23 Mart 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

23 Mart 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Pariste neler gördüm? Anlatan: (Baştarafı 1 inci sayjada) Bu itibarla, ilk işimiz, gidip organiza- tör Raol Pavliyi görmek oldu. Raol Pavli; benim Türkiye şampiyonu olduğumu öğrenince, dudak nüktü, ve: ta bir pehlivan olduğunu anlıyalım, Biz bittabi bu teklifi kabul ettik. Ve ertesi günü, tayin olunan saatte Pale de Spora gittik, Orada, yüzer kilo ağırlığında belki yüzden fazla insan vardı, Cüsselerinden, ve kırılmış kulaklarından pehlivan ol - dukları belliydi. Beni seyre gelenler arasında, gazete - giler de vardı, Asım bana: — Sakın, dedi, karşına çıkaracakları adamı sıkı tutma... Eğer gözlerin: kor » kutursak, burada güreş alamayız! Ben bu nasihati mecburen tuttum. Fa- kat buna rağmen, idmandan sonra Asım bana: — Yandık... dedi... Seni hiç birisi gö- züne kestiremedi!.. Organizatör Raol Pavli- yanımıza s0 » kuldu. Ve Asım Rıdvana: — Siz, dedi, Kara Aliyi tanır mısınız? Asım Rıdvan, — soruluşünün — sebebini anlıyamadığı bu damdan düşme suale te- Teddüdle cevab verdi: — Tabil tanırım! — Kara Ali, Tekirdağlı ile güreşti mi? — Bir çok defalar!.. — Hangisi galib geldi? Asım Rıdvan, bana dönüp, konuştuk- larını tercüme ettikten sonra: — Şimdi, dedi, ben, mütemadiyen se- nin mağlüb olduğunu söyliyeceğim. Zira hakikati söylersem, bunları büsbütün korkuturuz. Ben artık kızmıya başlamıştım: — Yahu, dedim, biz buraya, güreş yap- mıya miı, yoksa çolük çocük kandırmıya n geldik? Asım: — Ne yapalım? dedi, güreş koparabil- mek için, huylarına göre davranmak mecburiyetindeyiz. Sonra, cevab bekliyen Raol Pavliye dönerek, Kara Alinin beni daima ve ko- laylıkla yendiğini söyledi. Raol Pavli: — O halde, dedi, Litvanya şampiyonu Pasman, Tekirdağlı ile güreşmeyi kabul ediyor! Biz, evvelâ sebebini kavrıyamadığımız bu konuşmanın manasını sonra öğren - dik: Meğer, Pasman, Pariste Kara Ali ile güreşmiş ve berabere kalmış. Raol Pâavliye de: — Eğer, demiş, bu adam, Kara Aliye yenilmişse, onunla güreşirim. Fakat an- dan da kuvvetliyse, bana bakmayın!.. Netidesini bildiğiniz ilk güreş, bü şe - kilde kararlaştırıldı. “Pasmân güreşinden sonra Raol Pavli bize: — Mehmed Arif de razı oldu... dedi... Tekirdağlı hazır bulunsun. İkinci güre gini de onunla yapacaki.. Bu haber, beni tasavvur edemiyeceği- niz derecede sevindirmişti. Çünkü be - nim Pariste bilhassa- yenmek istediğim iki pehlivan vardı: ş Birisi Mehmed Arif namile, ve Tür. kiye şampiyonu ünvanile güreşen Bul - gar Todor Bankof... Diğeri de meşhur göspodin Dankolof!.. Bu haber bana, bunlardan birini elime geçirdiğimi müjdeliyorru. Fakat Dankolof, güreşmiye niyetli gö- Tünmüyordu. Raol Pavli, onun rahatsız bulunduğu: Hu ve iki ay kadar istirahat edeceğini, söylüyordu. Orada bulunan Türk tale - beler ise, buna inanmıyorlar: — Yalan... diyorlardı ... Zira, Dankolof, benim oraya gidişim » den dört gün evvel bir güreş yapmış ve tosun gibi imiş!.. Bunları anladıktan son« Ta da, güreşten kaçan Bulgar pehliva « nnn benden korktuğuna hükmediyor - lardı. Maamafih bu vaziyet karşısında, Meh. med rifin güreşmiye cesaret edişi beni — Buraya, dedi, her gelen bir milletin gampiyonu olduğunu söyler... Bu itibare la, bu sıfat bana, bu pehlivanın kıymeti| © hakkında kâfi derecede fikir veremez... Bir idman yapsın da, seyredip, ne kırat-| |— Tekirdağlı Hüseyin Tekirdağlı ve Naci Sadullah yanyena — Yahu, dedim, bunlar bize bir tuzak bir dalavere hazırlamasınlar?.. Benim, o somun- pehlivanının sade kendisine gü - venerek meydana çıkabileceğine aklım yatmıyor! Asım Rıdvan: — Hayır.:. dedi... Bir hile yapamazlar. Olşa olsa bu güreşi halk tutacağı için Bulgar pehlivanına fazla para vermişler- dir!. Ben Asıma hissettirmedim. Fakat o » nun bu sözleri, benim şüphelerimi tama. men gidermemişti. Nitekim ondan bir gün sonra başıma, gelen bir hâdise bana, şüphelenmekte haklı olduğumu göster « di: Ben, yemeklerimi, oradaki Türk tale « belerin gösterdikleri bir Ermeni lokanta. sında yiyordum. Zira başka lokantaların yemekleri, bil- hassa domuz eti kokusu midemı berbad ediyordu. Üstelik de, et yemeklerinin bir porsi » yonunu yarım Türk Jirasına veriyorlardı, Hem onların verdikleri parsiyonlardan ancak on tanesini haklayınca: — Biraz et yedim! diyebileceğime göre, karnımı her övünde ancak 20 liraya do yurabilirdim. Ermeni lakantasını tercih Harikulâde bir ıcorının Iıikyeıl: 6 « Ben bir casustum! Yazan: Eric Ambler Alman bana buz gibi yalan söylüyordu. Heyecanım yüzünden oyunu bile yanlış oynuyordum — Okumakta olduğunuz kitab, hiç te ,öğleden sonra şöyle şekerlemne kestirmek için okunacak bir kitaba benzemiyr. Başını yavaşça çevirerek beni yukarı- dan aşağı süzdü. Zayıf çehresinde, bir ge-| ce evvel olduğu gibi hiçbir renk yoktu. | Yalnız mavi gözlerinde bariz bir şübhe okunuyordu. Çene adalelerinin asabi bir hareketle büküldüğünü gördüm. Piposunu ağzından çıkardı ve tekrar karıştırmağa başladı. Ağzından çıkan | kelimelere çok dikkat 'ettiğini anlatan bir jestle cevab verdi: | — Söyledikleriniz belki doğrudur, fa- |kat ben etasen vakit geçirecek bir kitab | aramıyordum. Başka bir vakit olsaydı, bana verdiği bu cevab belki beni sustururdu. Fakat ben ısrarla konuşmakta devam ettim: — Hâlâ Niçe'yi okuyan bulunuyor diye hayret ediyorum da... Bu, hatalı bir sualdi. Cevab verdi: — , Niçin okunmasın? , — Bilmem, lâkin öyle düşünüyorum ki, bu pek demode bir şey:de.. Piposunu ağzından şıkardı ve — Niçe hakkında konuşmağa başladı. Sözler'ni anlamak için hayli müşkülâta maruz ka- byordum ve bu vaziyetimi örtbas etmek için: — Galiba banyo almadınız, dedim. Bu sözüm üzerine beni hiddetle süzdü: — Mahsus mu böyle müstehzi davranı- yorsunuz? — Asla, yalnız mevzuumuzu değiştir. mek istedim.. — Pek münasebetsiz düştü de, Banyo almam, fakat arzu ederseniz ginizle bir Rus bilârdosu oynarım, Bu sözleri istemiye istemiye söylemiş- ti. İkimiz de ayağa kalktık ve içeri girdik. Rus bilârdosu, salanun bir köşesinde bulunuyordu. Büyük bir süküt içinde oye namağa başladık. On dakika geçmemişti ki ilk parti bitti ve beni yendi. Son zafer vuruşunu yaptıktan sonra gerindi: v — Zannedersem sizin için pek lâtif ol- madı. Bu oyunda pek mahir görünmü- yorsunuz. İkinci bir parti daha oynıya- hm mı? Gülümşedim. — Hareketlerinde — hirçm olmakla beraber kendisinde sempatik bir tavır vardı. Kendisine karşı ben de daha dostane davranmağa mecbur oldum. edişimin sebeblerinden birisi de buydu!..| Memnuniyetle oynamak istediğimi söy- Fakat Mehmed Arifin güreşmiye razı olduğunu öğrenişimin ertesi günü, o lo- kantada yediğim öğle yemeği, midemi ledim. Yeni oyuna başlarken: — Zannedersem sizin polisle bazı işle- jtiniz oldu, dedi. Bu sözleri o kadar tabıl berbad etti. Ben, bütün ömrümde, mide!' bir eda ile söylemişti ki sanki bana saatin sancısı duymadım. Bu itibarla, orada yediğim öğle ye » meğinden iki saat sonra başlıyan, ve git- tikçe artan o mide sancısı kafamı da bu- landırdı: — Asım, dedim, beni zehirlediler ga - Hiha!.. Asım gene şüphelenmiye niyetli değil. di. Fakat benim sancım, gittikçe daya - nılmaz bir hal alıyordu. Nihayet, bir dok- tora koşmak mecburiyetinda kaldım. Doktor, midemi iyice yıkadıktan şonra bana: — Siz, dedi, zehirlenmişsiniz!.. — Şüphemin doğruluğunu öğrendikten sonra, bir başka lokantaya koştum. tabak yoğurt yiyerek, kendimi bir de a- laturka usulle tedavi ettim! Ve kendime geldim. Ondan sonra da bir daha Ermeni lokantasına gitmedim. Ye- meklerimi, oradaki Türk - talebelerden birisinin evinde yemiye başladım. O ar- kadaşın, yanında bulünan validesi, bana çok nefis yemekler pisirdi. Ve o Bakım » dan memleketi aratmadı. Ben, oraya gelen İstanbul gazetele < Tinde, yaralandığımı okudum. - Bu rivayet, bu zehirlenme hâdisesin - den çıkmış olacak. Çünkü bu hâdiseyi, Anadolu ajansının Paris' muhabiri Ke « maleddin duymüştu... Asıma: — Gördün mü, dedim, Mehmed Arif, Ermeni lokantacıya güveniyordu. Fakat ben bu suikasdın intikamını da ondan alacağım! Bu hâdiseden bir kaç gün sonra karşı- ma çıkmak mecburiyetinde kalan Bul - garm benzi, bayat domuz eti gibi sapsa- &mdowmwmum gaydı. Onu, bir buçuk dakıka içinde yere Ridvana: (Devami 11 vnci sayfada) iki | YoT kaç olduğunu soruyordu. Ben de ayni derecede sakin olmağa gayret ederek. — Güzel bir vuruş yaptınız dedim. E- vet, pasaportumda bir yanlışlık olmuş. — Siz Yugoslavyalısınız zannederim. — Hayır, Macarım. — Ha anladım. Triyanon muahedesi.. — Evet! — Bana Yugoslavya hakkında biraz izahat verir misiniz? — On şenedenberi © civarlarda bulun- madım, Zannedersem, tiz de Almansınız değil mi? Fakat bu zamanlarda istirahat vakitlerini ecnebi memleketlerde geçi- ren Almanlara pek nadir tesadüf edili. — Evet, haklısınız. Fakat bu beni alâ- kadar etmez. Ben Bazelliyim. * Bu gözler tam bir yalandı. Heyocan &* İçinde vuruşu yanlış yaptım. — Bugün talihiniz yok, diye devam et. ti ve sonra sordu. Her Vadasıy Alman- yayı iyi tanır mısınız? z — Hayır, Almanyada kat'iyen bulun. madım. — Fakat gitmelisiniz. Almanlar çok kibar insanlardır. Bütün bu müddet zarfında oyunumu- za devam ediyorduk. Fakat ben tamamen şaşırmış bulunuyordum. Aklım kat'iyen oyunda değildi. Mütemadiyen bu adamın bu sözleri söylemekte ne gibi bir maksad takib etmekte olduğunu düşünüyordum. Muhakkak ki sorduğu sualler boş şeyler değildi. Bu suallerden acaba maksadı ne olabilirdi? Kendisinde bir fotograf makinesi olup olmadığını öğrenmek için aklıma bir u- sul geldi. Sordum: — Bizin fotograf makineniz var mı? * Çok güzel bir vuruş yaptınız.. Evet, pasaportumda bir yanlışlık olmuş da...> Yavaşça başını kaldırdı ve bana ba- karak: — Her Vadassy, şu kârambolü çeker- ken konuşmamanızı rica edeceğim. Çün- kü görüyorsunuz ya, bir hayli müşkül vaziyetteyim. — Affedersiniz. — Estağfurullah, bilâkis ben sizden af diliyeceğim. Şu oyun beni çok alâkadar eder. Fotograf makinem var mı diye sor- dunuz? Hayır, yoktur ve hijbir zaman da fotograf makinesine sahbib olmadım, Oyun devam ediyor ve yuvarlaklar, birbirine çarpıp hedeflerine döğrü yu- varlanıyarlardı. Birdenbire: — Enfes! diye bir ses duyuldu. Geriye döndüm. Gelen Köche idi. Bana sanki, ikisi arasında şimşek gibi gizh bir işaret yapıldı gibi geldi. Otelci devam etti: — Herr Heinberger Rus bilârdosunda üstaddır. M Salondaki hava, tuhaf bir şekilde de- Bişmişti. İkisinin de benim gitmemi bek- ledikleri açıkça belli oluyordu. Mümkün olduğu kadar güler yüzle kendilerinden ayrılmam için müssaadelerini diledim: — Herr Heinbergerin bu aoyunun üsta. dı olduğumu esasen anlamıştım. Allaha ısmarladık. Ben de dışarıya kadar gide- ceğim zaten, — Güle güle! * Holden geçtiğim sırada İngiliz yüzba- gısının karısile birlikte yukarı çıktıkla. rını gördüm. Selâm verdim. Fakat ikısi de cevab vermediler. Yukarı merdiveni döndükleri vakit Bayan Hartlinin ağla- yaakta olduğunu ve yüzünü bir mendille örtmüş bulunduğunu gördüm. Bu ne de- mekti? Bir İngiliz kadınının ağladığını ilk defa olarak görüyordum. “Yoksa gö- züne bir çöp mü kaçmıştı da ben ağlıyor zannediyordum. Yürüdüm. Kapıda beni tarassud eden polis değiş- mişti. Şimdiki adam, kısa boylu, şişman, tıknaz, hasır şapkalı bir adamdı. Posta- haneye kadar arkamdan geldi. Telefonla doğruca Beghin'i buldum: — Ne haber Vadassy? diye sordu. Fo- tograf makinelerine dair bir emare var mı? — Evet, fakat Şimler meselesi... — Kaybedecek vaktim yoktur. Fotog-. raf makinelerinden bahset rica ederim. Listeyi kendisine okudum. — Pekâlâ, fakat şu öbür üç kişinin fok| tograf makinesi yok mu? — Şimlere, yani Heinbergere sordum. Fotograf makinesi olmadığını — söyledi. İngilizi isticvab etmeğe henüz fırsat bu. lamadım. Fakat bu İngilizin bir dürbünü olduğunu gördüm. — Ne dedin, ne dedin? — Dürbün, dürbün.. Güğürelere aa aaa elt ea ŞN aa ylme üüüi SaNaeiae ekanineü şey nazarı dikkatimi celbetti. Benim G« detim, bavulun bir tek kilidini kapa«s maktı. Halbuki şimdi Ikisi de kapalı bue Tunuyordu. Bavulu açtım ve içine bake tım, Başka bir vakit olsaydı, biraz burüş. muş olan gömleğim nazarı dikkatimi ş-eıbemıyteıkt!. Bu sefer bavulu bıtaka- rak doğru gardroba koştum. Burasını da gözden #eçirdim. Çizgili bir tek mene dilim vardı. Bunu mendillerimin en ale tına koymuştum. Halbuki şimdi tâ en üse te çıkmış olduğunu gördüm. Keza yatas ğumin şiltesi de biraz örselenmişti. Mus İhakkak ki hizmetçi kız bunu böyle bırak- mamıştı. Bütün bu emareler odamda bir araştırma yapıldığına asla şübhe birak- mıyordu. w* Bu vaziyeti görmek üzerimde tabii ©- larak fena bir intıba bırakmıştı. Eşyala. rımı düzelttikten sonra biraz ferahladım ve öturdum. Odamı araştırıp hiç bir şey almadan gidebilecek tek bir insan vardı. Bu da bir casus olabilirdi. Casus, fotog- raf makinesindeki filmleri develope ete mek için çıkarmak istediği vakit, film- leri orada bulamayınca onları tabiidir ki benim odamda arıyacaktı. Çünkü fotogs yafındaki filmlerin bende olduğunu bili« yordu. Bu sırada bavalumda (li tane film bi« Takmış olduğumu hatırladım. Bavulumü tekrar açarak bunları aradım. Filmlet yoktu. Kendi kendime yüksek sesle mi« rıldandım: — Bütün bu işlerin yapılması, erkek veya kadın olan casusun beni adım adım takib ettiğine ve halen de otelde bulun. duğuna delildir. Ayağa kalkârak pencereden — dışarıya baktım. Skeltonlar plâjdan yeni gelmişe lerdi ve alt kattaki taraçadı oturuyora lardı. Bunlar, eğer hakikaten bütün öğe leden sonra plâjda bulunduklarını isbat edebilirlerse, kendilerinden şübhe edile. mezdi. Çünkü odam ancak ya Şimlerle bilârdo oynadığım sırada, yahud da pos. tahaneye gittiğim vakit araştırılmış olak bilirdi. Belki de Şimlerin odasını araştır« mayı düşündüğüm vakit o da ayni şeyl benim odam için düşünüyordu. Odadan çıkarak aşağıdaki — taraçaya doğru yürüdüm. Skeltonlar hâlâ birbire lerile konuşuyorlardı. Onlara — yaklaştı. Bim vakit beni görünce beklenmiyen bir heyecanla beni çağırdılar: »— Neredesin? Biz de seni arıyorduk. Amerikalı genç kalkarak bana doğru geldi ve kolumdan tutarak sordu: — İşittin mi? — Ne var? , — Bu haftanın sansasyonu, Muhakkak ki şaşkın bir vaziyette idim, Zira Skelton beni iterek sondalyeye O« turttu ve siğgara paketini burnuma dâae yıyarak: — Bir tane iç te sinirlerin kuvvetlen. sin! Bu sabah bir yat geldiğini bilmiyoz musun? — Evet biliyorum. — Bir İtalyan yatı. — İtalyan yatı mı? — Evet! Öğleden sonra plâja gitmiş. tik. Bizimle beraber daha başkaları da vardı. İsviçreli çift, Fransızlar ve bir de şu beyaz sakallı adam, biraz sonra da İngiliz yüzbaşısı karısile beraber geldi. ler. Bu esnada yattan bi kayık indirildi. İngiliz yüzbaşısının karısı denize doğru koşarak kayıkla- gelen adamla italyanca hararetli hararetli bir şeyler konuştu, — Bunun ehemmiyeti yok.. sen yalmız| Mendilini de durmüudan sallıyordu. fotograf makinelerile meşgul olacaksın. Başka söylüyecek bir geyin var mı? — Hayır.. — Pekâlâ, Yarın sabah mutad veçhile şefe telefon edersin. Bunmün üzerine telefonu kapadı. * Nıkledın:llnuıluj — Arkam var — Seyyar koltukçuluk Yasak ediliyor Kapalıçarşı ve Yenicami civarında des Otele döndüm. Kalbim bana kurşun| laşarak seyyar koltukçuluk ve elbise alım gibi ağır geliyordu. Ben bir budala, bir|satımı yapan bazı gezginci kimselerin âciz, korkak bir budala idim. Odama gi-|halkın önüne çıkarak satılık eşya İste « receğim sırada anahtarın kapının üstün-| mek gibi hallerle iz'aç ettikleri ve bazan de durduğunu gördüm. Faka; kapı iyi|da çalınmış eşya alıp satmağı kolaylaş « kapanmamıştı. Topuza dokunur dokun-| tırdıkları anlaşılarak bu gibilerin menes maz açıldı. İçeri girdim ve karyolanın al-| dilmeleri Eminönü — kaymakamlığından tında bulunan bavulumu çıkardım. Bir|alâkadarlara tebliğatta bulunulmuştur.

Bu sayıdan diğer sayfalar: