23 Nisan 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

23 Nisan 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Hergün Hayat çok kısadır Çocuklar! Yazan: Muhittin Birgen ir çocuk için her sene, kendi küçük yaşına “yeni tanesini daha ilâve etmek ne kadar tatlı şeydir! Beş, yedi, on, on beş, aklı ermeğe baş- ladığı zamandan itibaren, her çocuk ya- gını saymaya başlar. Bazan, sayısını u- nutursa annesine de sorar: — Anne, ben kaç yaşındayım? Eğer annesi, ona iki ay evvelki yaşını tekrar haber verecek olursa canı sıkılır. Meselâ: — Hâlâ ben sekiz yaşında mıyım? Diye mahzun olur. Ben çocukken, ya- şam on biri, on ikiyi geçtikten sonra, hele dudaklarımın üstünde bıyıklar terleme- ğe başladığı zaman, yaşımı ne kadar çok hatırlar, ne kadar dikkatle sayar ve sene- leri artırdıkça ne kadar memhun olur- dum! On dört, on beş, on altı, yavaş yavaş koltüklarım kabarır, göğsüm iftiharla şi- ger ve ben böbürlenirdim! Çocuk - için, yaşla büyümek, en güzel bir şeydir; o yaşta hayatın en tatlı bir duygusu, bü- yüme duygusu olur. * Fakat, hayat ne kadar kısal Kendimi daha dün çocuk olarak hatırlıyorum ve yaşımın büyüdüğünü nasıl zevkle say- dığımı gözlerimin önüne getirebiliyorum, Halbuki, bugün bana yaşımı sorsalar, belki de söylemekten korkarım. Hattâ, bakınız, yazamıyorum, bile! Çocukluk bir rüya gibi gelip geçer; Bgençlik, tatlı bir baş dönmesi içinde, sı- cak bir rüzgâr gibi bizi kuşatır; bu gıcak tüzgârın nefeslerini şu dakikada yanak- larıma dokunur gibi duyuyorum. Hayır, artık ne o tatlı rüya ve ne de o sıcak rüz- gâr var, Hayat, çocukluk gibi, gençlik te hayat gibi, bir hamlede geçip gidiyor, © kadar çabuk geçiyor ki bazan yaşadı- fam seneleri «365> e çarparak - biz buna evvelden darbederek derdik - bugüne ka- dar yaşadığım günün rakamını bulunca kendi kendime şaşarım: «Bu kadar az gün mü yaşadım?» derim ve sonra sıh- hatli olarak yaşıyacağım günleri hesab ederim: Ah, hiçbir şey değil! * Acaba, annelerle babalar çocuklarına hayatın bu kadar kısa olduğunu iyice an- Tatıyorlar mı? Acaba, çocukluğun bir ge- celik bir rüya, gençliğin bir haftalık bir helecan olduğunu annelerle babalar ço- Cuklarına iyice izah edebiliyorlar mı? Şübheliyim. Çünkü, onlar da bu işleri geç öğrenirler. Ekseriya, çocuklar çocuk olurlar ki onlar da ya henüz gençliğin helecanlı günlerini yaşarlar, yahud da, henüz kalemi ellerine alıp, yaşın ve öm- rün ne demek olduğunu hesab edecek devre gelmemiş bulunurlar, Bunun için, çacuklara ben bir tavsiye- de bulunacağım: Yaşıyacakları ömrü geksen sene farzedip bunu senenin 365 günile çarpsınlar, göreceklerdir ki elle- Tine geçecek olan rakam, hiçbir şey de- Bildir. Halbuki bu senelerin de bir kısmı rüyada, öteki kısmı hülya ve helecanda geçecek ve bir kısmında da insan roma - tizma ağrıları ve türlü türlü derdlerle uğraşacaktır. Evet, hayat kısadır, çocuklar. - Hayatı ancak bir şeyle uzatabilirsiniz: Ona kar- gt yi hazırlanmak, onun günlerini iyi kullanmak, hayatı, baştan aşağıya sıhhat, muvaffakiyet ve kuvvetle doldurmak... Eğer bunu yapabilirseniz, çocuklar, © zaman, hayatınız uzamış olur ve kendi- nizde gurüur duymak hakkını, asıl o za- man kazanırsınız! Muhittin Birgen Parisin çocuk kütüphanesi Pariste büyük bir «eçocuk kütübhanesi» vardır. İçinde ilk ve orta okullarla lise talebelerine uygun kitablar bulunur. Bu kütübhane akşamları mekteblerin kapan- Mma saatinde açılır. Kız ve erkek çocuk- lar akın akın oraya gelir, istedikleri ki- tabları okurlar, Babalarının, annelerinin Para yetiştiremiyeceği en güzel eserleri o- rada bütün çocuklar beş para vermeden rahat rahat okurlar. Buna mukabil kendilerinden istenilen gey şunlardan ibarettir: Gürültü ıtme—ı mek ve kirli elle gelmemek... İkisi de gene kendi menfaatleri için... Bunu çocuklar da pekâlâ bilirler ve adı gibi herşeyile kendilerinin olan bu bilgi kaynağına daima tertemiz gelir ve tatlı tatlı, sessiz sessiz kitab okurlar, Resimli Makale: P Afe aA Şlr tt cür MÖTT UR A GAR AD A GA BC Yurd sevgisi.. Ve Annemizi severiz: Bizi dünyaya getiren odur, babamızı severiz: Evimizin direğidir, kardeşlerimizi severiz. Yuva- mızın çiçeği sayılırlar, bütün ailemizi severiz: Muhitimizin kuvvet kaynağını teşkil ederler, Fakat vatan sevgisi bütün bu sevgilerin de üstündedir, Vatan olmasaydı anne olmazdı; baba, kardeş, aile, yuva Tarih dersi orta çağlara İngilterede — çocuklar ald bir şatoyu yalnız kitabda oku- makla resimini — görmekle kalmıyor- lar. “Tarih — öğretmenlerile — birlik - te ufak bir modelini de yapıyorlar. Öğrenme şekli gittikçe değişiyor. Vakti- le bilgi kitabdan papağan gibi ezberle- nirdi. Bugün buna şaşıyoruz. Talebe mümkün olduğu kadar her şeyi yerinde görüyor, hattâ böyle kendi elile yapıyor da öyle öğreniyor. Çünkü ancak bu türlü bellenen şeyler hatırda kalır ve iyi an- laşılır. Çinli çocuklar niçin yaramazlık etmezler? Bir Amerikan gazetesi yazıyor: «Çinli çocuklar hemen hiç kötülük —etmezler. Etseler bile bilerek değildir. Çünkü: Çinli baba, evlâdının işlediği fenaliktan ken- dini kabahatlı sayar. Bumun için onun iyi yetişmesine çok çalışır. Size bunun üstünde bir şey anlatayım. Geçenlerde Nevyork çocuk mahkemesi- ne bir Çinli çocuk getirilir. Bu çocuğun suçu mektebden kaçmaktır. Hâkim sorar: —Neye mektebden kaçıyorsun çocuk, ayıb değil mi? Çinli çocuk saf saf: —Çünkü, dor, öğretmen hergün siz çok fena çecuklarsınız. Bıktım sizden... Sizi gördükçe üzülüyorum, diyor. Ben de üzülmesin diye mektebe gitmiyorum. Çocuğun babası da: — Kabahat benimdir efendim, der, de- mek ki ben bu çocuğa mektebin kıymeti- otmazdı, biz olmazdık. Ay, yıldız olmasaydı yer, gök olmaz- dı, dünya olmazdı, bunun içindir ki anun sevgisini her şeyin üstünde tutarız ve onu kuvvetli, bilgili yapmak için kuv- vetli, bilgili olmaya çalışırız. Böyle olmayı vatan için borç biliriz, HERGÖN BİR FİKRA Yavrum havuza düştü Meşhur bir doktora telefon ettiler, — Çocuğum havuza düştü. Aman doktor çabuk gel! Doktor otomobiline — bindi, son sür'atle çağırılan yere gitti. Bahçe ka- pısını alir yaşında bir. çocuk açtı. Biraz ilerideki havuzu gösterdi: — İşte doktör, yavrum hâlâ havuz- da. Ufak bir bebek havuzun yüzünde srtüstü yafıyordu. Dünganın en Cesur çocuğu Bu resim uydur. — ma değildir. Pek yakında Londra « da — çekilmiştir. —— Amıma cesur. ço « | cuk, amma sabırlı aslan! Acele elme yiniz, ne çocuktş © eşi bulunmıyan bi * Büyük bir meyda: na dikili bu taş as- lanın göğsüne de * çıkılabilir, ağzına da bakılır. Yalnız $ en büyük korku şu: Ya bir polis geçerse.., Küçük yaramazın yüreği bu korkudan hop hop atıyor, inanı - nız. Ce ni öğretememişim. Cezayı ona değil, ba- na veriniz. Hâkim ikisine de şaşar, Adamcağızın bu sözleri yana yakıla söylediğini anla- dığı için çocuğa ceza vermez ve babasına teslim eder. Çinli baba sözünde durur. Sene sanunda çocuk birinci çıkar, Gene bir Çinli çocuk - bu sefer altı ya- şenda - bir berber dükkânının camıma taş atıp kırar, Babasına haber verirler. A- damcağız yalnız camın parasını ödemek- le kalmaz, arkadaşlarından ellisini de bu berbere yollyıp traş ettirir. Çocuğunun suçunu bu suretle unutturmak ister. «| Bu kadar küçük Köy olur mu? Şu evlerin küçüklüğüne bakmız, bay- ları bir köpekten az yüksek. Küçük hir kız eğilmese damların tepesinden baka- cak, Köpekle yanyana durunca koca bir sokağı kaplamışlar. Küçücük amma bi- zim kocaman evlerimizle sokaklarımız- dan hiç farkları yok. Ayni parmaklıklı pencereler, ayni damlar, ayni kapılar, hattâ ayni su oluklarile, dükkân levhâa- ları... Acaba bu minnacık memleket nere- si? Orada kimler yaşıyor? Eğer Gülliver adındaki eğlenceli kita- bi okudunuzsa muhakkak eburası Lili- putların diyarıdır» diyeceksiniz. —Gülli- ver bir adamın adıdır, Bü adam önce bir «devler memleketi» ne düşer. En küçük çocuğun yanında karınca kadar kalır. Sonra bir «Liliputlar - Cüceler diyarı» na gider. Bütün donanmalarını bir ipe bağ- lar, paçalarını sıvar denize girer de, hep- âni istediği yere götürür. Bu memleket bütün evleri, bahçeleri, gemileri her e- yile tıpkı bizim yurdlarımızın yüzlerce defa küçültülmüş birer örneğidir. İşte bu fotografa bakınca insanın aklına he- men Gülliverin gezdiği o yerler geliyor. Oyuncak diyemezsiniz, çünkü oyuncak gahiciye çok benzer amma tıkpısı değil- dir. Hiç böyle bir oyuncak gördünüz mü? Daha fazla merak etmemeniz için artık söyliyeyim: Bu gördüğünüz resim İngil- terede yapılmış ufacık bir köy modelidir. Hani sinemalarda filân görmüşsünüzdür. Bir gemiyi yapmadan önce ufacık bir ör- neğini yapar, suda yüzdürürler, Her şey yolunda giderse büyük gemiye başlarlar, İşte tıpkı bunun gibi bu köyü de yapımna- dan önce kâğıd üstünde çizilen plâna gö- re miniminicik bir modeli yapılmıştır. Küçük kızla köpeği görmese Insan sahi- den bir şehir resmi sanacak, Onlara ba- kılınca modelin küçüklüğü anlaşılıyor. İSLTER İSTER İNAN, Bir çocuk ilkmektebde 422,000 satır, 4,220,000 kelime, orta mektebde 844.000 satır, 8,440,000 kelime, lisede 1,600,000 sa- tır, 16,000,000 kelimelik kitab okur. Bütün tâli tahsil esnasın- da okuduğu satırların yektinu 2,866,000, kelimelerin yekünu 28,660,000 dir. İlk tahsilde kullanılan yeni kelimelerin sayısı İNAN, İSTER İNANMA! İSTER İNANMA! 1000, orta tahsilde 2500, lisede 4,000, yüksek tahsilde 6,700 dür, bütün dilde kullanılan kelimelerin sayısı ise 9,682 dir, Biz bu hesabın doğru olduğuna inanıyoruz, fakat ey küçük okuyucu Sözün Kısası Bizim mekteb, Sizin mekteb L Hulüsi Evvel zaman içinde: İşte o zaman, bugünkü büyükler yanl biz küçük, küçücük çocuklardık; mahal* le mektebine giderdik.. Siz mahalle mektebini bilir misiniz? — BHayır! Değil mi? Bilmiyorsunuz.. ama biz bie liriz, ben biliyorum. O zamanlarda bizili mekteb üç odalı bir evdi. Bir oda kalfas nm odasıydı. — Kalfa nedir? Diyorsunuz, siz de hiçbir şey bilmiyor” muşsunuz? Kalfa nektebde öğretmenili yardımı ayni zamanda mektebin hâ* demesiydi. Hem ders verir, hem yemi ısıtır, hem bizi evlerimizden alır, mekte* be götürürdü; — Bu nasıl olur? Diyorsunuz. Olurdu işte! Ne diyordum. Odalardan biri kalfanımt dı; biri de hocanın, öbür odada biz okur duk> — Sınıfınız yok muydu? Diyeceksiniz. — Yoktu! — Küçük, büyük beraber mi okurdur nuz? Diyeceksiniz. — Beraber okuduk. — Ne okurdunuz? Diyeceksiniz. — İşte onu ben de bilmiyorum. Yalnız müşterek bir şeyimiz vardı. F4 laka yani bizi yere yatırır, ayaklarımı2? falaka denilen âleti geçirir.. döverlerdi. — Neye döverlerdi. — İşte onu da bilmiyorum. Dövmek için döverlerdi Fakat şimdi, diyorlar ki: — Buğünün mektebi sizin mekteblerir nize benzemiyor, Bugünkü mektebde - falaka yokmuğr kalfa yokmuş, ne okuduklarını bilmiyelir anlamıyan çocuklar yokmuş. Dayak at mıyorlarmış, insanın yüzüne gülüyorları miş, can yakmıyorlar, İnsanı mektebi candan bağlıyorlarmış. Yazık ki ben bu mektebde okumuyü* rum, bu mektebi bilmiyorum. * Okuyucum, ne olursun, bir gün — içlif Ben ben ol, ben sen olayım ve senin melö tebinde okuyayım. İsmet Hulüsi Yük vağonuna Birakılan Çocuk Bu kiz çocuğu Ingilterede bir yük VE” gönüna yığılı eşyanın üstünde bu müuştur. Daha birkaç günlüktür. potlf ânnesini aramaktadır. Tren ilk istasyondan hareket edef *0 mez yolculardan biri bir çocuk feryt duymuş, her taraf aranıp taranıncı € cuk meydana çıkmıştır. Bir iki kişi onü istasyonda başı açik, petiğan kıyaleti) Bi kadının kucağında gördüklerini SÖY mişlerdir. Her memlekette arasıra çarat Ya buraya birikilmığ iğakie eee rastlanır, Fakat bu seferkinin tuhatliği yük vagonunda bulunmuş olmasıdır. Z4 vallı bir bebeği yalnız başına uzak M deketlere yollamak için kurnaz fakat Y” Bafsız bir buluş değil mi?

Bu sayıdan diğer sayfalar: