20 Şubat 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

20 Şubat 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: 93 Milki Çetesi Almış, Yürümüştü Zarar Vermediği Türk Köyü Kalmamıştı, Tekrar Meydana Çıkmak Vakti Celdiğini Anladım izim kardeş “Kosoy,, da boş durmamıştı, Bütün olup bi- tenleri, beni takip ıçin gelip ge genleri isimleri ile, adetleri ile günü gününe bana bildirmişti. Bu faik kuvvetlerle didişmek tabii be him hiç te işime gelmezdi. Hemen tası tarağı toplamış, arkadaşları- mı sığınaklara dağıtmış ve Üskü- darın yolunu tutmuştum. Bir kaç gün sonra Rum çeteleri ile düş- man müfrezeleri beni bulmak için Alemdağı ormanlarını bayağı di- dikliyorlardı. Ben de Tophaneli- oğlunda, (o Üçköşkler mevkiinde kahraman arkadaşım Yavuz Feh- mi Beyin köşkünde dinleniyor- dum. Düşman mtfrezeleri Alemdağı ve civarında bir hafta gezdikleri halde bizi şöyle dursun, izimizi bile bulamadıkları için takipleri ni biraz gevşetmişler, birer birer yerlerine çekilmişlerdi. Tabii, Mi- ki kaptan ile arkadaşları ofendi- lerinin bu hareketlerinden mem- nun kalmamışlardı. Onları tekrar faaliyete geçirmek için, gizlice ye- ni suçlar işlemek ve bu suçları yi- ne bize yüklemek kararını vermiş lerdi. Büyük ve Küçük Bakkal köylerinde, kendi emellerine hiz- met etmiyen bir kaç Rumu tepele- mişler ve bu arada Bostancıya ka- dar inerek, Harbiye Nezareti şube müdü »den Nedim Beyin evine taarruz etmişlerdi. Evde buldukla- 7 bahada ağır, yükte hafif şeyleri aldıktan sonra çekilip gitmişlerdi. ilki arrusuna o kavuşmuştu. ; güve anil hâlük ile Boğazın Anadolu sahili ara - sındaki bütün köyleri, (dağları, dereleri âdeta tarar gibi aramış- lardı. Yine beni ve arkadaşlarımı bulamayınca, bu havaliden savu- şup uzaklaştığımızı sanarak ta - kip işini bırakmışlardı.Bizim bir- den sahadan çekilişimiz, günler. ce aranıldığımız halde bulunama- yışımız Paşa köylülerin yüzünü güldürmüştü. Başta Milki kaptan olduğu halde hepsi, bizim korkup kaçtığımıza, meydanı onlara bi - raktığımıza hükmetmişlerdi. Yi - ne küçük çeteler halinde islâm köylerine dağılmağa, orman yol larını bağlamağa başlamışlardı. Sadık dostumuz “Kosoy, un gönderdiği haberlerden tekrar sa- baya atılmak zamanının geldiği - ne hükmile, hemen arkadaşlarıma Muratlı köyünde (toplanmaları işaretini verdim. Bu defa biraz daha şiddetli hareket edecek, bil- hassa Milki kaptan ile arkadaşla- rını bir fırsat bulup tepeliyecek- tim. Çünkü, Paşa köy rumlarınn tıpkı Abdülhamit devrinin, ba - ni şu herkesçe bilinen, Paşa oğul- ları gibi pek burunları havada gezdiklerini, şımardıklarını hâ - diseler belirtmişti. Hele Milki kaptan. Bu şirret herif, bu hava- linin bir Sandaneski'si kesilmek istidat ve kabiliyetine sahip ol « duğunu açıkça göstermişti. Zevallı Türk köylüsünü, rast- ladığı yerde boğazlıyordu. Ne gâ- riptir ki, yabani dedikleri Şarkın evlâtlarına medeniyet getirdikleri- ni söyliyerek böbürlenen, kibir « lenen Garbın gururlu işgalcileri de bu cinayetleri, bu alçaklıkları hoş görüyorlar, alçakları, kanlı ları körüklüyorlardı. Sanki, ka - zandıkları zaferler için insan kur- ban eden vahşiler gibi, bunlar da kestiriydt, kestiriyorlardı. Yal - nız kestikleri, kestirdikleri in - sanların etlerini değil malını, pa- yasını yiyorlar ve yediriyorlardı. Varlığı ile İftihar ettikleri me - deniliklerini yalnız insan eti ye- memekle gösteriyorlardı. u sirada, Vahdettin ve Fe- ridin saltanat hükümetinin ne yaptıklarını da ufak bir misal ile anlatayım. Paşa köyün oldu- ğu gibi Şilenin, Darıcanın ve di- ğer köylerin nankörleri hep ayak- lanmış, şahlanmışlardı. Aç kurtlar gibi her tarafta rast- ladıklarına saldırıyorlardı. İslâm- lara can, mal, ırz emniyeti kal - mamıştı. Gazetelerin her günkü sayıları hep bü baskın, soygun haberleri ile kararıyordu. Gözle- rimiz yâşararak okuyor, yüreği - miz yanarak işitiyorduk her gün: Bir gece, Çengelköyünde, Yeni- mahallede kireç ocakları mevki- inde bostancı Şibin & Karahisarlı Mahmut çavuş ile arkadaşı Mev- 10du sekiz kişilik bir çete kaldı - rıyor, ailesinden on bin lira isti yor. Bir gün, Acıbademin Çifte Ce- vizlerine kadar sokulan on Iki ki- şilik bir çete bakkal Şükrü efen- diyi yaralıyor, bütün paralarını alıp kaçıyor. Bir gece Şilede bir karakolu - muz basılıyor, nöbet bekliyen Ah- met adında levent bir jan - darmamız öldürülüyor, silâh ve cephaneler yağma ediliyor. Diğer bir gün, Darıcada Jandar- ma korakol kumandanı Davut ça- vuş, karakolun içinde parça par- ça ediliyor, kesik başı bir sırığa bir gece, Alemdağında Reşadiye köyü basılıyor. Halit ve Hafız Ömer ağaların oğulları Hüs- nü İle Yusuf dağa kaldırılıyor. Çocuklar, salgıncılara üçer bin li- ra verilmek suretile yaralı ola - rak kurtarılıyor. aha bunlar gibi ne cinayet- ler yapılıyordu. Fakat,maz- lum ve mağdurların feryatlarına hükümetin kulakları tıkanmıştı. Yollarda, dağlarda, ormanlarda sürünen ve kurtlar, kuşlar tara - fından didiklenen Türk cesetleri- ne hükümetin gözleri kapanmıştı. Bu âcı, ve kara günlerden birin- de, o zamanki hükümetin büyük memurlarından biri, insan mez - bahasına benzetilen bu havalide yaptığı bir teftiş seyahatinden dö- nerken Üsküdar iskelesinde kar - Şılaştığı bir gazeteciye aynen: — Bu devir ve teftişim bende pek iyi ihtisasat tevlit etmiştir. Gezmiş olduğum Darica, Gebze ve Şilede âsayişi, inzibatı pek mü kemmel buldum. Halkı evlerinde, köylerinde huzur ve sükün için - de işleri ile meşgul gördüm. Hat- tâ diyebilirim ki, o tarafların in- zibat ve âsayişi İstanbulunkinden de iyidir. Buraların evvelki hak lerine vakıf olanlar şimdiki ha - line bakarak (o hayret etmekten kendilerini alamazlar. Demiş, işgalcilere yaranmak, hoş görünmek için yalan söyle - mişti, Ve bu yalanı söylerken yü zil bile kızarmamıştı. Devletin büyük bir âsayiş ma- kamını işgal eden bu Paşanın w- tanmadan söylediği bu kuyruklu yalanla o vakitki hükümetin zih- niyet ve kabiliyetini, hainlik ve alçaklığını sizlere açıkça göstere bildiğimi, sanıyorum. Ku ansızın gelen bir haber beni ve arkadaşları- mı sevindirmişti. Milki kaptan Kuzguncuk panayırına eğlenmeğe gitmiş. Bir kaç gün sonra paşa köyüne dönecekmiş. Bu benim için ele geçmez bir fırsattı. Pana- yar eğlencesini bu habisin bur - nundan getirmeyi kurdum. Dö - nüşte geçeceği yolu öğrenmek ça- relerini araşurmağa © koyuldum. İcap eden yerlere gözcüler koy - dum ve hemen Kısıklı jandarma takım zabiti mülâzim Ömer be - ye koştum. Memleket ve milletini çok se - ven bu genç zabit, salgıncı ve bankörlerle mücadeleye atıldığım gündenberi beni koruyor, el al - tından kımyetli yardımlarda bu - lunuyordu bana. O gün de dileği- mi kabul ile, Milkinin Kısıklı kö- yünden geçtiği takdirde keyfiye- ti, Sultan Çiftliğindeki jandarma karakolunun telefonu ile bana bildirmeyi vaadetmek büyüklü - günü göstermişti. Alemdağına se- vinçle koşmuş, arakdaşlarımı ala- rak Baltacı çiftliği ile (Dudullu) köyü arasındaki kuytuluklara s0- kulmuştum. O gün ve o geceyi orada geçirdim. Ne gelen ve ne de gönderilen bir haber vardı. Sabırsızlıktan bayağı kendi ken- dimi yiyordum. Gözlerim yollar- da, çalılıklar arasında sürünü - yor, düşünüyordum. Ortahk ağa- rırken, İki kilometre kadar ağ ilerimde gözüme ilişen bir Hintli kıtası, beni yer değiştirmek mec- buriyetinde bırakmıştı. Biraz ge - rilemiş Baltacı ve Sultan Çiftlik- leri arasındaki Kirazlı (derenin fundalıklı sırtlarına yerleşmiştim. (Devamı var) İKİ HAKİKAT Yazan : azı dostlara “öyle yerler var- dır ki, oranın nebatları se kiz, on metre yüksekliğinde çiçek açar. O çiçeklerin saplarından, evlere, çardaklara direk yaparlar, demiştim. Arkadaşlar “Mübalâ- ğa!,, diye güldüler. Zaten yaradı- ış hep mübalâğadir a.. Mademki varlık bir öte oluş ve gidiştir. Her nesil yeni doğan nesle “Mübalâ - galı,, der. Yeniyi takip eden ü- çüncü nesle © “Mübaliğalı, denileni, Tatar ağası gibi ya- ya bırakan bir mubalâğayla orta- ya atılır. Uç baba torik denilir. Ya- radılış, toriğe kanat takar uçar ba- lık diye bir mil uçurur. Tüfekle rilişan alınırken bile, namluyu he- defe değil, yıldızlara kaldırarak mübalâğa ederiz. Madamki Agsvların o yüksek çiçeklerine inanmıyorlardı, “Gi- der çiçeklerin fotoğrafilerini aldı- rırım ve kendilerine gönderirim, dedim. Bir alaminüt fotoğraf ma- kinesi kiraladım ve vola- düzül- düm. T am yaz günü idi Dağlar, de- reler sıcaktan tütüyorlar- dı, Fakat duman değil ışık tütü - yorlardı. Topraklar yıldırayan gü- neşe tiril tiril titriyen ışıkla cevap veriyorlardı. Kırılmış, tuzla buz ol muş aynalardan hâsıl olma çakı - şan bir ışık tozu. Işığın şiddetin- den neredeyse kapanacak gibi ki- sılan kirpiklerimin aralığından ba- kıyordum. Etraf parıltı parçaları gibi sürü sürü kelebeklerle kay- niyor, buram buram girdaplanı - yordu. Otların arasından milyon- larca görünmez böceğin ötüşü, şimşeğin kendisine yakışan gürle- yişi gibi, o ışığın iri bir davudi u- ğultusu oluyordu. HAZIMSIZLIK Herkesin başına gelebilecek bir haldir. İnsan bir gin âdet edindi. ğinden pek fazla yer; yahut pek heyecanlı bir zamanında yemeğe oturur, Kimisinde de hazmmsızlığa sebep büyük bir yorgunluk olur Kış mevsiminde soğuk almaktan da hazımsızlık gelir. Bayatlamış yemeklerden de gelir, hele balik taze olmazsa. Uskümrü dolmasını. miiye dolmasını birçok kimseler hazmedemezler. Karaciğerleri yo- unda işlemiyenlere daha başka yemekler de dokunur: Meselâ yumurta yedikten sonra hazımsız- İığa tutulanlar vardır. Her ne sebepten gelire gelsin, hemen yemekten sonra, fakat da- ha ziyade yemekten iki sant, dört saat sonra hazımsızlığın alâmetle- ri kendilerini gösterirler, Bazıla- rında akşam inden (sonra, uykuda korkulu rüyadan başka a- lâmet olmaz da hazımsızlık sabah- leyin meydana çıkar: Mide üzerin- de sıkıntı, baş dönmesi, soğuk ter, bulantı, dermansızlık, insan bayı- lacakmış gibi olur. Bulantının son rası gelirse rahatlık verir. Daha sonra karın boşalırsa ferahlık gelir... Mazrmsızlık saydığım ( sebeple- rin birinden gelmişse hiç ehemmi- yeti yoktur. Fakat hazımsızlığa tutulunca © sebeplerden birini kendi kendine aramak lâzımdır. Bir ziyafetten sonra, bir yorgun- Tuktan sonra yahut yemek üstüne soğuk algmlığından sonra gelen hazımsızlığa diyecek şey bulun- maz, Bu sebeplerden hiçbiri hatıra gelmezse? Hele hazımsızlık, hiç sebepsiz gibi sik sik tekrarlıyor. sa?” O zaman böbrekleri unutma- mak lâzümdır. Müzmin bir böbrek hastalığı öyle sik sık hazımsızlığa sebep olur, Müzmin apandisit, ka- aci işlerini fet yaparlar, Hazımsızlıkla birlikte ateş te 2x çok yükselirse o vakit iş büsbü- tün değişir. Hazımsızlık meydana çikmadan önce de birkaç günden- beri iştahsızlık, dermansızlık his- sedilmisse, o hazımsızlık belki ya- rm, öbür gün kendisini gösterecek ir umumi ve ateşli hastalığın ba ladığma alâmettir. sığ Hele çocuklarda olursa, atesle birlikte hazimetzlrk olunca, arka- sından kırmızılı hastalıklardan bi- ea çıkabileceğini o unutmamalı- ar Çocuk olmıyanlarda da, sarılık hastalığı çok defa bir hazımsızlık- la başlar. Grip hastalığının da böy le başladığı çoktur, böyl hazrmsızlı! sonra tile Yi paratifo hastalıklarından birinin meydana çıktığı olur, Bir de eski- den mide humması dediğimiz hir hastalık vardır, bu da öyle hazım- sızlıkla başlar, sonra da günlerce devam eder. Neticesi ağır olmasa da, günlerce stirmesi insanı yorar. sı olan İstirahat, yatağa o yatmak lâzımdır. Midenin üzerine sıcak suya batırılmış bezler koymak si- kıntıyı geçirir. Fakat hazımsızlı. apandisit hastalığmdan gelebi- İeceğini de unutmamalıdır. Apan- disit varsa sağ tarafla karnın asa- ğısma doğru ağrılar şiddetli olı Dermansızlıktan Oo ziyade orada sâncı bulunması bir fikir verir. O vakit sıcak sudan sakınmalı, Bulantıdan sonrası gelmekte ge-- cikirse ilrk bir ıhlamur onu kolay- laştırır. Pek titiz ol par maklarile de yardım ederler. Tabii o gün ve bulantı devam ederse ertesi gün de sade su ya- hut maden suyu. Daha sonra ya- vas yavas sebze suyu, pirinç cor- bası, şehriye çorhası, Süt hazım- sızlıkta hiç iyi gelmez. Yoğurdu tercih etmeli, yahut ayran. Yu- murtadan, kakaodan, et suyunun yağlısmdan sakınmalıdır. Hazımsızlıkla birlikte ateş olun- €a. perhize devam etmek ve ha- zımsızlıktan sonra meydana çika- cak hastalığı beklemek lâzımdır. Her halde hazımsızlıktan sonra da kendi kendinize müshil ilâer İç- mekten pek sakınmalısınız. Ha- zımsızlığa sebep tifo yahut bir a- pandisit olunca müshil ilâer pek Deniz kenarındaki kahvelerden geçerek beyaz badanalı evler a- tasından tırmanan yokuşa dadan- dım, Şurada, tepesinden tırnağına kadar zerre ve dikenle bürünmü ejder Cereus'ür o mağrur nebati uykusuna dalgın, güneşte dimdik durduğunu görüyordum. Sanki ge- celeyin yıldızlar dikenlerin uçları- na takıla kalmışlar ve çi. çek olmuşlardı. Koca nebatın bü- tün endamca, pırıl pırıl işik kp- raşıyordu. Beride birdev me lengeç, aç ve tırmulayıcı bir avuç- la, yalın kayaları, toprakları kav- ramışı irkiliyordu. Daha ötede sa- kızlar bayılmışlar, sarkalan dal - larından yapraklarından terler, sa- kız diye şıp şıp yerlere damlıyor - du. İşte solumda, bir portakal ağa- cına çıplak kollarını kaldırmış kı- zil şalvarlı bir köylü kızının ko- pardığı yemişin kokusuna, rüzgâr onun koltuk altlarının ısırıcı ra- yihasını da katıyordu. (Gitgide çektim. Hacı Halil ve Kara Hüseyinin evlerini geçtim. Karşıda kara ara, boylu boyunca denize uzanmıştı. Kıyı lâ- civerdini kıyılıyan bir yol kenlinin burnunu kaldıra indire w- çurumdan uçuruma sektiğini gö- rüyordum, Kayık, adanın denize a- tılmış kollarımdan | fırlayıverince, yelkeni de masmavi &enizde bü- tün beyazlığı fle parladı. Nihayet o Agavların çiçeklerini salmış bulundukları yere vardım. Nebattan ziyade birer âbideye ben ziyorlardı. Gözlerini kapamışlar, etraf cehennem gibi yansa da, sün- gü gibi dikenlerile dimdik duru - yorlardı. On senedenberi içlerine harıl harıl ışık toplamışlardı. Fa- kat o Işığı şunda bunda çarçur et- mek için, yahut cimrinin para top- ladığı gibi kendilerine saklamak i- çin biriktirmemişlerdi. Nebat ol- malarına rağmen ışığı ümit diye bağırlarına basmışlar ve yıllarca için için hazırlamakta oldukları ve yıllarca sonra fırlatacakları biricik çiçeğin rüyasına dalmışlardı. Sevgilerinin bağırlarında hazır- ladığı, o meçhul çiçeği, o meçhul yavrularını yıllarca özlemişlerdi ve o özleyişleri bir gün ümitlerine u- laşınca bütün canlarını ve kuv- yetlerini biricik ejder çiçeğe ver- mişlerdi, O zaman hür ve serbest olmuşlar, gönüllerinden bir çiçek kopmuştu. İşte orada çiçekte gör- düğüm zavallı Agavlar dokuz, on senelik bütün varlıklarını bir çi- çeğe verip, o çiçeği ışığa işık me- şalesi olarak diktikten sonra öle- ceklerdi. B“ Agavlarin muhtelif re simlerini aldım. Onları a- bırken bittabi onların ardındaki manzarayı da denizile, adasile be- raber* almış bulunuyordum. Yo - kuş aşağıya inerken yokuş yukarı çıkmakta olan Kara Hüseyin ve Hacı Halile rastladım. ihtiyar yavaş yavaş yokuşu çıkıyor ve kendi evlerine doğru gidiyorlardı. Kara Hüseyin Hacı Hallle “Pek tut pek! zırnık bile verme!, di « yordu. Zaten ötekinin böyle bir nasihate ihtiyacı yoktu. Çünkü Ha- cı Halilin bakışlarında bile kavra- yıcı ve sülük gibi yapışıp emici bir hal vardı. Gözü hep koparmakta, Halikarnas Balıkçısı emip sormaktaydı. Caddeye, kaldı- rıma bile baksa, kaldırımın bütün taşlarile beraber makaraya sarılan bir şerit gibi, yahut dudak sra- sından çekilen bir makarna gibi yutuvermesinden ürkerdiniz de dört el üzere, diz üstü düşerek cad deyi kurtarmak için, caddeye yapı şasınız gelirdi. Kara Hüseyine ge- İince, sanki pabucuna taban diye bir tapu senedi yapıştırmıştı. Her adımda tabanını şak diye yere vurunca, burası benimdir, diye damga basardı. Ondan para almak çantasına kök salmış asirdide bir meşe ağacını, dört eile sarılış kuv- vetile, sökmiye kalkışmak gibi # di. Berit görünce ellerimde tutmak- ta olduğum resimleri görmek iste- diler. O resimlerin onları alâka- dar edeceğini sanmıyordum. Fo « toğrafilerde, yirmi otuz seneden « beri, sabahı öğle ve skşam evle rine gider gelirken gördükleri maa zara vardı. Fakat. görmekte ısrar ğızdan “Aman ne güzel manzara efendim! İnsanın"parası olmalı da seyahat etmeli, yeni yeni yerler görmeli,, dediler. Sonra Kara Hü- seyin bana ve arkadaşına dönerek “demincek de söylüyordum, insa- nın parası olmalı. Yoksa insan ye- rinde pinekler durur. İşte onun #- çin Hacı Halile parasını pek tut- masını nasihat ediyordum., dedi. N* olmuştu? O gördükleri manzara yıllarca gözleri ö- nünde yayılan manzarsdan daha 8z güzeldi. Çünkü manzaranm ren gi, deniz fısıltısı, yani musikisi ek- sikti. Her gün görmeden baktık- ları o manzaranın bir iki unusuru eksiliverince, mutat görüşlerinin raylarından dışarı atılmış bulunu- yorlardı. Fotoğrafı, hasta bir in- sana yer değiştirterek tebdili ha- va ettirilmesi tesirini yaptı. Bunlar ömürlerince seyahat et- miyor değil, ediyorlardı. Fakat gözleri paraya öyle bir saplanışla saplanmıştı ki? yanı başlarından geçip giden hayattan haberleri yoktu. Bir kâbus içindeydiler. Ha- yatları karanlık içinde cevap bek- liyerek sararıp soluyor, tükeniyor- du. Cevapsa mezaristandı galiba, Çünkü bir iki ay sonra ömürleri- nin vadesi yeten Kara Hüseyin, i- le Hacı Halil öldüler. Ölümlerini duyunca, onlarla beraber Agevlar hatırıma geldi. © Evsizlere Ev Temin Olunacak Tarsus (TAN) — Bursda hayırlı bir işe teşebbüs olunmuştur. Kay- makam Mehmet Ali Uralm himaye. sinde, fabrikatör Şadi Alyeşilin ri- yaseti altında olarak, yüz kadar ev- siz yurttaş bir araya toplanmış bir bina kooperatifi tesisi kararlaştırl. mıştır, Belediye reisi de bu İşe yar dım etmektedir. Tasarlanan esaslara gi yaptırmak istiyenler lâzım peranin yüzde yirmi beşini koope- yacaklardır. Geri kalanı da koope ratif vasıtasiyle temin olunacaktır. Yeni evler, istasyon civarmda pılacak ve böylece yeni Tarsus seh- rinin kurulmasına da başlanılmış 9 lacaktır. Belediye, seçilen yerin ha- ritasmı Yaptırmak üzeredir. bina gelen

Bu sayıdan diğer sayfalar: