5 Temmuz 1935 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 11

5 Temmuz 1935 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

T.A-N KUÜLTÜR SAYHASI 11 PSİKOLOJI Psikanaliz Ve Utangaçlık < Hiçbir ruh tahlili, şuurun ay dınlık sathınan alt şuurun ka- ranlık dehlizlerine inmedikçe, insanr anlatmağa f İşte alt şuura, bu larırı deniz altı nebatları gibi bi- rift, canlı .e çırçıplak kadar inebil - koloj:-inin en yük bir mucizesi -olmuştur. “Kırk Haramiler” in i rasmt açan büyülü keli kolojinin kulağına kim dı? İnsan ruhunun en derin gö- zelerine kadar dalan bu seyyal nişter nasıl imal olundu? Bunu başkalarına kıyorum. Za - ten Türk oku su da, dünya Okuyucusu kadar, Freud'ü, bu Viyanalı sihirbazı tanımaktadır. İYalnız şunu hatırlatmak ki, hızını ve şeklini ruhi ha kıvraklığma uyduramı- yan, “canlı” yı, üstündeki kabu- gu sıyırmadan mikroskopla gör- mek istiyen cihaz ve alet psiko- | lojisinin doğurduğu buhranı du- yanlara, resmi üniversite kül İeri ve lâboratuarın psikoloji di- | ye sunduğu şeyle bizzat hayatın sikolojiden bekledi şey arasın- daki uçurumu görenlere psika - | naliz, taze bir ümit getirmişti. | Lâboratuar psikolojisi, zelz leyi kaydeden alet gibi, ruhun kımıldanışlarını şema halinde | gösteriyordu. Psikanaliz, bizzat ruhun derinliklerine indi ve alt | Şuuru güneşin ışığına çıkararak, | Sırbaşlr psikolojinin “Adam Gen de!" sine uğrayan gölgeleri we nüansları ayı tuar psikolojisi, hayatın rında dolaşıyordu. Psikanaliz | bizzat hayatı lâboratuar yaptı. Lâboratuar psikolojisi, ilmi bir Püritanizm kalıbına sokmuştu. Paikanaliz, bizzat “ayıb” 1 mev. zu olarak aldı. “Budü mücer. ret” teki insan mefhumu yerine heyecan duyan, seven, iğrenen, kin besliyen, yaratan insanı, eti- le, kemiğile insanr koydu. Bir psikanalistin, Jung'un şu sözle- vi lâboratuar psikolojisi için ne tağır bir ithamdır: “Tecrübi psi- kolojiye, âlim külâtümı çıkarma- Bını, lâboratuarını kapamasımı we dünyayı bir insan gibi, bir in- Ban kalbile dolaşmasını tavsiye letmenin zamanı geldi. Ona ar- tık git, ceza evlerinin, tımarha- nflehn. bakım evlerinin dehşe - tile tanış; kenar mahallelerin Süpheli kabar . 'erini, kumarhane “_—' bıtakhıneleri. kerhaneleri, kibar sosyetenin — salonlarını, borsaları, mitingleri, kiliseleri dolaş; bizzat aşkı, nefreti, kini ve 'ı" Şeklile ihtirası tat diyo- TUZ. Psikanaliz, verdiği sözü tut - tu. Onu, psikiyatri ile elele, t- ?;r'ğ_f::;de delilere şifa arar- - San'ata girdi. Na- xıl_ vnraı_ılf_lızmı inceliyen klâsik | psikolojinin yanı başında, niçin yaratıldığını izah etti. Şekilden ziyade ruhu bütün çıplaklığile | kavrayan, şeklin köprüsüne ha- | cet kalmaksızın iki alt şuuru bi- ribirine bağlayan yeni bir san'a- ta yeni bir hız, taze bir kudret getirdi. Mektebe girdi, Kimseyi sorular, rakamlar, kronomet - reler ve bilhassa “anormal” eti ketile ürkütmeden öğretmene bir yardımcı, Çocuğa bir dost ol- du. Güleryüzlü ve kendisine her Sırrın anlatılabildiği bir dost. Sosyolojiye girdi. Totemlerin, ,tabuların, batıl atların sırrı- '(1) Bu yazımı, “utanma” başliklı fik Tasile meselenin en can alıcı ni Na dokunan Peyami Safa'ya mekton duyduğum sevinç, #ında Türk - gazeteciliğinin düşünen ve düşündüren tarafmı — -lâmlamakla bir kat daha artmaktadır. «« &, A, | nt öğrendi. Ve nihayet üniver- | nalizi sadece bir doktrin sanmış- | la kötüliyenler, |inde izah edemiyelim? Çe Peyami Safaya (i) siteye girdi. Bugün, “bir tek psikanaliz psikanalizl.r var” diyerek Freud, Adler ve Jung'u bi rinden ayrı ve biribirine zıt üç kutup gibi gösterenler şu nokta- da yanılıyorlar. Bunlar, psika- Psikanalizi inhisarcılık- Libido'da, er - ginliğe üzenmede haksız ve yan | lış bir genelleştirme görenler, velhasıl psikanalizin doktrin ta.- rafına itiraz edenler, onun usul ve terapötik tarafını istiyerek veya istemiyerek görmiyenler, takdir etmiyenlerdi. San'at Li- bido'nun mahsulü olmıyabilir. Fakat san'at, içe tepilen bir in- siyakm neden bir telâfisi “com- pensation”, bir kılık değiştirme- si olmasın? Yarat.nanın ruh de- rinliklerinde kalan gizli meka - nizmasını, ne için, dış tazyikle- rin kurdu” - bir zembereğin baş- ka bir ahenkle boşanması şek- lardn a gördüğümüz sapmaların “dövia- tion” kökü hangi insiyakta olur- sa olsun, bize bunları bulmak için alt şuura inmeği tavsiye eden psikanaliz, en sağlam tsul, ayni zamanda en müessir bir tedavi tarzı göstermiyor mu? ir Psikanaliz - doktrin için söy- liyecek söz bulanlar, p usul veya psikanaliz - terapötik karşısında susarlar ve saygı ile | şapaklarını çıkarmak mecburi - yetinde kalırlar. İşte utangaç - | lığın gizli mekanizmasını araş- tırırken de derinliklerin usulü olan psikanalizden bir şeyler öğreneceğiz. Psikanalize göre insanda üç “ben” vardır. Biri, “alt ben”, alt şuurda yaşryan ve bütün ru- hi komportmana yön vermek istiyen ben.. İkincisi, “üst ben”, çevrenin, göreneğin ve terbiye- nin, bir. kelime ile cemiyetin bizde yarattığı yapma ben ki, rolü “alt ben”i baskı altında tutmaktır. Üçüncüsü, sadece “ben”; “alt ben” le “üst ben” in, zemberekle baskınm birleştiği yer, içten dışa doğru bir itme ile dıştan içeriye doğru bir baskı - mım çatışma ve çarpışma alan! İşte bu üçüncü “ben” dedir ki biz, bütün tepme “refoulement” | telâfi türlü tezahürlerine şahit oluyoruz. Psikanaliz - 'dc'.trini bahis dışı bıraktıktı. “Alt ben" deki zem- bereğe c &1 işin ad koymuyo - | ruz. Fakat bir zemberek var ki, | Eşanmak istiy.r. “Üst ben” in baskısı buna engeldir. İşte bu | çatışma anında beceriksizlik, : şaşkınlık yani intibaksızlık, bir kelime ile en hafif çekingenlik- ten tutunuz da en sürekli sıkıl- ganlığa kadar utangaçlığın bü- | tün çeşitlerine rastgeliyoruz.Bu, | dışa taşmak istiyen “alt ben” in t ben” le çarpışarak “ben” de yaptığı ilk karışıklıktır. Zembe- rek boşanmamıştır; geriye te - | pilmiştir. Ayni zemberek, “üst ben” in baskısını fırlatıp atacak kadar kuvvetli olunca utangaç- 'yırtıklık” şekline giriyor, İki ucun biribirine dokundu - extrâömes se ddia eder.le, bumu bi- raz değiştirerek “Les extrâmes me touchent” diyen Andr& Gide'in hakkı var. Zaten bütün iki “aünteha arasında 1 kkas hareketinden midir? Sabri ANDER Psikoloji ve Terbiye Doçenti skanizmalarının EDEBİYAT: 'ANDRE GİDE “Hayatmı (şahı mak istiyen kaybedı istiyen kurtaracaktır. kurtar. vermek İncil Andrt Gide eski bir konfe- ransında tesirlerin methiyesini yaparken genç bir edibin bir gün kendisine: “Geethe'yi oku- mak istemiyorum; çünkü tesiri altında kalabili dediğini anlatır. Bu züppe itirafı, bütün garipli e rağmen aramızda yaşıyaduran evrensel bir şahsi- yet telâkkisine bağlı bulunmak- tadır. Tesir altında kalmağı bir aciz, bir şahsiyet noksanlığı saymak hepimizin başma gel- miştir; hepimiz bu köhne telâk- ki yüzünden bazan Tuhumuzu baştanbaşa dolduran bir tesiri itiraf etmekten bir hırsız gibi korkmuşuzdur. Amatör rnim'ck- kitlerin yeni yetişen bir san if— kârı şunun bunun - tesirine bağ- layarak küçültmekten yahut bü- yük bir adın ağırlığı altında €z- mekten ne kadar hoşlandıkları- nı bilirsiniz, sanki tesir altında kalmıyan san'atkâr varmış, olur- muş gibi... Bir san'atkâra “Tesir altında kalmıyacaksın” demek “Yaşa - mıyacaksın” demektir. Tesir ltında kalmryan ruh yağmura susamış çorak bir tarladır; renk- siz, usaresiz, “şahsiyetsiz” bir tarla... Tesir, ruhlar için Mesi- hin nefesidir. Gide tesirleri, Metterlinck'in bir piyesindeki prensesleri uyandırmağa gelen bir prense benzetir ve der ki: , uyuyan ve uyanmak çük bir temas, bir ahenk- li ses, bir kelime bekliyen nice meçhul prensesler vardır.” — Her eserden yeni bir öz getir- mesini, orijinal okmasını iste- mek hakkımızdır. Fakat tesir altında kalmak orijinal olmağa mâni değildir ki.. “Orijinalin ta- rifi, taklit etmiyen değil, taklit edilemiyendir". Dâhiler en az değil en çok tesir altında kalmış adamlardır. Yaratıcı ruhu ben, bütün — tesirlere, yeryüzünün, gökyüzünün bütün tesirlerine açılmış iki geniş kol olarak gö- rürüm, Küçük rıh tesir altında kalan değil kalamıyan Tuhtur. En renkli çiçekler en fazla gıda almış olanlardır. Gcethe “mahlükların en zeki- si” İtalyaya geldiği zaman ye- niden doğduğunu söylemekten ve yetmiş yaşında Hafızın tesi- ri altında bir divan yazmaktan gekinmemiştir. Goethe'nin ha - yatı, kendinin değil aldığı tesir- lerin tarihidir derler. Nicotzsche iyi yalnız Dostoy*: söylemekle ori- jinalliğinden hiçbir şey kaybet- miş değildir. Klâsikler Eski rin tesiri altında kaldıklarını itiraf değil Baudelaire, şairlerin en o! Poe'yi korka korka değil, kana kana içmiştir. Gide, bugünün en orijinal ruhlarından biri, bütün tesir kaynaklarından içmiş ve hâlâ susuzluğunu giderememiş- tir. Fakat hiçbir şair tesir al. tında kakdığını Şeyh Galip ka- dar gururla söylememiştir: "“Esrarını mesneviden aldım”" “Çaldımsa da miri malı çaldım" “Fehmetmeğe sen de himmet eyle” “Ol gevheri bul da sirkat eyle” Aynı kabadayı ruhu taşıyan Molliğre de: “Ben malımı nere- de bulursam alırım” — demişti. Shakespeare, Pl ttargue'in kah- ramanların sahnesine koymak- tan ve muasırlarının piyeslerini nali iddia ediyorlardı. | alıp yeniden yapmaktan çekin- | memiç'ir, Ne lâe'-izmin taklit Prensipleri ve ne de divan ede- biyatınm değişmez klişeleri ori- Jinal ruhların türemesine engel olmamışlardır. Yalnız büyük adamları değil Medeniyet tarihinin büyük-de - virlerini düşünecek olunsanız on- ların da en fazla tesir altında kalmış devirler olduğunu görür- Sünüz. Roma'nın en parlak dev- ri, Auguste zamanı, Yunan tesir letile doludur. Rönesansın kay- nağı, Eskilerin tesiri olmuştur. Fransız büyük devrimini ve ro- L-antizmini şimal rüzgârları ge- tirmiştir. Almanya'nın en kud- retli günlerinde Framsız tesiri salgın halinde idi. Yeni Türk Medeniyeti batı kültürünü korka korka değil, bütün iştahasile iç- mektedir. Ve batının tesirleri milli dehanm 0; anmasına engel olamamıştır... Her tesir er geç ve ister iste- mez taklid: götürür. Taklit et- miyen ruhu ya tesir altında kala mıyacak kadar katı, yahut ta içini dold. — ı tesirleri dışarı çı- karamıyacak kadar korkaktır. iğimiz şeyi benimsemek ve örnek edinmekten daha tabil ne olabilir?. Bir şaheseri içimizden süzdürüp yeni * bir kalıba dök- | görmek “çin dolaşıyordu. | ni bilmiyoruz. 1822 de, Weimar'da 17 yaşın- da genç bir İngiliz vardı. Goethe için kalbinde, ancak Tanrıya karşı duyulan korku ile | karışık sonsuz bir aşk ve gözle- | rinde bir alev yanıyor. Herg Weimar'ın sokaklarında onu Bu genç adam bir zün büyük ada- mın villasının bitişiğindeki bir bah ye giriyor ve orada bir ça- lılık arasına gizlenerek ihtiyarın hareketlerini gözlerile takibe başlıyor: iy Bu gencin gördüklerini atıla. tan -ir mektubu var; bu mektup' şöyle başlar: n “Geethe'nin bütün şahsiyetin- “de büyüklüğü görülüyor, muh- “teşem tavrı, alnı, başının güzel *“şekli, ateşten gözü, bütün bu “Dar Faust'u, Marguerite'i, “Getz'ül Iphigönie'yi, “Le Tasse'ı hatırlatıyor. Bi “ileri bir yaşta bu kadar büyük “bu kadar sıhhatli, bu kadar gü- “zelbir adam asla görmedim. “Şimdi onu hergün bahçesin- “de görüyorum; ve diğer insan- | “Jarın, büstleri gözden geçirir - “ken, güzel portreleri ve güzel “gravürleri temaşa ederken al - “dıkları zevk kadar bir zevk alı- “yorum, “Tabil halde şurada burada, “bahçenin iki tarafı ağaçlı yol- “larında, hiç otarmaksızın ağır “adımlarla yürüyor. Fakat cçok “vakit tabiat eserleri karşısında “yarım saat süren bir düşünceye “dalryor. Bu gibi anlarda ne dü- “şündüğünü — keşfedebilseydim “Çiçekleri ve bitkileri *“bıraktıktan sonra oğlunun gü- *“zel çocuklarile oynuyor; haki “katte böyle 1zaktan bir seyir, “yaklaşıp onunla konuşm “daha iyi idi, Farzedelim be - “ninle konuşmağa başlasın; “onun için on yedi yışmda bir “çocule ne olabilindi? *“Fakat koncaların açıldığı bir “ilkbahard'a bulunduğum için “ zmdi kendimi - kutluluyorum. *“Çünkü Geethe'nin çiçeklerle ve *“kuşlarla olan devamlı konuş - *“masını gözetliyeceğim ve size *“onlar hakkında bütün bildikle- *“rimi, iviç olmazsa . sezdiklerimi “yazacağım.” Bu genç heyecanlınım bahçe- de, Geethe ile bitikler,hayvanlar ve çakıl taşları arasında geçen | muhavereyi keşfedip etrmnediği- Fakat Geethe ile tabiat araşın- da dinmeyen konuşma bizce bel- lidir. (“abiate Kaside) ! aşlıkiı mensur ş$iir bu dinmeyen konuş- manın ifadesidir. e Aşkı ve kadını sevdiği gibi tabiati de ö; 'ece seven Goethe faglı. olarak ona samimi bir mu- habbet, ana vn - “luna gösterdi- ği derin bir şefkatle bağlı idi. Huşula sonsuz tabiatin temaşa- sına dalıyor, dışardaki eşyanın bütün tesirlerine büyük kalbinin kapılarını yor ve tablati ken- di d ine göre değiştire - rek ona kalbinin çırpıntılarile beraber ihtizaza gelebilen bir ruh ver'yordu. Neş'esile titriyca, hüznile ör- Şîfk:ı tabiat onun candan dostu idi, * Geethe, kamaşan gözlerini çi- çeklerden bal toplıyan bir arı gi- —— —— —— — mek denizden su almak kadar meşrudur. Michel - Ange, genç: liğinde taklidi o kadar ileri gö- | türmüştü Li, eserlerini tcprak |altımdan çıkmış-Yunan heykel- | leri diye tanıtıyordu. Taklit et- | mekten çekinen ruh, hazmet. | mekten korkan bir mide gibidir. | Sahsiyetini kaybetmemek için tesirlerden kaçan adam, Kkaran- lıkta güneşi arıryan adamdır. Sabahattin EYİBOĞLU Batı debiyatları Doçenti| FİLOZOFİ Goethe Ve Tabiat bi yalnız tabiatin güzellikleri üs- tünde gezdirmiyor, onları git - tikçe derinliğe, daha derinliğe alı rdu. Tabiatle olan bu sürekli temas hneticesidir ki, kalbinde arayıp ' ta bulamadığı Tanrıyı tabiatte bulabildi. Geethe'ye göre tabiat “Alla- hın söylediği bir söz” dür, “ülü- hiyetin canlı libas” ıdır. Bu Al- Nlah « tabiat dini, bu panteistik telâkki bütün canlılığını Goethe- nin doğrudan doğruya tabiatle olan sürekli tema. dan almış- tır. Tabiat ve tabiati biyük Alman şair mü için bütün hayat boyunca sön- mek, bilmeyen derin bir ihtiyaç olarak görünmektedir. , Tabiati a lın kamınlarına tâ- bi tutan rasyonalizin onu bütün sırlarından sıyırıyor. ve - tabii ilimlerin basit ve cansız bir mev- zuu olmağa mahküm ederek bü tün şahsiyetini siliveriyordu. Tabiatin bu alçalabilmesine karşı, sonra gelen mütefekkir - ler ona bütün benliğini ve şiiri: ni yeniden verdi ve onda büyük bir varlık, son derece ahenkli, hakim, ilâhi bi varlık gördi Bu .n:;uu'l Geethe'de şiirin bütün çiçeklerile süslenerek ken disini gösterir. Geethe'nin natürist dini hiçbir zaman büyük (bütün) ün mesüt bir tapınmasından ibaret tir sanılmasın! Bu din bazı Nietzsche'nin diyonizmine son derece — iklaşmaktadır. Tabiat Geethe'ye, yaratmakta olduğu kadar da ikmakta da muaz « m bir küdret olarak görünü « yor, Werther'deki 18 inci mek- anlarda tupbu C aşu, D1 “rüşlü göste- rir, Baharla süslenen verimli ve eşsiz taklat ile sayısız varlıkları korkunç bir canavar gibi d....dâ- dan yutan yıkıcı tabiati bütün tezatlarile karşı karşıya görüyo- ruz. Ayni zamanda yüksek — ve korkunç olan tabiattir. ki, Fa- ust'a tasavvur — olunamıyan bir heyecan ve yenilmez bir korku vermiştir. Büyük şair, tabiati bu iki yönden görüyor ve bütün genişliğile tabii olan şeyi kabul ediyor. Gücü yetiyorsa insan kendisini müdafaa etsin! Fakat ne itiraz etmeğe, ne de kızmağa hakkı var. Ne olursa olsun her şeye “evet!” demelidir, Geethe, büyük dinini, büyük Allahmı tabiatte bulmuştu. Ona di diyenler oldu, evet o, bil- diğimiz zahitler gibi karanlık hir mabedin soğuk mermerleri üstünde boynunu eğerek niyaz- da hulunmuyor, dizlerini bük « müyordu. Onun mabedi tabiat, dini tadiat, Tanrısı tabiatti. Işık ve hayat karşısında dimdik, neşe dolu, her gıdadan tadarak ibadet ediyordu. Onun dini yal- nız saf bir heyecan değil, fakat ihtiras” bir hemle idi, bir hamle dini idi, « 1830 yıllarında Weimar'dan geçen vir İngiliz, İmgilteredeki katoliklerin yer.'lik alanmdaki taşkınlı;.ndan büyük şaire bah- seder. Gcethe: — Bu din mecsleleri beni alâ- kadar etmez der, Sön derece kırılan İngiliz ce- vap olarak bütün gerçeğin Tan- rıdan — 'diğ' | ve kilis. yolile geldigini söyler. O esnada Geethe elinde bir çi çek tutuyor ve bir kelebek te odada uçuyordu. , Büyük ihtiy-r şöyle cevap ve- rir; — Şüphesiz bütün hakikat Tanrıdan geliyor, fakat bununla kilisenin hiçbir ilgiliği yoktur. Allah bize v çiçekle, bu kele- bekle hitap ediyor, yalnız şu var ki, onlar bunu anlamıyor. SuudKema| Yetkin Estetik Doçenti

Bu sayıdan diğer sayfalar: