14 Ocak 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

14 Ocak 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

C ömil Topuzlunun hatıraları SON rosTa Tıbbiye mektebi ve Etfal hastanesi | binalarını Abdülhamide nasıl yaptırdım Bir gün huzurda bulunuyordum. Abdülhamid tabakasından bir sigara çıkardı. |; Ben de aklım sıra hürmet olsun diye kibrit çakmak istedim ve ayağa kalktım. Bunu gören padişah da ayağa fırladı. Rengi sapsarı olmuştu Cemil Topuzlu: — Bugün de size, İstanbulda kurulan ilk Tıb Fakültesinin tarihçesini yapa yım, dedi. Bundan 40-50 sene evvel yani Abdül- hamid TI devrinde İstanbulda iki tane tıb mektebi vardı. Biri, Sirkeci istasyonu civarında eski Gülhane Hışlasındeki «Mektebi Tıbbiyei Askeriyel Şahane...» Diğeri Kadirgadaki «Mektebi Tıbhiyet Mölkiyei Şahane...» «Tıbbiye Akseriyei Şahane» den diploma alanlar «orduyu hümayun» da; «Tıbbiye Mülkiyet Şa - hane» den çıkanlar da belediye ve viM-| yetlerde kullanılırlardı. Arzu edenler de #abit serbest hekimlik yapardı. Abdülhamid TI, o zamanki tabiri ile «efkâri shrarane; lerinden dolayı bu iki mekteb, bahusus Tıbbiye askeriye tale- besinden çok çekinir ve adetâ ürkerdi. İşte, bundan dolayı her iki mektebi ga- yet sıkı, adeta askeri bir disiplin altında bulundururdu. Nezaret ve müdüriyetle- rine de doktorları değil, «ciheti askeri! ye den gayet emin olduğu kimseleri ko-| yardı. Ben o zamanlar, Abdülhamid TI nin f- radesile sık sık saraya çağırılır idim. Ge- rek çocuklarına, gerek sultanlara yaptı- Eım ameliyatları müteakıb hemen daima huzura kabul olunurdum. Bu kabulleri her defasında da rütbe ve nişan ile taltif edilmekliğim mutaddı, Bu yakınlık fır- satlarından istifade ile, hünkâra «Mek- tebi Tıbbiyeli Askeriye» nin birçok ek- siklerinden ve hastanelerin kifayetsizli- Einden bahsederlim. Nihayet, bir gün padişahm çocuklarından biri rahatsız; landı. Aböülhamid II ye, hususi tabibi doktor İbrahim Paşa da hazır olduğu hal- de, memleketimizde çocuklara mahsus larınızı taşıyacak bir etfal hastanesinin Şişli tepelerinde ve hazinei hassaya aid arsalardan birinde yapılmasını niyaz ve istirham eyliyoruğ» Dedi, Abdülhamid TI, o kalın sesile şu mu- kabelede bulundu: «— Pekâlâ... (İbrahim Paşaya bitab- la) Paşa, bu işle meşgul ol. Hastane ya- pılınca sen, sertabibi olursun; Cemil Pa- şa da operatörü! Şimdi. hazinei hassa- dan lâzım gelen paranın verilmesini ira- de edeceğim. Ancak, hastanenin berim adımı taşımasını istemem! Burası, maka- mu saltanata gelmezden mukaddem, ya- bir hastanenin bulunmadığını, biçare yavrucukların şurada burada sürünüp öldüklerini söyledim. İbrahim Paşa da sözlerimden cesaret aldı: «— Efendimiz, namı namli hümayun. — Şayed, Seniyeden bir hatun ge- tirmesini (o istiyecekseniz, (o efendime minsayri haddin tavsiye edeyim: Ora- da Pesend nemile bir mahbubet cihan yar. kâfır, bir icim su! Onu emir bu - yurun.. dâinize dva edersiniz. Sami Molla güldü. — Ne o, Beberfibi? Seniyeye reka - bet mi ediyorsun? — Değil, sultanım! Lâkin, karı öyle &fet ki.. — Peki. peki! Senin nene lâzım” Sen sade bana Seniveyi gönder. — Basüstüne, efendiciğim! Yarın sa- bah burada! Beberfihi evktı. Sami Molla da geniş bir nefes aldı. Ertesi gün, dairede, . sabırsızlıkla, bek'tivorken, içerive gören odacı: — Bevim! dedi; zatını bir gadun istiy. — Gelsin. Arkasında ağır ipekli, siyah, giniş bir çarşaf, vüzünde kalın bir peçe, elle» Jeri., parmaklarının üçları kesik miten eldivenier icinde, Mollanın huzuruna dahil olan Benli Seniye, odacı çekilir çekilmez yüzünü açtı. Pek de geçkin denecek çağda değildi. Gözlerinin uclarındaki kırısıklar olma- sa ve bırazıcık da gerdanı sarkmasa, pekâlâ, alımlı bir siması vardı, Mollayı etek'iyerek: — Emir buyurun, efendiciğim! dedi. Cariyenize haber göndermişiniz, gel - dim, — Nasılam, bakayım? — Ömrümüze “duacıyım, aslanım. Velinimetimden hanidir mahrum kal- dık da ora üzülüyoruz. Vakit kaybetmiye gelmezdi. Odaya ansızın biri giriverir, lâkırdıyı yarıda bıraktırırdı, O sebebten, Semi Mojla doğruden doğruya sadada geçti — Bana bak! dedi: Seniye hanım. Seni nirin çağırttım. biliyor musun? — Hayır, efendid#m! Bir eğlenti, falan mı tertib edeceksiniz? — Değil. Ben bugün senin aklına, narak ölen kızımın ismini alsın! (*) (9) Cemil Topuzlu, bu prensesin ismini iyi. ce hatırlayamadığını, Ya Hatice, yahud Ay- şe Sultan olduğunu söylüyor. B.A e  e EWELKİ İSTANBUL dirayetine, İerase - tine bir iş havale e deceğim. Bunun üs tesinden gelebilir « sen, aferin sanal Ben de seni hem memnun eder, bem de bundan sonra üzerinden himaye - wi eksik etmem. — Allah ömrünü ze ömür berekâtı versin, Ne gibi bir hizmet, acaba? — Söyliyeceğim !, Bir yerde, bir kadın var. Halen zatüz - deve bulunuyor . Vaktile ben kendi - sile düşüp kalktım, Daha doğrusu bizim konakta idi. — Evet, efendiciğim! — Hanımlar bu kadını çekemediler.. kıskandılar.. her ne ise. Tuttular, ev- lendirdiler. Lâkin, benim onda hâlâ »gönlüm demiyeyim amma- gözüm var, — Tabii. Sizi memnun etti ise, neden olmasın? Gönlünüz de olur, gözünüz de.. — Evet. Bizimkiler, onu kocaya ver- dikten sonra, konaktan ayağını da kes tiler. Yakud ki o, küstü de, bir daha a- yak basmadı. Binaenaleyh ben kendi- sini göremez oldum. Halbuki, vuslatı" na mütehassirim. İstiyorum ki bunu ona duvurayım. Ve bir teklifte buluna- yım: Münasib bir yerde, arada bir bu- Eski Tıbörye mektebi binası Doktor İbrahim Paşa ile beraber, yer- lere kadar eğilmek suretile temenna et- tik. Geri geri yürüyerek, sevinç içnde, padişahın yanından ayrıldık. İşte, bugün Şişlide gördüğünüz (Etfal hastanesi) nin temeli bu suretle atılmış- tar. Belki, #ki doktorun bir sözü ile koca bir hastanenin yapılmasını garib bula- İ caksınız! Bizm, Abdülhamid II üzerinde fazla müessir olduğumuzu anlatmak is- tediğimi, ihtimel, zannedenler de çıka- caktır. Yanlış hiçbir düşünceye meydan vermemek için Abdülhamid Il nin dok- torlara karşı olan haleti ruhiyesinden bahsedeceğim: Abdülhamid II doktorlara karşı dalma mültefitti. Kendisi şahsan da hastalıktan hiç hoşlanmazdı. Saray halkından biri (Devamı 10 uncu sayfada) Yazan: Sabih Alaçam Son Posta'nın Romanı :20 luşalım, eskisi gibi muhabbet edelim. Anliyor musun? — Anlamar mıyım iki gözüm? Ne de olsa, aranızda bir geçmiş var. Onu ta- zelemek istiyorsunuz. — Tamam! Bu işi sen üzerine alır mısın? — Ne gibi? — Sana yerini yurdunu tarif edeyim. Git.. kandır. Zannederim ki onun da bana elân meyli vardır. Benimle tek- rar buluşup, görüşmeğe razı olursa, etirirsin. O vakit üst ta- — Olur. — Amma, ne edip edip kandıracak - sın. Boş dönmiyeceksin. Sana güveni- Radyo ve Dans Yazan: İsmet Hulüsi Evimde öğle yemeği yiyordum. Rad-| yoda şpikirin sesi duyuldu: — Şimdi size dans plâkları dinletece- iz. Ve akabinde oynak bir hava çalınma»; ya başladı. İki tarafıma sallandıktan son- ra hizmetçiye seslendim: — Şu tabağı kaldır, bana da bir kahve yap! Hizmetçi odanın kapısında göründü. Tepsiyi sıkı sıkı kucağında tutmuştu: — O ne, neye onu öyle tutuyorsun? Seğ ayağını attı. Parkenin üzerinde kaydı. Sol ayağını da kaydırarak sağ &- yağının yanına getirdi. — Şey bak, şey kavaiye. — Tepsinin adı kavalye midir? — Tango.. — Söyle hangisi; kavalye mi, mu? — Radyoda? — Kız söylesene, radyoda «bundan | böyle tepsinin adı değişmiştir, kavalye, yahud tango denilecektir» mi dediler. Radyo susmuştu. Hizmetçi de tepsiyi doğru dürüst tuttu: — Affedersiniz Bay, radyoda bir tan- go çalınıyordu da, — Hah şimdi anladım. Radyo yeni baştan bir başka dans plâ- ğına başlamıştı. Hizmetçi gene tepsiyi kucakladı, Artık ondan hayır yoktu. Kah- veden vazgeçtim. Sandalyamdan kalk; tım. Fakat nasıl oldu bilmem bir an san- dalya elimde kaldı ve onu kendime doğ- ru çekip odanın ortasında şöyle bir de- facık dönüverdim. * Sokağa çıkmıştım. Radyonun sesini bütün mahalleden esirgemiyen kapı kar- şı komşumun radyosu da çalıniyordu. Çöp kamyonu durmuştu. Şoför, yerinde bir sağa bir sola sallanıyordu. Kapılar- dan çöp alan çöpçü kucağına aldığı çöp tenekesini sağ elile tam ortasından kav- ramış, sol elile de tenekenin bir kenarı- na sokulmuş prasa sapmı yakalamış. Kamyona doğru yürüyordu. Uzaktan bana doğru gelen kırklık bir kadın tam karşıma geldiği zaman dura- ladı: — Serbstim bay. — Anlamadım. — Sizinle dansedebilirim. tango — Artık, elimden ne ki gelirse yapa - rm. Evvelalih, e - limden de kurtul - maz sanırım. — Aksarayda Çus kur hamam vardır, biliyor musun? — Biliyorum. — Bu kadının &o » cası oranın hamam- «sı: Osman efendi ceğiz! zardı: du bilmiyorum, kendimi bir ba İlara dansett <0 — Benimle mi, sokakta dans Binienbire kendini toparladı. yi — Şey afirdersiniz, b'rdenbir& # nedivermiştim de Yürüdü, uzaklaştı Yanyana genç bir erkekle genç bir kadın £8'” sesini duyar duymaz oldukları yezit dular. Genç erkek bir reveran$ genç kadın, ona doğru bir adım at. elini genç erkeğin omuzuna koydö” erkek sağ kolunu onun beline #8” Dansediyorlardı: — Fesübhaneli Dedim, yürüdüm. Eve şeker gi mesini tembih etmek için bakkalf dım. Bakkalın çırağı benim dük! diğimi görmemişti, Çok meşguldü — Acaba ne yapıyor; sağ yağ Ee yağı katıyor da bu kadar dalmış:»* Diye baktım. Meğer böyle dü le onun günahına girmiştim. Dabs bir şeyle meşguldü. Sağ elinde cala ve sol elinde de bir rakı şişefi Üst kattarı radyonun ahenfii” ordu. Eve şeker mesini de söylesem bir kulağını öbür kulağından çıkacağını için hiçbir şey demeden dükkündü tım, Tramvay mevkifine doğru * Şehirde de ne kadar çok f Her evder. radyo sesi geliyordu. sanki ittifak etmişler gibi dans man istesyonu açmışlardı. (Devamı 12 nci “0 — Kabahat etmişsiniz. söylemek gibi olmasın amma, onun yerinde olsam size karşi olurdum. — Ne yapayım? Yolunu bi Bizzat kalkıp da, evine gidi — Birisini gönderip hatır lirdiniz. — Ne ise. olanlar oldu. İş'# Rânânın yeniden bana avdet sana hsvale ediyorum. — Başüstüne, Molla veye merak etmeyin, Çukurhamam niz, değil mi? — Evet — Allaha ısmarladık, Ben hafta içerisinde inşallah iyi lerle buraya “gelirim gene. — İnşallah! Göreyim senil Seniye oradan çıkmış, evin& uzun uzadıya düşünerek plân muştu. Ertesi sabah erkend#f fırladı. Arkasında, bir gün © diği ayni babayani çarşaf vE rüca Saraçhanebaşına gili ağ dan saparak Aksaraya indi. adında bir adam. — Evi nerede? — Hamamdan 80- rarsın, tarif eder » besleme Mollanın huzuruna dahil olan benli Penbe odacı çekilir çekilmez yüzünü açtijer, — Hanımın adı? — Rânâ. — Bana âcık tafsilât verin de, ona göre işi çevireyim. — Ne türlü tafsilât istiyorsun? Kaşı- Dı, gözünü mü tarif edeyim? — Yok. Onu kendim de, gidince gö- rürüm. Bana lâzım olan cihet orası de- gil, Aranızdaki münasebeti bileyim. — Söyledim a7 Rânâ benim müstef- reşemdir Uzun zaman düştük, kalk - tık. Sonra gebe kalınca iş meydana çıktı. Bizim hanımlar da, tutup evlen dirdiler. — O zamandanberi onu hiç arayıp, sormadınız mı? — Hayır kendisinden başka müşteri le pek erkenden gelişini (için: — Eyübsultana ziyarete £ kur hamama girdi. O saatte, “4 izeh | bir boy abdesti tazeleyim ; Diyerek, soyundu, dökü! lardan birinin başına geç Ustalardan biri başına su ©“ nu biçimle konuşturmağa vas — Ben, bu hamamı pek yetlen ferahtır.. dedi. gi — Öyledir, hanımcığım! e olmasınlar, bütün müşter” hep öyle derler. si Meselâ ben, tâ Ken rum.. öyle iken, dajma Yi 1 raya gelirim. — Kimlerdensiniz, ha — Tanımazsınız. Efendi? oldu. (a eos fi

Bu sayıdan diğer sayfalar: