2 Ekim 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

2 Ekim 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON - FOSTA $ - FTarihden sayfalar: Üç esrarlı kelime... ee7 Meşalelerin titrek ve kızıl ışıklarının — tamamile duvarda alevden bir el vardı. Bu dlıılılıli)w_uduîırı. gene alevden bir yazı yazıyordu. Şimdi duvarda üç kelime belirmiş ve alevden el kaybolmuştu Turan Can- Yazanı: Milâttan beş yüz sene evvel Bahil şeh Ti en son zenginlik ve ihtişamma yük - selmişti. Diele ve Fırat havzasının ma - murluğu da ayni derecede bulunuyordu. Şehir, muntazanı caddeler, büyük ma - betler ve saraylarla süslenmişti. He'e en büyük hükümdarlardan Nabodonasarın, karısı için yaptırdığı asma bahçeler pek meşhurdu. Bu bahçeler büyük kemerler üzerine toprak yığılmak saretile kat kat yapılmıştı. Her çeşit ağaçlar, her çeşit ve her renkte çiçeklerle — doldurulmuştu. Mezopotamyamın kızgın güneşi bunları az zamanda yakrp kavurabilirdi. Fakat buna meydan verilmiyordu. Tarasanın içine büyük bir tulumba yapılarak neh - rin suları oraya kadar çıkarılıyor; bol bol sulanıyordu. Güneş şaekım masmavi göklerinden kar yarak ufukta batarken Fıratın ağır ağır akan suları asına bahçelerin akisleri a tında boydan boya sanki çiçeklenirdi. Bütün Mezopotamyarnın ümranı — ayni dereceyi bulmuştu. Bunu anlatabilmek Şnnkhveîuııniiıkriı'_dıb- mallar açıldığını, bire karşı yüz misli mahsul alındığını, Firat nebri taştığı za- man çok gelen suları depo etmek ve azal- dığı zaman kullanabilmek üzere yetmiş kilometre muhitinde büyük bir göl ka - zıldığını yazmak kâfidir. Tarihte emsali çoktur: Bükümdarhık - lar ekseriyetle en parlak devirlerinde ve- ya biraz sonra çöküyor, Bunun iki ta - raflı bir sebebi vardır: Ya serveti ve re- fahı artan hükümdarlar tenbel ve zevki- ne düşkün oldukları için düşmana karşı celâdet gösteremiyorlar; yahut memle - ketin servetinin pek çok artması komşu milletlerin hırslarımı tahrik ederek kor- te bu Iki sebebimn ikisi de varit ve ayni Babtlin serveti onun şarkında Fars ve Medye hükümdarı (Kurus — Keyhüs - — rev) in gözüne çarptı. Zaten bu hüküm - — gar iki parçaya ayrılmış olan İranı bir- Teştirmiş, genişletmiş, şarkta ve garpta zaferler kazanmıştı. Milâttan 538 sene evvel Babil üzerine yürüdü. (Tevrât) ın yazdığına göre © zaman Babil tahtında Baltazar oturuyordu. Bu adam çok mağrur, zevkine düşkün ve cesaretsizdi. İranlılar Geldani ordularını mağlüp e- — derek Babili kuşattılar. Babilin yüksek ve kalın duvarları, ku- “Jeleri vardı. Kapıları tunçtandı ve etrafı derin ve geniş bir hendekle çevrilmişti. . Şehrcin içinde pek çok erzak olduğu gibi nehir yolile imdat almak, hattâ kale du- warları içindeki arazide ziraat yaparak mahsul elde etmek imkânı vardı. Baltazar şehrin — zaptedilebileceğine — Snanmiıyordu. — Bunün Siçin — muh - — teşem sarayında her zamanki gibi eğlen- ce ile vakit geçiriyordu. Bir gün her zamandan daha büyük bir Zziyafet verdi. Sarayın ve şehrin büyük- lerinden bin kişiyi bu ziyafete davet et- narlın en güzel kadınları olan ka- eri en güzel elbi rini ilar çalınıyot; oyunlar — yapılıyor; an, Mpzopotamya, Suriye, Büsir ve Yur an gelmiş olan kızlar Bıvrak dans'arile aradakileri hayran e- — diyorla Herkes içiyordu. Fakat Baltazar bu hu- aydınlatamadığı AKŞAMCI şusta hepsinden üstündü. Kafayı tütsü- edikten sonra yeni bir hevese kapıldı. Vaktile (Nabodonasar) ın Kudüs mabe- dinden alarak getirdiği altın ve gümüş- ten kapları istedi. Onlara şarap doldur - mağa, İçmiye ve gözdelerine de içirmiye başladı. Meşaleler sarayın salonlarını ve deh - lizlerini titrek ışıklarile, parlatıyorlardı. Nakışlı ve yaldızlı tavanlara, oymalı sü- tunlara ve duvarlara vuran gölgeler or- talığa ürkeklik saçıyordu. Fakat bunu sezmek için çılgm ve sarhoş olmamak gerekti. Baltazarın neşlesi son dereceyi bul - muştu. Fakat Kudüs mabedinden geti - rilmiş olan mukaddes allın kadehteki şa- rabı henüz bitirmişti ki gözleri karşıki duvara dehşetle sapladı. Kadeh elinden Güştü. Bakışları büyüdü ve korkunç bir çığlık attı. Çünkü orada, meşalelerin titrek ve kı- zl ışıklarının tamamile aydımlatamadığı yarı karanlık duvarda alevden bir el var- dr. Bu el hareket ediyor; duvara gene a- Tevden bir yazı yazıyordu. de kireç vart.. Z Yer yüzünde ne ” anam, ne babam, f ne dayım, ne am- cam, ne karım, ne kızım, ne kısra iam, hattâ ne kö - yüm, ne de uyuz bir kedim var. Ya #p> — ni bir gece değil, İkt (tek) bir hafta meyhanede yatsam, ortaya çık- tığım zaman karşıma dikilip te: — Neredeydin? diye hesap soracak canlı bir cezadan korkum yok. Eh... Çok şükür, kıyıda bucakta bana yelip artacak kadar dünyalığım dâ var. altınların hikâyeleri hâlâ dillere destan olan bir eski akşamcı olmasa: — O hâlde haram diye içmiyorsunuz? ! Fakat içkiyi, belâlı bir kadını severce- sine sevmiş... Onun uğrunda, gözünü dal- dan budaktan, kesesini hesaptan, ve ken- disini mikroptan, illetten sakınmamış bir insan, kaynanadan, karıdan, doktordan, ilâçtan, haciz memurundan ve alacak - Baltazarın elleri ve ayakları titriyor- lıdan, Allahtan ve kuldan, hülâsa yer yü- du. Diğerleri de ondan farksızdı. zünde ve gökyüzünde hiç bir şeyden kork- Baltazar haykırdı: madığı halde meyhaneye neden — grev — Kâhinler, sihirbazlar nerede? yapar? Hepsi geldiler. Merak bu ya? Sordum: — Bıkmıs olacaksınız?. — Bilâkis... Meyhaneyi özlediğim ka- dar anamı bile özlemiyorum. Hem sıhhati, hem parası, bem hürri - yeti yerinde ve ayak basmadığını iddia ettiği halde, meyhaneyi anasından fazla özlediğini söylüyor. Neden? — Neden? diyorum... Bu kadar şid - — Bu yazıyı okuyun. Ne demek isti - Fakat kimse onları okuyamadı. En sonra Babilde esir bulunan yahudi peygamberlerden (Danyal) geldi. Yazıya baktı ve şunları söyledi: — Orada (Mane, tesel, fares) yazılıdır. Alevden el Allah tarafından gönderilmiş- tir ve size hükmünü bildirmiştir. Mane: Allah senin saltanat günlerini kâfi gör - müş ve nihayet vermiştir, demektir. Te- sel: Sen tartıldın ve pek hafif geldin; ma- nasınadır. Fares de krallığın taksim e - dildiğini anlatıyar. Ayni gece İranlılar şehre girdiler ve Baltazarı öldürdüler. Bununla beraber Babilin son hüküm- darının Baltazar olduğuna dair kat'i ve tarihi bir vesika yoktur. Bu mesele bir çok tarihçileri meşgul-etmiştir. Bazıları Babilin Kurus tarafından bir bayram günü Fıratın sularını çevirmek suretile zaptedildiğini yazarlar. Bazıları- na göre de Babilin son hükümdarı Nabo- nid adındadır, İranlılarla yaptığı harpte ölmüştür. Yahut Baltazar; Naboanidin oğ- lu olup şehzin müdafaası içim babası ta- ralından memur edilmiştir. En san tetkikler arasında izse Balta - zarın adı geçmemekte, kâhinlerin elle - rinde oyuncak olan Nabonidin mağlü- biyeti, Babtle toplanan mabut heykelle - rinden de fayda çıkmayınca - İranlıların şahre harpsiz girdikleri anlaşılmaktadır. Bununla beraber yukarıdanberi bahset - tiğimiz üç kelime, emsali hâdise ve vak'a- larda daima kullanılan bir darkı mesel olup gitmiştir. Turan Can Radyonun şerejinel DERDLEŞM A Naci Sadullah ( Güzel ve eğlenceli bir röportaj İstanbul ESKİ Bİ — Sapasağlam bir adamım. Ne ak ciğe-| detliyse, bu Hasreti çekmek neden? Git- rimde leke, ne kara ciğerimde kum, ne | senize? Meyhane kıtlığına kıran mı gir - böbreğimde taş, ne midemde kiremit, ne | di? ğ marit zifirile sararmış parmaklarile $- vazlıyarak gülüyor: — Meyhane nerede? Mübareğin bu - gün kendi değil, namı bile kalmadı... Şim- di içki içilen yerlere meyhane değil, ga- zino diyorlar... Gazino... Muhatabım, çiğnemiye mecbur edildi- Bi bir gakızı dişler gibi, bu kelimeyi & - deta nefretle tekrarlıyor: — Gazino... Sonra acı acı gülümsüyor: — ©O kalender, © sefendi» «meyhane» nin ne kadar züppeleştiğini anlamıya sa- de bu isim bile yeter.. Hani lilo olan züppe Leylâlar, mimi o- ian züppe Melâhatlar, bibi olan züppe Bedialar yok mu? Gazino ismini alışımndanberi meyhane tıpkı onlara benziyor! i «Çıkmam Allah etmesin meyhaneden!» diye meşhur bir şarkı var ya? O şarkının: «Çıkmam Allah etmesin gazinodan!» şeklinde okunduğunu tahayyül et!.. Za - vallı meyhanenin, necabetinden, asale - tinden, azametinden ve hülâsa, mana « sından neler kaybettiğini daha iyi an - larsın... O ikinci biçimde şarkı ne kadar gü - lünç oluyor değil mi? Elimde olsa, o şarkıyı: «Girmem Allah etmesin meyhaneye'> şeklinde tashih e- derim! Muhatabımdan, o hasretini çektiği es- ki meyhanelerin kerametini öğrenmek istiyorum: — Nerede? diyor... Nerede 6 meyha « neler? Onlar, meyhane değil şevkhaney- di. Şimdikiler ise, meyhane değil, çile- hane! Hiddetlenmiş göründüm: — Eski meyhaneciler ağızlarile kuş mu tutuyorlardı sanki? — Hayır... Ağızlarile kuş uyor - lardı amma, tatlı dillerile müşteri tutu- yorlardı! Muhatabım, muşamba kesesinden sar - dığı sigaratardan birini bana uzatıyor: — Kabul etmek lâzım ki, her şeyde İleriye giden biz, meyhanecilikte geriye dönmek mecburiyetindeyiz... Çünkü eski meyhanenin garsonu, Barsonluğu bir ince, bir güzel san'at ha- line getirmişti. Eski meyhane, bir sübyan yüreği kadar temizdi. Eski meyhanede rakı sudan ucuzdu. Eski meyhanenin öy- le bariz hususiyetleri vardı ki, bir kör, bir sağır bile, hattâ bir «hem kör, hem sağır» bile meyhaneye girer girmez mey- hâaneye girdiğini anlıyordu. Eski meyhane, bir iptidai mektebin te- neffüsbanesi kadar neş'eli, ve bir öksüz mektebinin mütalcahanesi kadar sami - miydi! Müuhatabım, karşısındakileri, kanaatle- rine biat ettireceklerinden kimse - lerin huzurile gülümsüyor: — Ben, diyor, eski meyhaneyi de, ye- ni meyhaneyi de bin yıllık birer dost ka- dar taniyorüm. Eski meyhanenin ana meziyetlerini, az evvel üç buçuk kelime- nin koynuna sıkıştırdım. Fakat tam bir fikir edinmek için sana, meyhane vo ga- zino arasında tem bir mukayese yapa - yım. Evvelâ, eski meyhaneye ait hatı » ralaramı, görüşlerimi anlatayım. — Sonra da, bir mukayese yapabilmek için, bir de Serisi S | Meyhaneleri Sandıkburnunda gece benim ağzımdan bugünkü meyhaneyi yani «gazino» yu dinle... Eğer bütün bunları dinledikten sonm Müuhatabim, seyrelmiş kır saçlarını, iz- | da: — *Eski>» yi eyeni» ye tercih etmek im kânı vardır! dersen, diyebilirsen, bugün kü gazinolarda rakı içenlerden beter © layım! Ben, bana çok şayanı dikkat bir mu kayese imkânı kazandıracak olan o mü şahedeleri dinlemeden önce: — Pekâlâ, diyorum, farz buyurun kd size hak vereceğim. O takdirde sizden bugünkü meyhaneleri eski ikballerin kavuşturmanın yollarını sorsam bana n çevap verirsiniz? Muhatabım, istediğimi en kısa yolda anlamak niyetile sorduğum bu suale, ya mamıya kıyamıyacağım kadar nefis bi hikâyeyle karşılık verdi: «— Sen dördüncü Muradın hikâyes) fedakâr âşık ni bilir misin? Hazret memlekete müthiş bir tütün ve içki yasağı koymuş. Ve bu yasağın tatbik edilip edilmediğini biz « zat kontrola başlamış. O sırada, elinde rakı şişesi bulunan fakir bir Bektaşi ile karşılaşmış: ğ — Bana bak, demiş, nedir o elindeki? Soğukkanlı Bektaşi hiç bozmamış: — Su efendim! Dördüncü Murat hiddetle gürlemiş: — Alçak riyakâr... O su değil, rakıdır. — Su efendim. j — Aç bakalım! Öyleyse! y Kurnaz Bektaşi, bu tehlikeli emri a « hnca, şişeyi yere koyup ellerini havaya açmış, ve Muradı Rabiinsişidebileceği bir sesle: «Hey Allahım, demiş, sen, Muradı Rabi gibi muteber bir kulunun yüzünü, benim gibi bir fakire karşı kara çıkar « ma. Şuişedeki suyu rakı yap ta, bu id- diadan yüzünün akile kurtulsun!» Sonra şişeyi yerden alıp okumuş, ve Muradı Rabile uzatmış: — Al padişahım... Şimdi artık içinde su değil, rakı var... Bu güzel buluşa rağmen Murat, Bekta- şinin yakasını bırakmamış, biraz ilerde, gürül gürü! yanan bir fırın ocağını gös « tererek; — Bana bak, demiş, az evvel, suyu rakâ haline gelirdin! Şimdi de şu ateşi su yape tır bakayım. Bektaşi, ayni soğukkanlılıkla cevap vermiş: — Padişahım. Ben bir garip Bektaşi - yim. Yalnız su ve rakı işlerine karışırım, Ateş işine Rüfailer karışır.. Ben kahkahamı bitirince, muhaltabım sol gözünü kırplı: — Benden dertleri söylemek... Çarelere Bektaşinin dediği gibi «Rü « faller karışırla Naci Sadullah

Bu sayıdan diğer sayfalar: