2 Nisan 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

2 Nisan 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Pes diyemedim! Fıkra meşhurdur. İhtimal bilirsiniz: İki kişi dereden tepeden konuşuyar- | larmış. Birdenbire, birisinin aklına kim bilirne esmiş ki: — Yahu, demiş, pek âdi konuşuyoruz. Biraz da büyük şeylerden konuşalım. Öteki: —* Hayhay! Diye başını sallamış ve arkasından tiddiyetle ilâve etmiş: — Fil! Büyük konuşmayı teklif eden - bir-an şaşırmış, filden daha büyük bir şey, d ha başka canlı'bir mahlük düşünmüş ve anlaşılan nesli münkariz mamutlarla di- nosorları hatırlamamış olmalı ki, boynu- nu bükerek: — Pest Cevabını vermiş. Büyük konuşma da orada kalmış, Gene bahsi havaiyata çe- virmişler. Bana bu fıkrayı, Bayan Sabiha Zeke- riya'nın bir makalesi hatırlattı. Çünkü o, karşısındakine hâkim olmak için h kim konuşmak merakındadır. Bu da, hiç Şübhesiz, pedagog ve' ptikolog mübarri- rin bir hüsusiyetidir. Sabiha Zekeriya, bu dela da büyük fi- kirlerini ortaya- koymak, büyük prensip- | başlarken itirafı ile anlaşiliyor ki bu e- lerile okuyucularını müstefid ve dilşat €tmek için benim yeni çıkan bir şiir kita- bımı eline almış ve bakın ne hikmetler vermiş! «Edebiyat, cemiyetleri, msanları ve ta- biati aksettiren bir aynadır, derler, Bir devrin edebiyatımı okuduğunuz zaman, o devrin insanlarını, tiplerini, hayatımı, içtimai yaşayış şekillerini, düşüncelerini Hörürsünüz.» Âh, ah, şu edebiyatın, cemiyeti akset- tiren bir ayna oluşu!.. Kim bilir gu bizim edebiyat makalelerimizde bu hayal se- nede kaç kere habeanır! Yirmi beş şu ka- dar yıldır - merhum Şehabeddin. Malü- matı Edebiye'si başta olmak üzere - bu teşbihi bir kere edebiyat kitablarına sok- | tuk, çeyzek asırdanberi — yetiştirdiğimiz | bütün 'lise talebeleri dokuzuncu sınıftan itibaren bunu ezberlediler, imtihanlarda papağan gibi söylediler, hâlâ da söyler dururlar, fakat biz bunu gene edebi ma- kalelerimizde tekrar etmekten usanma- | yız. Öyle ki, bu fikir ve bu teşbih, artık kerrat cedvelini öğreten bir yazı yazıp ışzç(r!eri:ı başsütemuna koymak kadar ı_uh’ınç oluyor. Sonra elendim, bu beylik fikrin kalkanını bir kere kendimize sipte ettik Mmi, istediğimiz gibi sağa sola mağı ve karşımızda bütün akar suları duracak sanmağı âdet edinmişizdir. Bu- | na kısaca demagoji derler, Bilmem ki Bayan Sabiha Zekeriyanın Kolombia Da- Tülfününündan getirdiği Amerikan ka- Musunda bu çeşid fikir oyunun verirler? Bıı_- devrin edebiyatını okursak, o de ı'ın. insanlarını, tiplerini, bayatını, içı Maj şekillerini, düşüncelerini görürmü- Şüz! Ne büyük fikir yarabbi! Hani Sabi- ha Zekeriyaya gelinciye kadar bunu h ne isim İYAT — - Bir tenkide cevap - edebiyat sadece tabiat ve aşk demek de- gildir.» Tabil değildir. Kim uksini iddia etmiş ki? «Sulara dalan gözler» isimli şiir tabinı neşreden şair de, tanıdığı bütün irler- gibi böyle bir tddia or! miş ki! isyan e san'atkâra yalnız şu biçim kumaş b: ceksin diyerek edebiy: ronluk — edenler'in Hem söonra anlıyalı büyük harbleri, ya lerini gösteren edebiyat nedir? Her h: bi bilmem, ancak büyük Türk zafer neticelenen İstiklâl harbini ve Cumhu- riyetin, inkılâbın bütün gün safhala- rınt <Sulara dalan gözl de, az çok yürekten terennüm etmesini — bilmiştir. Sadece Cumhuriyetin yılında yazdığı, bastırdığı ve üstelik üç gü gece Şehir Tiyatrosu sahnesinde temsil ettirdiği manzum «<Ön yılın di bu- nu isbata yeter, Fakat Sabiha Zeker'ya neden onu görmüyor da, yalnız yıllar- danberi muhtelif tarihlerde yazılmış aşk Ve tabiat şiirlerini bir yere taplamış o- lan «Sulara dalan gözler» kitabına çen- geli takıyor. Amma kendi - makalesine adece onua miyetin mücade ile onuncu ve ser dahi tesadüfen eline geçmiş, bakalhım |demiş bizde şilr ne âlemde! Demek xki! eemiyetin aynasıdır diye ilân ettiği sa- hada hiç dolaştığı yokmuş!. Yıllardan sonra lütfen bu sahaya da-bic göz atayım | demiş! O halde ne hakla Türk edebi tından bahsetmeğe kendisinde salâh buluyor?, Böyle bir meraka nihay ecnebi bile kapılabilir ve bazı türki irleri tercüme ettirerek okur, Öyle sanırım ki bir Macar vahud Rus müsteşriki dünkü kadar bugünkü rk diline, Türk edebiyatına Sabiha Zekeri. yadan daha fazla alâkadardır. Doğrusu bir tek eserle bugünkü Türk şiirini an- ladım sanmak iddiası ve bu iddia ile ka» leme sarılıp acaib fikirlerle ortalığa cev- çmak telâşı bu leyhaya şahid o- lanlara her şeyden evvel acı bir tebes- süm veriyor! her Hele Sabiha Zekeriyanın o cümlesin- deki «cemiyetin mücadeleleri» nden ne- yi kasdettiğini pek iyi anlıyamadım, Bil. Dmiyor mu ki içtima$ Mmücadele edebiyal- ,harınan çeşnisi her şaire hoş gelme: Jnun için, *Sulara dalan gözler: , | Tnısralarını, okuyanların ruhuna çekiçle '_ değil, ancak, kendi ruhundan - doğduğu gibi şefkat temaslarile nakşetmek iste- | miştir. Sabiha Zekoeriyenın kendisine göre iç- timai şürini bilmem. ki kaç kişi beğenir ve arzu eder? Yalnız aşkı ve tabiali te- rennüm ediyor diye şairleri san'at hu- |dudundan dışarı atmak lâzım gelirse Türk edebiyatına ezeli bir iflâs damgazı yapıştırılmış demektir; Çünkü o zamân ne divan edebiyatının Füzulisi İle Nedi- mi, ne muasır edebiyatımızmı Ahmed Ha- şim ve Yahya Kemali ayak üstü durabi: kimse Güşünmemiştir. sanki!. Ne bulaş, ne derin buluş!.. Güneş doğunca dünya aydınlanır gibi bir şeyl. — Yalmz güneş batınca ne olür? Sisli ufuklara gömülür dfgl! mi? İyi ama insan; bilhassa san'at- kâr, neden o güneşe, © ufuklara mutlaka kafile ile gidip baksın! Bazan da kendi başma sessizce kendi hülyaları e tabla- #i seyredemez mi? Mutlaka neden het e- debi eser hayattaki içtimal şekilleri araş- tirsın? Roman gibi, tiyatro gibi neviler. de bile ferdiyete, hattâ fanleziye imkân verebilen san'at tezahürleri neden sade- ©e içtimai düsturlar peşinde — kaşsun? Hem sanra ferd var mıdir ki. köndisin- den, kendi aşkından ve tabiat Börüşle- Tinden bahsederken, içinde yaşadığı mü- hitin tesirlerini, ruhunda biraktiğı akis- leri de ortaya koymasın? Burada ferdin cemiyete tesiri kadar - tabil san'atkâr- daıj bahsediyorum - cemiyetin de ferde tesiri olduğunu gene o yirmi beş yıllık edebiyat kitablarından çıkararak Sabtha Zekeriyaya biz mi tekrarlıyacağız? Bayan Mmünekkid, yukarıda — istinsah ettiğimiz satırlarından sonza şunü yazıs yor: _-Şür de ayni şekilde devrine göre ya buı;u_lc harbleri, ya cemiyetin mücadele- lerini, hayatın içindeki “vakılları, hâdi- seleri aksettirir. Bunun içinde tabiai 10 ©ik ta, güzellik te vardır. Fakat şilr ve tirler, Demek oluyor ki Sabiha Zekeriya | jmakalesinde «Sulara dalan gözler — şiir | | necmudsrnt okuduğunuz zamah, san |şair insanlığın üstünde, hayat ve cemi- yetin üstünde bir mahlük imiş, Türk ce- j miyetinde yürüyen bir inkelöb, değ bir hayat, değişen düşünceler ve insan- lar yokmüş gibi, sadece, kendini, keydi ile tablat arasındaki münasebetleri, ken- di aşkını, kendi duygularını terennüm | eder görürsünüz> demekle hem şairi ( kılâbı sezmemiş bir adam gibi göstere- | rek hakgızlık etmiş, hem de demagojis'ne | sağlam bir destek bulamamıştır. Zaten bu cümle lisan itibarile de doğru değil. dir ya.. <,.. Kendi duygulatımı terennüm eder- görürsünüz» diyor. Kimin kendi | duygularını? Şairin olması lâzım? Hal-| buki cümlede, tâ yukarıda eşairin,: ke- Hmesi yok, yalmız «şair» kelimesi var, O kelime de müzafileyh şeklinde — değil! Bence sentaksı bozuk bir cümle yazmak- tansa bir kelimeyi mecburiyetie tekror etmek daha doğru olurdu. Fakat ben de tanseverliğinden. şübhe edecek olan, ya- cek kadar sersem ve gözleri kapalı sanan bir münekkidin fikirlerinde ne - derece hakikat bulabiliriz ki cümlelerinde selâ- met arıyalım. Hem-sonra bu- münekkiğ SON POSTA Dünyanın en büyü tenörünün oğlu iş dileniyor “ Eğer ba;ı;ı— bu derece tanınmış olmasaydı daha kolay iş bulabilirdim ,, Karüzo öldüğü zaman İtalyanlar, söy- lediği bütün şarkıların plâklardan mü - rekkeb bir koleksiyon yaparak müzeye *|kaldırdılar ve dünyanın bu en büyük te- “ İnörünün cesedini de tahnit ederek — bir| *Jeamekânın içine koydular. Şimdi müzeye giden her musiki m raklısı mutlaka cam tabutun yanma g- der ve elân canlı gibi yatan Karüzonun başucunda duruür, sanır ki o, neredeyse kalkacak, ilâhi sesini bir defa daha işit-| tirecektir. | da, tahnit e-| fakat oğlu sokaklarında Evet, Karüzonun plâki dilmiş cesedi de mü Heuriko Karüze Amerika iş dilenmektedir. Karüzo'nun oğlu ile mülâkat Nevyork (P. S) — Dün Henriko Ka * rüzo ile bir mülâkat,yaptım. Kendisi vak- tile babasının buraya geldiği zaman o- turduğu muhteşem palaslarda deği!, şeh- rin ikinci sınıf memurlarının oturdukları ikinci sınıf otellerden birinin küçük dai- resini İşgal eden bir dost ailenin yanında misafir, | devi Beş pürasız, işsiz, sıkıritıda. | — Yaşamak için sesimden başkua hiç bir | şeyim yok, Diye söylendi, ve harareti hissedilen bir sesle ilâve etti: — Vâükiâ babam da öyleydi ama... Bir hayat faciası Henriko Karüzo uzun boylu, 33 yaşın- da, sevimli bir gençtir: — Amerikada iş bulmak çok zör, diye söylendi. Adımın önünde bütün kapılar açılıyor, davet üzerine davet alıyorum, istediğim tiyatroya gidebilirim. Fakat be- nim aradığım bu değil: İş istiyorum. O zaman Amerikalı bisdenbire soğukla yor. Muhaverenin mecrasını değiştii Henriko Karüzo ve karısı Eğer adım İâalettayin bir ad - olsaydı, belki iş daha kolaylaşırdı, fakat Karüzo ismi telâffuz edilince iş Aeğişiyor, herkes bende babamın sesini bulmak istiyor, bu- lamayınca sukutu hayale uğruyor; omtaz çeviriyor.» Bununla beraber Henriko Karüzenın da, babasınınki derecesinde olmasa bile güzel bir sesi vardır, bunun için gelecek hafta Nevyork operasında bir imtihan geçirecek, muvaffak olursa babasının en büyük muvaffakiyetlerini kazandığı ayni sahnede küçük rollerle işe başlıyacaktır. Geeeaeeannde sena e YüDEKECEN SaNAEERERSANEE e ananaeRsa AAA kendi içtimat düşüncelerini ve düsturla- rını daha parlak bir belâgatle başka mev- zularda istediği gibi genişletebilir, belki © zaman onu okuyanlar da ne demek is- tediğini daha kolayca anlarlar. Yalnız şatrler namına kendisinden bir tek dile- bizlerden elini çekmesidir. Çünkü kendilerini san'ata vakfedenler en ma- sum, fakat ayni zamanda en sinirli a- ——— 22 .—_—-—' K k Tarihten damlardır. Öyle rastgelenin keyfine gü- re dönüp sağa sola kolayca çokiştirile. mezler, İşte bunun içindir ki Sabiha Zekeriya- nın «fil» dediği yerde susup «pes> diye- inkâr etmek olurdu. İşte Türk cemiye- hayat olduğuna inanan bir şairin cevabı! Amma bu cevabı da kendileri içtimsi bulmazlarsa ben ne diyeyim? Halid Fahri Ozensoy sanfa!a'r — Seyla € —- Demosten nasıl yetişti?... # * * Söz söylerken heyecana hapılıyor ve omuzunu oynatıyordu. Demos- ten, kapandığı odanın tavanına bir çengel, çengelin ucuna bir ip, ipe de ucu sivri bir kılıç astı. Onun altında temrinlerine başladı. Omu- zanu kaldırır kaldırmaz kılıç batıyor ve ona hatasını pek insafsızca hatırlatıyordu. Omuzu kan içinde kalmıştı, Fakat o bilmiyordu. Milâddan 364 sene evvel Atina mat- kemelerinden birinde on sekiz yaşında bir delikanlı, kendisile annesinin ve kiz kardeşinin hakkımı arıyordu. Bu deli- kanlı kısaca şöyle diyordu: — Babam zengin bir silâh tüccarıydı. Yedi yaşında bulunduğum sırada öldü. Bizi bol bol ve pek rahat geçindirecek kadar para bırakmıştı. Fakat vasi olan- lar bu paraları kendi mehfaatlerine uy- Bgun şekilde kullandılar. Bir takım isimler sayıyor, uğradıkları haksızlığı pek güzel bir şekilde, hâkim- lerin merhamet ve alâkalarını çekecek surette anlatıyordu. Eski Yunanistanda, bilhassa — Atinada güzel sözün kudreti çok zaman güzel bir . |silâhtan daha üstün olurdu, hâkimler ve - İhalk üzerinde güzel sözlerile tesir yapan lar için muvaffak olmak çok kolaylaşırdı. Bu on sekiz yaşındaki delikanlı da mu- hitini pek iyi bildiği için Platon ve Öklid Bibi hitabet, felsefe ve hukuk hocaların- dan dersler almış, iyi hazırianmıştı. Davayı kazandığı zaman şehirde meş- hur oldu. (Demosten) ismi artık hak a- rayacakların arasında olduğu kadar maz- lumların ve güzel söz dinlemeye âşık © lan halk arasında da sık sık geçiyordu. Genç hatib mağrurdu. Artık belâgati. ni başka sahalarda, bilhassa devlet ida- resinde de göstermemek için sebeb yok- tu. O zaman umumi meydanlarda halka hitab etmek için sık sık fırsaflar çıkıyor- du, Demosten bunları kaçırmadı. Fakât beğenilmek şöyle dursun, ıslıkla karşı- landı. Bu hal bir defa daha başına gelin- ce anladı ki bazı eksikleri tamamlamak lâzımdır. Kendi kendine düşündü, ya- kınındakilere sordu. Nihayet eksiklerini göyle tesbit etti:; 1 — Sesim zayıftır. 2 — Nefesim kısıktır. 3 — Biraz kekemeyim; hele (R) leri güçlükle söylüyorumi, 4 — Heyecana kapılıyorum; bu yüzden sağ omuzum kalkıp kalkıp iniyor, 5 — Yaptığım jestler sözlerimi kuv- vetlendirecek derecede kuvvetli ve uy« gun değil... Kafah, şair ve âlim görüşlü, tenor sesli hatibleri dinlemek Atina halkı için bü- yük bir zevkti. Birisinin meydanlardan birinde söz söyliyeceği haber alındığı za- man harmaniyeli zenginlerden - baldırı çıplak ameleye kadar her tabakadan halk oraya koşardı. Bu halkta dinliye dinliye tekâmül etmiş bir zevk vardı. Hatiblerin en küçük kusurlarını görür; insafsızca tenkid ve teşhir ederdi. Muvaffak olan- ları ne kadar dikkatle dinler ve o kadar heyecanla alkışlarlarsa muvaffak olma - yanlara da ayni şiddetle (yuhal) çeker- lerdi. Demosten bu halile ortaya çıktığı tak- dirde,daima kepaze olacağına şübhe etmi- yordu. Bunun için ya çalışıp ta eksikle- rini tamamlamak lâzımdı; yahud o da neleri araştırıyorum? Eserini tenkid «tti medim. Çünkü diyemezdim. Demek, her|yi, köşede başka bir meslekte kalma- ği adamın nerede ise hamiyotinden, va-|seyden evvel, kendimi, kendi benliğimi | Jıydı. İkincisini kabul etmeyince birincisini hud Onu etrafında olan biteni görmiye-|tinde yürüyen bir inkılâb, değişen — bir| yapmak Jâzım geliyordu. Bunun için pek muntazam ve mükem- mel bir usul, bir program takib etti. Ban- lar aradan iki bin seneden fazla bir za- mana geçmecine rağmen bugün bile ha- tib olmak iİstiyunlere ve kötü hatiblere mükemmel birer nümünedir. Sesini kuvvetlendirmek için ciğerleri. ni büyütmek lâzımdı. Ciğerlerin bhüyü- mesi ancak gi ün genişlemesile müm- kün olurdu. Bunun çaresi iyi atlet maktı. Demosten iyi yiyor, erken yatıp erken kalkıyor, sabahleyin güzel ve temiz ha« vada uzun koşular yapıyordu. Bol bol nefes alma barcketleri yaparak ciğerle- rine hava çağlıyanları döküyordu. Böy- lelikle oldukça kısa bir zaman içinde Bgöğsü genişledi. Sesi küvvetlendi. Diğer taraftan hergün ağzına çakıl taş- ları ahyor; peltekliği doğuran yanlış dil hareketlerini bu taşlarla değiştiriyor, dü- zeltiyordu. Kapalı bir yerde kendi kene dine söyleniyor, bilhassa beceremi kelimeleri tek başına veya cümle h: de birçok defalar tekrarlıyordu. Bir müd- det sonra artık heceleri tek tek ve gayet açık bir surette söylemesini öğrenmiş bulunuyordu. Sabahları Atinadan deniz kenarına ka- dar olan birkaç kilometrelik yolu yaya ve hattâ koşarak geçiyordu. Bilhassa fıre tınalı zamanlarda kendisinin intihab &t- tiği mevzular üzerinde uzun — nutuklar söylüyordu. Deniz uğultusunun - sabile çarparak çıkardığı çağıltıların üstüne çıkmak lâzımdı. Çünkü halk ta hatible beğenmediği veya onlara söz söyletmek istemediği zaman bu deniz gibi köpürür, uğuldar, ıslık çalar, yuha çekerdi. Zaman oldu ki en fırtınalı zaman bile denizin sesini bastırıyordu. Demosten'in ikinci hezimetini kahka- halarla karşılıyanlar onun bu çalışmala. rını da gülümsiyerek konuşuyorardı — Keşki tekrar kürsüye çıksa da bir defa daha kepaze etsek! Diyenler bile vardı. Fakat Demosien — henüz hazırlanmış değildi. Bıkmadan, — yorulmadan çalışıyordu. Aylarca halkın arasına hiç çıkmadıjğıı zamanlar oluyordu. Önn kimse zorlama- gdığı ve alışkım olmadığı için buna uzgn zaman katlanamıyacağını biliyordu. Bu- — mun da kolayını buldu: Başının örlasından saçlarının yarısını ustura ile traş ettirdi. Bu kılıkla halkın arasına çıkmak onları kendisine güldür- mekti. İster iştemez evinin bodrumunda kapalı kaldı. Bu müddet zarfında muhakeme, ten. kid ve terkib kudretini çoğaltmayı dü- şündü. Bu vasıflar cihetinden en mühim eser meşhur tarihçi Tüsidid'in «Pelopo- nez müharebeleri) adındaki — kitabıydı. Bunda mükemmel ve muhteşem nutuk- lar vardı. Üslübu çok temiz ve akıcı, kompozisyonu ustalıklı, muhakemöleri kuvvetliydi. Muharriri Demostenden an- cak yedi sene evvel ölmüştü. Bu itiharla lisan ve tarzı da © zamanki zevke pek uygundu. Demosten bu eseri iyice hazmetmek, onu kendisine örnek edinmek istiyordu. 'da Tekrar tekrar okuyordu. Pakat kâli ,gel- miyordu. İyice kafasına yerleştirebllmek için başka çareler aradı. Nihayet buldu: Sekiz kitaba ayrılan bu koca eseri kondi elile başka bir yere köpye etmek... Tecrübe etti ve bu usulün iyi netices (Devami H üncü sayfada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: