Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
— ralarile cariyeleri en güzel 2 Üir DĞ SON POSTA |- Tarihden sayfalar: Üç esrarlı kelime... * 4 * Meşalelerin titrek ve kızıl ışıklarının duvarda alevden bir el vardı. Bu alevden el alevden bir yazı yazıyordu. Şimdi duvarda üç kelime belirmiş ve tamamile — aydınlatamadığı el hareket ediyor ve duvara gene kaybolmuştu | Yazan: Milâttan beş yüz sene evvel Babil şeh ri en son zenginlik ve ihtişamma yük - selmişti. Dicle ve Fırat havzasının ma - murluğu da ayni derecede bulunuyordu. Şehir, muntazam caddeler, büyük ma - betler ve saraylarla süslenmişti. Hele en büyük hükümdarlardan Nâbodonasarin, karısı için yaptırdığı asma bahçeler pek meşhurdu. Bu bahçeler büyük kemerler üzerine toprak yığılmak suretile kat kat yapılmıştı. Her çeşit ağaçlar, her çeşit ve her renkte çiçeklerle — doldurulmuştu. Mezopotamyanın kızgın güneşi bunları az zamanda yakıp kavurabilirdi. Fakat buna meydan verilmiyordu. Tarasanm içine büyük bir tulumba yapılarak neh - rin suları oraya kadar çıkarılıyor; bül bol sulanıyordu. yarak ufukta batarken Fıratın ağır ağır akan suları asma bahçelerin akisleri ah tında boydan boya sanki çiçeklenirdi Bütün Mezopotamyanın ümramı aynmi dereceyi bulmuştu. Bunu anlatabilmek için Dicle ve Fırat nehirleri arasında ka- nallar açıldığmı, bire karşı yüz misli mahsul alındığını, Firat nehri taştığı za- man çok gelen suları depo etmek ve azal- kilometre muhitinde büyük bir göl ka - zıldığını yazmak / kâfidir. Tarihte emsali çoktur: Hükümdarlık - lar ekseriyetle en parlak devirlerinde ve- ya biraz sonra çöküyor. Bunun iki ta - raflı bir sebebi vardır: Ya serveti ve re- fahı artan hükümdarlar tenbel ve zevki- ne düşkün oldukları için düşmana karşı celâdet gösteremiyorlar; yahut memle - ketin servetinin pek çok artması komşu | milletlerin harslarımı tahrik ederek kor- | kunç surette hücum ettiriyor. Hakikat- te bu iki sebehin ikisi de varit ve ayni Babilin serveti onun şarkında Fars ve Medye hükümdarı (Kurus — Keyhüs - — Trev) in gözüne çarptı. Zaten bu hüküm - — dar iki parçaya ayrılmış olan İranı bir- leştirmiş, genişletmiş, şarkta ve garpta zaferler kazarımıştı. Milâttan 538 sene evvel Babil üzerine yürüdü. (Tevrât) ın yazdığına göre o zaman Babil tahtında Baltazar oturuyordu. Bu adam çok mağrur, zevkine düşkün ve cesaretsizdi. İranlılar Geldani ordularını mağlüp e- derek Babili kuşattılar. Babilin yüksek ve kalın düuvarları, ku- leleri vardı. Kapıları tunçtandı ve etrafı | derin ve geniş bir hendekle çevrilmişti. | Şehrin içinde pek çok erzak olduğu gibi nehir yolile imdat almak, hattâ kale du- varları içindeki arazide ziraat yaparak — mahsul elde etmek imkânı vardı. şehrin Bunun zaptedilebileceğine “için — muh - Baltazar — İmanmıyordu. teşem- sarayında her zamanki gibi eğlen- - ee ile vakit geçiriyordu. - Bir gün her zamandan daha büyük bir — ziyafet verdi. Sarayın ve şehrin büyük- lerinden bin kişiyi bu ziyafete davet et- — ti Zamanın en güzel kadınları olan ka- elbiselerini — giymişlerdi. Çalgılar çalınıyor; oyunlar — yapılıyor; İtan, Mezopoftamya, Suriye, — Misir ve Yunandan gelmiş olan kızlar — kıvrak danslarile oradakileri hayran e- — Gdiyorlardı. Herkes içiyordu. Fakat Baltazar bu hu- | Turan Can- A DU l S a L sasta hepsinden üstündü. Kafayı tütsü- Vaktile (Nabodonasar) ın Kudüs mabe- dinden alarak getirdiği altın ve gümüş- ten kapları istedi. Onlara şarap doldur - | mağa, içmiye ve gözdelerine de içirmiye başladı. Meşaleler sarayın salonlarını ve deh - lizlerini titrek ışıklarile, parlatıyorlardı. Nakışlı ve yaldızlı tavanlara, oymalı sü- tunlara ve duvarlara vuran gölgeler or- talığa ürkeklik saçıyordu. Fakat bunu sezmek için çılgm ve sarhoş olmamak gerekti. Baltazarın neş'esi son dereceyi bul - müuştu. Fakat Kudüs mabedinden geti - rilmiş olan mukaddes altın kadehteki şa- rabı henüz bitirmişti ki gözleri karşıki duvara dehşetle sapladı. Kadeh elinden düştü. Bakışları büyüdü ve korkunç bir çığlık attı. Çünkü orada, meşalelerin titrek ve kı- izıl ışıklarımın tamamile aydmlatamadığı yarı karanlık duvarda alevden bir el var- dr. Bu el hareket ediyor; duvara gene a- İevden bir yazı yazıyordu. Alevden el oraya üç kelime yazmış ve kaybolmuştu. Baltazar c kelimelerin manasmı bil - mek şöyle dursun, hattâ oluyamıyordu. coşkun bir eğlence yeri olan bu yer şim- Baltazarın elleri ve ayakları titriyor- Pin : Diğerleri de ondan farksızdı. Baltazar haykaırdı: — Kâhinler, sihirbazlar nerede? Hepsi geldiler. — Büu yazıyı okuyun. Ne demek isti - yor? Bana söyleyin! Kim okur ve anla- tırsa ona bir kat erguvani elbise ile bir gerdanlık vereceğim ve üçüncü vezir ya- pacağım. Fakat kimse onları okuyamadı. En sonra Babilde esir bulunan yahudi peygamberlerden (Danyal) geldi. Yazıya 'baktı ve şunları söyledi: 4 — Orada (Mane, tesel, fares) yazılıdır. Alevden el Allah tarafından gönderilmiş- tir ve size hükmünü bildirmiştir. Mane: Allah senin saltanat günlerini kâfi gör - müş ve nihayet vermiştir, demektir. Te- sel: Sen tartıldın ve pek hafif geldin; ma- nasınadır. Fares de krallığım taksim e - dildiğini anlatıyar. Ayni gece İranlılar şehre girdiler ve Bununla beraber Babilin son hüküm- darının Baltazar olduğuna dair kat'i ve tarihi bir vesika yoktur. Bu mesele bir çok. tarihçileri meşgul-etmiştir. Bazıları Babilin Kurus tarafından bir bayram günü Fıratın sularını çevirmek suretile zaptedildiğini yazarlar. Bazıları- na.göre de Babilin son hükümdarı Naba- nid adındadır, İranlılarla yaptığı harpte ölmüştür. Yahut Baltazar, Nahonidin oğ- lu olup şehrin müdafaası için babası ta- rafından memur edilmiştir. En son tetkikler arasında ise Balta - zarın adı geçmemekte, kâhinlerin elle - rinde oyuncak olan Nabonidin mağlü- | rinden de fayda çıkmayınca İranlıların şehre harpsiz girdikleri anlaşılmaktadir. "-Bununla beraber yukarıdanberi bahset - etiğimiz üç kelime; emsali hâdise ve vak'a- larda daima kullamılan bir darbı mesel olup gitmiştir. (edikten sonra yenli bir hevese kapıldı. | biyeti, Babile toplanan mabut heykelle -| Turan Can — |, |— füzel ve İstanbul — ESKİBİR — AKŞAMCI -— DERDLEŞME — YAZAN —— Naci Sadullah iLE — Sapasağlam bir adamım, Ne ak ciğe- rimde leke, ne kara ciğerimde kum, ne böbreğimde taş, ne midemde kiremit, ne cam, ne karım, ne // 4 kızım, ne kısra « ğım, hattâ ne kö - yüm, ne de uyuz çef bir kedim var. Ya #i ni bir gece değil, İki (tek) bir hafta meyhanede yatsam, ortaya çık- lğım zaman karşıma dikilip te: — Neredeydin? diye hesap soracak canlı bir cezadan korkum yok. Eh... Çok şükür, kıyıda bucakta bana yetip artacak kadar dünyalığım dâ var. Fakat buna rağmen, ağzıma içkinin yu - dumunu koyamıyorum!'» : j Bana bu sözleri söyliyen, meyhaneler- de savurduğu kurşunların, nüktelerin ve altınların hikâyeleri hâlâ dillere destan olan bir eski akşamcı olmasa: — O halde haram diye içmiyorsunuz? Diyeceğim! Fakat içkiyi, belâlı bir kadını severce- sine sevmiş... Onun uğrunda, gözünü dal- dan budaktan, kesesimi hesaptan, ve ken- disini mikroptan, illetten sakınmamış bir insan, kaynanadan, karıdan, doktordan, ilâçtan, haciz memurundan ve alacak - hlıdan, Allahtan ve kuldan, hülâsa yer yü- zünde ve gökyüzünde hiç bir şeyden kork- madığı halde meyhaneye neden — grev yapar? Merak bu ya? Sordum: — Bıkmış olacaksınız?. — Bilâkis... Meyhaneyi özlediğim ka- dar anamı bile özlemiyorum. Hem sıhhati, hem parası, hem hürri - yeti yerinde ve ayak basmadığını iddia ettiği halde, meyhaneyi anasından fazla özlediğini söylüyor. Neden? — Neden? diyorum... Bu kadar şid - A " Radyonun ;erejiâe!_ Sandıikburnunda gece detliyse, bu hasreti çekmek neden? Git- senize? Meyhane kıtlığına kıran mı gir - di? > Müuhatabım, seyrelmiş kır saçlarımı, iz- marit zifirile sararmış parmaklarile s1- vazlıyarak gülüyor: | — Meyhane nerede? Mübareğin bu - gün kendi değil, namı bile kalmadı... Şim- di içki içilen yerlere meyhane değil, ga- zino diyorlar... Gazino... Muhatabım, çiğnemiye mecbur edildi- ği bir sakızı dişler gibi, bu kelimeyi â - deta nefretle tekrarlıyor: — Gazino... Sonra acı acı gülümsüyor: — ©O kalender, o s«efendi» «meyhane» nin ne kadar züppeleştiğini anlamıya sa- de bu isim bile yeter.., Hani lilo olan züppe Leylâlar, mimi o- ian züppe Melâhatlar, bibi olan züppe Bedialar yok mu? Gazino ismini alışındanberi meyhane tıpkı onlara benziyor! S «Çıkmam Allah etmesin meyhaneden!» diye meşhur bir şarkı var ya? O şarkının: «Çıkmam Allah etmesin gazinodan!» şeklinde okunduğunu tahayyül et!.. Za « vallı meyhanenin, necabetinden, asale - tinden, azametinden ve hülâsa, mana - sından neler kaybettiğini daha iyi an - larsm... lünç oluyor değil mi? : Elimde olsa, o şarkıyı: «Girmem Allah etmesin meyhaneye!'» şeklinde tashih e- derim! iki meyhanelerin kerametini öğrenmek istiyorum: — Nerede? diyor... Nerede © meyha - neler? Onlar, meyhane değil şevkhaney- di. Şimdikiler ise, meyhane değil, çile- hane! Hiddetlenmiş göründüm: — Eski meyhaneciler ağızlarile kuş mu tutuyorlardı sanki? — Hayır... Ağızlarile kuş tutmuyor - yorlardı! dığı sigaraiardan birini bana uzatıyor: — Kabul etmek lâzım ki, her şeyde ileriye giden biz, meyhanecilikte geriye dönmek mecburiyetindeyiz... 4 Çünkü eski meyhanenin — garsonu, garsonluğu bir ince, bir güzel san'at ha- line getirmişti. Eski meyhane, bir sübyan yüreği kadar temizdi. Eski meyhanede rakı sudan ucuzdu. Eski meyhanenin öy- le bariz hususiyetleri vardı ki, bir kör, bir sağır bile, hattâ bir «hem kör, hem sağır» bile meyhaneye girer girmez mey- haneye girdiğini anlıyordu. Eski meyhane, bir iptidai mektebin te- Jneffüshanesi kadar neş'eli, ve bir öksüz mektebinin mütaleahanesi kadar sami - miydi! Muhatabım, karşısındakileri, kanaatle- rine biat ettireceklerinden e kimse - lerin huzurile gülümsüyor: — Ben, diyor, eski meyhaneyi de, ye- ni meyhaneyi de bin yıllık birer döst ka- dar tanıyorum. Eski meyhanenin ana meziyetlerini, az evvel üç buçuk kelime- nin koynuna sıkıştırdım, Fakat tam bir fikir edinmek için sana, meyhane ve ga- zino arasında tam bir mukayese yapa - yım. Evvelâ, eski meyhaneye ait hati - ralarımı, görüşlerimi anlatayım. — Sonra da, bir mukayese yapabilmek için, bir de O ikinci biçimde şarkı ne kadar gü - Muhatabımdan, o hasretini çektiği es- lardı amma, tatlı dillerile müşteri tutu- | Muhatabım, muşamba kesesinden sar -| benim ağzımdan bugünkü —meyhaneyi yani «gazino» yu dinle... Eğer bütün bunları dinledikten sonm da: — «Eski» yi e«yeni» ye tercih etmek im kânı vardır! dersen, diyebilirsen, bugün kü gazinolarda rakı içenlerden beter © layım! Ben, bana çok şayanı dikkat bir mu kayese imkânı kazandıracak olan o mü şahedeleri dinlemeden önce: — Pekâlâ, diyorum, farz buyurun ki |size hak vereceğim. O takdirde sizden bugünkü meyhaneleri eski ikballerini kavuşturmanın yollarını sorsam bana n cevap verirsiniz? Muhatabım, istediğimi en kısa yoldat anlamak niyetile sorduğum bu suale, ya mamıya kıyamıyacağım kadar nefis bi hikâyeyle karşılık verdi: «— Sen dördüncü Muradın hikâyes) M Serinlik artınca gömlekle kalan fedakâr âşık ni bilir misin? Hazret memlekete müthiş bir tütün ve içki yasağı koymuş. Ve bu yasağın tatbik edilip edilmediğini biz « zat kontrola başlamış. O sırada, elinde rakı şişesi bulunan fakir bir Bektaşi ile karşılaşmış: : - — Bana bak, demiş, nedir o elindeki? Soğukkanlı Bektaşi hiç bozmamış: | — Su efendim! Dördüncü Murat hiddetle gürlemiş: — Alçak riyakâr... O su değil, rakıdır. — Su efendim. — Aç bakalım! Öyleyse! ) Kurnaz Bektaşi, bu tehlikeli emri a « lınca, şişeyi yere koyup ellerini havaya açmış, ve Muradı Rabiin-işidebileceği bir sesle: «Hey Allahım, demiş, sen, Muradı Rabi gibi muteber bir kulunun yüzünü, benim gibi bir fakire karşı kara çıkar « ma. Şueşişedeki suyu rakı yap ta, bu id- diadan yüzünün akile kurtulsun!» “-Sonra şişeyi yerden alıp okumuş, ve Muradı Rabie uzatmış: — Al padişahım... Şimdi artık içinde su değil, rakı var... Bu güzel buluşa rağmen Murat, Bekta« şinin yakasını bırakmamış, biraz ilerde, gürül gürü! yanarnı bir fırın ocağını gös « tererek: — Bana bak, demiş, az evvel, suyu rakt haline getirdin! Şimdi de şu ateşi su yap- tır bakayım. Bektaşi, ayni soğukkanlılıkla vermiş: — Padişahım. Ben bir garip Bektaşi - yim. Yalnız su ve rakı işlerine karışırım, Ateş işine Rüfailer karışır... ıııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııı Ben kahkahamı bitirince, muhatabım sol gözünü kırptı: — Benden dertleri söylemek... Çarelere Bektaşinin dediği gibi «Rü « failer karışır!» — cevap Naci Sadullah — —— —— —e Te eeT ee SA ŞAT a mi—ı—-:-— v armaz n gilamn / Eyamlplr ——— — — .— —— — « n AŞ SKŞ a A l A TUT GERM A PN M gae İ Tağdünim N Dü eee İA T aa