9 Mart 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

9 Mart 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTnmn Bizde operetin tarihi ram İ i Küçük İsmail (Maskot) u Milli sinemanın bulunduğu yerde çıkarmağa çalışmıştır. Tiyatronun bi : ğinde bir İngiliz bakkal varmış. Bakkal artistlere iki ayda üç küfe zeytin satmış. Artistler zeytini veres'ye alırlar, uparasını Masko! çıksın, öyle vereceğiz» derlermiş. Zavallı bakkal da (Maskot) u adam zanneder, ikade bir unerede kaldı bu herifin diye bağırırmış. Zam İğ Hazır lâfımız öperette iken, birazda operetciliğimizden bahsedeyim. Mütare- ke bidayetlerinde alafranga opereti İs- tanbulda tekrar canlandıran Cemal Ss- hirdir. Şimdiki Milli sinemanın olduğu tiyatroyu isticar ederek burada kendi ser- mayesile faaliyete girişmişti. Bestekâr Muhlis Sabahattin, Ömer Ay- dın, Şehir tiyatrosunun merhum Küçük Kemali, Efraz, bir aralık ta Nureddin Şefkati başbaşa vererek ciddi bir şekilde çalışmağa başlamuşlardı. “Çurdaş. burada hemen hemen bir Avrupa opereti derecesinis mükemmel Ooynanmıştı, Buradı gerek Cemal Sahir, gerekse Muhlis Sabahattin birçok ope- retler çıkardılar. Ne çare ki tam yetişkin bir çağda ken anlaşamamazlık yüzünden | dağıldılar. Bundan sonra aradan uzun bir | boş zaman geçti, Bu devrede operet fas- Tiyeti hemen hemen hiç yoktur, Bilâhare memleketin operete olan İhtiyacını naza- rı dikkate alan bir kısım musiki ve sahne #an'atkârları bir araya gelerek (İstanbul Opereti) ni teşkil ettiler Mizikam alaturka sarlardan mürekkeb olan bu operetin başında merhum beste- kâr İşmall Hakkı Bey bulunuyordu. Ke- mani Hasim, udi Fahri, tamburi Ahmed, neyzen İhsan vesaire gihi tanımış mu-| siki öntadiarından mürekkeb 25 kişilik bir heyet tarafından musiki kısmı idare ediliyordu. Sahnenin basında merhum Kaptanzada , htiyar, her iki gencin de yüzle- rine dikkatle bakiyor, bir türlü bir ad konduramıyordu. Kendisine: «Mollacığım!z diye hitab edişlerinden yabancı olmadıkları belli idi amma, me 2 Maşd Sürpik Dudu rolünde Rıza vardı. Cemal Sahir, Hakkı Necib, Dede Salâhaddin, Sezal, İsmail Hakkı, Nevart, Ağavni Necib, Siranuş, Oramya, Mannik ve daha aklıma gelmiyen güzide san'atkârlar da artistler kadrosuna da- hildiler. Bu operetin sahnesine, dekorlarına, ber hususta fevkalâde itina edildi. Çok çalışıldı, uğraşıldı; çok ta rağbet gördü. Bu operet apayrı bir işti, Faaliyeti bize sekte vermiyor, heyet rakib vaziyete geç- miyordu, General Refetin İstanbulu teşriflerin- de, kendisi operetin bir temsiline davet edildi, Onlar bir operet oynadılar. Biz de arkasmdan Fahri ile Nasreddin Hocayı temel ett'k. Generalin takdirlerine maz- har olduk. Son Posta ba kim idiler? Memduh, kapının dışında çok durmayı muvafik bulmadığından dayanıp içeriye, avluya girdi. Orada, ihtiyara tekrar takıldı: — Bunamışsın artrk.. eşi, dostu ayırd e.emiyorsun, Molla! Nafilel, Yazık ol- muş sana! War kuvvetile hafızasını o harekete getirmeğe çalışan adamcağız, röhayet| muhatabını isimlendirip ferahladı. — Memduh beyefendi! Oo, maşallah efendi zadem! Nerelerde kaldınız? Mü- barek kademinize soğuk su mu, sicak sv mu dökelim? Vallah göresimiz geldi! Firkat o mertebe uzadı ki, billâh tanı- yamadım. Kusura bakmayın, şehle - vendim! Eh, artık dâiniz de ateh getir dim. Derinden mahzi keramet buyur dunuz: Kocadım gayri. Ne olacak? Yaş yetmiş, iş bitmiş! Zamanla kuvvei ba - sırama da zâf âriz oldu. Göz görmez kulak işitmez.. Sinnüsâl vücudü: ün eksik kalan kusurlarını da ikmal ey - ledi. Kamburluk meğer hiçmiş. Onun bir nakise değil, bilâkis esbabı zara » #etten madud bir bususiyet idüğini id- rak eyledim amma iş işten geçti. Buyu-| Tun devletim, Buyurun saadetmea -! bım. Şu odada aram edin; varayım sâ- eşrifinizden agAh edeyim. Bir sincab yürüyüşile, tin tin içeriye koştu. Camlı kapıdan seslendi.: — Kim var orada? Hürmüz hanım! Kızım. evlâdım! Validene hâber ver : Memduh beyefendimiz teşrif ettiler, Bizi müstağrakı sürur eylediler... | İki dakika sonra, yılların tahrib ede” | mediği yozmalığile, Rânâ oda kapısın- da göründü. Zaman, vücudünt biraz daha tombullaştırmakla kalmış, ne sağ- lermın rengine, ne de cildinin terave - ne ve gerginliğine halel getirmişti Sırtındaki falbalalı, #lizi ipek entari - sinin dekolte ya » kasından beyaz ger- dan, Otoparlako:» muz başları, dik du- ran göğsünün ufa - cık bir kısmı bü - tün güzelliğile gö «- rünüyordu. Müte “ bessim bir çehre ie: — Safa geldiniz ! dedi. Doğrusu, bek» lemiyordum. — Neden? — Bu kadar va» kittir hatırım &or - madığınıza göre, *İdünkü vadinize de pek iİnanasım gel - medi, Hakkın var, Rânâ ablacığım! Ne asasassase ss sare sssaassassamasmmasa an e suesaanmanasnee ananem e sanas same sam SEA BEREN KER EEEREE ERMENEK AAA A AMELEMEMUAMEE EA MA en aememe Sere eee e (İstanbul Opeveti), faaliyet devresin- de, şu operetleri çıkardı: Müsahibzsde Celâlin (İstanbul Efendi- si), (Ath Ases), (Yedekçi), (Zühre), (Çile), (Macun Hokkası).. Çileyi muzi- kah muallim Zati Bey bestelemişti. Operet bundan sonra birçok defalar dağıldı, toplandı. Türlü isimler aldı, ne (Halk Opereti) var. Bu da Cemal Sa- hir, Ömer Aydın öperetinin devamıdır Bunları bir zaman Süreyya Pasa hf sine aldı. $irrti kendi yağlarile kendile ri kavruluyorlar, Başta Lötfullah Süruri olmak Üzere feragatle, yoksuzlukla mit. cadele ederek çalışıyorlar Lütfullah Sü- rur! çalıskan bir arkadastir Omu ben ilk defa şimdiki (Dağcı Klübü) nün bulunduğu yerdeki Eldorado #iyatrorunda (Arşın Mal Alan) da Süley- man rolüne kend elimle çıkardrm, Ken.! “isine cesaret verdim. Sar'atın bildiğimiz | neeliklerini Söretmeğe çalıştım. Bana: — Sebat edeceğim, yılmıyacağım! Demişti. Sözünde durdu. Cemal Sahirin dr operetimize yaptığı hizmetleri anmak lâzımdır. Cemal Sahir zeki, malhmatlı, Avrupa görmüş bir ar- kadaştır. Operet uğurunda her şeyini vermiştir. Öperet büyük fedakârlık ister. Herkes konuşur, fakat herkez şarkı söy- liyemez. Operette biraz daha marifetli elemana #Mhtiyaç vardır. Operet para işi- (Devamı 10 uncu sayfada) İlrak ikinci bir hataya dahâ düştüler, Bul 5 Azizin, saltanatı Sultan Murada terket. i © Üzeri nünevverleri de i işler: İsi tutunamadı. Şimdi memleketta bir ty. | ““eTIA #einevver'eri BERE ile İşuur) tâbirinin şerlat lisanından sudur! etmesi, ortada (garaz) olduğunu göster. |” ın Romanı : 69 ın bak | Abdülâzizin e Bumu, yukarıya aynen dercettiğimiz | mektub da gösteriyor. Bu hatayı yapanlar, farkında olmıya- tan Azizin bu mektubunu, gazetelerle neşrettiler. Bu hareketlerile de; Sultan miş olduğunu halka ilân etmek istediler. Halbuki bu mektub, halk üzerinde çok menfi bir tesir husule getirdi. Her taraf- tan: — Bu mektubu deli değil, olur olmaz akılı bir adam da yazamaz. Demek ki (deliliği) bahane ettiler. Padışahı haksız yere haVettiler, Sözleri yükseldi. Buna, Sultan Aziz'n sleyhtarı olan o| — (Muhtelişşunr) tâbiri yerine, (muh-| telilahiâk) demek lâzım gelirdi. (İhtilâli meye kâfi delildir. Demişler. ve hattâ, birkaç gün sonra Sultan Mursdin deli olması üzerine, bu büyük hâdiseyi de: — Sultan Murad taraftarları, Sultan| Azizi (deli) diye hal'ettiler. Bu iftirayı, | o da kabul etti. Fakat Cenabıhak, ma-! nevi bir ceza olmak üzere onu ayni illete | müptelâ eyledi. Ömrü oldükça, bu derd. Diye, tefs'r eylemişlerdi, Sonra.. Mitat Paşa da, Sultan Azizin (mecnun) olduğunu kabul etmiyor. (Tab- sarai İbret) ve (9 le- rindeki kitablarında: (Sultan Aziz, Akil ve fatin ve hayırhahı devlet ve âli himmet bir zat olduğu hal de, sonradan her nasılsa tebi'li ahlâk e- | derek ulüvvü himmet yerine, kibri aza. met kaim) olduğundan bahsediyor. Halbuki, Sultan Azize (muhtelişşuur) diye verilen fetvayı kabu! edenlerin en başında bulunanlardan biri de Mitat bağışlasın, pek se » vimli de.. Rânâ gene gl * dü: — Hürmüzü mey- dana (o çıkarmiyo - rum pek. Bizim ha» yata alışmasın O- nu, Allah kısmet e Mart 9 — | G8 sene sonra alevlenen münakaşa | .—. katledildiği i iddiaları doğru mudur? Sultan Aziz Hafız Mehmed Beyin Sultan Muraddan getirdiği mektubu okuyup bitirdikten sonra “ Süphanallah.. Acayib!,, diye söylendi Paşadır, Bu fetva ortada dururken de, yukarıdaki meklubun gazetelerle neşre- dilmesi üzerine, Mitat Paşa da dediko- du karşısında kalmıştır. İstitradımız, bitti, Gelelim, hadisatın js Hafız Mehmed Beyin 'lisanile - nakli. ne... * Hafız Mehmed Bey, Sultan Azizin mektubunu alıyor. Bir zabit refakatinde yından çıkıyor. Dol r. Mektubu, Sul veriyor ve neti- bir saat geçiyor. deliletile huzurâ çıkıyor. Sultan Murad, hem yemek yiyor ve hem de Hafız Mehmed Beyle konuşu; yor... Fakst bu konuşmada da bir gara bet vardır. Yeni padişah, adetâ vaziyet ten bir hayret ve telâş içinde bulunuyori m, ns yapıyorlaz., pek ziyade işe ediyorlar?.. Korkmasınlar. Mö- rak etmesinler. Ben zalim değilim. Diyor. Hafız Mehmed Bey: — Estağfurullah... Diye söze başlıyor. Yeni padişahı acın« dıracak sözler söylüyor. Sonunda: — Vaziyetten O kadar müteessir bulun nuyorlar ki, hiçbir teselii kabul etmk yorlar. Maamafih, Tütlunuzs ve adsleşi. nize mezhar olacaklarına kuvvetli ümide leri var. ; Diye, söze nihayet veriyor. Sultan Murad bunları dinliyor. Sonra cevab olarak: — Müsterih olsunlar... Diye, kısa bir mukabele ile konuşma. ya hitam veriyor, Hafız Mehmed Bey, bu kısa cevâbla iks tifa etmek İstemiyor. Getirdiği mektuba, gene bir mektubla cevab almak fıkrina düşüyor. Fakat tam o anda, Sultan Mus radın orada bulunan bendegâni işaret ediyorlar, Hafız Mehmed Beyi dışarı çı. karıyorlar. (Devamı 15 inci sayfada) diyelerinize teşekkür ederim. Pek mak» bule geçti. Hele lavantaya Hürmüz pek sevinecek... Hemen dişarı atıldı ve yukarıya se lendi: — Hürmüz! Hürmüz!. Gel, beylerin yanına in! Memduhun yüreği hızlı Kızlı çarp « mağa başladı. Muradına erecek mi idi? Biraz sonta odanın içi taze, muattary parlak bir babar havasile doldu. Hür“ müz, gençliğinin bütün taraveti, hüs 4 nünün tekmil şaşaasile içeriye veni ti. İki gencin ikisi de gayri ihtiyari aya ğa kalktılar ve gözlerini bu harikulâde simaya diktiler, Kiz maviler giymişti. Sadeliğile be 4 raber elbisesi kendisine o kadar yakıp» mış İdi ki, süslü bir insandan ziyade se Başkâtibin derse, çeziyleyip €v- | mavi bir manzarayı andırıyordu. Koyu lendireceğim. Sahi mi söylüyor- du? Olabilir a! Ne sefil ânneler vardır ki, evlâdlarının ir * zı, İffetimi çöpten sakımırlar. (Onlara namuskâr bir hayat temin etmek ister » ler. Eğer Rânâ da onlar gibi ise, bu - desen, yerden göke (Hürmüz, gençliğinin bütüm taraveti, hüsnünün tekmil şaşaasile içeri girmişti. raya kadar boşuna kadar haki değmedi, işte! Memduhun gözü dalma kapıda idi. oldu. Gündüzden haberim olsaydı... Macidin aklı, bermutad başka yerde ın. Lâkin, ne bileyim? Elİ salıyorum, geliyorlar. Fekat şimdi geç | zahmet etmiş olacaklardı. Pişkinliğine rağmen, Memduh daha ileriye gitmek- ten çekiniyordu. İşi tabli cereyanına Oradan gelecek Hürmüzün (gölgesini! idi. Gözlerini ayaklarının altında serili | bırakmayı tercih ederek, daha olmazsa, etliyordu, RânA bunu sezdi, güldü: halıya dikmiş, dalgın dalgın hep ayni — Kapıya ne bakıyorsunuz? dedi.! noktaya bekıyordu. Memduh ise RÂ - Bir kimseyi mi bekliyorsunuz? Daha gelecek başka arkadaşınız mı var? Delikanlı mahcub oldu: Yok, hayır! Bir kimseyi bekledi - #im yok! Sana öyle gelmiş... — Ne yazık, ne yâzık! Hakikaten teş- rif edeceğinizi bilmiş olsaydım, ona gö- re tedarikli davranırdım. Evde benden başka kimse yok. Artık temelli kızlar bulundurmuyarum, Sizin gibi hatırlı, eski dostlar geldikçe, bir iki yere haber ninın sözlerinden bir şey anlamıyordu. Hürmüz de mi yoktu evde acaba? Karı onu mahsus kaçırmış mı idi? bunu ker- di kendine sorarken, biraz evvel, Be - berühinin içeriye: « Hürmüz hanım! » diye seslendiğini hatırladı. Yüzünü kız- dırıp sordu: — Kerime hanım nerede, hanım ab- 10? — Neye sordunuz? — Hiçi Görelim diye senkil, Allah İbiraz oturup gitmeye, geceyi Beyoğ - İlanda geçirmeğe karar verdi. Getirmiş olduğu hediyeleri Rânâya teslim ode- rek: - Evinizde güle güle oturmanızı te- Tâenni ederim; dedi, Cenabjhak ağız tadı versin. Kerimenizin mürvetini görürsünüz, inşallah! Bu temennisini öyle bir ciddiyetle iahar eylemişti ki, Rânâ dayanamadı. — İlâhi Memduh bey! Hiç değişme - mişsiniz! Dört kaşh zamanınızda ne İ- seniz, gene osunuz. Çocuk! Çocuk! He- İaltın sarısı saçları, çok munt. azam başı bar bir incelik arzediyordu. Geldi. na zikâne selâm verdi, ve analığının yü « züne bakarak, odanın ortasında durdu — Al, yavrum! Bak, Memduh beye * di sana lavanta getirmiş. — Teşekkür ederim, efendim! — Estağfrullah... Hanımefendi! Yarabbi! Bu safiyet, bu masum tavın mi idi? Memduh nasıl ets anlasa? Hırs ile hürme aranda bocalıyordu, Rânâ gi tana küllâlım & ydirmiş karı nın yanında bı » İsmeti; nuhafa za edebilmesine imkân tasavvur edil mi idi? Bu beyin #örpüleyie sinde, hep beraber otur Memduhun haleti ru rinden ve çehre için için, zevkleni Jikanlının zannı &i gibi değildi. Pubu hayatına çoktan atılmıştı. Ancak Rân onu idare ediyordu. (Arkas var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: