9 Şubat 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

9 Şubat 1940 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA Yazan Halid Ziya Uşaklıgil Hünkâr gece yarısı uyandırıldı ve beni kabul etti Metin adam: Cılız, fakat muannid - Emre itaat lâzım geliyor: Hünkâr yatağından kaldırılacak - Odada derin bir süküt ve intizar - Hünkâr uyandırıldı, fakat hiç şaşmadı - Hüseyin Hilmi Paşanın beklemediği netice! Hüseyin Hilmi Paşa benden cevab bek-/müsahib uyandırılacaktı, o mabeynle ha- liyordu. İtiraf etmeliyim ki verilecek cer |rem arasındaki uzun dehlizi geçecek, ha- vabı bulamıyordum. Mevkiimin, vazife-İremin demir kapısına vuracak, haremde sin haricine çıkarak onu kararından vâz-'nöbet tutan müsahibe anlatacak, o da lıyan bulunmuştu. Kim?. Belki de Ah- İmed Rıza — Hüseyin Eilmi Paşaya ben- den selâm söylersiniz. Pek ziyads teessüf Nurullah Ataca geciken bir cevab Yazan: Halid Fahri Ozansoy Şu aşağıdaki yazıyı yazdıktan sonra,; (Ben söylüyorum: — Nafile tevile kalk Nurullah Atuca karşı içimde sebebsiz | ma. Gürültüden hoşlanmıyorsan ne diyo bir acıma hissi uyanmıştı. Belki, de-!4ğz'nı açıp buna, Orhan Seyfiye filân s0- miştim, gün gelir akıllanır, tenkid de-|ğuk nüktelerle ağzını bozuyorsun? Üste- nen mukaddes meslekte bir gün meş-|lik şimdi de bir yazınla gençleri ikiye &- leğinin ehli olmağa çalışır. yırmağa kalktın. Bak, bu fitne ve fesadıs Böyle düşünmüş ve yazvna bir tara-|na genç hikâyeci Said Faik bile kızmış, İfa bırakmıştım. Fakat bugün son gelen sana lâzun gelen cevabları yetiştirmiş! Ulus gazetesinde gene Nurullah Atacın | Hattâ sana sitem yollu nasihat bile edi- benimle uğraşan uzun bir yazısını o-|Yor ve diyor ki: «Yazılarında bayağılık- kudum ve şuna kanaat getirdim ki bu tan, numaradan ve Akbaba tarz alaydan adamcağızın edebiyat sahasında sdeta| (herhalde tarzında olacak! Tertib hatası bir nevi kâbusu olmuşum. O halde ona! belki!) çok çekinen Nurullah Ataç son tam bir kâbus olmaktan ne diye çeki-|darbeyi vurmak için bu Vilâ Nürettin neyim? Şunu bilsin ki, bundan sonra'ağzına yanaşmaz; Halid Fahri ve Orhan geçirmek teşebbüsünde bulunmalı miy-|bünkürin hizmetinde nöbet tutan hâri- im. Ben kendisini pek çok zaman ya- o musmadıkça ben susucak değilim ve Seyfiye onların tarzile çatmazdı, dı? Bu, biraz garib olmaz mıydı?” Benim| sözlerimle kararını değiştirerek arabası- na binip konağına gider miydi? Büsbütün susmak ta garib olacaktı. Hünkârın kendisine olan teveccühünden uzun uzun bahsettim, ba istilanın ne bü- yük bir tesir yapacağını hatırına getir. dim, hele böyle, gece yarısından sonra u- yandırılarak bu haber arzolununca... Bu son sözleri söylerken hünkârn böyle uyandırılmasındaki garabeti ihtar etmek istiyordum. O — Hayır, hayır; de- di; siz hemen arzediniz... Bu bir emirdi, mütavaatten başka ça- re yoktu. Hüseyin Hilmi Paşa ince, cılız vücu- düne rağmen pek muannid, pek metin bir fıtrat sahibiydi. O pek ince fakat pek hamuru #ağlam bir çelik şerit (gibiydi ki eğilir, bükülür, her inhinayı kabul «| der, fakat çatlamaz, kırılmazdı. İnce ve cılız, dedim. Gözlerimin önüne geldi. Kupkuru bir deri bir kemikten #baretti, Soğuktan korkar, fakat ubur bir şişman kadar yiyip içmekten yılmazdı. Kiş, yaz kat kat fanilâlar içinde, türlü kalın yeleklerle, ve geceleri kim bilir; küç hırka, kürk ve başında takkelerle 50-. ğuğa karşı siper altına giren bu 1 vü. cudün midesi, ipad ve sebat hasletleri kadar, bitmez tükenmez bir kuvvet ser-| mayesine malikti. Bunu tek başına ken-| disine mahsus sofrada hizmet eden en- derun efendileri hayretle görürlerdi, O- nu böyle fazla yer, ve sekiz on fanil gömlek ve yelek altında barınır gördük- nedar ustayı uyandıracak, nihayet m? tacel ve mühim bir iş için başkâtibin bün- kârı görmek istediği arzolunacaktı. Bu, hiç olmazsa yarım saatlik ir işdi, İakat çare yok, sadrazam: — Mutlaka! der gibi bir süküt ile bekliyordu. Nikayet bu iş yapılabildi. Bü bekleme zamanında! da ağır bir süküt vardı. Sadrazam yi be büzülmüş sus işin len nasıl çıkılacağında mütehay- rir, havadan sudan bile bahse cesaret c- demiyordum. Nihayet, mahud dehlizi odamı m takib ederek, kasın, ke ile bana mun n evvel böyle bir saatte, sadrazamın 1s ta affettirmek istedim, O bir miyerek dinledi. Müracaatin sebebini — Böyle arına mağlâb olarak reti #ikten sonra sordu bir vak'ada ne yapılır? dedi. Cevab verdim: — Şevketmesb efe pktan birini #htiyar buyurursu. miz İki huz, Ya ıvı kabul etmezsiniz, O za- mah... Beni ! - Ce niyeti gücendirmiş oluruz. Ben devam ettim: — Yahud kabul e- dersiniz, fakat yeniden kendisini sadare- te tayin edersiniz. Yeni teşekkül e k nımda bulundurmak isterdim, fakat... i dinlemeğe lüzum yoktu. Yâ- itağına bakarak sonun: Yarın âyan ve meb'usan reislerini dâvet edersiniz Bir kaç gün sonra da Hüseyin Hilmi Paşayı İkabul ederim, dedi, ve ayağa kalktı, Mabeyne avdet ederek odamda hâlâ kımıldanmadan bökliyen Hüseyin Hilmi Paşaya bu neticeyi haber verince o da &- İ yağa kalktı ve bir kelime söyletieden kendisine böyle bir cevab getiren adalı âm'ıyarak yürüdü. kârdan fazla bir cesaret e kendisine başkâtibin merbutiyetinden ne bekliyebi- lirdi? Bu sualin üzüntüsü yüreğimde dü- olması lâzım gelen yatağına dü Yatağa girdim, fakat uyudum diyemi im yeceğim. Belliydi ki Hüseyin Hilmi Paşa hiçliklerini icab ederse bir yıl sayıp dökeceğim. Halid Fahri Ozansoy | Ben bu son edebiyat kavgasının cefa- sını çektim, şimdi safasını süreceğim. Doğrusu eğlenceli temaşa! İ Dünküler, bugünküler, karagöz perde- Bi gibi acayib bir manzara âlan gazete sü- tunlarında sıra İle boy gösteriyorlar. Ba- zan ben de böyle, o perdede görünüyer- İsa da ziyanı yok! Tekrar acele dönüp seyirciler arâsındaki iskemleme kurülu- ğer doğrusu! Perdede birbiri arkasından hayli efe ve biberoyi gelip geçti. Hattâ oyunun eli e uzaktan etekleri zil çalarak j&elip yetişti. Malüm ya, oyunun eli bak| detnektir. ca evvel İtalısı edel yatın eli baltalısı Bu meşhur deve derisini ayl, bu zavalk san'attan malırım kalemin Gördün mü, Bay Nurullah! ririn zekâsına!... Hem Orhan Seyfi ile bana çatmanı ayıblıyor, hem de «bayağı lık, numara ve Akbaba tarzı alay» ın üs- tadları diye Vâlâyı, beni ve Seyfiyi gös“ teriyor, Ben şimdi bu çocuğa kızayım mı? Nasıl kızayım? Kızsam bir daha beni böys le müdafaa etmez ve korkarım, «Serveti- fünuns daki masamın üstünde duran hoke kamla kalemimi bile ortadan kaldırıves rir. O zaman ben ne yaparım? Başımın tatlı bel rına büsbütün mecmuayı dev manda misafir ağırlamak bile güç! Maa- mafih ben bu ucayib davada artık der- vişler gibi sabırlı oldüm. Onun için i rinden birinin bu gafını da hoş gi rum. Yeter ki iddia ettikleri şu meşhur eserleri yaratsınlar da ortaya döksünler! Fakat şunu itiraf ederim ki, sen sik sık huzura kabul edilip bel bol gt. bir yazımda okuyucularıma tekdim et-İtenkid ve hücum vadisinde bu gençler. fata mazhar oldukça ihtiyaç takdirinde hürkârn himayesine İ işte şu istifa işinde İ ğına, belki de yı cemiyeti tarumar ede tu. Hayatta, h İkarşı o ik ğine zahib olmuş- ile saltanat makamına adar tecrübelere sahib olan bu İ pişkin siyas ü nasıl olup ta böyle İsakat bir muhakemeye takarak gece İ yarısından si nra saraya kadar gelmekte istical etmişti? Hele bu aceleye sebeb ne idi? Sabah olmadan fırkayı bir muzaf- ge yatağında bir mumya gibi bırkalara heyet itimad kazanamazsa meclisi feshe- | feriyeti karşısında âciz bırakmak ümidin- sarınan, başına biribiri üstüne sekiz on takke ve külâh giyerek uyuyan, günde bir defa fakat on defaya bedel yemek yi- yen, marazlarla, sakatlarla dolu vücudü ber türlü yorgunluklara rağmen şeksen gü kadar sene en müşkül vazifelere ta- hammül eden meşhur Talleyrand'a ben- getirdim. Başka bir kelime söylemiyeceğine de- Milet eden bir asık sima İle bana baktı, Sabit Beyle ben de biribirimize bakıştık. Hünkâr uyandırmak lâzımdı. Her şeyden evvel nöbette bulu Avukat alnında biriken terleri sil. mek ve bir an dinlenmek için susmuş- tu. Bu antraktan istifade salonu bir ta- kım maurıltılar dolaşıyordu. — Fevkalâde güzel müdafaa ediyor. — Askolsun vallahi... — Galiba kurtaracak adamı! — Yaman avukatmışl. Mıriltı avukatın söze tekrar başlıya- cağını ihsas eden bir hareketile birden kesiliverdi, — Müekkilim oğlunun ölümünden mes'ul değildir. Kadınm ölümüne ge- lince? Buna kendi sebebiyet vermiştir. Avukat. ir saniye müekkiline ba- karak. heyeti hâkimeye işaret etti: — Biraz evvel de söyledim, karşınız. — da dünyanın en bedbaht bir babası bu- Yunuyor. Onun çektiği ıztırab sizin ve. receğiniz ceradım daha hafif değildir. Bu tazallüm suçluyu çileden çıkar. mıya kâfi gelmişti. Şiddetle ayağa kalk» tı. Avukatma dönerek bağırdı — Siz beni müdafaa etmiyor, metha met dileniyorsunuz.. adalet kapısına #ğnanlara asli sadaka vermez. Rica ederim. yalvarırım beni bu derece şa. yen! merhamet bir hale düşürmeyin!. Sonra heveti hâkimeye hitab etti: — Bu saçmaları daha ne kadar dinl!- yeceksiniz?. Kararınızı bir an evvel ve- riniz. adalet bir an evvel tecelli etsin! nur... Başını salladı: Fena! İkinci şıkka geçti kabul buyurursunuz. Yahud istifayı n ve meb'usan relslerini celbederek onlarla istişareden sonra yeni sadrazamı tayin buyurursu- BUZ... yordum. Hünkâr da kat'iyen! cağı olsun. Aklımdan geçen bu tehdidin | celbetmek var. ye vâkıf oluyor hali dişini buna hazır. Cezamı çekmeliyim.. merhamet hisle- riniz vazifenizi unutturmasın. ben ya- şamak istemiyorum, yaşatmayınız be- ni,. oğlunu öldürmüş bir bebayı cemi t içinde mostra gibi teşhir mi ede- seksiniz? Onu yaşatarak kıvrana kıvra, na ölmesini mi bekliyeceksiniz? Reis, kalemile kürsüye vurarak sö- zünü kesmiye uğraşıyordu! — Susunuz. size söz vermedim.. su- *unuz diyorum sİZ8.. O, bunları duymuyordu bile.. müba- *r ve arkasında bekliyen jandarmalar müdahale ettiler.. avukat sükünet bul. masını rica etti. Müşkü vw Sarkilar etti. Müşkülâtla yerine o Reis, salonda süküneti tesis ettikten pa avukala devam etmesini işaret Avukat bu müdahaleden heyecanını xaybetmiş, alınmış O görükmü; Mibbesinin bol kollarile bayada Maine: İdersiniz, yeniden intihaba teşebbüs olu-|de mi idi? | ti) padi: hibi olan başkâtibin icab eden mil r bu ümid boşa çıkmışsa bunda İt ve Terakkinin sarayda bir aleti, hm zihninde müstesna bir tesir sa- sta ş ol- | ması neticesini çıkarmak icab etmez miy- İdi? Şu halde, evet, şu halde, onun da ala- eski dostuna muavenette bulunmaı altında uyumuş olacağım... Halid Ziya Uşaklıgil ler resmederek, saçlarını alnının orta- sına dökerek, tekrar müdafaaya giriş miştiz — Su dakikada huzurunuzda cere- yan eden müheyyiç hâdise iddialarımın akabinde vukubulmuş bir isbat vesile- ir. Bu baba ne yaptığını bilmez bir hale gelmiş ise onu ayıblamamalı, kız- mamalı, mazur görmeliyiz. Ben şahsen onu hiç bir suç işlememiş bir insan ka dar temiz ve masum addettiğim için- dir ki, beni tezyif etmesine rağmen ay- ni şiddetle müdafaasına devam etmiye kendimde kuvvet buluyorum. Onun bu hali evvelki iddialarıma hak verdi- riyor, müekkilimin şuuru muhteldir. Muhterem hâkimlerim bu cinayetin bi- zim bilmediğ bilemediğimiz. tah- kikatın çözemediği birçok esrurlı kısım- ları olduğu muhakkaktır. Mücrim, bu sözler üzerine titremiş- ti. yoksa... miştim. Tekrar hatırlalmağa bilmem ki lüzum var mı? Münekkid Nurullah Ataçtan bahset- mek istiyorum! Hiç değilse, benim hak- İkamda gevelediği şikletleri kendi tarafi- na süpürmek içi Fakat ben, bay mü- İnekkidin gerek « vabı mektubunda, gerek Haberdeki «U- zaktan> sernameli yazılarında gözlerime İçarpan bir takım komikliklerine nişteri- İmi batıracağım. Tâ ki edebiyat bünyesin- İdeki bü üfunet biraz deşilsin ve biraz ol sun rahatlıyalım! | Önce onun «Edebiyatta eskiler mi, ye- Biler mi?, anketine cevab olarak yolladı- ğı mektubu ele alıyorum. İşte en karak- teriztik cümleleri ve ona cevablarım! O söylüyor: — Edebiyatta tasfiyenin ne demek olduğunu anlamadım. Ben söylüyorum: -—- Yazık hâlâ anla- madınsa.. Bence, her şeyden evvel senin gibi münekkidlerin susması için. O söylüyor: — Bu tasfiye fi gürültü koparmak, bu suretle de bir dikkati yle şeylerden gençli- ğimde bile hoşlanmadım; bu yaştan son- ra mı hoşlanacağım? Bir an avukatın her öğ i Vul şeyi öğrenmiş olacağını düşünerek vücudünden baş- tan aşağı terler boşandı. Lâkin avukat, sözün getirdi: arkasını çabuk Ğ — eee biz bilmiyoruz. Müekki- im saklıyor. saklamak işine geliyor. Çünkü ölümden kurtulmaktan korku- yor. Mademk! bu esrarı aydınlatamıyo- ruz. adalet sleyhine bundan ferağat etmek lâzım gelecektir. Mücrim. derin ve memnun aldı, — Çok şükür bilmiyor! Diye mırıldandı... Avukat devam ediyordu: — Muhterem hâkimler sizden ceza- nin tahfifini değil, müekkilimin berae- tini istiyeceğim. Bu söz salonda umumi bir mırılı yükseltmişti. bir nefes şam» daki anket ce-| den öğreneceğin daha pek çok incelikler var! Neyse.. anket cevabı olan mektubunda artık başka cümlelere geçiyorum. Diyorsun ki: — Oktay Kifat'ın «Şehid- Jik» ini okuyup ta anlamamış, beğenme- miş olanlara acıyorum. Diyorum ki: — Bana acıma. Çünkü ben o şiiri senden daha evvel, henüz ilk intişarında «Son Posta» da çıkan bir ma- | kalemde methetmiş ve şüri tamamen kendi yazımın içerisinde okuyucularıma 'da sunmuştum. Manmafih bu sözüne memnun oldum; Demek ki bendeniz, se- nin gibi güzel şiirden anlıyanlardan işimi İşte şimdi buna canın sıkıldı ya, keşki bunu duymasaydın! Orhan Seyfi için diyorsun ki; «Şiirle- rinden hiç hazzetmem amma pekâlâ bir adamcağızdır.» Rica ederim, bu tasgir sıfatile Orhan Seyfiyi mi küçültüyorsun. yoksa kendini mi? Sence kibar tenkid bu mudur? Ya benim hakkımda buyurduklarına ne diyeyim! İşte o sözlerini de aynen bu- raya alıyorum: (Devam: 10 uncu sayfada) Hâkim elile masaya bir iki asabi darbe vurdu. Avukat sözlerini tekrarlıyordu: — Evet, cezanın tahfifini değil be- Taetini yeceğim. Müekkilimin ye « rinde her kim olsaydı böyle yapardı. Böyle bir vaziyet karşısında da kim o- lursa olsun hak kazanırdı. Müekkilim iki cinayet işlemiştir. Fakat daha evvel müekkilimin şahsına karşı işlenen ci- nayeti cezasız mı birekacağız? Zavalh bir çocuğu iğfal ederek ona mel'un bif hastalık aşılayan aşifteyi mazür mu gö- rTeceğiz? Babasına biçak çekip gırtlağı- na' sarılan delikanlının suçunu bağışla yacak mıyız?. Hayırsa, buplar cez#ları. nı görmüşlerdir. Evet ise müekkilim de beraet etmelidir. Ölenler ölüme müstahakdırlar, Sadece müekkilim vas sita olmuş, cemiyeti iki frengiliden, des jenere bir kadınla, serseri bir delikan- ıdan kurtarmıştır. Zinhar bu sözleri le cinayeti ne iyi olmuşda yapmı şeklinde karşıladığımı zannetmey » Z Kanun her ne sebeble olursa olsun 5 zat intikam almak hakkın bahsetmememiştir. Müekkilim elbet- te cürmünün cezasmı çekecekti. Fakat adalet geç kaldı. vicdan daha evvel davrandı. İşte karşınızda duruyor. Bu bahtsız insan cezasını çekmemiş midir çekmiyor mu?, Çekmiyecek mi? (Arkası varj Çatarsan daha | bile böyle çat adama,.. Bük genç muhar.

Bu sayıdan diğer sayfalar: