21 Nisan 1938 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 4

21 Nisan 1938 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

î , Ması için, ilk nazarda insanı şa - — eüme meşhur Amerikan gazetecisi G_azeteci, pireyi deve, deveyi pire yapan bir san'atkâr mıdır ? Patronlar, gazeteciler, gazetici olmıyan muharrirler ne diyorlar ? Pireyi deve, deveyi pire yapmıya yılda bir kere cevaz vardır: Bir Nisanda.. M, Zekeriyya, Nizameddin Nazif, Yusuf Ziya, Suad Derviş ve Selâmi İzzetin cevapları? Reportajı yapan : Galiba, geçen gün, «Günlerin pe-| şinden» adlı köşesinde Kurun Baş -| müuharriri M, Asım Uz, Hasan Kum çayı imzasiyle yazdığı Vir fıkrada Bgözoteciyi şöyle tarif ediyordu : «Gazeteci, pireyi deve, deveyi pi- Te yapan bir san'atkârdır.» Hâdiselerin, parmağna dolama - sı, bıyiık altından gülerek ve gül dürerek tahlil etmesi, mizahi bir Mmürekkebe batırarak mevzu yap - Şırtacak, duraklatacak kadar bariz| bir garabet göstermesini beklemesi-| 've hiç de lüzüm olmıyan arkadaşı-| wiz Şerdengeçti «Günün — Vodvili» sütununda Kurun arkadaşımızın temkinli başmuharririnin bu tarifi- (ne bi kalem urmaktan kendisini a-| lamadı | kasd mali bakımdan, pi-, yprnak ise, en büyük ser- le, deve yapanları gör- ğer maksat bizim ma- erden bahs ise ger - çekten hayatımız pireyi deve yap - makla geçiyor.. İ Dedi.. «Bürhan Cevat» imzasiyle yazı ya| zan arkadaşımız da <Biz bize» adlı fıkrasında ayni mezuu ele alarak;| «bu meşhur yumurta hikâyesi gi -| bidir. Deve mi gazeteciyi pire ya- *Eğer NUSRET SAFA COŞKUN Ağzında bakla ıslanmıyan dedi - koducu bir mahalle kadını telâşiyle Nizamettin Nazif'in kapısını çal - dım: Nizamettin Nazil diyor ki; —Asım Us'un ne yazdığını bilmi-) yorum dedi, Yalmız nokta! nazarını bildirirken dedin ki, gazeteciyi A - sım Us «pireyi deve, deveyi pire ya- pan bir san'atkârdır!» şeklinde izah ediyor. M. Zekeriya'nın izahını da bana anlattın. » bu arkadaş, gazefenin sa- dece bir ayna olduğunu - söylüyor. Zekeriya, Asım'ı tekzib etmiş de - ğil, e demek istediğini anlamamış| bulunuyor, Asım Us «San'atkâr ga- zeteciden, M. ekeriyya ise «Ga -| zete» den bahsediyor. Gazete, usul- €u gazetecinin eseri ize, — ilelebet Zekeriyya'nın söylediği gibi kalmı- M. Zekeriya Pültzer'in gazete için tayin ettiği umdeyi ifade eder, Münâsı, de ve fikirde dürüst ve hakikate ya kın olmak demektir, Uluslar Kurumu gihi — hâdisenin| mihverini bir tarife inhisar) ettirmi-| yeceğini söylememe rağmen ' her - par, pire mi gazeteciyi deve yapar, hâlâ içinden çıkılmamıştır. dedik - ten sonra ilâve ediyor: «—Ben kendi hesabıma bir za - manların pirelerini şimdi deve de -| ğil, dev olmuş bile gördüm!..» | Kafası içinde bir röportaj mev -| zuu bulmak için, maden todkik ve arama enstitüsüne taş çıkartar — bir. faaliyetle mütemadiyen — sondaj a- meliyesi yapan bir guzeteciye bun- dan âlâ fırsat mı olu? Madem ki, ortaya bir tarif atıl - muştır. Kimi ciddi, kimi şaka — bu mes'eleye parmak - basmıştır. — O: halde mes'eleyi, mesele yapmamak| için hiç bir sebeb yoktur, Vâkıâ benim âcizane niyetim, ga- zeteci tarifinin Uluslar Kurumunda ki müteârrizın tarifi gibi boş cel - selerde, diplomasi usulü dalga geç- mek gibi, dostlar alık verişte gör- sün, kabilinden bir iş yapmak de-i Bildir. Yazı ciddi yarı şaka bir rö - portaj atmosferi içinde hem gaze - tecilerin, gazeteci olmıyan muhar-| rirlerin, gazeteci ve gazeteçilik hak,| kındaki kömprime fikirlerini top -| lamaktır. Bu münasebetle patron - lara, tanınmış! gazetecilere, —— vel muharrirlere Asım Us'un yazısını gösterdim. Aldığım cevabları yu - karıda söylemiş olmama rağen hiç bir tasnife tâbi tutmaksızn bu-| raya naklediyorum. M. ekeriyya'nın ceyabı: 'Tan gazeteti sahiblerinden — M Zekeriya ilk defa konuştuğum ga - zeteci oldu. - M. ekeriya gazete - ciliği Amerika'da tahsil ettiği için, her halde efradını cami, — âyarını| mâni dört başı mamür bir gazeteci tarifi verebilirdi. Önündeki bloknottan — bir yap -| rak kopardı, Alt alta, birbirinin ay- ni olan şu üç kelimeyi yazdı: Accuracy, Accuraey, Accuraey, — Gazete bir aynadır... Dedi. Hâ) diseleri olduğu gibi ne bir dirhem fazla, ne bir dirhem noksan ver - “>iye mecburdur. Yazdığım şu Üç kesin ağzına bir parmak bal çalmak tan alamadım kendimi... Suad Derviş Selâmi İzzet yâ mahkümdur. le süblimleşir ki biz'onun verdiği | Kalmıya mahkümdür. Diyorum; | eserin sütunlağında, hakikatı — ve zira Zekeriyanın bahsettiği gaze -| izahların hâdiselere intibakını a - | |te nev'i bizim çalıştığımız iş bölü -|ramak zaâfından kurtuluruz. — Bir| münün ilk mekteb gserldir. kari olmak merhalesirden yükselir, Asım ise, bize san'atkâr gazete -| dinamik münevver nümunesi hali- ciden bahsediyor. Yani usul, — fen|ne gireriz. Ayna gazetenin en bariz| | İve ilim merhalelerinde bulunan ga- hakikati, bu nev'i gezetecinin gös- zetecilikten değ'l... Asınun — işaret tereceği en iptidai hünec yanında ettiği san'atkâr gazeteci bizim san' alıcısız, sönük, mıymunlı görül - atımızın en yüksek hüner merhale- mez bir meta olur, sine ulaşmış ve yarı ilâhlaşmış olan| Akbabacı Yusuf Ziya söylüyor İazetecidir, sanıyorum. — Peki, size göre gazeteci?... — |dum. Duraladı: Akbabacı şair Yusuf Ziva'ya sor-| Gecenin oldukça ilerlemiş bir sa- ati idi. Celâl Remzi küçük evinin nuriyle ışıldıyan geceyi seyrediyor- du. Kurşuni saçlı başı nurlu bir dal- ga içinde kaybolmuş gibiydi. Öm- rünün kırk dördüncü senesini he - nüz dolduran büyük kurşuni gözlü kurşuni saçlı, kurşun? elbiseli bu er- kek, pıril pıril yanan temmuz gece- sine esmer bir aydınlık gibi karış- mıştı. Şekli gibi bütün benliğii ruhunun da geceyle, birleştiği seziliyordu. Onu bu gece- den ayırıp yatağına sürüklemek için büyük, çok büyük bir kuvvet lâzim- dı. Öyle görünüyordu. Fakat o, bir- den boşluğu dolduran acı bir kâ ulumasiyle silkindi. Gözleri hâlâ a yın sulara bol bol serptiği elmas kı- rıntılarında, ayağa kalktı. Halinde içeri girmek için hiç bir istek yoktu. Ellerini balkonun' kenarından çeke-| miyor gibiydi. Ayaklariyle 'yargun yorgun, biraz evvel oturduğu koltu- Bu itti ve yürüdü.Ağır, isteksiz, içeri girdi. Akşam yemeğinden sonra yı- iilı kâğıdlar ve sayısız fotoğraflarla dağınık bıraktığı yazıhanesinin ö- nünde kumral genç bit kadım otur- muş merakla bir şeye bakiyordu. — Ne o İtfet, sen dalia yatmadın mı? Genç kadın, teâğşla yerinden fırla- — Ah, korktum ağabey! — Korktun mu? Çocuk... Sen ©- rada ne yapıyorsun kuzum? — Resimlere bakıyorudum. Ağabeysi, tamamladı: — Ye, yazıları okuyordun! | — Hayır, ağabey! İnan ki hayır... Bak, sana bir şey göstereceğim. Elinde solgun bir kartonla ayağa kalktı. Yazıhanenin önünde kargi| karşıya gelmişlerdi. Bay Celâl Rem-| zi, 39 yaşına rağimen hâlâ bir çocuk | merakiyle kitablarının, gizli yazıla-| rının arasında dolaşan kız kardeşi- nin gözlerine, aydınlık bir muhab- Boğazı gören dar balkonunda ayın| HİKÂYE Solan Resim Yazan : Sacide ATAŞ — Bunlarda mi hastaların? diye sordu. tutarak köşedeki koltuğa sürükledi. — Otur ağabey, otur da anlat. Bunlar, boyalı, süslü, olgun kadın- lar... Solgun kartonu gözlerine yaklaş- tırarak soruyordu: dı. Resimleri topladı. Dizleri #f de onları deste haline koyzı; — Neyi dinliyeceksin yıvn? Anlatacak hiç bir şey yoku Ve birden, ağabeysinin kolundan |iki kelime... Çok sevdim, İtlet Yavaşça yazhaneye doğru lerinden bir tanesini seçti. genç kız fotografiyle yan yanâ rerek kardeşinin eline verdi.Bür 5 — Fakat bu, bu sade bir genç kiz.(32 yaşlarında görünen bir Doktor, koltuğa yerleşirken cevab | Çehresinde fazla rötuş vardı ! —| veri N . ; — Ben, bu resimden bir şey m;ıExe., an sekiz, on doküz yaşla-/ y yğim, ağabey? — Ne anlamak istiyaordun İfT — Bu resim niçin bu kadar sol-! aa İ İgun? Yıllarca sandık köşelerinde ka| — Güzel mi, çirkin mi?... Sarf palı kalmış kâğıdlar gibi. . Halbuki Siyah mı?... üzerindeki tarih çok yeni..: Bir yıl/| “Doktar yine güldü: — Güzel, dedi, güzel. Düz saçlı, beyaz tenli... Koyu yeşil ince bir kadın. İffet, onu, genç kız fotografi yan yana 'getirdi. Açık abınlı, sum gözlü, kabarık saçlı bu genç kız yüzü, onda nedense bir muhabbet, derin bir alâka W dırmıştı: — Hangisini daha çok ağabey? — Birincisini, — Birincisi hangisi? ü Doktor baş parmağnı, çekin genç kadın fotografı üzerine k0f — Birincisi bu... Üçüncüsü önce . | Altındaki küçük imzayı okumağa çalışıyordu: — İsmi Ümid mi? diye sordu. Doktorun canı sıkılmışa benziyor- du. — Evet, diye söylendi. İyi oku - dun... Ümid... Bilmem bu kart niçin İsoluyor. Verdiği zaman öyle değil- İdi. Günden güne cezası uçuyor. | itfet, elinde resim, ağabeysinin dizleri- dibine, alçak bir sandalye| çekerek oturdu. Doktorun küçük - tenberi duyduğu maceralarınımuvaf fakiyetleri merak ediyordu. Bu ge-/ ce bir tesâdüf olarak Celâl Remzi, | yözhanesinin daima kapalı duran gözünü açık bırakmış, yazılarını, re-| — — pi l , ’:lm]".' üÇ brakmaştı. Ba vesile| * — fuç.defa, bu Kadını sevmllllll le ağabeysini belki bu gece söyle-i Bi e tebilecekti. Bir kedi yavrusu gibi so-. 'tüSenle evlendiğimizin yı edindi S Kdi nesinde tanışmıştık. O da; o Ne olur, bana atilataana 'ağar| ÜE İA İki vaşında bir e ği Jevveline kadar. Bir gün karşımâ |genç kız çıktı, Çocuk denecek kad küçük bir kız. Bir lise talobesi. ” sınıftaydı. Ciğerlerinde hastalık lamışti. Sıkı bir tedaviye ihtiyaç — Neyi, İffet? — Kaç defa sevdin, ağabey? Bunu sorduktan sonra, cesaretine kendi de şaştı. Fakat doktör dürgun bir sesle cevab verdi.: betle baktı. Yıllardanberi çocukluk- larında olduğu gibi beraber yaşıyor- | lardı. İffet, on sekiz yaşında evlen-| miş, 23 yaşında dul kalmıştı. Ve o| günden sonra ağabeysiyle yengesi- nin yanlarına gelmişti. Gençliğine rağmen sâkin bir kızdı- Ağabeysirn sıcak muhabbeti, yengesinin şefkati | onu mes'ud ediyordu. Fakat dört yıl| evvel o kadıncağız da ölmüş, yine yalnız kalmışlardı. İki kardeş bir müddet en candan ve sıcak bakişi riyle birbirlerine güldüler. Sonra, genç kadın, elinde tuttuğu soluk fo- |tografı gösterdi! - Bu kim, ağabey? Doktor Celâl Remzi eğildi. Karto- nu aldı. İşiğe tutar tutmaz sarardı: — Bir hastam, İffet! . Yazı- hanenin üzerindeki dağınık resim- leri göstererek: ——— kiden — gazetecilik bir — nev'i İdeve yapmak san'ati imiş... Anıma, şimdi öyle şey yok san'tım. İster- seniz, bir kere de Basın Kurumu haysiyet divanına sorunuz. Bence — Benim anladığırı gazeteci bu-| — — Deveyi pire, pireyi 'de - 'dur. Bu gazeteci tipi bir an gelir öy-| ve yapan mı?... — Ha, evet... es - — Evet... Dedi. Bunu, hem de bir kaç kere söyledi: — Bu hususta hiç bir şüphem yok. Nezihenin evindeki mücadeleyi unutmadım Vicdah... Diyerek, beni teyid etti. Bü noktada haksızım, şalancilıik yaptım; faktat başka da ne yapabilirdim?. Meşrü müdafaalar için, hakikatten bu kadarcık ol « sun ayrı kalmâk da meşrü sayılmaz mı?... Sonra, hem ben Ömere kurban oldumsa, bunun günah ve mes'uliyetini de üzerime mi almalıydım?... O za- man, ne olduğumu bile bilmiyordum. Genç kızlığın #ade ettiği mefhumu kavradıktan sonra, bu mefhu- ma sonuna kadar sadık kalmakta bir lâhza kusur Kgösterdim mi?... Mes'ud olmak, dile düşmemek, bu sadakat ve bu vefanın hakkıdır. Uyku az bile.... Melâhat gelip de karyolamın baş aotunda; — Abla... Abla... Diye bir kaç kere seslenmeseydi, ihtimal, ak- (Devamı 6 et sahifemizde) dim. Şimdi de ben geldim düğün mi?... rülüyordu. Son tedaviye — ht İFazla hayalperestli. Şiirle, romstfl : — Çok az! |uğraşıyordu. Bana da şiirler okuyfA), Azımı dedin, az ma İflet?.Hal-/hikâyeler anlatıyordu. —Ö: ğ buki ne kadar çok sevdim bilsen?|hiç bir hastam beni bu derece ok İki defada tahmin edemiyeceğin ka- zaştırmadı İffet... Hiç bir hastartlı ). di bu kadar alâkadar olmadım. N#f lar çok. — Dinliyorum ağaböy? Bu ihtar, doktarun o kadar h: İoldu bilmiyorum, fakat çabuk anlâf | |tık. Tam bir yıl, genç bir âşık gö İçılgına döndüm. Fakat o, bana, nim istediğim alâkayı hiç güstef datuk beğe şiy İfBUCÜN MATİNELERDEN BAŞLIYARAK -ÇOCUK BAYRAMI H TASI İÇİN Sinemasında 2 BÜ ı ı P E FİLM BİRDEN | 1- Tehlikeli Macera | î V | | | İ lAteçli - Kanlı - Heyecanlı İSPANYA SERGÜZEŞTLERİNİ göstere') Fransırca sözlü büyük film Baş rollerde ; LORETTA” YOUNG - DÖN AMECHE | 2.-Lorel-Hardi ee İSenenin en büyük muvaffakiyetini kazanan, TÜRKÇE SÖZLÜ- î eeli büyük komedi. zümüzü söyledik: Öğleyin evden çıkıp Vi gideceğim, orada giyineceğim, orada kalacağım-- Öğle yaklaşıyor. Biz, tatlı tatlı konuşuyoruz. B taraftan da ütü yapıyorum. Sokak kapısı hızlı İ çalındı : ” — Aceba bu da kim?... Gül fidana seslendim: — Kapıya bak Aradan iki saniye geçmeden hizmetçi kadıfi luk soluğa geldi : — Kaymakâm bey geliyor... için bir emrin var Hemen kalktık, toparlandık, Selim beyi Diye güle güle, odadan içeri girdi, hararetle eli- İSİN odadan dışarıya çıktık. Ben, hizmetçinin mi sıktı, yanıma oturdu. sından kayınbabam da merdivenleri çıkıyor ediyorum. Baktım, meydanda yok. «GüHidan» #” 22 Temmuz Geceyi, hummalı bir ıztırab ve bunaltı içinde geçirmem boş değilmiş! İkinci, büyük bir yürek üzüntüsü ,başımın üzerinde dolaşıyor, kalbimi daral- tıyormuş. Eğer, sıkıntıdan canım burnuma geldiği zamanlarda oturup yazı da yazmasam, büsbütün bu- nalacak, içimdeki zehiri dışarıya dökemiyeceğim. Sabah, Şafa ksöküyor. Yıldızlar yavaş yavaş sö- nüyor, gün aydınlanıyor. Ancak bu saatle yatağa gi- rebildim. Uyuyup kalmışım. Bu kadar yorgunluğa, sinir, bozgununa: insan kendinden geçiren böyle bir — şama kadar da uykudan göz açmıyacaktım. Güzel kalbli kız, akşama nikâh var... diye, sa- bahleyin erkenden, bana yardıma gelmiş. Beti uyan- dırinca: — Hanım abla, sizi rahatsız ettim galiba? Diyerek, çekine çekine özür diledi. Öyle temiz, öyle asil ruhu var ki... Çiçek kadar da nazlı, Çayımızı içtikten sonra Vecdet de geldi. Neş'eli. Tamamen teselli bulmuş. Her vakitki halinden hiç farkı yok. — BSevgilim, sabahleyin sana Melahati gönder - Ufak tefek yapılacak bazı işlerden başka — hiç bir şeyimiz yok, Senin aklına bir şey geliyor mu?... Omuzlarını silkti, — Yoo... benim aklıma gelen hiç bir şey yok... Dedi ve gülerek ilâve etti: en tamamen hazirım... Buna, ben de güldüm! Sonra, aşcıdan, - verilecok yemeklerden, misafirleri nasıl karşılayacağımızdan ayrı ayrı bahsettik, bütün tertibatı bir defa daha göz- den- geçirdik. Vecdet: 'Tuhaf değil mi?... Kaba ve sert bir cevab. Si — Zaten, bunlarla babam -uğraşıyor. beyi karşımda bana karşı bu vaziyette ilk defâ M Dedi, baksi, benim ne vakit kayınbabanun evi- rüyorum. Her vakit, ne söylesem, mütehessim İ ne gideceime intikal ettirdik. Bunun için de son sö- züme bakar, — Nerede bey babam?.., j Derken, koşa koşa dâ kapıya indim. Selim * orada, Temmuz sıcağı. Yokuş çıkınca hemi yot * hem terlemiş. Geniş getiş nefes alıyor ve alaift tomurlanan ter danelerini siliyor. İhtiyarlıın dâ Siri var yat... — Niçin yukarıya çıkmadınız bey baba?... — Hayır çıkmayacağım... Vecdeti çağırttım-” Ddi üüü ü

Bu sayıdan diğer sayfalar: