6 Ocak 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

6 Ocak 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

BULGAR SADIK Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: 52 e. aksi yele il, Isyan Hareketi Büyümüştü Abdülhamit, Partiyi Kaybettiğini Anlamış ve Kanunu Esasiyi İlân Etmek Mecburiyetinde Kalmıştı Tam bu sıralarda Selânik merkez 'umandanı Nâzım beyin gizli ko- Mita tarafından vurdurulduğu ha- Seri İstanbula gelmiş, saray muhi- Üni fena halde sinirlendirmiş, bi- Taz da sersemletmişti. İsma'l Ma- İT. Yusuf, Recep Paşalardan mü- Fekkep bir heyet Nâzım beyi vu- Fan ve vurduranları bulmak için Selâniğe gönderilmişti. Bu heyet, beraberinde götürd- Bu bir sürü hafiye ile Selönikte #alışırken yine saraya mensubiyeti sebebi lu Manastır polis müfetti $İ Saminin de vurulduğu haberi #lmesi, padişahı kara bir vehim Sarayı da hakiki bir telaş sarmış, Saplamıştı. bdülhamit işteki ciddiyeti kavramıştı, Yeni doğma- , Ya başlıyan hürriyet fikrini boğ- için üçüncü ordudaki üme- TA ve zabitanı İstanbula getirt - Yeek, ezmek yolunu tutmuştu. Fâkat çağrılan zabitlerden hiç biri gelmediği gibi hafiye veya Saraya mensup © Olduklarından #üphe edilenlerin birer ikişer vü- Tulmalarına devam ediliyordu. Sarayın da, hafiyelerin de gözleri Yılmıştı, Vukuat artık tabii şek- “nde ilerliyor, birbiri ardınca, Resneli kol ağası Niyazi beyin iki Yüz kişi ile dağa çıkıp isyan ettiği, Niyazi beyi tedibe memur ediler Şemsi Paşanm Atıf bey adında bir vatansever tarafından Manas- tırda öldürüldüğü haberleri geli- Yordu, Saray bu haberlerle yanıp tu- İüşürken, Abdülhamidin . hende- lerinden meşhur Şusyp ile Manas- İsfens Tepelendiği, yeni Bir hafi. Ye teşkilâtı yapmak üzere Selâni- İs gönderilen Sadık paşanın da Yeralandığı haberleri almıyordu. İşler çığrından çıkmış, üçüncü Ondudaki isyan o büyümüştş. Ab- dülhamit İzmirdeki nizamiye ta- Burlarını Rurmeliye geçirmiş, Ana- doludaki Rediflerin toplanmasına *mir vermişti. Fakat Rumeliğe geçirilen askerlerin arkadaşlarına karu silâh kullanamıyacaklarını kati olarak söylemeleri, bir kıs- Munım da asilerle birleşmesi ve he İe bu esnada ayaklanan Armavut- ların Üsküp - Metroviç Üsküp - Nibefçe hattı üzerinden askeri İrenlerin geçmesine engel olma- ları sarayın durumunu müşkül Meştirmişti. 1324 yılı temmuzunun dördün- <ü günü idi. Saray fona halde sar #ılmıştı, Birbiri ardına gelen h8 Yerlerle Manastırda Osman Hida: ” Yet paşanın yaralandığı Yerlep? kaymakamı, Debre mütasarrıfı, Serezdeki otuzuncu topçu liva kı Mandanının vuruldukları ve 5000 Arnavudun Üskübe doğru yürü dükelri anlaşılmıştı. Yine ogün, &vwelce muhtelif yerlerde tevkif #dilip İstanbulda, Taşkışla divanı harbinde muhakemeleri yapılmak Üzere bulunan 38 zabit derhal serbest bırakılmayacak olursa Or- dunun İstanbula doğru harekete geçeceği haberi gelmiş, bu haber Abdülhamidin bütün ümitlerini Zedelemişti. E resi gün de, binbaşı En ver, Eyüp Sabri beylerle arkadaşlarının, Rumelinin . muh telif mıntakalarında bulunan bü- tün Bulgar, Rum, Sisv kapitar- larının da çeteleri ile Niyazi beye Nihak ettikleri, hep birlikte ka- bunu esasinin ilânı dileğinde bu- Yundukları ve hele Manastirin te mamile genç Türklerin elinde ok duğu haberleri | gelince artik Abdülhamit partiyi kaybettiğini iyice anlamış, milletin arzusuna el bağlamıştı. Kanunu esasinin i- lânına mecbur kalmıştı. Sanki yer yerinden oynamıştı. Dillerdeki, kalemlerdeki bağlar çö zülmüştü. İstanbul halkı sokakla - ra dökülmüştü. Yaşasın hürriyet, yaşasın kanunu esasi sesleri gök - İere yükselmişti. Millet sevinç ve heyecan içinde idi. Zaptiyo kapı - sındaki odamda oturuyor, bir haf- ta evvel, Selânikteki yüzbaşı Ga- ip ve mülâzim Fuat Beylerden alıp'da saklamak mecburiyetinde kaldığım mektubu okuyordum. Da irenin geniş sofasında, birdenbire bir çığlık koptu. Yaşasın hürr yaşasın kanunu esasi, Tabii bu can dan yapılan gösterişe katılmak ü- zere odamdan çıktım. Kimleri gör- sem beğenirsiniz?.. Başta Fehim, Çerkes Mehmet, Vasıf o Paşalarla Dahiliye nezareti mühürdarı Ha- san, Jak Haronacı, Serhafiye Kad Zere, büyük, küçük ne kadar ka- rakulak, saltabaşı varsa ordalar - dı. Haspalar yakalarına kırmızı be yaz kordelâl birer de hürriyet ro- zeti takmışlardı. Ellerind yük, küçük bayrakları sallıyor, bo- Hazlarını yı, 'asına bağırıyorlar- dı. Yaşasın hürriyet, kahrolsun is- tipdat. Mn beni gerçekten şaşırt mıştı. Hürriyet, meşrutiyet mefhumlarına acındırmıştı. — Pek çoklarını yakından - tamdığım bu yadigârlar daha dün, bir köpek sadakatile bağlı bulundukları e fendilerinin — kapılarında kuyruk sallıyorlar, Selâniğe doğru diş gi- cırdatıp havlıyorlardı. Kahrolsun istibdat diye bağıran bu azgınlar 'daha dün Padişaha dua için hay - kırıyorlardı. Garip değil mi”, Bu- gün de hep bir ağızdan, henüz do- Ben hürriyet bebeğine ninniler söylüyor, neşideler okuyorlardı. Bir gün evvel yazıp verdikleri jur- nallarının henöz mürekkepleri ku rumıyan bu düzme mesrutiyet â- şıkları artık çoşmuslardı. Çıkar - mak için hafiye gözü. kırmak için möstebit bası arıyorlardı. Ne ka- dar tuhaf ki, birbirlerini de bir törlü göremiyorlardı. Bu hatiye yğıntısı tıpkı sarı çamurlu, cirkef kokulu bir sel gibi dairenin merdi venlerinden meydana aktı, birik- ti; coşkün bir nehir halinde Çem- berlitaşa doğru yürüdü. Yarım saat sonra, Zaptiye na- zırı Şefik Paşanın konağı taşlan - mış, yalnız canı bağışlanmıştı. Bu- nu yapmakla sanki günehlarını dökmüşler, suçlarını örtmüşlerdi. Zaptiye nezaretine Ali Paşa tayin edilmişti İsminin başına ber nedense bir deli sıfati eklenen bu sert ve mert Paşa iki gün içinde zaptiye dairesini güzelce temizle - mişti. İki yüzlülerin maskelerini kara ellerine vermişti. Ben eskisi gibi Yine nezaret emrinde; geceyi gündüze katarak, hem de işimden zevk ve kıvanç duyarak çalışıyordum. Ali Paşa - dan sonra Zaptiye nezaretine ge- çirilen Sami Faruki Paşada ya- kınlığını, yardımını benden esirge- memişti. Hakkımda beslediği inan ve güvenini bana çok önemli ve ince bir ödev inanlamakla göster- mişti. Memlekette olan büyük deği - şikliğğin tabii bir neticesi: olarak, inkılâbin büyükleri ile ileri gelen bazı kimseler tarafından Mehmet Reşat Efendiye gösterilen saygı, sevgi ve candan saltanatını da hayatı kadar seven Abdülhamidin biraz fazlaca pire - lendiğini, bu sebeple de veliahtın hayatı ile ilişikli olarak bazı yaki- şıksız teşebbüslere girişeceğini ha- ber alan Sami Paşa beni yanına çağırttı. Aldığı haberleri, hatıra ge len ihtimalleri birer birer anlat » tıktan sonra: (Devamı var) LUKM OĞGUT SAKLAMBAC Yazan: Halikarnas Balıkçısı ökova körfezi kıyılarında Genemedeydimo. Kayık ley lâki dağlarla çevrilmiş çelik mavi- si bir su sathi üzerinden kayıyor- du. Apak köyü denizden görüyor- dum, Evler annesinin koynuna s0- kulan çocuklar gibi dağ yamacı - mın koyu portakallıkları arasına girmişler, güneşte parlıyor, ısini- yorlardı. Şimdi seçilir seçilmez şen bir köylük olan k tarihinde vaktile çok bü; oynamıştı. “Gereme,, yani Kera- mikos toprak evaniyi ilk yapan yerdi. Dünyanın her tarafında ki- remit, yahut seramik diye ev dem- ulan kiremitlere ve bi evaniye burası kendi a- Romen ha- rabe ve yukardaki Hitit devrinin âsarmdan olan ve sonra Akropol vazifesini görmüş bulunan ikinci harabenin ağartıları gözle farkedi- lebiliyordu. Eveli aşağıdaki Romen harabeye uğradım. Romanın enkazı altında, yükselen Dorik sütunlar, otlar ara- sından salınan sülün saplı çiçekler gibi bakışları, gözleri çekiyordu. Buralarda sorulacak şeyler çoktu. Kendi bendime or sorabilâi kadar.. Artık susmuş olan bu yer- lerden cevap veren kim? Yüreği artık çarpmıyan bir şe- hirdesin!,, dedim. Yerde kırılmış yatan bir kaç sta: tü parçasına gözüm işti. Bunları bir çok diri insanlardı buldum. Hele, geçim derdile büs- bütün görelip somurta koymuş 0- lanlardan çok daha natık idiler. Eski Nelenler buraya zaman ve mekânın pek engin bir parçasını muhlamışlardı. Şöyle bir baktım. inlerca mil deniz, binler. AN HEKİMİN LER iğ Yemeklerin Sıcaklık Derecesi Pek te ehemmiyetsiz o olmasa gerektir. Cükü yeni doğan çocuk, emzikle beslendiği vakit sütünün sıcaklık derecesinden müteessir 0- lur, Emzikteki sütün derecesi otuz sekizi geçince çocuk ziyade terler, sık sik sıçrar, uyumaz. it soğuk olursa karnına sancı gelir. Çocukluktan sonra insan oğlu yemeğini sıcak ta yer, soğuk ta Yer, bununla beraber soğuk yeme- ğin mide üzerine tesiri sıcak ye- mek gibi değildir, Sıcak yemekle. rin bircoğu soğuk yemeklerden daha lezzetli olduktan büşka da- ha ziyade istah açarlar ve hazım eihağını daha İyi tenbih ederek daha ziyade ifraz ettirirler. Ayni yemeği sıcak yemekle soğuk ye- mek bir değildir. Sıcak yemek Insanı daha iyi tatar, yorgunlur ğunu daha çabuk geçirir. İsterseniz tecrübesi de kolay» dır: Bir çay fincanı sütlü kakao pişirtirsiniz. Onu bir sabah sicak olarak, bir sabah ta soğuk ola İeiniz. Sıcak olarak İçtiğiniz kakao daha barsaklara kadar git- meden, yani benliz İamamiyle hazmedilerek karnınıza geçmeden vücudünüzde bir rahatlık du sız. Ertesi sabah soğuk İetiği- niz vakit bu rahatlık pek sonra gelir. Aradaki fark yalnız sabah- leyin İctiğiniz için değildir. Sabah- leyin vücut sıcaklıktan hoşlanır da fark ondan gelir sanırsanız. ayni tecrübeyi akşam üzeri işiniz. den çıktığınız vakit, yorgunluk- tan sonra yapiniz. Ayni neticeyi hissedersiniz. Bundan dolayıdır ki, soğuk ye- meğe alısanlar yahut mecbur o- lanlar sıcak yemeklerden bulama dıkları kuvveti alkollü içkiler ice- rek onlardan aramıya —tabiatin sevkiyle— mecbur olurlar, Ve- meklerini sıcak yiyenler daha az alkol içerler, Bununla beraber sıcaklığın da, tabli, derecesi vardır. Yemek bir defn pek sıcak olunca mideye kan toplanır. Her vakit pek sıcak ver seniz mideye kan toplanması tek- rar tekrar gelir ve âdeta devamlı olur. O zaman da mide şüphesiz bozulur, hastalanır... o Yemekler pek soğuk yenilmezse de, içtiğiniz seyler pek soğuk olursa mide üze- rinde ilkin damarlar darlaşır, fa- kat biraz sonra genişler ve kan toplanır, yani çok sienkin çok s0- Kuğun midede tesiri neticede bir olur... Fakat pek soğuğun tesiri yalnız midede kalmaz: Karaciğer üzerine, böbrek üzerine de fena te- sir eder. Yalnız, midenin dolu veya büs- bütün bop oldüğuna da pek sica ğm ve pek soğuğun tesiri değişir, Mide büsbütün boş olmadığı va- kit pek sıcağa da, pek soğuğa da daha İyi dayanır ve onların tesiri hafif olur: Buzlu suyu yemek a- rasında İemekle, ae karıma icmek bir olmadığtar, şüphesiz, bilirsiniz. Yediğiniz ve içtiğiniz seylerin cinsine göre, hoşumuza gidecek, münasip sıcaklık derecesi başka başkadır: Corha pek koyu olma- dığı vakit 37 ile 40 derece arasim- a zevkli olur. Kovn corbalarla püreler ve ezmeler biraz daha st- cak, 38 İle 41 arasında olmalıdır. Kızarmış et 40 ile 45 derece sra- smda iyi olur, Hele koyun etinin yağı 40 derecenin altında yemek tabağı içinde dona: Su. 6 ile $ derece arasmda bur- la gibi soğuk gelir, 12 derecede hoşa gider, 16 derecede ılık gelir, 25 derecede bulantı verir.. Hal buki gazöz o derecede hoşa gide- cek kadar serinlik verir, Süt su İle ayni derecede bulun- duğu vakit sudan daha serin ge- lir, 6 derece sıcaklıkta ancak yu. dum yudum içilecek kadar soğuk- tur, 10 derecede bile soğuk sayt. lir, zevkle içilebilmek için 12 ile 13 derece arasmda olmalıdır, Bira 12 derecede serindir. Me- raklıları onu dalma o derecede se- verler, pek soğuk olduğu vaklt keyfi kaçar. Kahve İle cay ve kakaeya linee, onlar fincana Kiel vakit pek sıcak, 60 ile 63 derecd arasında olmalıdır: Önümüzde ya- vas yavaş soğudukça çıkan koku lariyle zevk vermek icin... “ gi | N ve sene hep serili duruyordu. r mabedin basımakların - dan çıkmıya başladım. Bun- lar binlerce sene evvel yürümüş in- sanların adımlarile oyulmuş, silin- mişli, Benim ayakarımın da bura- ya değmesi mukaddermiş dedim. yürüyordum. Fakat, her adımımla ilerledikçe bir yokuşu tırmanarak çıktığımı sanıyordum. Oradaki de. vasa zerafetin büyüsüne tutuluyor- dum. Onlara baktıkça sütunlar u- zuyorlar o uzuyorlardı da mavi gökte bir ahenk oluyorlar, o kadar ki, onları artık şeryözüne ait de- fil, fakat göklere ait olup yeryü- züine tenezzül etmişler sandım. U- zayn, ne bileyim bir gök parçası, bir riyet huzmesi idi. Yür genişliyor, açılıyordu. Galiba yü- reğimden sevinç geçecekti de yüre- Him ona hazırlanıyordu. Oi çıkınca Hitit harabe- sine geçtim. Afrikada kum denizde su ve kutuplarda buz Ok- yanuslarının ıssızlıkları vardir. Bu şehri kuran insanlar ne yapıp yap- Bu ısızlıkların hepsini top- ar, bu küçücük yere tıkmış - lar, öyle teksif etmişler ki, 192- lik yapagiden bir tıkaç gibi boğa- ınızı tıkıyor. Ah, of gibi, öksü- rük ve ıslık makulesi şamataları - mın üzerine battal battaniyeler gi yorum. Şamatam durunca, sama- tamla öncekinden daha küyük bir söküt, daha boğucu bir kasvet ya- Tatmış oluyordum Burada ne hüzün ne keder vardı. Yalnız bir kasyet bir uğursuzluk. Hangi tarafa dön- sem korkunç bir huzur karşısında imişim gibi oluyorum. Kebeş göbekli, yayık ağızlı, göz leri yuvalarından fırlamışı bir nu- husettir beni dikiz ediyordu. Bakan bu gözlerin ağır bakışı yüreğime oturuyor. Güpegündüzdü. buna Tağmen derin bir karanlık, bir hür- riyetsizlikten ürktüm. 'az günüydü. Güneş otları, kayaları dağı dereyi kasıp kavuruyor, Sankı bembeyaz kız - rmş bir demir çubuk yaprak, ot kaya, dokunduğu her şeyi cız di- ye yakıp kıvılcımlandırıyor, bü - tün etraf bir çakış oluyor, renk - ler bile harlayıp yanıyor. Kamaş- tırıcı bir alev harelenişi oluyordu. Köy çocukları oynamak için gölge- lik dehlizler, serin kuytuar arıyor» lardı. Harabenin katakomblarma doğru koşuştular. Güneşte pırıldı- yorlardı. Çocuktular fakat, ağızla- rına aldıkları şekeri nasıl tadı - yorlarsa, parıldadıklarını da öyle- ce duyuyorlardı ki, esvil civil ve- cıldıyorlardı. Harabeyi bir kuş kümesine benzettiler, akat harabe binlerce sene devam edegelmiş sevgile- rin bir mezaristanı idi, Oraya asır- lar şimalin büyük ıssızlıkları üzeri- ne çöken koyu sisler gibi yayılmış. her deliğe, her bucağa işlemiş, sin- mişti. Ölüm sinsi sinsi el uzatıyor, çacukların çakışan parlak bakışla rını, örtüyor, patırdaşın küçücük ayaklarını kayuruyordu. Harabenin ölü gönlü karanlığı i- le hayatın, gençliğin, sevincin Üze- rine kayıyor, kapanıyordu. ocuklar saklambaç oynıya. Tum, dediler. Altın saçlı Ay- şe ile Karafadik bulunmamak için bir, katakombun karanlıklar esne- 1 li | yen ağzından içeri daldılar. Çocuk: lar indikleri merdivenin her adı - minda farkına varmadan iki bin senelik geçmişe doğru güçüyorlar* dı. 'Tâ dibe varınca nefos alamsz oldular. Yukarıya kaçalım, dedi » ler, Bacakları, kolları kurşun gibi ağırlaşmıştı. Güç hal ile oynatabili n Asid karbo- yorlardı. Tarihi kadi nik muhnik gazile boğozlarından kavramıştı. Çocuklar süküt bataklığı içine göküyorlardı. Debelendikçe, Ka- ranlıklarla frtülüyorlar, tıkanıyor. lardı. Biribirlerine gü; belâ sarla- bildiler. Yürek çarpışlarının arasın daki süküt fasılaları gitgide uzu- yordu, yayılıyordu. Yavrucuklar, son bir gayretle irkilip bağırmak istediler, kalkamadan büsbütün ya- kıldılar. Süküt tamdı. Artık yü - rekleri çarpmıyordu. Saklananların hepsi bulundu. Fs kat Fatoşla Ayşe kız bulunmuyor» du. Çocuklar ilkönce gülüşerek, çağırdılar. Sonra kaygulandılar. Meraklı gözlerle bakışarak aradı - lar, Ağlaşarak, hıçkırarak köye dö düler. Ay birdenbire yakılıverilen süt beyaz camdan yapılma koca bir ampulmuş gibi, ufuktan parladı, kapkara gölgeler, her köşe ve bu- caktan meydana atıldılar. Köyden, analar, babalar ellerin de meselelerle yetiştiler. Aradılar taradılar, ünleyip çağırdılar, D-. gömüp; yöundurar, Fatoş” Ayşe ku diye harabeyi acı acı çığbklarile çınlattılar. Harabede kimse yoktu. Karanlık ve süküt vardı. edika yanımdaki iki köylü 5- le harabeyi gezip duruyor- duk. Dehlizlerin birinden geçer * ken karanlıkların asırdan asıra is- #iflenmiş bulunduğu bir köşeden, önümüze bir karanlık parçası varlandı. Hepimiz ürktük, gi üzerimize yığdığı zifiri süküt yet - miyormuş gibi harabe takımlle üs tümüze abanmıya niyetleniyordu. Birkaç adım geriledik, köylünün biri bir elektrik sep iâmbasının hun mesini ileri doğru tuttu. Devrilen bir kaya veya duvar parçası de - gildi. Kollarile bacaklarile kıv- Tanıp duran koca bir zhtzpota ben ziyen meçhul bir hayvanlı. Dik - katlice baktık. “Yahu bunlar in- san! Çocuk!,, diye bağırdık. Tıpkı alevle tutuşan Okâğt parçaları gibi acayip. seayip kıyrılın kıvra » niyorlardı. Onları hemen kaldirip köye taşıdık. Köydekilerin çoğu or ları tanıdı. Yirmi sene evvel ha - rabede kaybolan Ayşeyle Fatime- dir, dediler. Çocuklar yeni doğan ve ağlıyan süt bebekleri gibi bük- Tüm büklüm olup toslanıp sarmaş, dolaş oluyorken çözülüp acı acı mi- yavlıyorlardı. Hepimizin gözleri hayretten faltaşı kesilmişti. Sonra kıvraşan iki elsmin hareketi ya. vaşladı. Hem de çabalarken üzer- Werine yapışmış topraklar da dö - külmüştü. İyice dikkat ettik. bün- lar insan değil, fakat vaktile yer- yüzünün. her tarafını kaplamış- ken, her tarafta tamamen cinsi tü- kenen ve yalnız pek nadir olarak Ege kıyısında kalmış olan Madra- gora, yani Nebati Adem kökleri i- di. Bu devasa bayır turpumsu kö- kün gövdesinden insan, bacağı, ko- lu ve avucu gibi müteferri kökler çıkar. Nebati Adem topraktan gi- kınca, tepkı denizden çıkarılan ba- lık gibi çırpınır. Işıkta kökün ka- bukları çatlar, içerde hâsı! gazlar bu çatlaklardan uçarken, kök ağ- yan insan yavrusu gibi ciyak ei yak bağırır, inler, bükülür mey - (Lâtfen sayfayı Geviriniz)

Bu sayıdan diğer sayfalar: