26 Ağustos 1937 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6

26 Ağustos 1937 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

€ —- SONTELGRAF — 286 Ağustos 1937 Tefrika No: 56 Yazan : M. Süleyman Çapan Çerkes Hurşit, İSTANBUL Ko ——— ——— Tercüme ve Wktibâs hakkı mahfuzdur Matlı Mustafa... Kar kardeş Jibiyetleri muhakkaktı. Kendisi öl- medense, onların canına kıymayı mu- vafık buldu, çaresizlik içinde kamar sını çekti, evvelâ İzidora ekledi, ar- kasından Rızaya ver etti, Ve bundan- sonra eli hiç durmacan, kamasını sâğa saldı, vurdu, sola salladı vurdu. Neticede İzidor öldü, İspenç Rıza da sakat kaldı. Hüsnü 18 yerinden yaralı olmasına rağmmen ölmedi. Cinayet mahkemesi, vak'ada kasit görmediği için, Pehlivan Hüsnüyü (5) yıl hapse mahküm etti. Kavanoz Mehmet de, Pehlivan Hüs-. nü gibi fiyakacılardan hoşlanmaz, bu &ibi kabadayı bozuntularını hiç seve mezdi. Bulunduğu yere bunlardan biri gelirse hemen azarlar, ters söz öyler, kovardı. Bunun için, fiyakacı kabadayılar, onu temizletmek maksa- dile para ile Maltızlı iki adam tuttu- lar. Bunlar, o zamanlar Galatada ol- dukça işim yapmış adamlardı. Şal - varla gezerler, ayaklarına ucu püs- Küllü Efzon çarıkları giyerlerdi. Maltızlılar, Kavanoz Mehmedi öl- dürdükten sonra, Yunan vapurların- dan birine atlıyacaklar, soluğu Yu- nanistanda alacaklardı. Plânlarını bu şekilde hazırladıktan #onra, bir gece, Kayanoz Mehme - din oturduğu Tophanede Boğazke - sende Alyanak Recebin kahvesine gittiler, Bir çocuk buldular, onunla Kava- noz Mehmede şu haberi yolladılar: — Köşe başında İki kadın bekliyor, biraz sizinle konuşmak istiyorlar. Kavanoz Mehmet, adı pazaraâ çık- Teş zamparalardandı. Kadın lâfını işidir işitmez, hemen yerinden fırla- dı, sokağa çıktı; ilk köşe başına'bak- tı. kimseler yok, ikinciye daldı, ka- din değ gesi bile yokta, Üçün- tüye girerken, iki silâh scsi birden bıthdı. biri koluna isabet etti, öteki Şının Gibinden ıslık çalarak geç- ti Kavanoz hemen tabancalarını çek- ine, ötekini sol eline çan almadan, hedef tayin et- âh seslerine ti, aldı, meden tetikleri çekti. S iki inili — Mekapses!.. mektir) Şalvarlı kabadayılar, kavanozu öl- dürememişler, bilâkis biri gözüne isa- bet aden bir kurşunla ölmüş, öte - deki de kolundan yaralanmıştı. Ci- nayet mahkemesince, 15 yıl hapis ce- zasına mahküm edilen kavancz, bir müddet umumi hapishanede kal - dıktan sonra, bodrum kalesine sürül- dü. Orada altı buçuk yıl kaldı, Hür riyetin ilânında, affedilerek İstanbu- la dördü. Umumi Harpte, Kafkas ephesinde şehtt oldu İstinyeli Deli Suphiye gelince, i- kinci Abdülhamit devrinin sonları ile meşrutiyet devrinde yaşayan ka- badayıların € lılarındandı. Ö- teki kıyakçılar gibi onun da hiç şa- kası yoktu. Kendini tutar, sabreder, fakat bir kere mecbur olur da çe - kerse derakap vururdu. , Neresinden mi?.. No tarafından mi?.. Neresi kamasının ucuna gelirse.., 'Tebancasının nişengâkı neresini be- Benirset!.. Aman dinlemez, zaman bı- rokmaz, fırsat vermez. Hemen sokar, zımbalar, gümletir, patlalırdı. Meşrutiyet yıllarında, Kara Ke - malin eski dostu olduğu için İttihat 've Terakkiye intisap etti. Dövülmesi, kufası yarılması, hattâ öldürülmesi lâzim gelen cemiyet muhaâliflerini, cemiyetin emrile dövdü, kafalarını yardı, bıçakladı. İntihabatlarda, e- Şürarmrr d lkülnüi günü bir vapur tarafından görülerek kurtarılmışlardır. Aradan seneler geçmiş... Glongh daha bir çok seneler denizlerde çalış- tıktan sonra bu vak'ayı unutmuş ve Avustralyanın bir köşesinde — isti - tahate çekilmiştir. Glongh ihtiyar ol 'masına rağmen sıhhati yerinde, fa - kat parasız bir adamdı. Günün bi - tinde Amerikalı bir noterden aldığı bir mektupta Fergiussan adında biri- nin vefatında kendisine 1000 İngiliz lirası brrakmış olduğunu bildirmiş - tir. Baden-Baden vapurunun yolcu su, hayatını kurtaran tayfayı unut- mamiş idi!.. rışti: (Rumes yaktın, de- in katilini mahkemede öldürdü. Hakkı dünde sopa, sandık başında bekledi. Her semtin, her mahallenin intihap Ziya günü orada bulundu, halkı korkuttu, | muhaliflerin klüplerine asıldı, taşladı, | İttihat ve Terakkiye fazla rey kazan- dırmak için ne lâzımsa yaptı. O tam manasile bir İttihat ve Terakki fe- daisi idi. Bu hizmetlerine mükâlat olarak İttihatçılar ona Anadoluhisa- rının üstünde bir çiftlik verdiler. Deli Suphinin İttihat ve Terakki besabına çalıştığı, fedailik yaptığı günlerde, muhalifler, daha bu kabil insanları aralarına almamışlar, ken- dilerine fedailik yapacak, sandık baş- larında boğuşacak adam seçmemi;: ler, hattâ akıllarına bile getirmemiş- lerdi. Kör Emin gibi, Topal Tevfik gibi, Deli Kemal gibi, Çerkes Ziya Zgibi sonradan muhalefete intisap e- den cesüt kabadayıların her biri kendi âlemlerinde dolaşıyor, bazısı Beyoğlu taraflarında, kimisi İstan- bul semtlerinde kurnarhanecilik ya- piyor, barbut kahvesi işletiyorlardı. Eğer, bunların, Suphinin İltihat ve | Terakkiye hizmet ettiği zamanlar, | muhalif fırka ile alâkaları olsaydı, | Suphiye kat'iyön eyvallah demezler, lekemmiyet vermezler, hattâ meydan Gküflürd'Çünkü onlar da Suptl »- | iyarında, gözü pek, korku nedir bil- miyen insanlardı. Ziya, istibdat devrinin çok namus- lu kabadayılârından meşhur Çerkes Arifin kardeşi idi. Kardeşinden al- dığı efendice hovardalık torbiyosile büyümüştü, Arif, Beyoğlu ve Gala- toda dolaştığı zamanlar, falso bir iş yapmamış, dürüst ablâkile kendini berkese sevdirmişti. Kabasakal Meh- şa), zorba (Fehim) bile on- dan ürker, korkar, sakınırdı, Tüfek- içiler onun bulunduğu gazinoya, bi- zahaneye, çalgıya falan gidemezler- di. Çünkü, tüfekçiler parasız içki iç- miye alışmışlardı. Halbuki, Arifin bulunduğu yerde içip içip gitmiye imkân yoktu. Böyle bir hareket se- zerse hemen işe müdâahale eder, «Yaveranı hazreti şehriyariden tü- fekçibaşı» bü ve küçük Ta (Paşa) ların adamlarını, içtikler içki paralarını vermiye mocbur Çolak Ahmet birdenbire sersem - ledi.. Yere yuvarlandı. Ve gözlerini tekrarladı: — Kara Müstaladanr kendini koru! Bütün gemiciler onun peşindedir. Ahmet bu sözleri söyler söylemez geriye çukıımı;ıı Rüstemi inandırmak kabil değildi. n vaziyetinden © kadar emin- di ki.. Çolak Ahmedin sık sık afyon çektiğini bildiği için, bütün bunları birer hezeyan telâkki etmişti. rak ayni sözleri * Kara Mustafa dümen başından ay- rılmıyordu. Fakat, gemide olup bitenleri ha- ber alıyordu. Dümenci Mustalanın adamların - /dan biri, bir aralık Kara Mustafaya koştu: — Bütün işler meydana çıktı, Mus- tafa dayı! — Ne var? — Çolak Ahmet her şeyi Rüstem kaptana anlattı. — Rüstem ne dedi? — İnanmadı.. (Haydi git, yüzünü yıka!) diyerek ensesine bir yumruk vurdu.. yere yuvarladı. — Afyon çekti, sanmıştır. Fakat, nı'de olsa Rüstemin zihnine bir kurt KSNT ŞĞ A T CNG İOkuyucularıa Baş başa Ankara Caddesindeki Fena koku Ankara caddesinde oturan bir o - kuyucumuz yazıyor : «Ankara caddesinin Sirkeci tara- fında, Adliyeye sapılacak sokağın ağzında tam cadde üzerinde beş gün- dür açık duran bir lâğam var. Bura- olıunıırlıon hbıııcıııııı ateşledi, |dan gelip geçenleri rahatsız eden ko- kular bertaraf, henüz tifo gibi kor - |kunç bir hastalıkla mücadele halin- 'd: bulunan bir şehirde büyük bir bhlıke teşkil eden pis ve müteaflim İsuları caddeye akmaktadır. Birçok yolcular buradan geçerken bu mikroplu suya basıyor ve mik - ropları tabanlarile e' rlar, Geçen cumartesi günü kaldırımın İyanında ufak bir delik halindo pat- Tak veren bu lâğamın üstüne oradaki hânin kapietsi bir tahta atmış ve tam fbeş gündür büyüyen delikten sular İsokağa dökülmektedir. | -Şehrin sıhhati namma yapılan te- İmizlik mücadelesile taban tabana zıt İbir görünüş ve tehlike teşkil eden İbu lâğamın an evvel kapattırıl- (ması için icap edenlerin nazarı dik- katini celbetmenizi rica ederim * . Bu sebepten bütün tüfekçiler ona İdüşman olmuşlardı. Tüfekçilec Yıldız sarayında bulu- nurlardı. Hepsi Arnavuttu. Vazife- leri saray muhafızlığı idi. «Tüfengi- yamnı hazreti şehriyariden> oldukları için, vukuat yapsalar, polis, kanun dokunmaz, bunlara mâni olmaz ve olamazlardı. Fehim ve Kabasakal |Mehmet (Paşa) ların adamları gibi İbunlar da imtiyazlı sınıftandı. Arif Bey, daima tüfekçilere çatı- Hele Matlı İyordu. Mustafa adında jedepsizliklerini hazmedemedi. mütemadiyen bazuyor, nerede, han- gi birahanede rastgelirse kaçırıyor- İdu. Matlı Mustafa, Arif Beyden İtaluş olmadığını anlayınca onu İdürmeye karar verdi İkarşıya gelip onunla kavga etmek, k için Mustafada yürek yoktu. Es- İkilerin dediği gibi; «Yürek Selânik» İti onda... Fakat bir gün, Galatada, Geyikli birahanesinde maksadına müuvaffak oldu. Arif Beyt öldürdü. Eğer, Arif Beyi tutmasılard et başına |gelmiyecekti. Çünkü, Matlı Musta- İfa birahanenin kapifından girer gir- mez, karşısına gelen mmasada oturan VİArif Beye hemen tabancasını ateş (etti. Fakat kurşun, ceketin mendil In—hmdekı tabakaya isabet etti, daha z emedi, tabakanın içinde kal- di A çekti, lar, ettiler. bemen firfadı, tabancasını arkadaşları bırakmadı- beşi kavradilar, rica srada, — kapının e- dördü Bu bancasını böşalttı, Bu söfer kurşun hedefini buldu, Arif hemen öldü. $ tahkikatını Mustafanın le - hine yaptı. Çünkü, tüfekçi (Paşa) lar kendi adamları olduğu için, Musta- |fayı kurtarmak istiyorlardı. (Paşa) lar Adliyeey kadar nüfuz ettiler. (Devamı var) Birmiş olsa gerek. Ben gösteririm o alçağa. halde kızmıştı. Gemici, Mustafanın kulağına so- kuldu: — Çolâk Ahmet sarhoş değil; d yı! Ben ondan korkuyorum. Bu adam dönerlik gösterdi. Hani ya sana söz vermişti.. bizimle beraber çalışıcak- tı. Halbuki Rüstemin peşinden ayrıl- muyor.. Kara Mustafa, Venediklilerden a- lman bu gemiye kaptan olmıya ken- dince karar vermişti. — Ben ona haddini bildiririm.. sen işine git! Dedi. Gemici uzaklaştı. Çolak Ahmet güvertede dolaşırken, Kara Mustafa onu uzaktan gözetli- Fakat, karşı | vga ederken silâh çekmek, vur - | şiğine yatan Mustafa, ikinci defa ta- Kara Mustafa, Çolak Ahmede fona | TAUUKUNU Tefrika No: 151 Tamara: «— Yalnız senin olacağım!» Diyecekti. Birdenbire arkalarında bir çılırtı |koptu. Tari ayrıldı: — Birisi dolaşıyor. galiba. 'Tamara etrafına bakındı — Kimaeler yok, Tari! Arkamız - daki parmaklık içinde aslan koşu - şuyor. — Ben bir insan gölgesi görür gi- bi oldum. Tehlike var. Başka bir gün yine göl 'Tamara! — Korkma! kimseler yok.. Nereye gidiyorsun beni bırakıp da..? Maiyet zabiti uzaklaştı. Ayrıldılar.. ö.e «SARI ÇİÇEK- İLE «ZAKKUM, UN ÇARPIŞMASI.. 'Tamaraya san günlerde «Zakkul adını vermişlerdi. Zakkumun zehirl: çiçekleri uzaktan ne kadar zarif rünürse, Tamara da ilk bakışta öyle zarif, güzelve sevimli görünüfor - du, Süleymanın «Sarı Çiçeğie ne ge- lince.. araya geleli iki av Fakat, onu sevmiyen, ona hürmet etmiyen kimse yoktu. Safi, Süleymanın kalbine giden yo- lıkla bulnuştu «Safi» nin yarası iyice kapanmıştı. Süleyman, bu yeni gözdesinin ha- yatına çok ehemmiyet veriyordu. Ha- mağalarından ve cücelerden hiç çokları bu kızın hayatını korümüya | giz; memur edilmişt: Süleyman ayni takayyüdü ve in- zibatı Tamara için de göstermiş, ©- lar ve haremağaları tayin etmişli İşte tam bugünlerde idi ki, Tama- ra haremdeki yaltanatının yeniden yıkılacağını tahmin ederek, yeni ra- kibesinin ayağını kaydırmak - için gizli tedbirler almıya başlamıştı. Bu gidişte Süleyman (Safi) den hiç bir gece ayrılmıyacak ve Tamara hükümdarın halvetine girmek fırsa- tmı bulamıyacaktı. 'Tarnara ancak hükümdarı gündüz- leri görebiliyardu. Her geceki şarap ve rakıslarla sa- baha kadar sür lere hap- iye başlıyan Yahudi dilberi i ne pahasına olursa olsun ar vyermişti. Taraara bir akşam Sarı Çi yolunu bekledi BSafi Süleymanın odasına gidiyor- dü. Tamara yavaser yürüdü ve genç İyordu. | Biz aralık seslendi: — Çolak.. ne dolaşıyorsun oralar- da? Gelsen e buraya.. Abhmet koşarak dümen yerine gel- i. — Deniz gittikçe coşuyor.. — Varsın coşsun be. Denizden sen de mi korkuyorsun? — Denizden korkmuyorum am - ma,, neden bilmem içimde bir kor- ku var. Beynim uğulduyor, Mustafa dayı! — Döneklerin beyni her zaman u- ğüldar. Çolak Ahmet arka direğin dibin- deki halat yığınına dayanmıştı. — Ben dönek değilim, dedi, verdi- Jülm sözde duruyorum. — Benim gözlerimin çok uzakta lu -belki de bilmiyerek- çok kolay - 'nün da muhafazasına bir çok memur - Sı'Jlevmanınıs:rayında KUD S KİIZLARI Yazan: M. Necdet Tunçer kızı önledi: — Nereye gidiyorsun, Safi? «Sarı Çiçek> birdenbire şaşaladı: — Bu yol beni nereye götürürse oraya gideceğim, - Gittiğin yol çok tehlikelidir. Se- ni öli kadar götürebilir! Safi titredi — Ben bir kır çiçeği kadar zarar- sız bir mahlükum. Ölüm bu yaşta | bana kıymaz. Diye cevap verdi. «Zakkum> çok heyecanlıydı.. Rakibesinden intikam almak içi eline geçirdiği fırsatı kaçırmak iste- miyordu. — Sen benim an.m.mmsm' Beni hükümdarın gi sin! Fakat, ben, kav u_,mı istediğin saltanattan seni uzak! ğ Diyerok bir atılişta genç kızın saç- n eline doladı.. Safi birdenbire neye uğradığını şaşırmıştı. Avazı çıktığı kadar bağırıp bütün Saray halkını başına toplamak müm- kün olduğu halde: HİKÂYE Gönül Efsanesi (4 üncü sayfadan devam) Oyarak seyretmişti. , İçok sokuldu : — Ben size bir şey söyleyeyim mi, dedi.. evlilik zamanı $- z gelmemiştir. Hem ri- €a ederim. kuzum, niçin acele ed yorsumuz?, Bu zamanın mutlaka bi gün gelmesi de lâzım değila Namığa daha her kadını ürpertebilirsiniz.. Daha. sevimli ol'u manız için de, bu âşıklık halinden çıkmanız lâzımdır. Namık, Meralın koyu siyah kir - pikli gözlerinin altındaki — morluğa dikkatle bakıyordu. Bir titreme var- dı, orada.. Meral, genç adamı, adeta |menyatize etmişti.. | Namık, birden Meralın küçük, be- yaz ellerini tuttu. Genç kadın elini (rahatça, genç adamın avuçlarına bı- lokmıştı. Şimdi, göz göze bakışıyor- 'lardı. Konuşmuyorlardı. Fakat, Me- İrzlın iri gözleri, o kadar çok şey an- |latıyordu ki... ... | Ertesi akşam, Adanın büyük otel- lerinin birinin tarasasında, karanlık n |bir köşede, Namık sevgilikile başbaşa |oluruyor, ezeli gönül efsanesini an- İletiyordu. Fakat, bu sevgili Humra İdeğil, Meral'dı. Reşat Feyzi Kara Mustafa dumen başmda, çolak Ahmetle konuşuyordu.. birdenbire dalgaların arasından acı bir ses duyuldu: Imdat.. imdat.. olup bitenleri de gördüğünü anlaml- mışsın galiba?! Çolak Ahmet birdenbire şaşıladı: — Ne demek istiyorsun, Mustafa dayı? Bizim gizli kapaklı bir şeyimiz yok. Yaptığımız ve yapacağımız iş- ler meydanda. — Sen âlemi kör ve budala mı sa- nıyorsun be? Ben, Rüsteme söyledik- lerinin hepsini biliyorum. Bu kah - peliği senden ummazdırm..! Ahmet birdenbire sendeledi: — Akşama onu denize alacağımızı, benim onun yerine kaptan olmak is- tediğimi.. Hasılı aramızda ne konuş- |muş, neye karar vermişsek, hepsini anlatmışsın! bu sarardı.. İnkâr etmek istedi: — Benden ne ist | Diye sordu. Ve o, bu kelimeleri D İkadar yavaş söylemişti ki. Tamara Senin saraydan uzaklaşmanı *Se İtiyorum! Elimden ancak bu suretle kurtulabilirsin! Diye cevap verdi., Ve mükavemet görmeyince saçlır İzmnt elinden bırak: — Söylediklerimi anladın mı? — Anladım ve hükümdarı sanâ bırakmak için derhal çıkıp gitmek isterim. Fakat, yol nerede? Süley- man beni bırakır mi? Tamara: — Sen kararını ver.. ben seni ha- yata kavuşturacak yolu biliyorum! « |dedi- İstersen hemen şimdi saraydan luzaklaşabilirsin! — Kimse görmez mi? | — Hayır. Sarayın altında gizli bir yol var. Seni oradan gönderirim. Şeytanlar bile görmez. (Devamı ver) Kapısız Penceresiz (5 inct sayfadaen devam) (yarının mimarisi. Nihayet Viyanada Mimar Egan Ris isminde birisi ak- hn ve hayalin kabul edemiyeceği tar- zi bulup çıkardı. Viyova gazetelerin- de intişar eden bu adamın mimarf tarzıma gö rtık evlerde pencere, kapı yoktur. Hetr pencere tıkı dam pencereleri halindedir. Sanki tara » Çaya çıl muş gibi taraça yer ki bahçeye çıkacaksınız, Bu bah e beşgül olmak için de ayrılacak. İstedi leri de dikebileceksiniz. Bu suretle çaluk çocuk hem hava alacak, hem (de bahçe ile meşgul olacak. Kâğıt üs- tünde gayet kolay gibi gelen bu fike rin tatbik sahası nasıl olacak? Mi- marın gazetelerde intişar eden mo- deline göre bu çok kolay imiş. Hattâ işimdiki apartmanlarda olan mahzur- ların en büyüğü ortadan kalkacak - mış. Bu mahzur da ne diyeceksiniz? — Biribirini görme... Yan apartmandaki sizin odanızın içine bakar, siz karşıki apartmanın yeni kalkmış bayanını İstediğiniz gi bi seyredebilirsiniz. Bu gayri ihti - yarı olur. Fakat bu yeni mimari tar- zi ile bu mahzur ortadan kalkacak ve hiç kimse ve hiç bir aile diğerini göremiyecekmiş. Mimar, eserinin canlı misalini di- kebilmek için sipariş bekliyormuş, Sipariş alır ve Viyanada bu yepyeni tarzdaki bina meydana çıkarsa bü - tün bu sözlerin hakiki şeklini göre- 'ceğiz. Sözlerin de doğru olup olma- dığını anlıyacağız. Yazan: CelâlCengiz — Yalan söylemişler sana.! Bun- ların hepsi iftira. — Benim gözlerim ve kulaklarıni beni aldatmaz dedim ya sana..! Alas cağın olsun. Çolak Ahmet yavaşça kalktı: — Pekâlâ. Alacağım olsun.. Elin * den geleni yap! Ve manalı bir gülüşle ilâve etti: — Ben Rüstemi senden çok seve” rim. Onun hiç olmazsa insanı arkâ” dan vurtaa, ve arkadan çekiştirme huye yoktur. Çolak Ahmet, bir adım bile yürü” memişti.. Birdenbire dümen üstünde bir gÜ” rültü koptı Yelken üstündeki gözcüler acı #6i bağrıştılar: — Denize biri düştü. Görmüyef mıunuz be..?! Arka küpeştedeki gemiciler dü “ men yerine koştular. — Kimdir o denize düşen..? Kara Mustafa gülerek cevap verdi* — Kimse yok.. Dalgalar arasındâ gemi ile yarış eden bir köpek balığ! var. Bu gırada dalgalar Çolak Ahmrdll' yerindeti arasmda. VE Tamara rakibesini saraydan uzaklaştırmak için bir akşam yolda bekledi.. (Sarı Çiçek) o akşam Süleymanın odasına gidiyordu 4

Bu sayıdan diğer sayfalar: