9 Eylül 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

9 Eylül 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SUN KFUus Eski Türk detektifleri “Son Posta,, ya maceralarını anlatıyorları 23 ______l Yazanı Vasfi Rıza Zobu İranda kavak modası Bizim hududun öte tarafında başlıyan kuraklık burada da devam etmede...Maamafih bunlar da derde çare bulmuşlar . ajanının geçirdiği maceralar aaanesaanmasesdcAeN eseTELENERALeLemERELeRLALAn KA LemeRE N 5 n ven ll n cdîn;î;;;ı malümatla Ankaraya müteveccihen Paf gellyordö“u:k: oodanwı kapısı vuruldu ve bir Ermeni tercümanla b birkaç asker kapida gözüktüler. Tercüman alaya yola çıkacaktım. işgal kuvvetlerine mensu ; iler ”lf:şladı: «Kumandan teşrifinizi ancak şimdi haber alabildi, İK LÜO venanaas eeet eaanNARana. Eski istihbarat ajanlarından Bay Se- zai Kıyak anlatmağa başladı: — Millt mücadele seneleri idi, Trakya- da idim. Almaklığım icab eden malüma- tı edinmiştim. Artık bir an evvel Anka- raya gitmek istiyordum. Fakat Trakya işgal altında bulunduğu için bir köyden, diğer bir köye geçmenin imkânı yoktu. Nihayet Babaeski kazasının köylerin- den biri olan mandıraya ambar emini oldum. Oraya gitmeme, mültezim u;ı ,Ömer ağa izin aldı. Vesikamı, Babacski- ye de uğrıyabilmek için, jandarmayı kandırarak, tekrar vize ettirdim. Bü sü- retle yalnız mandıraya münhasır olan vize şeklinin mahzurunu bertaraf etmiş- tim. Maksadım, her yeri serbestçe dolaş- mak imkânını bulmaktı. Babaeskiden trene bindim, Edirneye gittim. Bu müsa- adeyi almak için şu bahaneyi bulmuş- tum: Ambar eminliği için lâzım olan res- mi evrakı, delterleri vesaireyi tedarik edecektim! Edirneye varınca, Trakya umumi vali- sine istida verdim. Müuallim olduğumu iddia —ile — kitab mübığıuan bı:î: istiyordum. Fakat, bu teşebbü- ::napruvıthkiyıtk neticelenmedi. As- mabhzur gördü. Bu sefer Edirne merkez valisine git- tim. Ayni talebi tekrarladım. Onun bir şeyden haberi olmadığı için, pasaport verdi. Geniş bir nefes aldım. doğruca is- tasyona varıp trene bindim. Hayalimde İstanbulda ta- savvur ediyor, Ankaraya ayak baslığımı düşünüyordum. Tam bu sırada, pasaport- ları kontrol eden yüzbaşı karşıma dikil- mesin mi? Bana: — Hani vesikan, dedi. — İştel « Herif pasaportumu aldı. Sonra küfürle karışık bir emir verdi: — İn aşağı! Onunla beraber istasyondaki pasaport gişesine gittim. Fakat ne söyledimse para etmedi. Kaybedecek vaktim yoktu. Hemen bir etomobile atladım. Tekrar, Edirne mer- kez valisinin karşısına lerd yan- dim, Lâkin, vali: — Askerf idarenin işlerine müdahale etmek salâhiyetini haiz değilim, Bir şey yapamam, cevabını verdi! Bunun Üzerine: — Hiç olmazsa, elimdeki vizeyi Tekir- dağına vizeleyiniz. Belki aradığım kitab- ları orada bulurum, dedim. Muhatabım, bir şeyden şübhelenmedi- Bi için arzumu yerine getirdi. Tekirdağına gelince, mıntaka karakol kumandanına iki paket sigara hediye et- tim. Vesikamı Şarköye vize ettirdim, vapura bindim. Orada, mekteb arkadaş larımdan Çevik Mustafaya ve Mürefteli Kadri beye rastladım. Onlar, bana, gemi- nin Lâpsekiye uğrıyacağını söylediler. Bindiğim vapur İngiliz bandıralı ve bir Yunanlı kaptanın idaresi altında idi. Vapurun ambarına girdim, suklandım vo tilki uykusuna yattım. Akşam üzeri, ortalık kararırken Geli- boluya vardık. Vapuru kontrola bir Fransız zabiti geldi. Ben, olduğum yer- de büsbütün büzüldüm. Fakat bu hara« ketim bir fayda vermedi. Zabit: — Türk olduğun fiziyonominden belli, dedi. — Evet, cevabını verdim. Bu zabit, Fransız olmasına Tağmen, birkaç aydanberi Trakyada bulunduğu için biraz türkçe öğrenmiş. Hiç unut. mam, âdımı: — İzmin ne? şeklinde sordu. Söyledim. Konuşmağa — Vosikan nerede? Hente — İşte, buyurun. I Milli Mücadelede bir istihbarat sizi bekliyor! » İskeleye yanaştık. Sandalcı, polise, is- mile hitab etti. Polis: — Arkadaş uzat elini öyle ise, cevabını verdi. Polisle birkaç adım yürüdük. İskele başındaki kahvenin önüne geldik. İçeri- de bir masanın başına toplanan İngiliz askerleri kâğıd oynuyorlardı. O zaman kahveye girip girmemekte. tereddüd et- tim, Hiç unutmam, polis: — Burada iki dakika bekle, gelip seni alrım, dedi, gitti. Çaresiz, kapının ya- rındaki sandalyaya iliştim. Az Sonra, jan- darma başçavuşu Süleyman ile Keşan- dan tanıdığım birkaç Türk çocuğu içeri girdiler. Benimle, nazarı dikkati celbet- memek için, konuşmamalarını işaret et- tim, Az sonra polis geldi, beni bir otele gö- türdü. Orada kuvayı milliyeye mensub olan Ali isminde birisile temas ettim. Ko- nuşma esnasında, silâh yokluğundan bahseyliyordu. Dedim ki: — Burada bir bölük İngiliz askeri var. Bir baskın veriniz! Pırıl pırıl tüfeklerin sizi beklediğini görmüyor musunuz? Ertesi akşam gene buluştuk ve baskın yapmağa karar verdik. Arkadaşlar gitti- Edirne hükümet konağı — Nereye gidiyorsun? — Şarköye, — Şarköyü geçmedik mi? — Vapurda uyumuşum. Vize yaptır- mağı unuttum. Vapur, Çanakkaleden dö- nüşte tekrar Şarköye uğrıyacak. O za- man ineceğim. — Anladığıma göre, sen, Kemalistsin! Anadoluya gidiyorsun! a YUİXM İ W O İranda 1033 metre uzunluğunda bir gimendifer köprüsü büyük bir kasabadır. Ge- | şitlik) diye boğuşan müslümanların, ca- «Hoy» niş caddeleri temiz kılıklı polisleri faal görünen bir belediyesi vardır. Dev- let teşkilâtında da bizim kaymakamlığın muadilidir... Evvelce de yazmıştım ki: Fazla yol alabilmemiz için gece burada kalmıyacaktık.. daha ileride, «Merent> de nilen köye varıp, böylece Tebrize fazla- ca yaklaşmış olacaktık.. ama gelgelelim, şu vize ve kontrol derdine... Anlatmış- tım ki: Her şehre girerken, kapısında pa- saport sorarlar,, yalnız kontrol edip bi- rakmazlar, ayni zamanda kendi defter- lerine de aynen kaydederler.. bu muame- le o şehirden öon dakika sonra çıkarken — Hayir! ler ben de yatmağa, odama çıktım. O zaman Fransiz zabiti güldü, omuzu-| Tam gece yarısı... mu okşadı: Uykudan, müdhiş bir gürültü ile u- — Git, git, dodi ve kendisi de gitti. Vapur, Lüpsekiye doğru burun kırdı. Ben de saklandığım yerden çıktım. Ge- minin — başındaki — zincirlerin — ara- sına saklandım. Ay aşığile aydın- lanan denizi seyrediyor, Lâpsekiye nasıl çıkacağımı düşünüyordum. Nihayet, gemi Lâpseki açıklarına gel- di, durdu. Fakat merdivenden inmeğe de tekrarlanır.. ben buraya kadar yapı- lan bu vize işlerine kızarken, burada da- ha sunturlusunu yaptılar... Kerpiçten yapılmış şehir kalesinin kapısına gelir gelmez, polis pasaportumu aldı.. kaydını yapıp verecek diye beklerken: — Biraz sonra Nazmiye (*) den gidip alırsınız! Dedi.. Eh, ne yapalım; devlet, böyle nizam yyandım. Adetâ kasabada şiddetli bir harb oluyordu. Silâh sesleri iki saüt kadar de- vam etti. Nihayet kasabanın — dışındaki bağlar istikametine doğru kayboldu. Bu suretle plânımın tatbik mevkitne kondu- ğunu, silâhların alındığını anlamıştım. Saat «3> e geliyordu. AZ sonra dışarı çıkacakltım. Fakat buna vakit bulama- dım. Otelin, merdivenlerinden ayak set- ceşaret edemedim. Sandalcılardan birine seslendim: — Hemşerim, bana bak? koymuş.. dün geldik; bugün itiraz ede- cek değiliz ya.. zaten benzin alacak, ma- kine yağlanacak kadar €a ufaktefek iş- leri gelmeğe başladı. Birkaç saniye son- ra oda kapısı vuruldu, açtım. Odaya bir İngiliz yüzbaşısı, bir İngiliz askeri ve iki — Buyurun! — Yanaş vapurun bordasına! Geminin, su üstündeki yüksekliği nis- beten azdı. Orta yere geldim, sandala at- ladım. Sandaltı Türktü. Vakıâ, başımda Edirnedenberi şapka vardı, fakat benim de Türk olduğumu konuşmamdan ve ka- de Hindli nefer girdi. İngiliz askeri üni- formasmı taşıyan Ermeni tercümanmış. Bana ,alayla şam haber aldı. Sizinle bölük karargü- — İskelede kimler var? — Türk polislerile İngiliz askerleri. — Vizeyi kim yapıyor? — Bizim polisler, — O balde isköleye çıkar! * için beklmeğe mecbur oldum, dedim. (Devamı 9 uncu sayfada) —3 balde iskeleye ça İ el — Sağır ve dilsiz ingilizlere mahsus kilise Londrada sağır ve dilsizlerin gittikleri kilisede, el ve dudak Işaretleti ve ilâhiler okunmaktadır, Lzükd aa b Ka ae ah İareslar — Kumandan, teşrifinizi ancak bu ak- hında birkaç dakika görüşmek İstiyor, dedi. Kâğıdlarımı topladılar, beraber yo- çamak yolile sıvışmamdan anlamış. la çıktık. Sordu: Karargâhta istlevab olundum. Onlara — Efendi seni iskeleye mi çikarayım, | da, Fransız zabitine söylediğimi — söyle- yoksa açığa mı? dim: —' Vapurdan burada İndim, Bir akşam kalıp dönecektim. Fakat vasıta olmadığı Dedi Beni, askerlere yatakhane vazifesi gö- Ha'.. Anladım ki: Adamcağız İranın ler var.. onları bitirir, sonra Nazmiyeye Yağrar alacağımızı alırız.. Aradan 'iki saat geçince polis dairesi- nin, kayıd kaleminde idim.. — Daha bitmedi, dışarıda bekleyin! Dediler.. Bahçeye çıktım.. Oturacak yer yok. Hava da sıcak. Ben de yorgunum, Bir Baat kadar bahçede dolaştım. durdum. «Belki unuttularl> düşüncesile, tekrar kapıyı vurup İçeri girince, memur bana: — Az dahr” fazla dikkatli memurlarından.. bir şey söy lersem belki de ters bir lâf edecek.. der- hal müdürlerinin odasına daldım.. yor- gunluk, uykusuzluk Üstüne bu muame- leden sinirlenmiş te olacağım, odanın içinde bir bomba gibi patladım.. nazik ve terbiyeli bir insan olan müdür, emir verdi. Derhal vizemi yapıp, pasaportumu elime verdiler.. Bu iş bu kadar kolaymış ta, beni bek- letmekte ne mana vardı?.. İşte devairi resmiyede benim anlıyamadığım iş.. bu tarzı muamele bizde de vardır.. bu gibi ihmaller karşısında çileden çıkıyorum., bereket, bu gibi dairelerde fazla Işi olan bir adam değilim. Yoksa çoktan mahke- melik olur, hapislere girerdim.. * Şoförler, kendi işlerile meşgulken, et- rafta gözüm bir cami aradı.. merak edi - yordum. Senelerce, asırlarca (sünnllik - (*) Nazmiye diye İranda polis yahud Jandarma işlerine bakan dâlreye diyotlar.. Şimdi bunun da ismi değişmiş ama, halkın di alışık, zabıta toşkilâtı için ayni bu lsmi kullamyar.. nı, kanı pahasına; şeref ve haysiyeti uğ- runa girdikleri zararın haddi hesabı yok-« tu., aralarında anlayış ve itikat bakımım- dan da bir fark olan şillerin mâbedleri ve o mâbedler içindeki ibadet şekilleri ARcab nasıldı?. Cebhesi, tuğla inşa ve tezyin san'atının zarif bir nümunesi olan; minaresi, mi « nareden ziyade kilise kulübesini andıran bir camiin kapısından içeri girdim. 60-70 senelik bir bina imiş.. Camiin içi de çok güzel.. hep tuğla ile sişlenmiş>.. namaz kılıyorlardı.. amma cemaat halinöe de - ğil de, münferiden.. hem, başka şekil va başka tarzda.. vükâ, rükü socde, gibi şekiller var amma, onları icra ederken yaptıkları merasim değişik.. 'Tahrana vardığım zaman da, oranın en meşhur mescid ve türbelerini de gezdim.. oralarda büsbütün ayrı bir tarz ibadetle karşılaştım, sırası gelince bahsedeceğim için, Hoydaki cami ziyaretimi kısâ kesip, yolculuğa çıkıyorum.. Polis- dairesinden pasaport muamelesi bitinciye kadar, akşam da yaklaştı.. vü- kıâğ kamyonla yola çıkarken daha hava aydınlıktı amma, Merent köyüne varabil- meğe de daha bir hayli yolumuz vardı.. Allah yardımcımız olsun bakalım.. Kim bilir gecenin-hangi saatinde başımı yase tık üstüne koyup vücudümü — yorganın altına uzatabileceğim.. * Şehirden çıkarken bir pasaport kaydf daha.. Innallahe maassabirin!, Ne yapa- hım bekliyorum.. neyse, içerdeki kadar Uzuh sürmedi. Şehrin kapısından ayrıl « dık.. İranın bu taraflarını pek kurak gös rüyorum.. şehirlerden uzaklaşınca bizim Konya ovası gibi, ne ot var, ne de akan bir su... Kilometrelerce gittiğimiz halda bir tutam yeşil ota tesadüf etmediğim 0« luyor.. sonradan öğrendiğime göre, mü « tehassıslar, su tabakasının gittikçe de « rinlere indiğini söylüyorlarmış.. o ka « dar ki, geçtiğim yolların üstüne tesadüf eden bazı köylülerin ekin tarlasını sula- dıklarını gördüm.. bizim hududun öte tas rafından başlıyan kuraklık, buralarda de« vam etmede... Maamafih bunlar da bi « zimkiler gibi bir çare bulmuşlar; kaval yetiştirmek... Dikmesi kolay olan bu a - ğacın yetişmesi de kolaymış.. kavak ağae cından bir dal kesiyorlar.. Kazık kakar gibi toprağa sokuyorlar. O sene hemen dal budak salıyar.. bir kaç sene sonra da muntazam vücudlü bir sportmen gibi sile züle süzüle rüzgârlarla hemahenk oluve«s rince, bir hayli de para ediyormuş.. bus nun farkına varan vilâyet, kaza ve köys ler fırsat buldukça şuraya butaya kakı kakı vermişler.. İranda ve bizim Doğu illetinde âdeta bir ekavak modası» var, böyle faydalı «moda» nın darısı dostlar başına.. dikilmesile büyümesi bir olan by acül ağacı dikme modası, Anadolunun öç bür taraflarına da yayılırsa, az zamandı yurdun her tarafı yemyeşil orman olur, Vasfi R. Zobu e Aüiz

Bu sayıdan diğer sayfalar: