16 Mart 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

16 Mart 1940 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

MEMLEKET MEKTUBLARI LİMLÂ VE SARF MESELESİ -J Lisandaki karga A İN imlâ istikrar bulamıyor. —memarea v. fElde bir kaide k i i itabı olmayınca tabiatile bir şekil almayınca gene tabiatile bir lügat yapılamıyor. Bedbaht Türkçe, dün- (yanın azçok medeni hiçbir lisanında olmıyan yoksulluk içinde kıvranıp duruyor j şalık mlâ sabit Yazan: Halid Ziya Uşaklıgil Arsb harflerinin terkedilerek Jütin! harflerinin kabulü demek olan yazı in -| kılâbın: yalnız bu şekilde hikâye etmek 'Türk azminin bu işte nasıl bir harika yaptığını anlatmak için kifayet etmez. Bir yabancıya denilse ki bütün Türkiyede evrakı havadis, resmi ve hususi müesse « sat, muallimlerile, talebesile, kitablarile, bütün mektebler, bir muayyen güne ka- dar asırlardanberi yer tutmuş olan Arab yazısını birakacak, enun yerine iâtin ya- zısını kabul edecek, aksine hareket kanu- na karşı bir cürm telâkki edilecek, mik yonlarca insandan mürekkeb bir millet| © güne kadar sağdan sola okuyup yazar.| ken, tersine okuyup yazmağa başlıyacak; İhtiyarı, genci, çocuğu, kadınları yeni baştan okumak, yazmak öğrenecek, o gün herkes eline aldığı gazeteleri, inektub -| ları, başka bir yazıda görüp sökecek, ve bu barika hiç sarsıntıya sebeb olmadan teessüs edecek, O yabancı bunu işitince, bilemem, bu harikanın nasıl zorluklara galebe çalan bir azmin mahsulü olduğu- nu tamamile, tafsilâtile kavrıyabilir mi? O yabancı meselâ bir Rus, bir Rum ise, onlara «siz böyle birkaç gün içinde eski ve tarihi yazımızı bırakıp bütün memle -| kete, bütün millete yeni bir yazıyı, lâtin © Yazısını kabul ettirebilir misiniz? diye sorulunta, zannetmem ki kendilerine gü- venerek «evet!» cevabını verebilsinler, Evet, bu bir harika idi, bugün uzaktan » bakınca, ilk önce pek şaşılmadan - şaşı-! Yacak şeylere o kadar alışık idik ki. - gö- © rülen bu hâdiseye bir harika demekten » başka yapılacak iş yoktur. Fakx... Bu — harika burada kalmalıydı ve lâtin yazı « © sına İnkılâb takarrür edince onun hemen icablarına göre tedbir almak icab eder- di; bunu düşünmeden bir ikinci harika “yapmak istenildi. Denildi ki: «Eski yazı ortadan ka'kın- ca lisanda onun icab ettirdiği bütün usu- “lü de terketmek lâzım gelir. Ve bunun © için artık mektleblerde sarf, nahiv, her “ me isimde olursa olsun kaide kitablarına, “eski ve yeni lisanin bünyesine, muhtelif takdirlerde kendisine âriz olan şekillere dair çocuklara zahmetler verecek, yor » © gun'uklar doğuracak şeylerden hazer o- © Junacak. Çocuk kendi haline bırakılacak, 'einde, anasından babasından, sokakta © şundan bundan kendi dilini nasıl işitiyor- “sa öyle söyleyip yazacak, eline nası! bir “kitab geçerse onu okuyup kendi lisan bil. .gisini onunla ikmal edecek», ve işte büy- lelikle çocuğun mekteb hayatında eline “Msanı için doğru yolu gösteren bir tedris — Kitabı verilmedi. Yıllardanberi mekteblerde türkçe böy-! devam edip duruyor, yani topallıya X 1 Bu tedris usulünün acı neticesi karşı - sında nihayet irkilip durmak ve hiç ol - ma?sa bundan sonra için bir çare bul - mak lâzımdı; işte bugün bu çareye te-| vessül edebilmek için bir sarf ve nahiv kitabı yapmak teşebbüsünde bulunulu « yor. Nasıl yapılacak? Mesele burada... Zaten biraz muhakeme yürütebilecek | yaşa gelmiş olan mekteb çocukları, ken- dilerine bir yabancı dil, meselâ fransızca öğretilmeğe başlanırken zihinlerinde do- ğan şu suale cevab bulamamakta olma-! kıdırlar: «Nasıl oluyor da şu yabancı dili! bana öğretmek için onun grammaire'ini | öğretiyorlar da kendi lisanımın böyle bir | kaide kitabını eline vermiyorlar?» ve ©- linde böyle sabit, muayyen bir düstur ol- mayinca her çocuk kendisine göre lisana bir şekil veriyor. Bundan doğan karga - şalğa bugün şahid olmaktayız. Elde bir kaide kitabı olmayınca, ta - biatile imlâ istikrar bulamıyor. İmlâ sa- bit bir şekil almayınca gene tablatile bir lügat yapılamıyor. Bedbaht türkçe, dün- yanın az çok medeni hiç bir lisanında ol. mıyan yoksulluk içinde kıvranıp duru - iyor. Bunun tek bir çaresi vardır: O da, lisanın bünyesine göre bir sarf vücüde getirmek ve bu sarfın hakimiyeti altında imlâya bir intizam ve ıttırad vermektir. * Muhterem edib, aziz muhib İsmail Ha- bibin bir edebiyat kitabı hakkında inti- şar eden tenkid makalelerini srasile o-| kudum ve bunlardan kendi hesabıma| pek çok istifade ettim. Bu makaleleri yaz- mak için edebiyat muallimi sıfatile mü - nekkidin sarfettiği sabra ve isbat ettiği zengin vukula hayran olmakla beraber için için gülmekten de hâli kalmadım. Sebebi? Bunu izah edeceğim: İsmail Habibin üzerinde tevakkuf ettiği yanlışları icmal edecek surette birkaç nev'e ayırinca gö- rülür ki en evvel gözüne batan, yanlış te- 1â#fuz edilerek o süretle tersim edilen 2-| barça kelimelerdir. Şu dakikada bunlar- dan biri hatırıma geliyor. Kitabın mü'el. | Yifi şühka okumuş ve öyle yazmış; şehka| yerine... Öyle zannediyorum ki bu keli- meyi Türk edebiyatına sokan şu satırla- rım sahibidir. Onun için nasılsa ben doğ- rusunu bilirdim, eğer onu doğru telâf - füzile alan ben olmasaydım belki ben de yanlış 'okuyacaktım. Ah! Bu aratıça keli-! meler, onların elinden elâman! Hangimiz iddia edebiliriz ki manalarını bilmekle beraber bütün istimal dairesine aldığı - mız Arab kelimelerini hep doğru okuyo- ruz, Öyle zamanlar oluyor ki bir ömre ya- Etrafımda pek çok kimseler gördüm ki meselâ huzme yerine hazme velâffuz e - derler. İşte bütün etrafta muallimi de, ta- lebesi de hisab yerine hesap deyip duru» yor. Eski yazıya vâkıf değilse, bugüntin genci bu yolda bir şüpheye düşünce mü- racaat edecek bir lügat kitabı bulabile - cek mi? Gene etrafta herkes, hattâ bu isimlerin sahibleri bile, Rüknettin, Seyfettin, Ke- malettin diye söyleyip yazıyorlar. Dinden bahsederken doğru telâffuz edip yazar - ken bu isimlerde din, ttin, oluyor, fazla olarak bir yanlış daha ilâve edilerek... Mutlaka mevcudu tahrif ederek yanlış bir şekle koymakta hususi bir merak sa- hibiyiz; hattâ ecnebi lsanlardan alınan kelimelerde de böyle: ispor, istor diyo - ruz. Bu kelimelerin birincisini nihayet doğru yazmağa başladık, fakat yeniden kullanmağa başlanılan trettuvar garabe- tine ne demeli? Bazılarınin da yalnız te- lâffuzu değil, kendisini de yanlış alıyo - yoruz. Fransızcada directive vardır, biz buna directif dedik. İsmail Habibin itirazına uğrıyan yan- lışların ikinci nev'i vezin hatalarıdır; pek bariz ve samiayı tahriş eden hatalar... A- rüz ile yazılmış bir manzumeyi okumak için veznin bütün nevilerine vâkıf olmak| mutlaka lâzım değildir, vezinlere vukuf- tan evvel kulakta bir musikar kabiliyeti vardır ki manzum bir mısraı görünce bi- zi hemen onu nasıl okumak lâzı mgele - ceğinden haberdar eder. Ederdi diyece - ğim, acaba bugünün genci vezinleri bi - liyor mu, bilmiyorsa kulağında böyle bir kabiliyet buluyor mu? Bu sualin cevabını bugünün edebiyat müallimleri versinler, Üçüncü nevi yanlışlar; Kitabın müelli- fi galiba cümlei izaliyeyi atıf halinde o kumuş, yahud bunun tersine,.. Bugünün genç edebiyat talebesine o kitabda keşfedilen bu neviden yanlışları ânletabilmek için ne vasıtaya müracaat olunuyor? Bunu kestiremiyorum. Bir ço- cuk ki izafet nedir, arabçada, farsçada cümlei izafiye nasıl yapılır, bunu bil mezse, muttasıi hubbi vatan yerine hub- bü valan, hüsni nazar yerine hüsnü na- zar, hukukı beşer yerine hukuku beşer der ve öyle yazarsa kitabın o yanlışları. nı nasıl anlar? Denecek ki o genç artık böyle, cümleler (o yapmıyacaktır. Gayet iyil. Yapmasın, Ben de o fikirdeyim, fa- kat yapanlara tesadüf ederse onların yanlışını anlamalı değil midir? Artık bu makalelere bir son vermek zamanı geldi, Bir sonuncusunu daha ya- 3 rak, aksıyarak, çarpık çurpuk, düşe kalka | de durduğum ve lügat kitabına müracaat yuvarlanıp gidiyor. Bu bir fâci'a lodu. fi olan yazi hayatımda şüphe ile üzerin- ttiğim Kelimelere - tesadüf etmişimdir. Hicran | El “ Çünkü sizin vücudünüzün yanında enüs hantal bir kocakarıya dönüyor. Hicran masum ve sevimli gülüşile Cevab verdi: — Bunu da bir ressam sıfatile söy- orsunuz değil mi? Teşekkürümü, mek için size modellik yaparsam! nun olur musunuz? © Siret tekrar Hicranın İki elini > a iv - Bu benim en güzel eserim olur. © eser size benim ebedi minnelimi belki öder. i o — O hülde yarından #ibaren. Olur mu? — Hattâ mümkün olsa da şimdiden şlasam. Hicran gene *trafına bakarak saati Acaba saat kaç oldu? t mahzun bir sesle si NEZİHE 'MUHİTTİN — Niçin saati soruyorsunuz? — Sizi çok rahatsız ettim, — Beni mi? Siret “Hicranı ellerinden tutarak divana oturttu, Kendi de yanına otu- tarak: — Saati sormayınız Hicran hanım!, Saat benim en gaddar bir düşmanım şimdi... Hem sahllen bize ne? Varsın tıkırdasın dursun. şimdi sant beni siz- den ayıracak öyle mi? Ne olur. Ben val- niz, yapayâlnız bir insanım.,; Siz de. — Wvwet hen de yalnız bir insanım kimsem yok. — O halde niçin ayrıl#lım? Bırakı- mz bu ev yalnız sizin mevcudiyetiniz- lc süslensin... Ben sizin sesinizi dinli- verek hayatı seveyim. Sizin eşsiz vü- endünüzü görerek yasıyavım. Oh bil- mem ki ne cevab vereceksiniz bana? — Sizi tanımakla ne kadar mes'ud olduğumu söyliyebilir miyim? Bütün zarak susacağım. Halid Ziya Uşaklı aradıklarımı daha doğrusu bülün kay- bedip de hasretini çektiğim şeyleri tekrar bulur gibi oldum. Fakat daima yanınızda yeşsmek?. — Ne olur? Ne olur?. — Hiç bir şey olmaz... Hicran başın; eğdi. Siret heyecanla onun cevabını bekliyordu. Birkaç sani- ye sonra başını kaldıran Hicranın göz- leri göz yaşlarile parlıyordu: — Niçin dü yorum? Yahud ken- dimi naza çeker gibi davranıyorum... İnsanlar ne kadar doğru olsalar gene müra'likten (okurtulamıyorlar.. Siret bey. Ben burada kalırsam dünyanın en mes'ud bir insanı olacnğım. Ben bu ge- Ce bir mezardan kaçar gibi yalnızlıktan kaçtım, Odama dönmiye korkuyordum., ve bir serseri gib! dolaştığım sokaklar- da bir aç gibi şefkat arıyordum, Bir ar- kadaş, bir dost. bir hâmi (o arıyordum, midem değil, ruhum açtı. Tesadüflerin bu kadar cömerd. bu kadar olacağını asla düşünmemiştim. Hictan yorgun yorgun sustu. Siret onun ellerini bile tutmağa cesaret ede- miyerek hududsuz bir sevinçle: — Demek reddetmiyorsunuz? De » mek benimle kalmağs# razı oluyorsu - lütufkâr | ydi. iderdleri ve i bugünkü Yazan: Evvel zamanda bir memlekete yeni a- yak bastığı vakit beraberinde yağmur ge İe ederlermiş. Mersinliler eğer benim uğurumu bu sefer de deniyemeğdiler ise artık hiç bir vakit deniyemezler, Yurdumun en çok sevdiğim bir bölge- si olan Mersinin istasyonuna indiğim da- kikada başlıyan yağmur, ilâmaşallah, o- rTadan ayrılacağım güne kadar hemen he- men fasılasız devam etti. Öyle sanıyo - rum. ki, dostlarımın ısrarlarına dâyana - mayıp da bir hafta daha kalmış olsay - dım ortalığı su basardı. Her halde, beni güneşten ve portakal bahçelerinde gön- Yümce gezip dolaşmaktan men İçin ya - gan o yağmurların güzel Mersine feyiz ve bereket getirmiş olmasını candân di- lerim. Mersini bıraktığım gibi buldum, Bı - raktığım gibi diyorsam, bu İlndemden o- nun şu bir iki yıl zarfında ileriye doğru hiç bir adım atmadığı anlaşılmasın. Be- nim böyle deyişim sırf manevi güzellik. Jeri hakkındadır, Gene ayni misafirper- verlik, ayni cana yakınlık, ayni cömerd. Mk, kibarlık, çalışkanlık ve canlılık... Mersini ve Mersinlileri yabancıya sey. diren, gönülleri kendilerine bağlıyan bü- tün o hasletler yerli yerinde duruyor de- mek istedim. Yoksa, daha ilk bakışta Mersinde ve İbütün İçel vilâyetimizde şuurlu bir ça- lışmanın bariz eserleri güze çarpıyor, Ge- çen defa bana biraz âtıl gfbi görünen be- lediyenin bile bu sefer takdir ile karşi- lanması gereken başarılarını müşahede eyledim. Gazeteci binnazariye hakka ve hakikate hizmet etmekle mükelleftir. Ak. saklığı nasıl tebarüz ettirirse, tekâmülü kaydetmekten de baz duyar. Mersinin genç ve çalışkan belediye reisi Mithat Toroğlunda bu ince noktayı takdir eder bir şahsiyet bulmakla bahtiyar oldum. Kendisinden, evvelce tenkidlerimi nasıl hüsnü telâkki etti ise, bugün de burada, ayni sütunlarda içimden gelip kaiemimin bütün samimiyeti ile beyan eylediğim hayranlığı öylece, hakikatin ifadesi ola- rak kabul buyurmasını dilerim. Zaten, Mersinde beni sevindiren cihet- İlerden biri de, hükümet, parti ve halk müymessilleri arasında memnuniyetle mü şahede eylediğim uygunluk oldu. Her sa- hada beliren bu tesanüd ve ahenk şüp » hesiz ki o inci gibi vilâvetimizin İleri gitmesinde büyük âmil olmuştur. Başta, zekâ ve dinamizmi ilk tanışmada ken - dini gösteren vali Bürhan Teker olduğu halde ilk idare mekanizması saat gibi iş- liyor. Bu buhran zamanında orada müş - tesna bir faaliyete şahid olabilirsiniz. E. sasen, Mersin istikbali çok parlak, mü- him bir ticaret ve transit limanımızdır. İskenderunun sna vatana 1tihakı bile o- bu ehemmiyetini eksiltmemiştir. Son nuz öyle mi7 Ne bahtiyarlık.. ne saadet bu! — Evet kalıyorum! Sizinle kalıyo - rum. Size modellik yapacağım. Size bir dost. bir kardeş gibi. Siret genç kızın Iğkırdısını kesti: — Rica ederim Hicran hanım! — Evet size bakacağım. rahatınızı düşüneceğim. Sizinle kalıyorum. — Ok ne mukaddes geceymiş Alla - hımf., Artık mahzun ve kimsesiz res - sam şimdiden sonra dünyanın en bü - yük babtiyarı olacak. Fânilerin gıpta edeceği bir saadet bu... U oldukça yalnız sizin için va» sayacağım; size ruhumun bütün sefka- tini vereceğim, bu sizi mes'ud ederse?. — Cok hem pek çok... — Kâfi mi bu hsyatta?.. — Benim için kâfi azizem., Siret izah edemediği bir mahzunluk duydu. Bununla beraber çok heyecan - — Artık sadti sormıyacaksınız değil mi? dedi. Kalktu masanın üstündeki saati yü. dü koyun çevirerek ilâve etti: — Varsın kendi kendini dinlesin. — Ya evdekiler? tiren adama o memleket ahalisi uğur (za-! . Güzellikleri, kusurları, htiyacları ile : Mersin Ercümend Erem Talu bir yılda Mersin limanından yabancı ük kelere ihraç olunan eşyanın 215,000 tonu tecavüz eylediğini söylersem buranın ik- tısad! ehemmiyeti hakkında kâfi bir fb kir vermiş olurum, Milli Şefin ısrarla başardığı demiryol siyasetimizin inkişafı sayesinde (yalnız civar vilâyetlerin değil, tâ Kayseri ve Sivas gibi sahile uzak bölgeletimizin mabsulât ve masnustı yabancı ülkelerin yolunu Mersin tarikile tutmakta sürat, kolaylık ve ehvenlik buluyor, Başlıca servetlerimizden pamuk, buğp day. çavdar, krom gibi maddeleri yük « lemek üzere Mersine gelen tüccar va» purları, ah, burada mahfuz bir liman bulabilseler! O vakit, ancak müsatd mev- sime İnhisar eden bu ticari faaliyet şüp- besiz ki en az iki misli artardı. Mersinde hoşnudluğumu ve iftiharımı mucib olan iki model müesseseden mut laka bahsetmeliyim, Bunlardan biri güm>- rük, öteki de umumi mağazalar idare - Epeyce uzun ömrümde, içeride ve dı « şarıda bir hayli gezmiş ve görmüş in - sanım. Olanca samimiyetimle temin e « derim ki Mersin gümrüğü kadar temiz, muntazam, en yeni çalışma metodlarını muvaffakiyetle tatbik eden, tüccarm mem nuniyetini, hürmetini ve minnetini ka » zanan bir idareye daha rastlamadım. Ye- tiştirilmek istenilen genç gümrük me - #murlarımızın staj görmek üzere Mersine gönderilmelerini cidden arzu ederdim. Mersin umumi mağazalar idaresi de tıpkı onun gibi. Burada da, yeni gelen müdür örnek olmağa değer bir intizam, yüze gülen ve iş görmek hevesini uyan. dıran sempatik bir hava yaratmağa mu- vaffak olmu İnsan böyle başarılarla karşılaşınca ve böyle modern, Avrupai çalışma zihniye- tinin bizde de yerleştiğini ve ökleştiğini gördükçe, hassatan merkezden uzak yer. lerde, hakkile mahzuz ve müftehir o. Tuyor, Lâkin Mersinimizde ileri hamlelerile dikkat nazarını celbeden müesseselerin bu iki taneden ibaret olduğunu zannet- memelidir, Kültür bakımından da Mer - sin ileridir. Rahmetli ressam arkadaşımız Cemalin kızı Bayan Mürşidenin kurduğu ve idare etmekte olduğu Isı Yuva çok muvaffak olmuş bir ana mektebi örnegi- dir. Yurdun her tarafında bu pek güzel yuvanın gönül, çoğalmasını ister. Hazır, kültür bahsine temas etmişken, Mersinlilerin en büyük derdlerinden bi- rini izah etmek isterim. Bu yanık ve maarile susamış beldemizde lise yoktur. Sabah gayet erken, akşamları da en geş trenlerle Mersinden Adanaya gidip ge- lecek olursanız, “vagonların talebe ile (Devamı 9 uncu sayfada) — Kim onlar? — Hiç! — O halde bırakınız. hiç bir şey dü- şünmeviniz.. nasılsınız şimdi? — Çök mes'udum, — Yorgunluğunuz geçti mi? — Temamile, — İster misiniz sizinle bir gece eğ lentisi yapalım? — Elbet isterim, — O halde kalkıp hazırlanınız. — Ben hazırım. — Ah burada biraz olsun pudra yok. — Zaten hiç bir şey kullanmam. — Esasen ihtiyacınız da yok. — O halde. — Saçınızı olsun düzeltmez misiniz? — Onu düzeltirim, — Siz saçmızı düzeltinceye (okadar ben de küçük otomobilimi hazırlarım. Ondan sonra nereye isterseniz gideriz. — Onu siz tayin edersiniz. — Acelesi yok. Yolda kararlaştırı - n iz. Hicran odada yalnız kalınca etrafına daha alıcı gözlerle baktı. Ne güzel, na ince bir zevkle döşenmiş bir odatıktı (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: