25 Temmuz 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

i Kİ M Â Mnketlere Masıl Gevab Veririz ? YAZAN: iSMET HÜLiSİ Erkek evine dönmüştü. Karısile yal- İ nız kaldığı zaman: — Müjde! Dedi, karısı sordu: — Ne var, piyango mu çıktı? — Piyangodan daha büyük. — Piyangodan daha büyük mü?.. Ya- gadık, — Yaşadık ya karıcığım.. ben meşhur bir insan olmuşum da farkında değilmi- şim. T — Sen abdalsın.. insan meşhur olur da farkına vanmaz mı? — Varmamışım işte, fakat bugün Öğ- reniverdim. — Nasıl oldu da öğrendin... Biri gelip, sen meşhur adam oldun, diye haber mi vendi? ' — Onun gibi bir şey, bir gazete mu- harriri geldi. Anket yapıyormuş. — İşinden çıkarmışlar mı? — Ne münasebet, ne diye işinden çı karmış olsunlar. — Ne bileyim ben, şimdi raket yaptı- — Sen hâlâ anlamamazlıkta berde- vamsın, raket değil anket. — O da ne, neye yarar! — Muharrir sorar, cevab alır, aldığı cevabları gazeteye de yazar.. bana da geldi sordu. — Kimi gordu? — Bizim komşuların hatırını soracak değil ya. Anket suali sordu.. — İşte bu fena, bu ahiret sualine nasıl cevab verebildin? — Gene anlamadın, ahiret suali değil, anket suall! — Seni imtihan etti demek?.. — İmtihan değil, anket. — İmtihamın alafranga cephesi anket ba.. ben de bundan sonra böyle derim.. şimdi aklıma geldi, üst kattakilerin oğlu bu sere de gene anketinde dönmü: anlatacağım anket demek imtihan demek değil.. gaze- Yeci sual sorar, cevab alır. Cevabları ga- zeteye yazar. İmtihanla alâkası yok. — Her ne ise sana ne sordu?.. Ne ka- dar paran olduğunu, nereye sakladığını #orduysa, sakım sevab vermeseydin.. hır- Sızlar okurlarsa evimize girer, ellerile Koymuşlar gibi bulurlar ve çıkıp giderler. — Böyle saçma şeyler sormadı. «Siz nasıl evlendiniz?, sualini sordu.. — Ben de nasıl evlendiğimizi anlalttın mı? Keşki bana sorsaydı. Ben daha iyi anlatırdım. Nasıl sen beni gördün, nasıl ânnen bize görücü geldi. — İyi ki sana sormamış, bütün bunlal- Tı söyliyecektin değil mi? — Ya ne diyecektim! — İşte o meseleye ben de bunun için hemen cevab vermedim. Bir işimi baha- he ettim. Cevabı yazıp kendisine verece- — Bimi söyledim. Şimdi oturup yazacağım.. “Yazarken sana da okurum. Yazıhanesine oturdu, kâğıdları hazır- -- ladı, Eline kalemi aldı, yarmaya ve yâ: —- Güğm okumaya başladı: - — Ne dedin, ne ddin, sen plâja mı git- tin.. ne vakit söyle bakayım.. gene ka- Koltuğunda bohça Horhor hamamından çıkıyordu, nöyle anlatıldı Düğünü muhtarın evinde yap çi n Çıfpıcı çayırında kaydırak oynuyordu, böyle nakledildi dınları görmeye değil mi? — Yok karıcığım.. plâja filân gitme- dim, buraya yazıyorum. «Onu ilk defa orada görmüştüm.» — Kimi? — Seni camım. kimi olacak!.. — Amma da yaptın, beni ilk defa Horhor hamamından çıkarken görmüş- tütı Gerçi öyle amma.. koltuğunda boh- ça Horhor hamamından çıkıyordu, diye- mem ya — Doğrusu, senin bu kadar akıllı ol- duğunu bilmiyordum. — Akılh olmasaydım meşhur ollmaz- dım. Hele yazıya devam edeyim.. «Yanında Berlin sefirinin kızı vardı. Onunla gülerek bir şeyler konuşuyorlar- di.> p — Berlin sefirinin kızı da kim, olüyor; yanımdaki takunyacı Kası;mn.km idi. — Sen karışma işime.. — Peki! “«Vücudünü yarı örten şık bir mayo giymişti. Saçları siyahtı, kıvırcıktı. En- damı fevkalâde denitecek kadar güzeldi.> — Elimde yazma bohçam vardı. Vü- M olamazdı ki.. hele saçlarım. Bir tanesi bile meydanda değildi. — Gene karışma, unuttum sonra ne olmuştu? ' -— Sen bana, ah canım, demiştin.. — Yazayım? «Göz göze bakışmıştık. Gözlerimin di- Nle ona, bir daha ondan ayrılamıyacağı- men o gün öğrendim. Büyükadada bir ki&lerl vardı..> — O zaman biz Çuükurbostanda oturu- yorduk. — «Hemen ertesi gün Büyükadaya git- miştim.» — Sahi, ertesi gün Çukurbostana gel- miştin, hattâ ben bostanın kenarındaki çınara salıncak kurmuş sallanıyordum. — Şimdi her şeyi hatırladım. Yaza- yam; «O, köşklerinin bahçesindeki çamlara ikurulmuş bir hamakta dinleniyordu. — Arkamda kendi diktiğim bir basma cudüm çarşafın içinde idi; ne olduğu bel-| ma anlatmıştım. Nerede oturduğunu he- | maşlardı. Halbuki böyle yazdılar. <Arkasında en iyi terzinin diktiği bel- H olan şık bir ipek rob vardi.» — Şimdi güleceğim geldi. seni görür görmez dilimi çıkarmıştım. — İyi hatırlattın.. «Beni görür görmez dudaklarında za- rif bir tebessüm peyda olmuştu.> — Geçmiş karşıma oturmuştun. «O gün hep onun köşkü etrafında do- laşmıştım.» mi? i — İyi amma bundan sonrası. — Sonra ne olmuştu, hele hatırla! — Dur hatır'ladım. Bir hafta sonra ta- pu memurunun kızile Çırpıcıya gitmiş- tim. Orada kaydırak oynuyorduk. Patta- dak sen de bir arkadaşınla geldin. «Bir hafta sonra idi. Bir arkadaşımla bir tenis korduna gitmiştik. İki genç kız tenis oynuyorlardı. Bunlardan biri o id — Durdunuz, bizi seyrettiniz; runun kızile tanışıyormuş. «Arkadaşım onun yanındaki genç kızı tanıyordu. Tapu umum müdürünün kızı idi. Onun vasıtasile.. ben de benimkile tamışabilmiştim.> — Elimden kaydırak taşını bırakma- maştım. Sana bir a, ayol sen de nerede ekmezsem orada bitiyorsun! demiştim. «O benimle tanıştığı zaman Traketini zarif bir tarzda tutuyordu: — Beyefendiyi daha evvei de görmüş- düm.> Dedi, — O gün senden hazzedivermiştim. «O gün onun da benimle alâkadar ol- duğunu anlamıştım.» — Babamı sormuştun. Aktar Mustafa efendi; demiştim. Aksaraydaki dükkânı- öğrenmiş- tim. Büyük hir tüccardı. Beyoğlunda, Kaııhîvyde mağazaları vardı. Günlerce ü üştüm. Onu nasıl istemleiydim. nı tarif etmiştim. — «Pederinin kim olduğunu Bir mektub yazsam fikrini öğrensem dah muvafık olacaktı. Mektub yazdım.» — Mektub burada getireyim mi? — Getir! — İstersen okuyayım — Oku! <Tendecanım, gonça dihanım, Derdimi sorsan derman bulunmaz, seni gördüm göneli deli divaneye döndüm. Hayali fener oldum. Merhamet kıl sulta- nım; Allah kısmet ettiyse bizi bifbidtni- ze verecektir. Sen, peki dersen annemi e- vinize gönderip Allahın emrile istetece- gim. Mektubun cevabını, Yusufpaşada- kendimi sorsan fermana uymaz.. ki tütüncüye bırakırsın. Kalbimde varken muhabbet İmzaya ne hacet> — Hele bu mektubu da yazayım: «Hamımefendi, «Size karşı hissettiğim sevgi çok bü- yüktür. Hayatımda gördüğüm, tanıdığım genç kızlar arasında sizin kadar yüksek, sizin kadar güzel hiç kimseyi göreme- miştim. Sizinle evlenmek istiyorum.» entari vardı. — Nasıl karıcığım buraya kadar iyi sonra arkadaşın yanımıza geldi. Tapu memu- K— ÇOCUK TERBiYESİ — | Sosyal çocuk meselesi Garib bir ruhi hâdise, büyüğe; sosyal teşkilâtta meyi 'unutturdu. Birbirini kovalıyan kanunları kendi varisini kanunsuz, yani kanun harici bıraktı. Onu her büyük 'kal- binin derinlerinde yaşıyan haksızlık sevkitabtisi Ününe başıboş terketti. İşte dünyaya taptaze enerjiler getiren çocuğun vaziyeti çocuğuna bir yer wer- düzeltir, değiştirirl nin organize ve idare etmediği bu hare- ket; volkanik bir arazide yer yer indifa- lara sebab olan tabit bir kımıldanma gi- bi meydana çıktı. Büyük hareketler za- ten böyle doğar. Hiç şüphesiz ilmin bu kımıldanmaya yardımı dokundu. Onu hattâ sosyal çocuk meselesinin rehberi sayabiliriz. Evvelâ hıfzıssıhha ilmi, ço- cuk ölümile mücadeleye girişti. Ve az -|zamanda bize çocuğun mekteb hayatın- da bir çalışma kurbanı, isimsiz bir fedai, bir mahküm olduğunu gösterdi. Mekteb ömrü bitince çocuk meselesi de ortadan kalkıyordu. Mekteb hıfzıssıhhası çocuğu şöyle tarif ediyordu: Bedbaht, meyus ruhlu, yongun fikirli, omuzları düşük, göğsü vereme müstaid denecek kadar Ayni çpcuğu otuz senelik bir etüdden sonra sosyete - sosyeteden de ziyade - kendini sevenler, kendini dünyaya geti- renler tarafından unutulmuş bir halde buluyoruz. Çocuk nedir? Arttıkça artan gailelerinden yorgun düşen büyüğün huzurunu kaçıran... Hergün biraz daha kalabalıklaşan mo- dern şehrin gittikçe küçülen evlerinde çocuğa yer yoktur. Nakil vasıtalarının günden güne arttığı sokaklarda, acele işlerine koşuşan büyüklerin kapladığı kaldırımlarda çocuğa yer yoktur. İşi sı- kışan büyük; onunla meşgul olamaz. Anne de, baba da çalışmaya gidiyor. Git- mezse sefalet çocuğu yakasından tutup büyüklerle beraber süründürür. Hali vakti yerinde ailelerde bile çocuk para ile tutulmuş yabancılarla evin bir köşe- sine bırakılır. Kendini doğuranlara aid odalara girip çıkamaz. Hiçbir yer yoktur ki orada ruhunun anlaşılabileceğinden ve serbest serbest gezi ağından e- min olabilsin. Uslu durmalı, ses çıkar- mamalı, hiçbir şeye dokunmamalıtır. Çünkü: Hiçbir şey kendinin değildir. Ne varsa büyüklerindir, çocuk el süremez, yasaktır. ğ Peki yâ önun olan şeyler nerede? O- nuh bir şeyciği yok ki... Otuz, otuz beş yıl evveline kadar dünyada çocuk san- dalyası bile yoktu. Bugün mecazi ma- nada kullanılan şu sözler de bunu gös- terir: «Sen onu daha annenin kucağında ; iken öğrenmişsin. Ben seni kucağımda büyüttüm.» Çocuk evde büyüklerin yerine otursa azarlanır, yere otursa azarlanır, merdi- vene otursa azarlanırdı. Oturabilmesi i - çin mutlaka bir büyük onu lütfen kuca- ğına almalıydı. İşte çocuğun büyükler a- rasındaki hali. Durmadan arayan fakat aradığını asla bulamıyan bir muacciz,.. Tıpkı hiçbir medent hakkı, kendine mah- sus hiçbir yeri olmiyan bir insan gibi... Öyle bir cemiyet matrudu ki, istiyen ta- biatten aldığı bir hakka - büyüklük hak- kıma - dayanarak onü tahkir edebilir, cezalanldırabilir, dövebilir. Garib bir ruht hâdise büyüğe; sos - yal teşkilâtta çocuğuna bir yer vermeyi unutturdu. Birbirini kovalıyan kanun- ları düzeltir, değiştirirken kendi varisi- ni kanunsuz yani kanun hâarici bıraktı. Onu her büyük kalbinin derinlerinde yaşayan haksızlık sevki tabiisi önüne başıboş terketti. İşte dünyaya taptaze * # 5ö4 Halbuki: O; hatalarla dolu İnsan haya- tınaın nesilden nesle yığılıp kalan boğu» cu havasını dağıtan temizleyici bir nefeğ olabilirdi. 4 İhmal nihayet farkedildi. İnsanlığın tâ kurulduğu gündenberi asırlarla kör K, ve duygusuz kalan bu sosyete nihayet — unutkanlığını farketti. Hıfzıssıhha; sar — yısız kurbanlar veren bir felâketi, bir — musibeti önlemek istermişçesine yardıma koştu. İlk yaşlardaki çocuk ölümile müs cadeleye girişti. Bu ölüm sayısı o kadat —— yüksekti ki sağ kalanlara umumi bin — hercümerçten kurtulabilmiş gözile bak- Mak lâzımdı. Hıfzıssıhha, halkın ömrüne —— bir hayat elemanı olarak girdiği günden — yani 20 inci asrın başındanberi çocuk — hayatı yeni bir şekil aldı. Mektebler 6 — kadar değişti ki on, on beş yıl evvelkiler — bir asır önceden kalmışa döndüler. Mek- — teb gibi ev terbiyesi prensipleri de mü- — af samaha ve tatlılık yoluna girdi. Fen terakkisinin yarattığı bu netice- lerden başka hislerin dikte ettiği şahst İ teşebbüsler de yok değil. Bugünkü ısla.- — hlatçıların çoğu kararlarında daima gö- — cuğu hesaba katıyorlar. Şehirlerde ço- — cuk parkaları yapılşyor, —meydanlarda çocuklara oyun yeri ayrılıyor. Tiyatro — teşkilâtında çocuk tiyatrosuna yer verle —— liyor. Çocuklar için gazeteler, mecmua- — lar basılryor, seyahatler tertib ediliyor. — San'at sahasında fabrikatörler çocukları — düşünüyorlar. Onlara göre mobilyalar, — Şuurlu sınıf organizasyonunun tes — kemmülü üstüne çocukların teşkilâtlane — dırılması da düşünüldü. Ve onlara - ize — cilik gibi bazı teşkilâtın verdiği - içtimaf — disiplin ve asil duygular aşılanmak ise — tendi. Devrimizin siyasi inkılâbcıları ço- — cuğu, projelerine muti bir alet yapmak — üzere, ellerine alıyorlar. Hâsılı ister les — hine, ister aleyhine, ister yardım, istep -. bir maksad uğuruna kullanma için olsun, —— çocuk bugün bir varliktir. İçtimat —bir — şahıstır, kuvvetlidir. ve her sahaya gir- — miştir. O; artık yalnız ailenin bir uzvu — değildir. Artık Pazar günleri bayramlık» — larını giyip babasının elinden tutarak tım — Piş tıpış yürüyen ve bütün dikkatini üs- — tünü, başını kirletmemeye — veren eskj — çocuk değildir. Hayır, o bugün içtimaf — âleme hâkim olan sosyal bir şahsiyettir. — Şu halde onun etrafındaki kımıldanı- — şın manası açıkça anlaşılıyor. Yukarıda —— da söylediğim gibi bu hareket ne z ne de organize edilmiş değildir. Hiçbir teşkilât tarafından da tanzim edilmiyor. — Bu da gösteriyor ki çocuk saati artık çalı — mıştir. Ortada bütün kudret ve şümulile mühim bir sosyal mesele vardır: Sosyıd*L_ çocük Meselesi. Böyle mühim bir kımıldanışın şümü- — lünü nazarı itibara almak lâzımdır. Zira — bunun sosyete, medeniyet ve bütün in- sanlık için ehemmiyeti pek büyüktür. — Şimdiye kadar aralarında hiçbir bağ ol madan vücud bulan dağınık eserlerin — yapıcı kıymetleri yoktur. Fakat bunlar, — etrafımızdaki büyük sosyal yeniliği teme — sil eden umumi ve hakiki filizlenmenin — delilidirler. Evet bu yenilik pek büyük- — tür, bize yeni zamanları ve medeniyetin — yeni bir devresini haber veriyor. İnsan- —ş lğın yalnız büyüklere rahat bir dünya — (Devamı 10 uncu sayfada) Ş Va

Bu sayıdan diğer sayfalar: