5 Ekim 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

5 Ekim 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

hiç gör lur muydum? komiser şa - Denizde gördüğümüz motö - Tün bir başka ada « v anlamadım, Sadullaha Her zaman- müstehzi teboes - 1 ile gülümsü - baktım k sü Yörü * Kristal Palas is- eleye beş dakika ede idi. Yürü- ürüye gittik. O- kapısında bizi memuru kar di ve müd Mumi geldiği « aDer verdi. ötele niçin al Palas) ismi nin veri doğrusu anlamadım. $ bir bahçe içinde büyük l A$ka hususiyeti olmuyan bir köşl Otel g du. Etraf zifiri karanlık n bulunduğu mevki ve etrafı hak- daha fazla şeyler görmeğe im- 'ünde bulduk. Hasır bir koltuğa otur- Müş otel müdürü ile konuşuyordu. Hol mermer döşeli ince uzun bir ko- Fdordan ibaretti. Duvarlarda boydan boya üzanan aynalar konulmuştu. yanında kâtib için gişeye bi T yapılmı Bu gişenin arkasına bet eden duvarda sağda mektublar için bir raf, solda oda anahtarlarının asıldığı çivili ve numaralı bir İevha bulunuyordu. Bunun yanında sigara olarak kullanılan geniş salonun oulunuyordu. Sigara salonunun da da bir başka salon vardı. Daha ötede mutfağa ve hizmetçiler da- iresine açıldığı anlaşılan başka bir ka- pı dı. 5 Serkamiser müddelumum! ile se- idmlaştıktan sonra merkez memuruna sordu: — Yukarıda nöbetçi var ya?.. — Evet, kapıya bir memur koydum. Müddeiumum? muavininin ist ları bitirmesi için beş on dakika bek ledik. Cesedi bundan sonra görecektik. Müstahdeminden hiç biri bizden faz- la bir şey bilmiyordu. Kâtip te nsalüm tafsilâtını anlattı. 30-35 yaşlarında kısa boy Man bir delikanlı idi. Çiçek bastalığın- dan yüzü delik deşik olmuştu. Şives üm olduğunu anlatıyordu. Şiİk İYİ türkçe konuşuyordu. U Müddeiumumi muavini işin: bitir- ser kâtibin ifi r etmek istedi, £ dullahın bir işareti Üzerine 'An vazgeçti ve evvelâ vak'a ma ve cesedi görmek daha doğ Caktı. İkinci kata çıkmak üzere a kalktık. Holün nihayetinde mermer bir mer- diven yuükarı doğru uzanıyordu. D! Varlardaki elektrik lâmbaları en küçük Mumlulardan seçildiği için her tarafta bariz bir ışık kifayetsizliği göze çarpı- Yordu. Merdiven adetâ loştu. İkinci kat koridoru daha karanlıktı. Merdiven ortada kalmak üzere bina- nin merkezinde bir (U) harfi şeklinde N karanlık koridorda bir âı ukarı gezinen resmi kıyafetli Polis memuruna rastladık. Bizi ce koşarak 13 numaralı odanın kap Di açtı. İçeri girdik. Oldukça büyücek bir oda idi. Kapı- Tün karçısına gelen duvarda iki büyük Pencere vardı. Sağdaki duvardıi I kaştan güzel ve süslü bir şörnine, solda- ki duvarda bitişik odaya geçilen bir ara Vvan $ d n Rıdran Asdullah sei -| yoktu. aVmişti. Da 6 yordu. Bu kapının yanına ceviz| ' r ulmuştu. r Bağında anuyordu. Ortada da büyücek bir asa duruyordu. Odanın bundan i ti. Duvarlar 'Yalnız şöminenin ü çeve içinde talik ile lmar küll levhası çarpıyordu. Harfler ince tahtla Kıl destere ile kesilerek y ra Jevhanın kırmızı zeminine rılmışlardı. Levhanın mobilyası bomboştu. şeyi hay) yapıştı- Üzerinde cam Cesed masa ile pencereler arasında, yerde yatıyordu. İlk görüşte tanıdık. Kevser Hanımdı. ında gene siyâh elbiseler vardı. ni bu sefer g n hizasına ye- n altına inmiş, sonra aşağıdan yukarı 15 santim kadar imtidad etmişti. Kanın içeriye göğüs nın etrafında pek az kan vardı, Elbise- lerinde hiçbir boğuşma, tazyik alâmeti görülmüyordu. Serkomiser merkez memuruna sor- du: — Doktor ne diyor? — Ölüm hemen hemen ani olmuş. Hücum cepheden, sivri uclu bir biçak la ilmış. Doktor bu yar; |lünün sırtındaki eski yara yeri aras da kuvvetli bir müşabehet bul «Her iki yarada ayni bıçağın kullanıldığın- |dan şüphe edilebilir» dedi. eri ile ö |serkomiser SON POSTA —esamanamz «Son Posta> nn zabıla romanı: Ti VALİDE SULTAN RDANLIĞIZ ZAN CEVAD FEHMİ isere dindü: — Osman Bey, emredin de otel müdürünü ç ağırsınlar, dedi. Cesedin üzerine eğilen Rıdvan Sa- n azlığından şikâyet etti, ampulün değiştirilmesini emretti. Otel müstahdemin! bu işi ça- bucak yaptılar. Rıdvan Sadullah hiçbir şey — söyle- meksizin doğruldu. Bir müddet derin derin düşündü. Odada bir aşağı bir yu- karı gezindi. Bir aralık durarak hava- '|yi kokladı. Sonra masaya yaklaştı. Üs- tündeki sigara tablasına baktı. Tabla bir takım kâğıd kırpıntıları ve sigara artıkları ile ağzına kadar dolu idi, Bu sırada serkomiser cesedi mu ne ile meşguldü. Müddelimumi! muavi- ni ile ben ayakta duruyorduk. Merkez memuru, polis memurları ve otel müs- demini de kapının dışında bekleşi- yorlardı. Serkomiser işini bitirince Rıdvan Sa- dullahı taklid ederek etrafına bakındı ve merkez memuruna ara kapıyı işaret ederek sordu: — Yandaki odada müşteri var mı? — Hayır efendim. — Kapı kilidli mi Hem kilidli, hem de öbür taraftan sürmeli. Serkomiser yüzünü buruşturdu. San- ra Ridvan Sadullaha bakarak sordi — İstievablara başlıyabilir miyiz? Evet.. kâtible hizmetci kadından salım. Sonra da otel müdürünü dinliyeceğiz. (Arkası var) —— | ramızı derhal keser. İcab İs m ve markaya dikkat! .— e ee |Baş, diş, nezle, grip, romatizma ve bütün ağrıla- — ında günde üç kaşe alınabilir. Taklitlerinden sakınınız. Kadınlar Hasan rujuna bayılıyor. Çünkü en çok muvaffak olan, en çok tanılan en lâtif ve en mükemmel rnj ve allıklardır. Allıklar 35, ruj 50 ve lüks 100 — kuruştur, “Son Posta,nın Hikâyeleri KÖY MUALLİMİ Bir karısı ve bir çocuğu vardı. İstanbuldak sultanilerden birisinde muallimlik yordu. Okumağa karşı şidi vardı. İdealist bir genç olduğu içi yattaki en büyük zevki okumakta ve o- 'ata tatbik etmekte buluyord Muallimliği Wt fikirle meslek edinm Hergün tâ Sarıyerden kalkıyör, uzun bir vapur seyahatinden sonra İstanbuldaki mektebine geliyor, ders saatine yetişi- yordu. i vaktile mes'ud bir insandı. edi- e cuma günü, ve bir de mektebin tatil mev- mekteb tahayyül eder, okuduğu lardan mülhem olan bir tedris tarzı v ve çerçevesi ta- savvur ederdi. Onun nokta! nazarına gö- re bu mekteb, bu memleketin istediği gençleri yetiştirecek olan ilk ve hakiki gayei hayal olan mektebdi. Muüallim Necatinin bu sakin hayatı, bir gün ant bir âfetle altüst oldu: Sarıyeri basan büyük tufan, onun, Sa- riyerin dik bir yamacına ilişen üç odalık zayıf evini almakla iktifa etmiyerek ka- rısını ve çocuğunu da alıp götürdü. bir ahıp götürüş ki, bu kadın ve çocuğun ölüsünü bile bulmak mümkün olmadı. Muallim Necati, o gün sınıfta dersini takrir ederken gökten bir belâ ve âfet halinde yağan bu yağmurun kendisine hazırlamış olduğu felâketin farkında bi- le değildi. Neden sonra geç vakit vapurla Sarı- yere gittiği zaman uğramış olduğu facia- nın dehşetini anlıyabildi. Tabiatin — bir 1 sellerin götürdüğü evinin ye- arın tahribatile oyulmuş bir mezara benziyordu. Bütün gece, sabaha kadar sağa koştu, sola koştu; fakat karısından ve çocuğun- dan hiçbir haber alamadı. Ve tam bir hafta Sarıyerin âfetzede — yamaçlarında, İstanbulun felâketzedelere tahsis edilen modreselerinda karısını ve çocuğunu &- radıktan sonra nihayet onların öldüğüne muttali oldu. Hayatta, muallâkta kalmış bir insan gibi idi; öyle bir insan ki, bir dua ve teselli ihtiyacile muztarib günlerinde başını da- yayabilip iki fatiha okuyacağı bir mezar taşına bile malik değildi. Karısı ve çocu- ğu sellerin arasında o kadar hazin ve pe- rişan ve bir daha bulunmamak üzere kaybolmuşlardı. O zaman kat'i kararını verdi. Anado- ludaki birçok muallimlerin İstanbuldaki muallimliği ideal ad ve telâkki etmele- rine rağmen muallim Necati, maarif ida- resine baş vurarak 1âalettayin Anadolu- daki nahiyelerden birisinin başmuallim- liğine talib olduğunu bildirdi. İstanbul sultanflerinden birisinin ta- nınmiş Mmüallimlerinden — Necatinin bu| talebi, maarifçe hayretle telâkld olun- duğu kadar derhal 1s'af edildi. Kendisine evvelâ İzmit civarında bir nahiye mek- tebinin başmuallimliği teklif olundu; fa- kat o: — Daha uzaklarda bir yer istiyorum... diyo ısrar etti. Nihayet Konya vilâyetine tâbi olan Samanlıdere nahiyesi mektebinin muâl- limliğini kabul etti. Ve bir iki gün zar- fında harcırahını alarak Haydarpaşadan Konya trenine 'atladı, Binmiş olduğu arabanın arabacısı Sa- manlıdere nahiyesinin, kerpiçten yapıl- mıiş evlerden mürekkeb şu biraz ileride görünen köy olduğunu söylediği zaman muallim Nocati, evvelâ biraz irkilir gibi oldu; kafasında hâlâ İstanbulun gürül- tüsü ve gözlerinde hâlâ İstanbulun hu- dudsuz manzarası mevcudiyetini muha- faza ediyordu. Bununla beraber irkilmesile kendisine gelmesi bir oldu: İstanbul ve Samanlsde- rel... O koca şehirle şu harab nahiye!.. Aralarındaki fark ne?... Evvelkisinde binlerce ve binlerce evler, apartımanlar ve nihayetsiz gürültü... Burada ise bir kaç kerpiç bina ve o kadar hududsuz bir sessizlik... Şehirdeki evler ve apartıman- lar insanı mes'ud ve bahtiyar etmiyor... Bunu muallim Necati, bizzat bilen adam olduğu içindir ki geldi. K işi bavulunu ve eşyasını nahiyedeki bir buraya kadar Koca bir haftada dinlendiği tek günü, Yazan: Sa.âhattin Enis kahveciye bıraktıktan sonra nahiye mü- dürüne uğramak ve tayin a göste emrini — or mek oldu. ye müdürü Niyazi Bey iyi ve z götürdü Yalun rafını tetkik edi hdan ç lim du. Ki nahiye adetâ bomt ük insarılar. idürü bir js erek mektebin Mekteb bir kat üstüne kerpiçte mış genişçe tek odalı bir bina i eşyası sekiz on sıra ile bir de muallimin oturma minderinden ibaretti. Pencere rinin çoğu kırık ve toz toprak içinde idi. Köşe bucak örümcek yuvalarile örtülü idi. Bu per; sıkılmış öolacak ki: Mevsim, hasad mekteb bu halde?... Bıraktığı İstanbuldaki mekteble duğu nahiye tebini mukayese muallim Necati —İ anlıktan nahiye müdürü de bul- m eden niz.. Her şey yoluna girer dedi... İn; yola sokmamıştır. Nahiye müdürünün delâletile küçücük bir odadan ibaret sabık muallimin evini tuttu. Zaten eşyası bir yatak, bir yastık ve bir yorganla bir bavul kitabdan maşır ve elbiseden ibaretti Döşemesi topraktan olan tek pencereli bu odanın bir tarafına kitab bavulunu yerleştirdi Sonra yatağını gündüz devşirip ve gece açıp yatak haline getirmek üzere nra çitler ta mutlak bir vardı. Bahçeyi bakımsızlıktan çalı çırpı kaplamıştı. Birkaç gün böyle geçti. Ders zamanı olmamakla beraber hergün muntazaman mektebe gidiyor ve mektebin kapısından her giriş, onda acı bir ıztırab hâsıl edi- yordu; bunun için evvelâ mektebe bir çe- kidüzen vermek istedi. Bir gün kollarım sıvayarak mektebin kapı ve pencere ni açtı. Ortalığı süpürdü. Sıraların nü örten bir parmak kalınlığındaki toz- ları aldı. Muallim minderini güne, rerek havalandırdı. Ders başlayıp çocuklar mektebe dikleri zaman gördükleri temizlikten şırıp kaldılar. Ders başladıktan muallim Necati hem tedrise, hem mektebin temizlenmesine yetişe için bir çare buldu. Güçlü, kuvvetli 1 be arasında bir grup ayırdı ve — bu mMünavebe ile mektebi süpürmeğe >Mur etti. Bu talebe der; tobi temizliyi decekti. Talebe bu işi memnuniye şıladı Müallim Nocstinin noktaj nazarına gi re bu iş hiç te haysi azmi neleri minder örtülü olan ükün Ti üstü- ge- gel- sonra m ne Bgi- lıydı bile,.. Fakat ahiyeye gelen bir m rif müfettişi keyfiyeti vaz'ıyed etti ve derhal rapor ederek bu münasebetsizliğe nihayet — verilm maarif idaresinden taleb eyledi. Muallim Necati maarif idaresinden bu hususa aid almış olduğu zehir zemberek bir tezkere ile bu vaziyeti öğrendiğ man derin bir hayal inkisarına uğradı. Mektebin hademe tahsisatı yoktu. O hal- de bu kadar çocuğun mektebde bıraktığı dağınıklığı, tozu toprağı kim temizliye- cekti? Bu yavruları toz toprak içinde ta- vanı yer yer örümcek yuvalarile örtülü pislik arasında nasıl bırakabilirdi? Samanlıdere nahiyesinin mektebi, hü- lâ civar köylerin bütün mektebleri için- de nümune olacak kadar temizdir. Fakat o, kimin tarafından temizleniyor biliyor musunuz?,.. Hergün dersten sonra mu- allim Necati tarafından... Yarınki nüshamızda: CİNAİ ROMAN Yazan: Yaroslav Höşet a. haber alınca işe sini Rusçadan çeviren; H, Alaz

Bu sayıdan diğer sayfalar: