18 Şubat 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

18 Şubat 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

© Uludağda Üç Gün SON POSTA Tipi şiddetlendi. Kar diz boyunu geçiyor. Üç saat yürüdük, iki saatte varacağımız yer hâlâ görünmüyordu ANLATAN: NUSRET SEFA COŞKUN Kayakevinin misafirleri saban gerintisinde ve Uludağda büyük otel Bembeyaz dağı, bir külâha rim) sarık gibi kuşatan yoldan döne döne yük- seliyoruz. İkinci kilometrede kar beyaz mantosunun eteklerini göster! bize, Ki-| razlıyaylaya kadar arkadaşlık edecek ©- lan kaptıkaçtınm öiğer müşterileri neş'e. Mi işmanlar., evvelâ ıslıkla, sonra hafif. ten yükselen bir sesle frenkçe şarkılar söylemeğe başladılar. Bir taraftan tango, bir caz havası ağızda gevelene- dursun, diğer taraftan da çantalar açıl. dı, cebler karıştırıldı, mandalinalar, por- takallar, fundanlar, çikolatalar, şekerler, karamelâlar ortaya döküldü. Az daha boş bulunup, pot kıracak: — Bu ne pisboğazlık yahu. bayram ye- rine giden çocuklara döndük! Diyecektim. Benım, şarkı için aralanan dudaklardan içeri salıverilen bütün bu şekerli nesnelere hayretle baktığımı gö-| ren muhatablarım izshat vermek Jüzu- müunu hissettiler: — Dağa çikarken farla miktarda şe- kerli yemek üâdettir. Şeker bir kayakçı-| gidebiliriz belki... nın kömürüdür. > Lokantada, İstanbuldaki ihtikârh kö-| Şoför, suratını astı, Öyle ya, kim uğ- mür fiatına yediğim kompostonun dağa|raşacak şimdi bu soğuk havada! çık denizin yüzüne çarptıktan sonra geminin üzerine serpi - len poyraz, değdiği yeri hafif hafif yak makta idi, Herbiri Hür ün birer kolunu tu - tup, aşağıya kamaraların olduğu yere indiler. Sara hanım, başını örtmüş, ya tağının üstüne bağdaş kurmuş, solgun dudaklarını kıpırdatarak, için için dua ediyordu. Yanma oturdular. Duanın bitmesini beklediler. Ve sonra, ani bir duygu birliğile onun üzerine atılıp boynuna sarıldılar. İki gencin kolları, ihtiyar kadının boynunda, dudakları da yüzünde bir - Teşti... Yolculuk bir haftadan fazla sürmüş- tü. Egen'n hırçın denizi onları gâh sars mış, gâh durgun ve mavi manzarasi - le dinlendirmiş, oyalamıştı. Fakat hiç bir gün, ne Talât, ne de Rânâ, yolun uzunluğundan şikâyet (o elmemişlerdi. Vapurun uğradığı limanların her bi- rinde: Midillide, Sakızda, İzmirde, Ra- dosta ve Giridde, tabiatın ve insanla - rın hususiyetleri birer eğlence yerine geçmişti. Sara hanımla Rânâ, kocaman fesli, uzun püsküllü ve siyah şalvarlı adalıların kıyafetlerini, satmak üzere vapura getirdikleri sünger, lokum, çe. virme tatlısı, lor pevniri - gibi şeyleri taaccüble temaşa ve alış veriş eder - ken, kü: ve da kelime Türkçe bilmiyen bu vatandaş ların uğradıkları ihmali, acı acı düşü u cennet gibi yerlerin, er geç dk duklarını his İstanbulun kayıdsızlığı, — saltanatın ve onun etrafına toplanmış dalkavuk ve hazele gürühünun bu kocaman yur- An ve milyonlarca tebaaya karşı takib eyledikleri hodgâmane siyasetin feci camiasından kopmağa mah kadar yetmeyip beni kömürsüz bırakma» sı ihtimalini düşünerek, uzatılan çikole- ta parçalarına, portakal dilimlerine, #- çinden mahud (çikolata fabrikaları ede- biyatı) nın en yüksek (!) nümüneleri çi- kan niyetli karamelâlara rağbet mecbu- riyetinde kaldım. Yükseldikçe kar artıyor, önümüze bir kaç yerini güve yemiş bir halı gibi seri-| len Bursa ovası genişliyordu. Kaptıkaçtı, sırtına fazla yük yöklen- miş, arkasından mütemadiyen deynekle- nen aksi bir katır hiddetile homurda - na homurdana kavisleri dönüyor, ohlaya | puflaya dik yokuşları tırmanıyordu. Fakat bu gayret uzun sürmedi. Nuh deyip peygamber demiyen inadcı bir sıpa gibi dört ayağını on üçüncü kilometreye dayadı. Tekerleklere gincir vuruluncıya ka- dar biz de aşağı indik. Paltomun yakasını kaldırdım. Ellerimde eldiven olduğu halde parmaklarımın ucu sizliyor. Genç- ler birbirlerini kar topuna tuttular. Ser- seri bir topun gözlüklerimi parçalaması tehlikerine karşı kaptıkaçtının arkasına saklandım, bekliyorum. Hava bulutlu; muzib bir rüzgârdan arasıra çimdik yi- yen çamlar silkinip üzerlerindeki karları döküyorlar. İki tepenin arasından perdesi yarım &- çılmış bir tiyatro sahnesi gibi güzel bir İdekor gözüküyor. İpe dizilmiş balık kıl çıklarına benziyen kavak ağaçları yolla- rın iki tarafına dizilmişler. yollar, bir. birlerini öyle muntazam katediyorlar ki ova santrançlı bir besmayı andırıyor. Yavaş yavaş hava kararıyor. çamlar Şoför: biraz daha koyulaştı. Zincir takılması — Buradan yukarı çıkamayız! bitenleti, Dedi, *İ — Haydi biniyoruz! Kayakçılık federasyonu ikinci başkanı: — Zincir takalım, biraz daha ileriye Teklifinde bulundu. neticeleri, merkez - den uzaklaştıkça daha bariz belli o - Tuyordu. Ve genç yüzbaşı sıkılmış yumrukla « rını, Çayır Çayır yer nân alnma dayaya- r#k, beyninin uğul - damasını teskine ça- bsıvordu. Derken, bir sabahi” uyanıp da üst gü. verteye (çıktıkları zaman, uzaktan, Jâ- civerd denizin ke - narma, bir (o hilâl şeklinde kondurul - muş bembeyaz bir şehir göründü. Bu mavi atlas bir mah- fazayâ yerleştiril - miş bir inci gerdanlığı andırıyordu. Birer, ikişer katlı binaların arasın - da, nazlı birer yelpaze gibi hurma a - açlar, palmiyeler sallanmakta idi. ânâ, Talâta sokulmuş bu ilâhi man- tahsis olunan menfa burası ım idi? sıl bir yer o — Bak, Ta unv bilmiyorlardı. Aman, ne güzeli. Rârânın içten kopan bu takdir say. hası, yüzbaşının kulağına girmedi bi - le. O, icini çekti ve kendi kendine: — Ah! dedi; hainler. alçaklar!. Bu pırlanta, üvey evlâd gibi böyle ihmal edilir mi? Bir tarafı, dünyaya pamuk İzarayı haz ile seyrediyordu. Kendileri- Gönderenler, herhalde, Trablusun nâ - Dediler. Fakat oturmamızla, inmemiz bir oldu. Zira makine garib bir sayha çıkarıp ol- duğu yerde sallanmıştı. Şoför emretti: (Devamı 13 üncü sayfada) Son Posta'nın Romanı : 51 kışın V zık!, — Ne düşünüyorsun, Talât — Hiçi — Seni durgun görüyorum. Neye? — Seni seviyorum Rânâl olacağız! Sana hamdolsun Yarabbi! iv Tarihi bir Abdülâzi münakaşa | z davası Abdülâzizin katlolunduğu hakkında ortaya afılan kuvvetli deliller (Dünkü kısmın hülâsası) (Biz saraylının hatıraları isimli yazımı 0- kuyan eski mutasarrıflandan bir sat Abdülâ- mizin İntihar mı ettiği veya katil mi edildiği hakkındaki malümatını ve tetkikalını bane #niatarak büvün yazılariların kismen yanlış istihbarat ve kismen tevilât ile mihayetlen- diğini anlattı. Ona göre bu arada Abdülüziz devrinde İn- gili elçisi bulman Sir Hanri Kiyo'nun «İn- #har m, imate mil yahud (Vak'ai Sultan Abdiilâziz) ünyan'le bir İngiliz mecmussın- da çıkan yazım bu vadideki ciddi yazılardan biridir. Yakın tarihimizi alâkadar eden bu mesele hakkında cesedi muayene eden yerli ve ec- nebi doktorların rüporlarile Valde Sultanın yazdırdığı «Sergfseğiname» adlı eserde mü- tebayin bası malümat vardır. Hidisenin intihar olmeyip katil olduğuna önir olan deliler de esasi? ve kuvvetsiz de- Eüdir. Ve muhakkak Ki-tarih için faydalıdır. İşte ben bunları sıralamak istiyorum.) iti (Yazı devam ediyor) Abdülâzizin katli Abdülizizin katledilmiş olduğuna dair mevcud emare ve delilleri işte size bir bir sayıyorum: 1 — Abdülâzizin odasını saraylılar pen- cereden nasıl gözetliyebilmişler ki inti- har ettiğini söylüyorlar, Buna imkân yoktur. «Sir Hanri El yot> un risalesinin ve Abdülâzizin inti- har ettiğini lddla eden bütün kitabların ve risalelerin mevzuu bahsettikleri cum- ba Çırağan sarayında mevcud değildir. Malüm olduğu üzere Çırağın sarayının ne cephe tarafında, ne de arka kısmında cumba gibi bir şey yoktur. Sefirin istib- baratını doğru adiedecek olursak bunun salon veyahud odalardan birinin çıkıntı- sı olduğunu kabul edebiliriz. Oradan sa- rayhlar Abdülâzizin bulunduğu odanın içini görüyorlar ise hal'edilen padişahın oturduğu koltuk sandalyasmdan yere görülmez neden oda kapısı kırılıp içeri girilmemiş. Sarayhılar odayı seyretmiş (olsalardı Abdülüziz yere düştüğü anda odanın kâ- pısı kırılıp içeri girilmek ve henüz da- ar, düşüğü saraylılar tarafından. görülür). marlardaki kan ölüme sebebiyet verecek kadar akmadan çaresine bakılmak lâzım gelirdi. Halbuki oda kapısının açılmasın. da gecikilmesi, Abdülâziz pek çok kan kaybetmiş, ve bulunduğu yerden başka etrafına, takım, takım kanlar yayılmış olduğunun görülmesile anlaşılmaktadır. Şu halde bile kendisinde cüz'i bir hayat eseri hissedildiğinden vaktile yetişilmiş olunsa belki de ölümden kurtarılacağı ih- timali bulunmakla iken, cumbadan, y ni sarayın bir çıkıntısından Abdülâ; bulunduğu odanın seyredilmiş olduğu kâyesine inanmak mümkün olamaz. 2 — Abdülâzizin hel'in! en evvel ta. savvur ve tasmim eden Hüseyin Avn. Pa» şadır. Hüseyin Avni Paşayı, Abdülâzia vaktile kendi memleketi olan İspartaya Defyetmişti. Onun padişaha karşı geçme bir kini vardı. Hüseyin Avni Paşa (*)X devlet idaresinde mesruti ıslahat vücude getirmek gayesini güden Mithat Paşa ile teşriki mesai etmiştir. Hüseyin Avni Ps- şa sırf bir hissi intikam ile hareket et- miştir. Vakıâ Abdülüziz kendi istediğini yapmaktan menedilemez, istiklâl ve is- tbbadına dokunulamaz derecede forli azamete müptelâ olmuştu. Bu yüzden devletin idaresi ciddi ıslaha muhtaç bu- Yunuyordu. Mithat Paşa maksadına eriş mek için Serasker Hüseyin Avni Paşanın azim ve cüretine, Hüseyin Avni Paşa da o sıralarda Mithat Paşaya gösterilen u- mumt sevgi ve teveccühe güvenmişlerdi. Padişahı hal'etmek için vaktin şeyhislâ- mı da dahil olmak üzere lâzım gelen di- ğer insanları ikna etmişler ve hazırla- mışlardı. Zaten 6 esnada, İstanbulda fi- kir serbestisi taraftarları artmıştı. Bun lar etrafında da «Sir Elyot un tâbiri veçhile: «Hafifülmeşteb ve cesaretsiz bir zat olan» veliahd Murad efendi ile de te« mas vasıtaları bulunarak. onun ielâsı, 15- ik çare olarak gö“ (Devamı 10 uncu sayfada) (*) Hüseyin Avni paşa hakkında Bay Sa- dinin fikirlerini kabul etmeden (yazdığımı işaret etmek İsterim Suad Derviş Fakat şimdi mühim bir müşkül kar şısında kalıyordu. Nereye inecekti? İhe tiyar annesile; Rânâyı ve çocuğunu handa misafir etmek istemiyordu. Kim bilir, buradaki hanlar ne berbad şev « lerdi? Kendisi hiç taşraya (o çıkmamış, han görmemişti. Lâkin işitmişti. İnsan böyle yerlerde, ne tör'ü Oomümkünse, Ik ayaklı, entarili, çeli ki kadın, bah başı Talât Genç yüzbaşı, sıkılmış yumruklarını, çayır çayır yanan alnına dayayarak, 'gilesi beyninin uğuldamasımı teskine çalışıyordu. sızların milyarlar sarfederek imar et -| yanları olmamıştı. Talât tayin emrini tikleri Tunus. orta yerde Trablus bir| koynunda getiriyordu. Zaten getirme - menfa, Sultanın ve adamlarının naza -İ miş ve bu emir önceden fırkaya teb - rında güya suç işleyen insanların ölü- me gönderildikleri bir ülke! Burası ne olmaz?, Gelgelelim ne ile muhafaza e deceğiz? Kasımpaşa tersanesinin önün de çürüyen gemilerle mi? Bir gün ola- cak bunu da elimizden alacaklar, Ya - Bittabi o karşıla zabiti kim arayacak, kim soracaktı? 'Talâtm hoşuna giden, limandaki ka: yıkcı ve hamalların Türkçe konuşma larını işitmek oldu. Annesinden duy muştu: Suriyede, Ciddede, Hudeydedi rahmetli babasile dolaştıkları vakit, A- rabcadan başka dille meram anlatmak- ta güçlük çekmişlerdi. Trablus orala- ra benzemiyordu, demek. Türk kültü- rü buralara girmiş, daha doğrusu bu — Ben del Ah, bu şehirde ne mes'ud| bölge Türklük hüviyetini kaybetme - mişti, Bu müşahede onun için memnu” hazineliği eğer Misir, öbür yanı Fran Şehir, artık heyetile meydana çik -İniyeti mucib oldu. Lerbuş'la çocukla - rm (o kaynaştıkları görülüyordu. Güm - rük ve karantina muamelesini müte - akıb yolcular kara - ya çıktı, Zaten pek kalabalık da değil - lerdi. Heybesini sırt Jamış, Tunuslu bir fesci, beyaz sadakor çarşaflı, siyah pe -| bir şey diyemedi. Öteki o daha yakın8 çıvan kılıklı bir Ar- navud.. bir de yüz - bey ile liğ edilmiş olsa da, küçük rütbeli bir öylesine rahatsız o! u. Acaba, hemen imkün değil miy* boş bir ev bulmak mıştı, Nimeti Hudaldi? Talât etrafına bakınıyor, böyle bi# imana (giriyordu. Sahil boyunda, çıp - sual tevcih edecek, rabıtalı bir adam arıyordu. Birdenbire, otuz, otuz beş metre ötedeki kahveden, arkasında es” ki bir üniforma taşıyan ve kendi çok yaşlı gibi görünen, (sakallı bir zabit çıktı, Talâtla ailesinin (o bulunduklari noktaya doğru gelmeğe başladı, Tam hizaya gelince durdu, bakti. — Talât! Yüzbaşı, kendine ismile hitab edef bu çökmüş, hüviyeti kaybolmuş mes * lekdaşı tanıyamadı. Üniformasına hüf“ meten selâmını iade etmekle berabef sokulmuştur. Bakımsız — bıyıklarile kıf sakalınm telleri arasında kaybolan du” daklarını, acemi bir tebessümle aralı yör,içürük ve yamru yumru dişlerini “İ gösteriyordu! iç — Ha, tanıma! Nereden tanıyacak * | sın? İnsana benzer.tarafım kil, — Affedersiniz.. uf! Yusuf, Doğancılar! ndan tek söz çıkamad» donakalmıştı. Yusuf. Kur çektikleri vekit, onun kısmetine üçün” cü ordu çıktığını hatırlıyordu. Halbu * ki şimdi Trablusta karşılaşıyorlardı. Ne münasebet?, Nazarlarını şetresinin kollarına *€““ eih etti. Hâlâ o tek beyaz şerid duru duruyordu. Sararmış (o bile Nefsi zorlıyarak: (Arkası

Bu sayıdan diğer sayfalar: