28 Ekim 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

28 Ekim 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

B Ce nasıl İşlediğini anlatıyor “Evime dönmesi için kendisine yalvardım, bana fena sözler söyledi, ben de vurdum,, Büyükderede metresi Salihayı öldüren Ferhadın muhakemesine Ağırceza mah- kemesinde başlanılmıştır. Ferhad mahkemede, demiştir ki: — Saliha ile on beş aydanberi birlikte yaşıyorduk.. Birbirimizden memnunduk. Taksimde Uzunkulak sokağında bir evde oturuyorduk. Bir akşam eve döndüğüm zaman Salihanın evde olmadığını gör- düm., Biraz sonra bohçasını alarak ana- sının evine gittiğini ve anahtarı da, bi- zimle ayni evde kiracı olan Fahrinin ka- rısı Zelihaya bıraktığını öğrendim. Gi- derken benim bazı eşyamı ve 13 lira ka- dar da paramı, birlikte alıp götürmüştü. Bunun üzerine Büyükderede Çayırba- gındaki Salihanın anası Selimenin evine gittim. Kendisine tekrar eve dönmesi için, yalvarıp yakardım. Fakat, sözlerim fayda otmedi, Bana karşı çirkin ve tah- rik edici sözler söylediler. Hüâdise, bu su- retle oldu, onu vurdum!.. Suçlunun sorgusunu müteakip bir kı- sım şahidler dinlenilmiş, bu arada hâdi- seyi çok yakından gören Ahmed şunları anlatmıştır: — Ölen Saliha benim baldızımdı. Vak'a günü evin bahçesinde bulunuyordum. İ- çeri girdiğim zaman avlu tarafından ge- len bazı sesler işittim.. O tarafa gittiğim zaman, şu manzarayla karşılaştım: Fer- had, Salihayı yüzü koyun yere yatırmış, bir dizile üstüne basmıştı. Sağ elinde bu- hanan bir bıçağı kadına daldırıp, çıkarı- yor, Saliha da çığlık içinde çırpınıyordu. Mahkeme Taksim merkezi komiser mu- avini Sırrı ile, Ferhadın vaktile evinde oturan Zelihanın şahid olarak dinlenme- leri için, duruşmayı başka bir güne bı- rakmıştır. Elektrik Şirketi aleyhindeki dava Elektrik şirketi aleyhine, hazine tara- fından açılan gümrük kaçakçılığı dava- larından birine de dün devam edilmiştir. Dünkü celsede, şirket müdür muavini Lâzyan, fen dairesi şefi Gileri ve şefler- den Haşim, Sadi, Serpiyeri, Tibületti, Fisler, Lelong ve Marsel bulunmuşlardır. Gileri, üç saat süren sorgusunda de- miştir ki: — Mevzuubahs malzemeden bazıları Satyeye satılmıştır. Ben fen dairesine m>mensub olduğum için satış işlerile alâ- kadar değilim. Bu hususta emir de ver- medim. Bu, olsa olsa bazı memurların hatalarından mütevellid olacaktır. Tesisat plânlarını da, ne tesisattan ev- vel, ne de sonra, ben görmem. Teşsisatın plâna göre yapılıp yapılmadığını, benim servisimin mühendisleri kontrol ve piâ- na uygun olup olmadığını tetkik ederler. Gümrükten muaf olan ve olmıyan mal- zemenin biribirine karışıp karışmamasi- e de ben alâkadar değilimdir. Bu işle ki- min meşgul olduğunu da bilmem. Yalnız şunu biliyorum ki, ambardan çıkan mal- zemenin gümrük resminden muaf veya gayri müaf olduğuna dair üzerlerinde hiçbir işaret yoktur. Arnbarlardan malzemeyi umumiyetle montör veya ustâalar alır. Maamafih, mü- hendisler de almak salâhiyetini haizdir- ler. Malzemeyi alan, husüsi bir bono ve- rir, Bu bononun üzerinde, muaf veya gay- ri muaf malzeme olduğuna dair de kır- mızı bir işaret bulunur. Malzeme çıktık- tan sonra bu bonolar muhasebeye girer. Anadolu yakasında evvelce gümrüğü verilmiş bakır teller kullanılmıştı. Bu re- simden muaf telleri, ona mukabil Rumeli tihetinde kullandık. Bunu da Nafıa Ve- kâletine bir liste ile bildirdik. Bu husus- ta menfi cevab almadığımız için, tasvib edildiğini zannettik. Bir kısım potrelle- rin, Rumeli yakasında kullanıldıklarını öğrendim. Bunları evvelce gelenlerle tef- rik etmek mümkün değildi. Maamafih, bu işi de tashih ettik. Yağ bahsine gelince, resimden muaf olan ve olmayan yağlar birbirine karış- | mıştı. Bunları, husüsi işaretleri olmadığı için tefrik edemezdik. Cümrüğe, muaf yağlar için verdiğimiz depozitoyu — geri almadık. Bu suretle, bunların da resim- leri verilmiş oldu. Bunu her istediğimız yerde kullanabileceğimiz için, hiçbir mahzur tasavvur etmeden kullandık. Gilerinin üç saat kadar devam eden bu sorgusundan sonra, vakit geç olduğu için, muhakemenin devamı 12 teşrinisani sa- bahına bırakılmıştır. Edirnede mahküm çocuklar için bir islahhane yapıldı Adliye Vekâletinin son yıllarda başar- dığı işler arasına, pek yakında yeni bir eser daha karışacaktır. Bugüne kadar 11 ile 15 yaşı arasındaki farik ve mümeyyiz çocuklar bir cürüm irtikâb ettikleri ve mahküm oldukları takdirde, cezalarını çekmiyorlardı. Mahkümiyet kararlari 18 jyaşına kadar tecil olunuyordu. Halbuki ahlâkt bakımdan ilerde bir mahzur öla- bilecek olan bu meseleyi yakından tet. kik eden Adliye Vekâleti, Editnede bü- yük bir çocuk islahhanesi kurmağa ka- rar vermiştir. İnşaatı tamamlanmış olan bu ıslahhanenin pek yakında resmi kü- şadı yapılacaktır. Yukarıda bahsettiği- miz yaşta bulunan bütün mahküm ço- cuklar, Türkiyenin her yerinden Edirne ıslah evine sevkedilecekler, orada hem cezaları çektirilecek, hem de terbiye edi- leceklerdir. Döviz kaçakçılığı yapan iki sarraf mahküm oldu Mizrahi ve Manol isminde Karaköyde yazıhaneleri olan iki sarraf, bir müddet evvel, bir kadına kaçak döviz satarlar- ken yakalanmışlar, beşinci ceza mahke- mesine verilmişlerdi. Mizrahi ile Mano- Jvn müuhakemeleri bı'milmış dörder &ây hapse mahküm edilmişlerdir. Vazifelerinde muvaffak olan hâkim ve müddeiumumilerin listeleri hazırlandı Hâkimler kanunu mucibince verdikleri kararlar yüzde altmış nisbetinde temyiz- ©e tasdik edilen hâkimlerle, ayni nisbelte mahkeme kararı bozduran müddelimü- |ilerin iki sene zarfında terlileri lâzım gelmektedir. Aldığımız malümata göre, yukarıda bahsettiğimiz şekilde terfi müd. detini dolduranlar için bir liste hazırlan- muştır. Bu listede iki yüze yakın hâkim ve müddelumumi ismi bulunmaktadır. —N ae eee GÖNÜL İSLERİ! Sıra bekliyen Kızkardeşler » Bir karlimden şöyle bir mektup aldım: Teyzeciğim, Yaşım henüz on sekiz. Bir genci çıl - dırasıya seviyorum. Onun da bana ciddi bağlarla, sevgisinde samimi olduğuna ka- nilm. Kendisile evlenirsem Mes'ut bir yu- va kuracağım. Fakat buna imkân yoktur. Çünkü benden evvel sırada evlenecek üç kız kardeşim daha var, Benden kestirme cevab İstiyor, «ben bekliyeceğim. diyor, ben işe aradak! zamanın ne kadar uzün süreceğini tahmin ediyorum. Bu 2aman sevgimlzi soğutabilir mi? Bekliyeyim mi? Yoksa benden vazgeçmesini, beni unut - masını kendisine yalvarayım mı? Bu gen —— | ci kaybetmek istemiyorum amma - talib ve mükaddörat banâ Bauğlamasını iste - mek haksızlık olmaz mı? * Bu okuyucuma şöyle diyeceğim: Eyi düşünüyorsun; bu gençle evlenme- ye karar verip önu bekletmek yalnız hak- Bızlık değil, aynl zamanda da mânasızlık | olur.. Geçecek zaman bu sevgiyi zayıfla - tabilir de. Fakat senin evlenebilmen 1 - çin Üç kardeşinin evlenmelerini bekleme- ne lüzum yoktur. Dört kız kardeşsiniz. Hanginizin kısmeti evvel — çıkarsa onun daha evvel evlenmesinde ne mahzur ta - savvur edilebilir. Bir kere düşün kızım, yâ öteki kız kardeşlerinden biri hiç ev - Tenmiyecek olursa sen de sıran — gelmedi diye ömrün oldukça evlenmiyecek mi - sin? TEYZE BON POSTA HÂDİSELER KARŞISINDA Sıcak bir temmuz günü bir köy yolun- da yürüyordum.. Yolumun üzerinde bir gobana rastladım. Çobanın arkasında bir aba vardı. Selâmlaştık ve konuştuk. O bana nere- den gelip, nereye gittiğimi sordu.. Ben de ona merak ettiğim bir şeyi sordum: — Çoban, dedim, ne 'diye sırtına aba Aldın, geceleri dişarıda mı yatıyorsun, ye- zin çok uzak mı? Beş yüz adım ötede bir kulübeyi gös- terdi: — Yerim orası.. — Yerin o kadar yakın da, dedim, bü gıcakta ne diye bu abayı arkana alı — Ya yağmur yağarsa! Günlerdir yağmur yağmıyordu. Yağ- mak ihtimali 'de yoktu. Çobandan ayrılırken kendi kendime söylüyordum: l — Ne ihtiyatkâr adam, Şehir içinde işliyen otobüsleraen birir.e bindim. Frenleri iyi tutmuyor, camları şangırdıyor, yürürken makineden, ma- kinenin bozukluğuna tevatüren şehadet eden gesler geliyordu. Otobüs durduğu zaman şoföre sordum: — Nasıl bu otoübüs? — Şöyle böyle.. — Frenler., — Bakmadım amma herhalde tutar. — Makineden tuhaf tuhaf sesler geli- yor. « — Zarari yok. Ehemmiyetli bir bozuk- luk yoktur, zannederim, Şoförden ayrılırken kendi - kendime söylüyordum: ğ — Ne lükayd ı_hd—.). * Çoban gibi düşünen ihtiyatkâra haya- tımda bir defa tesadüf ettim.. Şoför gibi düşünen lâkaydların yüzlercesine günde yüzlerce defa tesadüf ediyorum. * “Adamın birine sormuşlar: — Sen lâkaydla, ihtiyatkârın farkını anlatabilir misin? — Anlatabilirim, demiş, — ihtiyatkâr, pantslonuna bir askı taktıktan sonra, as- kının kopabileceği ihtimalini düşünür, bir de kemer takar, Lükaydsa ne askı ta- kar, ne de kemer. * Bana bir dostum sormuştu: — Şehirde hemen hergün bir alay ka- zalar oluyor. Bunların önüne geçilebilir mi? Dostuma burada cevab veriyorum: — Geçilebilir. Fakat askılı, kemerli ihtiyatkârla; askısız, kemersiz lâkaydın arası bir düşünmeyle gelecek kazayı ey- velden görmesini bilmeliyiz! İzmet Hulüsi Kırkçeşme suyunun Kesilmes ne İtiraz ediliyor Belediye, Kırkçeşme suyunu her ta - raftan kesmeğe karar vermiş olduğundan bu suyu el'an kullananlara tebliğat ya- pılmıştır. Darphane, inhisar depoları ve suya fazla ihtiyaç gösteren bazı müesseseler bu tebliğata vermiş oldukları cevapta kendilerine yeni su verilmeden Kırkçeş- meden mahrum bırakılırlarsa faaliyetle- rini tatil etmek mecburiyetinde kalacak- Zarını bildirmişlerdir. Vakıflar idaresi ise hâlen otuz sekiz camide akmakta olan Kırkçeşme suyu- nun kendi malı olduğunu iddia etmekte, ellerinden alındığı takdirde kanuni yöol- Jara başvuracaklarını ileri sürmektedir. Belediye bu hususları tetkik etmektedir. Sivastopoldan kopan bir duba boğaza sürükleniyor Karadenizde 400 tonluk kadar tahmin edilen bir dubanın Boğaza doğru — gel mekte olduğu görülmüş, liman idaresi tarafından bir kazaya meydan verilme- mek Üüzere gemicilere bildirilmiştir. Hindli pehlivan Fad Muhammedle mülâkat “ Ben, diyor, koskoca bir koyunu bile çiy çiy ye hazmederim, fakat mağlübiyeti asla hazmedemem Tam bir aydır: f Denilen meşhur Hindli pehlivan Fad- dal Muharmed nihayet geçen pazar ıl-l nü İstanbul şehrine ayak basabildi. Evvelâ, gazetelerde, bu esrarengiz şam- piyonun halka takdim edildiğini oku- dum. Daha sonra, geno gazetelerde, Hinâ- l ile yapılmış mülâkatlar gördüm. Niha- yet Hindliyi gözümle gördüm. Elimle tuttum. Kulağımla dinledim ve şüphem kalmadı ki bu seler onun geldiğini haber verenler, birkâç hafta evvelki gibi gene yalan söylemiyorlar! Hindli pehlivan son 20-30 yıl içinde gü- teş minderlerimizde gördüğümüz yerl, eenebi pehlivanların en irisi, en uzunu, ve en ağırıdır. Eğer pazularını dolduran kuvvet te, iki metreyi bulan boyu, ve 120 kiloyu ge- çen sikletile mütenasibse, karşısına çı- Hindii pehlivan Faddal Muhammel — kacak pehlivanlarımızın vay hallerine! Faddal Muhammed, son 20-30 yıl için- de memleketimize gelmiş - pehlivanların sade en irisi, en ağırı değil, ayni zaman- da en garib tabiatlisidir. Meselâ, caddede yürürken, birdenbire duruyor, ve iri parmağını bir manavda gözüne ilişen armudlara uzatarak, arsız bir çocuk inadile tutturuyor: — Ben bundan isterim! Gene sokakta yürürken, bir gramofon ve plâk mağazasının önüne dikilip, :ça- riye kulak veriyor, yanındakilere de ül- timatomu dayıyor: — Bu şarkıyı dinliyeceğim, şarkı bit- meden şuradan şuraya gitmemi!.. Hulâsa, durup dururken, — kahvolerde tavla oynıyanları seyretmek, nargile to- kurdatmak, Beyazıd kulesine, Ayasofya minaresine çıkmak gibi birbirini tutm- yan acayib arzular duyan ve duyduğu bu arzuları tatmin etmekten kat'iyyen vaz- geçmiyen Hindli pehlivanla birlikte ge- zebilmek için, hazroti Eyüb kadar sabırlı ve bir yaya devriâlem seyyahı kadar da dayanıklı almak Tâzım! * Hihdistan şampiyonu, 38 yaşında Imiş. Yüzüne dikkatle baktığınız zaman da, kendisine bu yaşın ne fazlasını, ne de ek- siğini biçebilirsiniz. Bundan da anlaşılı- yor ki, Hindli pehlivan yaş gibi çok na- zik bir bahiste bile yalan söylemiyor. Sakın Hindlinin doğruculuğu hakkın- da aldığım ölçüyü sakat, zayıf bulup du- dak bükmeyiniz. Çünkü, hemen bütün pehlivanlar, yaş bahsinde, kadınlara taş çıkaracak kadar hassasdırlar. Gücendir- mekten çekinmesem, bu iddiamı isbat için size bizin meşhur pehlivanlarımız- dan bazılarının İ$imlerini misal diye sı- ralıyabilirdim! Hindli pehlivan'Lâhurlu imiş. Başın- da çok kıymetli bir lâhuri şal var... Mu- azzam bir kavuk şeklinde sardığı bu şal, Hindlinin pala bıyıklı, çatık yüzüne, eski bir yeniçeri ağasının heybetini veriyor. Heybetli başını taşıyan koskoca cüsse- sile caddelerde canlı bir apartıman gibi dolaşan Hindliyi herkes, içine merak, hattâ biraz da dehşet karışmış bir hay- retle seyrediyor. Tarihçi M. Turhan Tan resmine dik- katle baktığı Hindli pehlivanı Yavuz Sultan Selime benzetti. Hindlinin yü- zünde dolaşan gözlerimin dikkat dozunu biraz artırınca, larihi tefrikacımıza hak vermemek elimden gelmedi. Hindli pehlivan, 20 senedir güreşiyor- muş. Pehlivanın, cüssesinden umulmıya- cak kadar ince, yumuşak bir ses var: — Bu, diyor, (20) sene içinde yalnız bir defa sırtım yere geldi. Bundan 9 se- ne evvel, Hindistanda, bir vatandaşıma mağlüb oldum. O mağlübiyetin teessürü, bende bir matem halinde tam iki sene sürdü. Nihayet beni mağlüb eden pehli- vanı yendikten sonradır ki, sinirlerim rahata kavuştu. Eğer buna muvaffak o- lamasaydım, beni © mağlübiyetin acısı bitirecekti Bizim Hindistanda bir usul vardır: Üç defadan fazla mağlüb olan pehlivan” güreşmekten menederler. Onun ralarda yenilmek çok büyük bir kettir. Hindli bu sözü söylerken iki ğunu: ; — Öh olsun!'diyen bir çocuk gibi birine üç defa vurdu ve başını iki sallıyarak: — Tuh, tuh, tuh! dedi. 'Tercümanın söylediğine göre, bir ketten bahsolunurken, şeytanı için bu hareketi yapmak H an'anelerindenmiş. Faddal Muhammed bermutad man vasıtasile bana: : — Sanra, diyor; bizde,bir güreşte TÇ landan yenilmenin cezası da büyüktü lhır, Ve bir dolandırıcı gibi hapse Halbuki, son yaptığım seyahatle: Ü çok yerlerde, bana para mukal eai , nilmemi teklif ettiler. Bu teklifi BN tanda ahlâksız sokak çocuklarına YöP lar, pehlivanlara değil!... Koskoca bir pehlivan, üç kuruş * mak için alta yatar mı? Hindlinin, Avusturyada, yeni Z? da, Amerikada, Kanadada, İngil” yenmediği pehlivan kalmamış. birçok pehlivanlar gibi Palavra $â' dığını isbat için, güreştiği yeri çof gazetelerden kestiği yazıları i€ Dünya şampiyonu boğucu Luiz'i. bt fa yenmiş. Yalnız meşhur Şikatla P? fa berabere kalmış: 4 — Çünkü, diyör, o güreşte sant * olundu. Ben güreşe devam etmek dim, fakat onu razı edemediler! Bef” Bayıldık! Hindliden güreşe ne zaman nı soruyorum: — Ben güreşe başlamadım, d€ tim! diyor ve ilâve ediyor: — Güreşe benim büyük bdhl:; bası başlamış. Büyük babam, babt 5 kardeşim ve ben, öonun başladığı V vam ediyoruz! 3öf — Siz şampiyon olduğunuza gört deşlerinizi de yendiniz? çi — Hayır... Onlar benim küçt” 4 K dir, Belki benden kuvvetlidirler ğ Hindistan an'anesinde, küçük : büyük kardeşe hiçbir suretle © Te mıyacağı için, onlar benimle Jer, Beni başka bir pehlivan Şı)"”' deşlerim onunla tutuşurlar, Şif g nimle tutuşmadan, şampiyonluğu — birakıyorlar, — Buradü Amarkkili wülü Sü şeceksiniz? gl — Kırıcı"oyunlara müsaade Kü koştuğum şarlar arasındadır. ğ pehlivanın muvaffak olduğu bi vardır. Meselâ, Cim Loudol“"k oyunu, boğucu Luizin bacaklar!? ah kapması, Şikatın bacak ıyırm"';l'_ p ninin havalanıp tekme atmasi gib nim de kırasıya kol bükme ©* meşhurdur. Masmafih, — peblivi” Gi sakatlanır diye endişelenilmesin. (4 fazla acı duyduğu takdirde, (Devamı 8 inci say çi

Bu sayıdan diğer sayfalar: