2 Ekim 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 17

2 Ekim 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 17
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sayfa 1 bey Erenköyündeki köş künde kafası bir ta - banca kurşunu ile de- linmiş olarak bulunu - yor. İntihar mı, cina - yet mi? Ölünün önün. de bulunan — mektupa narzaran intihar, diğer bazı sebeplere göre de €inayet. Bu sebeple « Tin en mühimleri şun- san bey işimli bir ye - Reni var xi köşke Bık &ik geliyor, Hâdise Kü- Ctsi de köşkle misafir- dir ve İhsan beyle Nü zan hanım bir gönül rabıtası bu - lunduğu söylenmekte » dir, Bundan başka Nâ- zan hanımın Kevser hanım isimli bir kar - deşi vardır ki o gün - “lerde Boğaziçindeki ya dısının eşyalarını sat « maktadır. Bu iki kare deşin babaları Abdül . Müuttalib bey — Yıldız Yağmasında tarihi bir Zerdanlık ele göçirmliş, bu gerdanlık adamın ölümünden sonra me: dana çıkmamıştır. Kevser hanımın müza yedesi büyük bir rağbet görmüş, fakat ma - vi gözlüklü bir adamın belediyeden getir '©ği emir üterine tehir edilmiştir. Bu em Fin sahte olduğa bilâhare anlaşılmıştır. Eş- yaları almıya Hüsnü bey de talibtir ve Işin garibi, facla müzayedenin tehir edildiği ta- ım.—n ı;;ı "ııi" evvel olmuştur. İşte bu se - pler Hüsnü beyin katledildiği üphesi doğurmaktadır. SAETA Cinayet mazası serkomiseri Osman fa - ciayı tahkike memur ediliyor. Mahalli Yak'a- ya giderken zabıta işlerine çok meraklı olan zengin ve fevkalâde zeki dostu Rıdvan Sa - düllah ile Rıdvan Sadullabın yekili umuru Cevad Fehmiyi de beraber götürmek isti - yor. Onların evine gidedursun Rıdyan Sa - dullahiaı galınıyor. Bir kadın feryadı duyuluyor. Ridvan Sadullah e Cevad Feh- mi koşup kapiyı açıyurlar, yaralı bir kadın kucaklarına düşüyor. Bu kadın Nâzan ha . nımın kardeşi Kevser hanımdır. Mavi göz - lüklü bir adam tarafından yaralanmıştır. Fakat bu adam ortadan sır olmuştur. Rıdyan Sadullah, serkomiser Osman ve Cevad Fehml Erenköyüne Hüsnü beyin köş- küne gidiyorlar. Ev halkını teşkil eden Nâ- zan hanım, mühendis bey, Letafet Kalfa, halayık Gülter istlevap ediliyorlar. Neticede Rıdvan Sadullah isbat ediyor ki Hüsnü bey İnlihar etmemiş, katlolunmuş - tor. Şu halde katil kimdir? Aleyhinde bir gök şüpheler bulunan mühendis İhsan mı? Hüsnü beyi Öldüren tabanca kendisine ald Gdeğildir. Şu halde kimindir? Bu sırada mavi Bözlüklü bir adam farafından gön bir mektup odaya getiriliyor.) meenı Rıdvan Sadullah ayağa kalkarak Mmektubu almıştı. Müddelumumi mu - avini ile ben de yanına yaklaşarak 0- nun omuzları üstünden Yyazıyı Okflm; ” RBa başladık. Kâğıdda şü nt_xrlır vnî ı-. «Zabıtanın şayanı takdir bir EJ 5 fuzu nazarla doğru — yolü "“'.d“'—?”?, öğrendim. Hüsnü Bey kılledıjmlâuy Faciada kullanılan tabanca mühendis ha beye a pandlan (6i a) G te Bahçekapıda (..) numaralı s1ÜÇ Mağazasından alınmıştır. Bu mü tle zabıtanın üzerinde durmadığ! * Doktayı da bildirmek isterim- İhsan bit ;'e âzan hanımın arasındaki Y azan Hanım arasındaki yakın 80 * Yi gösterecek deliller, Nazan Hanı mun Yatâk odasındaki komotta, dalmü kilitli duran üst gözde bulunacaktır. inase « ığı bir Polis memuru Nazan Hanımla İhsan Bey yerine pencered! . değildir. Avrupada tahsil Odayı derin bir sessizlik kaplamı$ti. Sükütu ilk Tni s,umiser Osman Oldu. Rıdvan Sadullaha hitaben: Va — Nihayet hütün mesele aydınlan' l cam! dedi. — Ne demek istiyorsun? ğ — Katil mühendis İhsan Beydir. -- Öyla mi zannediyorsun? | — Tabil değil mi ya.... Zan değil, ha kikat! Hâdiseden beş on dakika evvel Cİnayetin işlendiği odanın önünde £öÖ“ Tülen, tabancası da ölünün yanında bulunan bir adam katilden başka birisi Olabilir mi? — Ben kendi nefsime bu kadar acele büküm veremem. Bunun için vakit da- & çok erken... Müddeiumumi muavini de serkomi- Serin fikrinde idi. — Fakat vaziyet çok sarih dedi, bü- ün deliller tamam, — Canim niçin meseleyi yalnız bir taraflı görüyor, bir taraflı muhakeme ediyorsunuz. Bir dakika sizin noktai nazarınızın doğruluğunu farzedelim, katil mühendis İhsan Beydir, Bu tak - dirde bü kâğıdı yazan adam kim? Bu ismini bildirmekten çekinen m: 1 hakikat dostu nasıl bir şah Öyle bir hakikat dostu ki İhsan Bey iki ay evvel Bahçekapıdaki bir silâh- çı Mağazasından tabanca aldığını bili- yor. Öyle bir hakikat dostu ki Naza: Hanımla İhsan Beyin birbirlerine yaz- dikları mektupların » kâğıtta yazılı o- lan deliller hiç şüphesiz bir takım aşk mektupları olacak - bu mektupların Nazan Hanımın yatak odasında sak - landıkları yeri bilecek kadar bu evin Muııi;llleıumuml ı:u.wini itiraz etti: y , PU şahsın hüviyeti zatı mesele ile alâkadar değil, Te()nrrüal kabilin - îi;ğııbır $ey. Bunu sonra da öğrenebi - — Peki, öyle olsun. Söylenecek bir kaç soziu_n daha var. Sal’;ır:ı olmanızı rica ederim, İhsan Beyi katil olarak ka- bulde dğvıım ediyorum, Bu takdirde kendlslm__mn derecede aptal, son de - recîde düşüncesiz bir zavallı farzet - ı::ıe _llzım. Öyle ya,., Fail olarak akla ilk. önce kendisinin gelmesi muhakkak Lköen böyle bir cinayeti işlemek üzere k şk'e Misafir geldiği akşamı seçen, üurbanının nikel kaplı bir tabancası bulunduğunu, bunun bütün ev halkın - ca ıapmdzğım bildiği halde onu öldür- mek için kendi tabancasını kullanan ve bunu meydanda bırakan, hâdigeden ndan biri tarafın- B ünde görülmesi - ne rağmen katil tasayvurunu başka bir geceye tehir etmeyip hemen ;nevkiı tatbika koymakta ısrar eden bir adam acınacak bir aptaldan başka bir şey görmüş bir. gabı oluşuna fen adamının bu derece ihtimal verilebilir mi? Şimdi katilin İhsan Bey olduğu fa- raziyesini bir tarafa. bırakalım da bir dakika için aksi faraziyeyi kabul et - miş görünelim. Yani kalil bir başka şa- bıstır. Meselâ bize şu mektubu yollı - van mavi gözlüklü adam... Öyle bir a- dam ki bu evi bu evin halkından imiş gibi biliyor. Evin içinde adamı var, B'ımh cereyan eden her vak'adan da- kikası dakikasına haperdır oluyor. Bu- Hüsnü Beyin intihar etmediği hak- hükmümüzden 5-10 - dakika berdar olmasile pekâlâ isbat mnrı:ıli;î- İşte bu adam bizce henüz edel hul sebeplerle Hüsnü Beyi ortadan rmak istiyor. Fakat ayni zamanda kaldır seti başka tasavvurları hesabı- '_"“n.”w,, etmeyi de ihmal etmiyor. : Si 'ğeue fazan Hanıma da düşman- hsan BeY d;r. 'î';lmm.e attırmak lâzun. Cinaye- olua ğ nu Hüs kındaki .s..mıı-l*'-'“" VALİDE SULTANIN CEVAD FEHMİ en yere kadar uzanan bir ip bulmuştu ti onlara yüklemeyi düşünüyor. Bunun için İhsan Beyin köşke geldiği bir ak- şamı seçiyor, Evin içindeki adamı va- sıtasile onun iki ay evvel satın aldığı- nı ve daima yanında taşıdığını bildiği tabancayı elde ediyor. Sonra bahçeye gelerek İhsan Beyin yattığı odanın al- tında «İhsan Bey... İhsan Bey» diye sesleniyor. O bu işi yaparken evin için- ?|deki adamı da -ki bu adamın Letafet kadın olması kuyvetle muhtemeldir- hizmetci Gülteri uyandırıp Hüsnü Be- yin zili çaldığı bahanesile aşağı yollu- yor. Maksad bunları merdivende karşı- laştırmak, faciada inkâr kabul etmez bir şahid tedarik etmektir. Sahne ta- savvur olunduğu gibi cereyan ediyor. Bey aşağı iniyor, Gülterle merdi- wende karşılaşıyor, bundan sonra bah- “Son Posta , nın Hikâyeleri YANL Yazan: G. Rıklin Birinci mevki vagonun dört kişilik bir kupasında oturuyorduk, Birbirimizi ta - nımadığımız halde, hepimiz çabucak dost olmuştuk. Havadan, sudan, siyasetten, bir kelime ile: Her şeyden bahsedildi. İçimizden küçücük boylu, sinirli, canlı bir yolcu başından geçen şu vak'ayı an - lattı: — Adım Ptuşkindir. Vâkıâ bunun an - latacağım hikâye ile hiç bir ilişiği yok - tur; fakat, işte, Jâf olsun diye söylüyo - Tum. Şimdi asıl hikâyeme geleyim.. Bazı in- sanlar vardır ki tali. onlara her vakit güleryüz göstermez!. İşte ben de bu cins insanlardan biriyim. Henüz küçük yaşta iken anamı, baba- mı kaybettim; bunun için de öksüz ola- rak büyüdüm. Fakat ben ancak on iki yaşıma kadar büyüdüm. Bu yaştan son- ra - her nedense - büyümekten vaz geç- tim, Şu gördüğünüz boyda, ufak tefek bir adam olarak kaldım. Bu keyfiyetten uzun uzadıya bir za- rar gördüğümü iddia edemem. Sadece sinemalara girmek hususunda müşkülât çektim; hâlâ da çekiyorum.. Çocuklarım bana hiç benzemezler.. İri kıyımdırlar.. Bazan onları yanıma alıp sinemaya gi - derim. Hiç ses çıkarmadan çocuklarımın sinemaya girmesine müsaade ederler.. Halbuki babalarına, yani bana gelince nazikâne mâni olurlar: «Küçük, derler, sana sinema yasak.. Ön altı yâşından aşa- ği çocukların sinemaya girmesi mem - nudur.. Ben bu gibi şeylere boş veriyorum. ta boyum meselesi değildir.. maim, Canımı sıkan budür işte.. Size, ne iş yaplığımı söylemeği unuttum. Ben bir sevkiyat — tröstünde nezaret ederim. Yani sizin anlıyacağınız, kindir. çeye çıkarak bakıyor, kimse olmadığı- nı anlayınca tekrar geri dönüyor. Ar- tık cinayeti İhsan Beye atfetmek için bütün zemin hazırlanmıştır. Bunu gö- ren katil kütüphaneye giriyor, ve ra- hat rahaf'* Hüsnü Beyi öldürüyor. Serkomiser Osman tereddüde düş- müştü. Çenesini okşıyarak dalgın bir edâ ile söylendi: — Öyle Allah belâsını versin! Müddelumum? muavini ise kanaatini değiştirmemişti. Haklı olarak benim de aklıma gelen suali sordu: — Fikrinizi kabul ettiğimiz takdirde Hüsnü Beyi intihar ettiğini zannetti- recek bir vaziyette bulmamamız lü- zımdı. Buna ne buyurulur? — Ha işte mesele burada... Bence Hüsnü Beyi Ööldürenle cesedi intihar ettiğini zannettirecek vaziyete sokan aynı şahıs değildir. — İşte bu garib! — Bilâkis pek tabii! Müddelumumi muavini alaylı bir te- bessümle güldü. — Anladım, bu sefer de kara gözlük- lü bir adam meydana çıkacak! dedi, Rıdvan Sadullah bu istihzanın far- kında olmamış gözükerek mukabele et- & — Hayır, bu ikinci sahneyi hazırlı- yan, aleyhine kurulmuş olan plândan odasına döndüğü vakit tabancasının yerinde bulunmadığını görmek sure- tile şüphelenen ve derhal harekete ge- çen mühendis İhsan beydir. İntihar sahnesinin hazırlanışındaki acemilikle- ri hatırlayınız. Gözlük ve mektub hi- küyeleri... Hüsnü beyi bu kadar plânlı şekilde öldüren katilin bu hataları yap- ması İmkânsızdır. — BSözleriniz belki makül, belki man- bki... Fakat ne olursa olsun bunlar söz olmaktan çıkamaz. Kanun bunları de- lil diye kabul etmez. Halbuki bana de- Hi lâzım, — Gene acele ediyorsunuz. Bulaca- Bız, arıyalım. Aramıya devam edelim. — Hüsnü Beyin katledildiğini anlı- yorum.- Bunu meydana çıkardınız. Fa- N: R da ortadan kaldırmak, hiç!'kat bulduğunuz deliller İhsan beyi it- ham ediyor. Kanun nazarında aksi sa- Bir gün fabrikanın birinden bir fıçı makine yağı istemişler.. İşi bana havale ettiler.. Tabii gönderdim. Fıçı fabrikaya gelince musluk takıp yağı akıtmak istemişler. Musluktan yağ akmak şöyle dursun, bir damla bile damlama - mış.. Nihayet fıçının üstünden büyük bir delik açmağa mecbur olmuşlar.. Fıçının içinden ne çıksa beğenirsiniz?.. Mis gibi vişne reçeli.. «İşin sonu neye vardı?» di- yeceksiniz!. Hiç, neye varacak!. Fabrika- dakiler kemali afiyetle reçeli yemişler.. Tabil beni de tröstten sepetlediler.. Epey işsiz kaldım.. Nihayet bir başka sevkiyat tröstünde, gene ayni İşi yap - mağa başladım. İşte burada da benim şu mel'un dalgınlığım az daha büsbütün mahvolmama sebep olacaktı. Bir gün Orel şehrinden bir telgraf al- dık. Acele olarak bir parti mal istiyor » lardı. İstedikleri çeyler arasında: Krep dö şin, krep damur, kay-dö-şin gibi ipek- Hi kumaşlar, yüksek ökçeli bej renginde kadın ayakkabıları, müslin çoraplar, «Lorigan> ve «Kırım gülü» esansları, Bi- zenin operasından birine ait bazı notalar Çaykofskinin romansları, gramofen plâük- ları gibi nesneler vardı. Bana: — Bunları acele göndermek lâzım, de - diler. Daha fazla izahat almama ihtiyaç yok- tu, Hemen işe sarıldım. Fakat gelgele - lim dağınıklığım yüzünden malın gide - ceği yeri buna benzer bir başka yerle ka- rıştırdım. Eşyaları Örel şehrine gönde - recek yerde, Volga kıyısındaki Orlofka köyüne gönderdim. Kısa bir zaman sonra yanlışlık anla - Öyle ya, altın da küçüktür amma, kıy - metlidir. Asıl benim şikâyet ettiğim nok- Ben hayatımda çok dağınık bir ada - malların — sevkine eşya sevk memuruyum.. Adım: Ptuş - IŞLIK Rusçadan çeviren: H, Alaz şıldi. Beni sigaya çektiler, direktörün karşısıma çıkardılar. Direktör bana çı « kışmağa başladı: — Ptuşkın, dedi bana o, siz çıldırdınız mı Allah aşkına?, Siz hayatla olan ilişi « ğinizi kesmişsiniz galiba!. Bütün işl mizi altüst ettiniz!. Herkes bizimle alay edecek Ptuşkin! Gidebilirsiniz Ptuşkin!, Zavallı ben, bedbaht Ptuşkin, boynu bükük bir halde direktörün odasıncdan çıktım.. Bir gün sonra, 432 numaralı bir emirle ihtar aldığımı öğrendim. ri « Vaziyet fena idi. Fakat olan olmuş- tu. Aradan bir gün geçmeden - sanki ev- velceden bilmiyorlarmış gibi - Bizerin operasına ait notaların da köye gittiğini öğrendiler. Tröstte yeniden bir f a koptu.. «Köylü operadan ne anları Oraya opera notası göndermek edepsiz « liğin dikâlâm!,» imiş. Ayni gün bizim «ihtar» cezasının yae hına bir de eşiddetli» kelimesi ilâve edil. di.. Bundan sonrası «tart> tı. «İhtar» n «şiddetli» sini de sineye çektik.. Ayni günün akşamı tröstün umumi iç- timat yapıldı.. Müesseselerin en kuvvetli hatipleri er. seçme, en şiddetli kelime « lerle bana hücum ettiler.. Benini, bütün tröstü lekelediğimi, gazeteler alı lerinde yazmak için fırsat verdiğimi, tehliki tanımamız, ona, onun zevkler hürmet etmemiz l ini ler.. Orlofka kö ediyoruz diye kızaı inin, onlarla alay larını anlat!i 'Tabil ben hiç ses çıkarmadım. Bütün bu söylenenlere ceyvallah> dedim. Ni - hayet içtimam sonunda: Çubçik isminde- ki memurumuzun Orlofkaya gönderil - Mmesine ve yanlışlıkla oraya giden malları Örel şehrine sevketmesine karar verdi - ler. Çubçikin hissesine, tabiatile, bir de si - yasi vazife düşüyordu: Köylülerle konu- şacak, onlara vaziyeti anlatacak, hata ya- panın cezalandırıldığını, hayatta berke- sin hata yapabileceğini izah edecekti.. Ertesi gün duvar gazetesi çıktı. Gaze- tede benim hakkımda bir sürü karikatür, aleyhimde bir yığın yazı vardı. Adamakıllı canım sıkılıyordu. Tam bu sıralarda Çubçikden telâşlı bir telgraf geldi. Bu telgraftan sonra vaziyetim büs- bütün berbatlaştı. Çubçik telgrafında şunları yazıyordu: «Fena, tafsilât postada.» Ben bu «tafsilât» ı ne olabileceğini derhal anlamıştım. Tröstün idare heye - tinin de canı sıkıldı.. İşin içinden sıyrı - labilmeleri için beni kamvağı muvafık buldular, * Şimendifer, bilmediğimiz bir istasyona gelmişti. Bize bu hikâyeyi anlatan adam pencereden dışarı baktı.. Derhal yerin « den sıçradı. Bavulunu kaptığı gibi, hattâ bize selâm bile vermeden, vagondan çık- tı Bizler, vagonun açık penceresinden ©- na seslendik: — Yahu, dedik, merak içinde kaldık. Şimendifer burada iki dakika duracak.. Ne olursun, bize şu hikâyenin sonunu anlatsana!.. Küçük adam neş'e ile güldü: — Sonradan işler düzeldi. Beni gene eski işime aldılar.. Hattâ nakdi mükâfat bile verdiler. Telgraftan iki üç gün sonra Çübçikin mektubu da geldi. Çubçik mek- tubunda: «İşler fena, diye yazıyordu, köylüler malları pek beğendiler; geri vermek iste- miyorlar. Bu mallardan bir miktar dahâ gönderilmesini rica ediyorlar,., Bu me - yanda Bizen!n operasından da daha üç nüsha ısmarladılar.. ilh..> —— bit oluncaya kadar. İhsan Bey suçlu-|duk. Fakat polis memuru da gelmek dur. Onu tevkife mecburum. Serkomiser Osman araya girdi; bilmiyordu. Beş dakika bekledik, Beş dakika on dakika oldu ve memur niha- — Şu halde isticvablara yeniden baş-| yet kapıda gözüktü. Gözleri büyümüş, liyoruz. Rıdvan Sadullah: — Evet, mühendis İhsün Beyi çağır- sınlar! dedi. Yyüzü kıpkırmızı olmuştu. Kekeliyerek: — İhsan Beyle Nazan Hamım ikinci katın arka tarafa bakan pencerelerin- den birinden kaçmışlar efendim, dedi. Kapının önünde bekliyen polis me-İBu pencereden yere kadar uzanan bir muru seri adımlarla dışarı ooktı. Onun|ip bulduk. avdetine intizâren hepimiz susuyor- (Arkasi var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: