen yenidir. . * Fransız gazeteleri bu tehlikeli vaziyet |rafından harekete geçilmiştir. Pek ya- karşısında Fransız hükümetinin yeni bir |kaında, hamamlara terkos tesisat! yapıl- kaç gündenberi Kırkçeşme suyu ile ça- lışan hamamlara terkos tesisatı yapıl « mak üzere sahipleri ve müstecirleri ta- bahriye programı kabul etse bile Fran - |mış olacağından kapanmış hamam kal- sanın tezgâh noksanı ve teşkilât eksikliği 'mıyacaktır. —— ea Evlenmekte Güçlük meselesi Ankaradan (8. Ç.) imzasile bir mektap Aldım, üzerinde mütalca beyan etmeyi şimdilik tehir ederek aynen aşağıya ko- yuyorum: «Bize acı ve acı olduğu kadar da bu üs- Fın ve Türk inkılâbının kanunu medenisi ne uymıyan hakiki bir vaziyetten bahse- deceğim: «Kazancım bir kaç kişilik nileyi geçin- direbilecek mikdardadır. Vatanıma an- nemden doğduğum gündenberi borçlan- dığım askerlik vazifemi geçen sene öde- dim. Birikmiş bir kaç param da var. İhti- yar annemin ısrarı dolayısile — kendime bir hayat yoldaşı seçmek, aileme ve mem- leketime bayırlı evlâdlar yetirtişmek düy- Bgüsile evlenmeğe teşebbüs ettim. Huyu ve tablati benim ve anneminkine uysun dl- ye memleketime gittim. Zengin, fakir ayırd etmedan bana ha- yat yoldaşı, anneme dirlik eşi olabilecek bir kaç allenin kızına (bu Harm icabi ol. madığı halde görmeden sırf gıyabi medi ve takdimlere uyarak) dünür gönderdim. Günlerce eşikleri aşındırdıktan — sonra muhtelif üç evden aldığım cevabları kı- saca yazıyorum: Birinci ev — Pekâlâ, pek münasib, ken- disini ve allesini tanırım. Merhum pederi arkadaşımdı, kendisine kısımı da verece- ğüm. Fakal ortada mürüvvet ve gösteriş meselesi mevzüubahislir. Yedi kişdlik ai- le efradına elbiselik kımıma takılık ziy- met ve 200 lira da başlık isterim. - dodi. İkinci er —Oünlerce nazdan sonra bir oda takımı, nişanda bir burmah bilezik, iki dana taşlı yüzüğe ve nikâhta da bey beşibiryerde ile gümüş bir hamam takun- yasına kızımım veririz - dediler, Üçüncü ev — Damat olacak, iki tarafı düğün masrafını görmeli ve Hstede yazı- h takı, hediye ve buşlığı verdikten sonra CONÜUL İŞLERİ' Kzamızı almalıdır. Hem biz gürbete aliş- kın değiliz. Hiç olmazsa iki üç ayda bir kızımızı yanımıza göndermek kaydile ve. ririz - cevabını verdi.» * «Sön aylarda bu gibi halleri ehemmi- yetle nazarı dikkate alan hükümet evlen- me işlerini kolaylaştırmış olmasına rağ- men bu gibi yıkım vasiyetlerin hemen he- men her yerde ve bilhassa markezi hükü- mete yakın bir kazada tesadüf editmesine hayret etmekteyim. Ben kendime bir ba- yat yoldaşı mi, yoksa paramla pazardan bir mal mı satın alıyorum? Evet, giydirmeden, kuşatmadan bedava Insana kız vermezler, derler, ama, etin- den soğanına, havlusundan karyola ete. Kine, daha meydanda çocuk yokken ço- tuk bezine kadar alınacak eşyanın liste- sini göndermek, esir ticaretinin çoktan gömüldüğü bu devirde 200 veya 300 lira başlık istemenin bilhassa hayalın pek güç kazanıldığı bu zamanda - bu çeşit evlen- menin veya kız alıp vermenin doğru ol- madığı İlkrindeyim. Teyzeciğim... Gencim, her türlü kötü Adetlerden uzağım. Tam sıhhatli bir kim- seyim. Severek değli, sevmeden, hattâ görmeden almağı bile kabul ettiğim bu kızin, böyle bir değere satılması yerinde midir? Evlâtlar yetişürebilecek bir yaşta ol- duğum halde bu âacı ve hakiki yaziyetler karşısında evlenemersem kabahat benim midir? Ancak kazancına göre mos'ut bir «ile yuvamı kurabilecek gençlik bu şeraik al- tında — evlenemezlerse, kabahatları var midir? Bu gibi işlerle uğraşan dairelerin nazarı Gikkatini çekerim. * Yukarıya yazdığım mektep asıda mu- tabıktır. TEYZE SON POSTA ÂAÂDİSECER ynasıssmug Ahşap binalardan çıkınız ben de seni arıyordum. dum: — Bir şey mi isteyecektin? yecektim, — Söyle yazayım, nedir? — Üsküdar adliyesi de yandı, bütül ahşap binalar yanmaya mahkümdur lar, Ben bu şehirde bir çok ahşap dair gerektir. Bu tarzdaki binalar İboşaltılmalıdır. — İstanbul (Bunu da gördükten sonra el'an mek lıdır. — Bu söylediğini yazdım. sınlar. — Söylemeye lüzum yok. Yazdılar. — Peki neye yaradı? — Henüz verilmiş bir karar yok!.. — Bir daha yazın! — Bir daha yazarız. ha, bir kere daha yazarsınız. — Dediğin gibi olsun! Dostumdan ayrıldım. Yoluma gidi- bir fıkra geldi: i imiş: — Bu sarığı yıkasana! Demişler, cevap vermiş: — Yıkadım yeniden kirlendi. — Bir kere daha yıka! — Gene kirlenir. — Gene yıkarsın. Hoca, suratını asmiş: — Bu kadarı da fazla, dm"ıiş. ben bu' Seyfi, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz ve Ömer dünyaya hiç durmadan çamaşır yıka mak için mi geldim? Kendi kendime kızdım: binalardan çıkarılmalıdıre mevzuu ü zerinde yazılas yazmak olmadım ya.. yakaladı: mül hazırladım: «Ahşap binalardan çıkmız!» — Bu formül ne olacak? — Hani milli tasarruf cem: «Üzüm ye» «İncir ye> 'Tarzında ilfsıları var ya! — Evet! bir yerine koyarsın! İMSET Bu sene her yerde sıcaklar şiddetli. Amerikalı genç kızlar, hem plâjların zevkini çıkarmak, hem de gül yüzlerini yakmamak için, gayet ucuza mal olan bu geniş hasır şapkalardaan kullanmakta - dırlar, — Vay İMSET'ciğim, nerelerdesin, Beni aradığını söyleyen dostuma sor »— Gazeteye bir yazı yazmanı söyle- ve bilkassa ilk mektep biliyorum. Bun- ların hepsi birer birer yanacaktır. Gö- ze görünen tehlikenin önüne geçmek derhal adliyesinin yanması bir ders olmlarydı.. Üsküdar tepleri ahşap binalarda bırakmak hata- —- Arkadaşlarına söyle onlar da yaz- — Gene faydası olmazsa bir kere da- — Ben muharrir oldumsa, bütün ömrümde, «dairelerle mektepler ahşap için muharrir Dostum, içimden geçeni anlamış gi- bi arkamdan koşa koşa geldi. Kolumu — Kolayını buldum, dedi, bir for - . İrülbedayide temsil edildiğini <— Bu da onlar gibi bir ilân!.. Çerçe - ve içinde her gün gazetenin muayyen Ömer Seyfeddinin ölüm ve ona ait hatıralarım Yazan : Halid Fahri Ozansoy e BÜ Bilmem, Ömer Seyfeddin 0 — kışp » SARNESA A nısnnundı mı, yoksa ertesi kış sonunda miı -|ölmüştü? Bir gün mektebe giderken yol- .e |'da Ali Canibe rastlamıştım. Bana, Öme- Fin çok fena hasta olduğunu, Haydarpaşa hastanesine kaldırdıklarını söyledi. Deh- şetli müteessir oldum. İki gün sonra, ben vakit bulup kendisini görmeğe gideme - |den de ölümünü iştittim ve ancak cenaze- |sinde bulunabildim. Zavallı Ömer! Hastalanıp hastaneye yollanışından an beş gün evvel bir gece Şemsitap mahallesindeki odamda bana misafir gelmişti. O akşam başka gelen olmamıştı. İki saat başbaşa, bir mangal karşısında, memleketten, harpten ve ni« hayet edebiyattan konuşmuştuk. Bir a ralık elini uzatarak, yazıhanemin üstün- deki küçük kırmızı maroken kaplı bir cildi almıştı. Bu kitap, Şeyh Galibin «Hüsün ve Aşk» 1 idi. Derhal açtı, bir ye- rinden okumağa başladı. Dedenin mis - ralarını ne içli, ne hazin bir sesle oku - yordu! En sonunda bir mısraı çok beğen- di ve kitabı dizlerinin üstüne bırakıp, sanki tâ karşısında kabaran bir sakalı okşuyormuş gibi ellerini havada dolaş - tırarak: — Ah cancağızım, sakalını seveyim.. neler de yazmış! Diye söylendi. İşte Ömerin kulaklarımda son çınlıyan sesi ve gözlerimin önünde sön kalan jesti... Ömerin ölümünden bir kaç ay evvei, bir gece de İstanbulda Celâl Sahirin e - vinde misafir kalmıştık. Salanda Orhan Ömer Seyfeddin kıldığı güne aid acı bir intibami miş olüurüm: «Her facianın altında bir gülüi gizli değil midir?> Ölüm gülünç olur mu diye haytt meyin. Anlatayım da sonra m Si Cenazeyi hastaneden kaldırmıf ve güneşli bir yoldan Kadıköyüne ? yollanmıştık. Daha Haydarpaşa Ti? nı geçerken, kâalabalık cenaze a) dostlar gözlerinin yaşlarını lar, Ömerin hatıralarını, bilhassâ celi fıkralarını — birbirlerine —anlt? gülüşmeğe başlamışardı. Her fi anlatılışı arkasından da: ' — Ah canım Ömer! Ölmemeli — Yamandı vallahi! — Hani hatırlarsın! Azizim, bif de, Türk Ocağında... Gibi cümleler birbiri arkasına leniyor, sanki Ömerin cenazesi neş'esi, nükteleri ve cinasları | teşyi olunuyordu. M Nihayet Kuşdili çayırının tâ tindeki Mahmud Baba türbesi h:d nına varıldı. Ömerin mezarı, bu tanın Söğüdlüçeşme yolu w varı tarafından açılmıştı. Cenaze indirildi, defnedildi, g rı doldurulup duaları tamamlandi ra nutuklara geldi. Başka kim ne hatırlamıyorum, yalnız Celâi y dukça heyecanlı bir sesle büyük İ" tiden bahsetti ve sözlerini, Ömerii dine lâyık mezarı yapılmak ve kilmek için arkadaşlarındar. yardıf lendiği noktasına getirerek bağladı tibin anlattığına abkılırsa mezarift şında bulunan dostlar, kend: göre yarım lira, bir lira vermeklt olup bitecekti. İşte o zaman bir İf amma Celâl Sahirin umduğu ($ Açıkça ve tek kelime ile panık oı:;'* ki Ömer, mezarından bir an mıiş ta: -— Haydi bakalım, sökülüN!! yarmuş gibi herkesı bir dakika tehlikeli mıntakadan uzaklaşmağtı parası ile beraber canıni can attı. Kırık mezar taşları, otlafı dıranlar ve deve dikenler: yüzüne bir kaçışmadır başladı. Bi? ayâk burkuldu ve bir haylice yü! j bürdeyerek çarplı. Neticede / kafasını çevirip etralına buhnd"’j man ortada mezarcı ile |ııuındl"ı/ lardan ve birkaç dilencıden başkâ yi göremedi. Ömerin taşını dâ bunlar diktirecek değillerdi ya! — yf Sonra ne yaptı, parayı neredeh sıl topladı bilmem, herhalde Auwf de uğraşması ile büyük kalbli 54P yi ne orada Ömer Seyfeddine bif WW vi rebildi. Aşağıki yoldan geçerket V gif ilk nazarda görebilirsiniz. Kâl sipsivri, uzun bir sütundur VE şu sade cümle yazılıdır: , «Ömer Seyfeddin burada "w’ Ömerin defnedildiği gün rw/ ğum o dost telâşı; Ömerin ru"ıd'm;/ de ağlatmaktan ziyade gü / Ölümün faclası karşısındaki BU ölümden de acı değil mi? ş # Ömerin sağlığına aid bı(ı’n ü ',,#’ ee, yazmakla tükenmerz. "#' tanıyan bütün bir nesil ğ y Ö ğ bir yere gelip duyduklarını rini yazsalar ve bir yere mPu'u!. hakkak ki kocaman bit kı'uıl'::;i (Devamı 10 uncu sayf' ğ -| vardı. Gece bir aralık galiba İbrahim A- 1âeddin de gelmişti. Celâl Sahir o sene her ay, bizim hepimizin son yazdığımız şiirleri bir yere toplayıp — Nazım Hik- metin ilk şiirleri de dahil olarak — seri kitaplar halinde neşrediyordu: Birinci Ki- tap, İkinci Kitap, ilâh diye... Önce bu ki- taplardaki şiirlerden bahsettik, en son yazılan parçaları okuduk, nihayet sıra Ömere geldi, — Ömer, sen de bir şey oku! Dedik. Nazlanmadan: — Peki, dedi, size son yazdığım bir ya- zamı okuyayım cancağızım! Ve okudu, Bü okuduğu, bilâhare Da- sandığım perdelik bir kamedi idi: Mahçupluk imtihanı. Eser çok gülünçtü, fakat en gülünç ve orijinal tarafı, komedinin şahıslarından birinin kuşdili ile konuşması ve Ömerin bu dili taklit ederek okuması idi. Okur- ken ayağa kalkıyor, gene oturuyor, gene kalkıyor, ellerile garip işaretler, jestler yapıyor ve artık elindeki kâğıtlara bile durulmuş acayip şekil'eri! — Sekâ, mekâ, kiki, miki!.. Ne bileyim, işte böyle bir takım sesler ve bazıları manalı cümlelerin bu dile uy- durulmuş acayip şekilleri! Ah, o gece ne kadar eğlenmiş, Ömerin neş'esinden ne kadar neş'e almıştık. Fa- kat bilmiyorduk ki onun o neş'esi hakiki neş'e değil, bilâkis içindeki bedbinliğin, yesin yalancı bir taşkınlığı idi. Nası! ki, bu çok milli hikâyecimizin ölümünden sonra en eski ve aziz arkadaşı Ali Cani- bin bulmuş olduğu bir ruzname, Ömes'n Tuznamesi bunu bötün acılığile ortaya koymuştu. Hakikaten Ömer ölmese de belki çok geçmeden çıldıracaktı. Kendi elyazısı ile doldurduğu küçücük defter- deki bir not, bir gün Ömerin güneşten ne kadar ıstırap duyduğunu ve perdeleri in- dirip yatağının üstüne yüzükoyun kapa- narak nasıl inlediğini tesbit ediyordu. Bu- nu ilk defa Canipten işittiğim zaman, dehşet içinde donmuş kalmıştım. * Ömner Seyfeddinin meşhur «Palaka> sı, bizde, tekellüfsüz, samimi hatırat örnek- lerinin en güzellerinden biridir ve al- danmıyorsam şu cümle ile biter: «Her gülünç şeyin altında bir facia gizli değil midir?» Şimdi beni bu cümlede 3 kelimenin ye- rini değiştirmekle Ömerin mezara bıra- vi (*) Bu yazı muharririn (Kadıköyünde beş yıl süren bir edebıyat sezonu) baş - hkh serisinin sekizinci yazısıdır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: