11 Mart 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

11 Mart 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yaman ve becerikli arkadaşları- a ötıkları seri ve şiddetli ateş, de, | Mevcudumuzun kendilerin- ia £ kat fazla olduğuna inandır- k. Yaşırmışlardı korkak hain “ Biçek altından kurtulan salha- çini öküzler gibi, biribirleri- yerek, homurdanarak ka- Alara Asilerden, yalnız Mu- uluların intikamını değil, bü- fg Pbanesiln beraber makineli e lerini, yirmi üç te hayvanla- Ayşin. musademe yerinden de İ yap 7öde tüfeği toplamıştım, Gece Si olmuş,» artık Mudurnu eli- da nişti, Asilerin dönmeleri, Krali Şehre saldırıp girmeleri ih- Tagi olmamakla beraber, tehlike 'Uğum iki istikamete karşı em- we tertibatı almıştım. Muvaffa- i binbaşı İbrahim beye tel dalg X ein de yaptığı hizmetten Mı, Şükranlarımı bildirmek üze- elgrafhaneye gitmiştim. 'elgrafçı İbrahim Bey makine İle başında eğilmiş, çalışıyordu. Karay Yüz gösterdi. ve elile otur- Gn İşaret etti. On dakika sonra lü bana. Ve: ve Kumandan Paşa, karşımızda Makine başında, dedi. Seninle ecek, Söylediklerimi iyi din- Bi, aplarını da birer birer söyle. Bali dakika sonra şimdiki Cümhur aş iz İsmet İnönü ile, aramızda telin bir ucunda o, diğer Ti ben, karşı karşıya idik. Gö- Söyle başlamıştır. #rhaba arkadaş. rhaba Paşam. ? Sağsolak brahim mülrezesinden baba, a Mudurnuya ne vakit girdin, İSE herde? 5), Mudurnuya bir saat evvel ei Asileri kaçırdım. Cephane- i,, <taber bir makineli tüfek, Tüteğ Üç hayvan ve altmış piyade - in ellerinden. ü i vetin yer ederim, Kuv 4,7 On sekizi süvari, yirmi ikisi Agi ade olmak üzere kırk kişi. ng hayvanlara piyadeleri de irebilirim. tez Bana Mudurnunun vaziyetini *t bakayım. > Teşbihimi hoş gör paşam. Bir male semerini tersine koyduğu- d, ç İssavvur ediniz. İki tarafın- bi, Züksek sırtlar bulunan uzunca y, :98i. Bu vadinin içinde kasaba, « “Adinin iki başları da birer ge- 3 ona, Mr Güzel. Mudurnuyu âsilere tek Yiziğ tırmamak şartiyle sana bir k,. * vereceğim. Boluda bulunan dayak Arif Beyle, dört gün- & GTİ aramızda muhabere kesil- Ba, otüya kadar uzanmanı ve Arif Tini İle temas hâsıl edip vaziyetle- Mağaza bildirineni istiyorum Eş Yapacaksın bunu. Çalışacağım paşam. Yalnız a- Ma kuvvetle Mudurnunun Böy “azasına pek söz veremem. ty Nükte bulunduğunu bildiğim e Bey buraya biraz kuvvet Bet bu emriniz de yerine — Paşam. Ayrılma makine başından. içide kesilen tıkırtı on beş da- Bayra yine başladı. Telgrafçı #m Gey aldıklarını aynen nak- yardı, bana, Sen misin Sadık Baba? Evet paşam. GE İbrahim Beyi müfrezesile Mu- Bağı, ya hareket ettirdim. Onlar iç, Aelmez kırk atlı ile hareket King Kaymakam Arif Beyin ya- Kine İki tabur piyade, sekiz ma- tu tüfek, iki sahrs ve iki de dağ Yardı ir, anların dağılmaları ihtimali de Serez Eğer bu “btimal tahakkuk Rna bütün bu kıtaların hangi ta- Yin ,* Şekildiklerini, istikamet ta- ek öğrenecek, bana, müm- akın Tarihin En Esrarlı Çehresi: 112 Kumandan Paşa Makine Başında,, tir Dakika Sonra, Telgraf Başında, Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa İle Karşı Karşıya İdik kün olduğu kadar az zamanda, bil- direceksin, Anladın mı? — Anladım paşam, Dedim, aldığım emri ayni ile tek- rar ettim. Makine, son tıkırtısı ile bana. paşanın selâ'net ve muvafia. kıyet dualarını bildirmiş ve sus- muştu artık. Ertesi günü İkindi vakti, İbra- him ve Hacı Vasfi Beyler müfreze ile Mudurnuya gelmişlerdi. Ben de akşam üzeri kırk ath ile karan. lıklara sarılmış, Bolu yoluna atıl- mıştım. Be yolunda ve Boluya dört saat uzaklıkta Akboğaz adı ile tanılan mevkle inmiştim. Hay- vanlarımız yem kestiriyor. arka- daşlarım da değirmen arkının ke- narında dinleniyorlardı. Ben de bulunduğum yüksekçe bir yerden etrafı gözlüyordum. Gözlerim an- sızın yolun bir dönemecinden boşa- nan, bize doğru bir sel gibi akan kalabalığa takılıverdi. Omuzları dolma tüfekli, baltalı ve elleri na- caklı, tırpanlı sırtları yüklü bir sü- rü idi bu. Dinlenmeyi bıraktık, Va- ziyet ve tavırlarından pek te huyır- lı bir işten dönmediklerine hük- mettiğim bü kalabalığa karşı ted- bir aldık. İki arkadaşla yol kenarına in- dim. Başları gibi gözlerinin de dö- nüklüğünü gördüğüm bu sürünün, Kösemen tayırlı, palabıyıklı ve ol dukça çakalı bir baba yiğitini seç- tim. Güler bir yüzle: — Uğur ola yoldaş. Ne taraftan bu geliş. Dedim. Pek yılışık, sıvışık bir şey imiş meğer Yaptıkları marifet- lerin hikâyesini dinletecek adam a- rıyormuş, sırıtarak yanıma sokul- du ve: — Ele, dedi. Siz yetişemediniz çıfıt yağıhasına, Sağ olsun padişa- hımizın düşmanlarını kırdık geçir- dik Boluda. Büyük kumandanları- Dın üşüştük başına zıbarttık. Zabit- lerinin hepsini de mektebin içinde baltalarla doğradık. Boluyu elle- rinden aldık, Şimdi padişahımız hü küm sürüyor orada, Bizi de kendi gibi âsi sanan bu yıllanmış medrese çömezi, Boluda yapılan fecayii bütün tafsilâtı ile ve ballandıra ballandıra anlatmış- t. Asiler, kaymakam Arif Beyle zabitlerini öldürmüşler, askerlerini dağıtmışlar, toplarını ve makineli- lerini, cephanelerini yağma etmiş- lerdi. Aldığım malümatın doğruluğunu Zaten vaziyet te gösteriyordu. Fa- kat daha esaslı malümat edinmeği gerekli buldum. Boluya bir günlük mesafede, bir nahiye merkezi olan Çarşamba köylinde bulunduğunu öğrendiğim, müfreze iaşe zabiti Hüsnü Beyle görüşmek üzere yola çıktım. O gece süratli yürüyüşler- le Çarşamba dağını aştım. Sırçalı boğazını geçtim, sabaha karşı vardı ğrm köyde Hüsnü Beyle kârş'laş- tım. Bu zabit de. iyittiğimiz feca- yit olduğu gibi tekrarlamıtı. Du- rsmadım bu köyde. Cidden çok yorgun olan arkadaşlarımı dinlen- dirmeden, hayvanlarımı yemien- dirmeden atıldım yollara, ve Nallıhanda, telgraf la Ankarada olduğunu öğ- rendiğim İsmet Paşaya. aldığım ka ra haberleri birer birer anlattım, Paşa, hemen Mudurnuda bulunan müfrezeme iltihak emrini verdi. Ben de Mudurnuya geldim. Bolu faciası yüreklerimizi yak- mıştı. İbrahim ve Hacı Vasfi Bey- lerle her gün bunu görüşüyor ve çok mabemli günler geçiriyorduk. Muhit ve civarımızdaki Abazalar, âsiler yine kovuklarından çıkmış- lar, baş kaldırmışlardı. İçlerinde İbrahim Beyi, meydan muharebesi- ne davet etmiye kalkışanlar bile ol- muştu. Bu soytarılığı Düzceli Os- man Pehlivan adında bir Vahdettin bendesi yapmıştı. Yanına topladığı üç yüz kişilik bir kuvvet ile bize meydan okumuştu. Düzceli Süley- man adında bir adamile şu haberi göndermişti: “Sizinle fisebilillah ocenketmek için hazırlandım. Eğer erkek ise- niz çıkın meydana. Haberinizi bek- liyorum.., Kumandan İbrahim Bey, kendi- ne elçi süsü veren bu çetrefil dilli yobaza da, getirdiği habere de gü- lüvermiş ve: — Söyle ağana da, gelsin Mudur nuya, Cevabını vermiş bindirdiği bir eşek ile geriye gönderivermişti. Bu vakaden üç gün sonra, kanına susayan Osman Pehlivanın başına topladığı bin iki yözden fazla kudu ruk ile, Mudurnu üzerine yürüdü Bü haberini aldık. Bir piyade bö- lüğü, seksen kadar çete efradı ve bir makineli tüfek ile Havı Vasfi Bey, Mudurnu le Sırçalı arasında- ki sırtları tutmuştu. Ben de Hacı Vasfi Beyin tuttuğu cephenin 50- unda ve Camitepe adındaki sırtları tutmuştum. Bir öğle vakti idi. Osman Pehli- van, tıpkı güreşe çıkan pehlivanla- rin çırpınışı gibi, daha uzaklardan havaya kurşun sıkarak, kaz aklın- ca etrafa dehşet saçarak meydana çıktı ve bütün kuvvetile Hacı Vas fi Beyin bulunduğu sırtlara çul- landı, Tabil şiddetli bir ateş ile kar şılandı. Gerçekten çok kanlı bir bo üslü büzledi (Devamı var) AAA CO nne, Sana bu mektubu bir otel odasında yazıyorum. Hayır; ağzı- nın sağ köşesini manalı manalı bükme, sağ gözünü “Ya! Öyle mi?,, gibisinden kırpma! Bu otel, senin tasavvur ve tahmin ettiğin bir yer değil ve ben yalnızım... Saat sabahın dördü, biraz evvel vapurdan çıktım ve namuslu bir misafirhane diye tavsiye edilen bu aile oteline indim. Yarın saat on birde trene binip gideceğim. Nere- ye? Onu ben biliyorum. Fakat se- nin öğrenmene artık lüzum yok de- ğil mi? Mademki biribirimize son sözlerimizi söyledik, mademki be- nim senelerdenberi bildiğim halde, sen üzülürsün diye söylemediğim hakikati bana bildirecek kadar be- ni yabancı ve uzak bir insan gibi kabul etmiye gönlün razı oldu. — Hem sen benim sahici kizim değilsin ki... Öyle ya? Sen de benim sahici a- nam değilsin, fakat ben yine bu mektubumun başında son defa ola- rak sana “Anne, diye hitap ettim. Bunu senin için değil, daha ziyade kendim için yaptım. “Anne, çok tatlı bir kelime olduğu “için, son bir defa bunu söylemek istedim. Saat sabahın dördü... Dışarda, de nizin üstünde kuvvetli bir fırtına u- ğulduyar, dalgaların kabarıp kaba- rip rıhtımın taşlar! üzerinde patla- dığını duyuyorum. Halbuki bir iki saat evvel sular çok sakindi. Şid. detli bir kara yel şimdi onları ku- durttu, Biraz sonra belki de en çok korktuğum şey olacak? Kar yağa- cak, ben yarın yoluma devam edemi yeceğim.. Hayır, bu siyah duvarlı, siyah demir karyolalı odada, bu tü- ten lambanın altında bir başka ge- BİRİ ZAYIFLAMAK İSTER... Ayn günde ve birlikte İki oku- yucu mektubu aldım. Biri Kon- ada şişman bir zattan. Öteki de tanbulda zayıf bir okuyucudan. İkisinin de ne İstediklerini siz de elbette tahmin ettiniz: Konyalı on beş kilo vermek İstiyor, İstanbul Iu da on kilo kazanmak... İmkân olsaydı, Nasrettin Hoca- nın; — Bilenler bilmiyenlere öğret- sinler!... Dediği gibi, ben de: — Şişmanlar zayıflara versin- ler!., Diyecektim. İmkân olmadığı için ayri aynı cevap vermek zaruri, Konyalı, şişmanların çoğu gibi, neşeli bir zat, Yazısı bana da ke- yif verdi, ilkin ona cevap vere- ceğim... Fakat şişmanlık üzerine vaktiyle uzun wzadıya yazdığım şeyleri görmüş olan okuyucuların bıyık altından güldüklerini bura- dan hissediyorum. Onlardan ku- sura bakmamalarımı rlea edece ğim, Konyalı galiba o zaman Şiş yazılarımı okumamış, zâ- ten hu sefer kısa keseceğim, yal mz bir yazı... Sişmanların hemen hepsi gibi, Konyalı şişman okuyucu da ha halin yalnız cok yemekten geldi- ğini sanıyor da bir haftadanberi gıdasını azalimıya başlamış. Pek sesle ettiğini önceki yazıları oku” muş olanlar hep bilirler. Vâkıâ çok yemek insana şiş- manlık verir. (o Kazandıklarınn hepsini sarfedemiyen o kimselerin zengin oldukları gibi, Eskiden he- kimlerin de bu tenbihe fazlaca iti- bar göstererek zayıflamak İsti yen şişmanlara sadece az yeme- lerini tavsiye eder geçerlerdi. Hal buki tenbih temelinden cürüktür. Şişmanlık ve zayıflık zenginlik ve züğürtlük gibi olsaydı şişman- larm zayıflamasına hiç hir vakit imkân bulunmazdı, çünkü zen- ginlikten züğürtlemek istiyen a- dam dünyada tasavvur olunamaz. Şişmanlık çok yemekten değil, yediğini — eritemiyerek biriktir. mekten İleri gelir, Kimisi cok yer de yine şişman olmaz, bir başka sı da az yer, şişmanlıktan kurtu- lamaz. Modaya uymak istiyen tombul kızların pek az yedikleri halde hir türlü O zayıflıyamadık- ları gibi... Onun İçin sisman olan kimse zayıflamak istediği vakit kendi kendini az yemekle perhize sok- madan önee sismanlığn nereden geldiğini anlamak lâzımdır. Yedi- ğini eritememenin sebepleri de © kadar coktur ki. Bir kere cok yiyip az hareket etmek elbette o sişmanlığa sebep olur. Fakat vediğini eritememe- nin hormonlardan gelen bir cok sebepleri daha vardır. Tiroit hor- monu yolunda İşlemeyince siş- manlık gelir, Bu tiroit guddesinin beslenme isinde cok büyük tesiri vardır: Gudde fazla isleyince in- — zayıflar, az işleyince şişman olur. Kadınlık ve erkeklik o hormon- larının azlığı da sismanlik verir. Sonra bütün hormonlara hâ- kim olan İpofiz gwddesi ya doğru-- dan doğruya kendi basına, yahut hükmettiği baska hormenlarm te- siriyle sişmanlığa sebep olur. Böbreklerin — üzerindeki suddele- rin bozukluğundan da sismanlik geldiği vardır. Bazrlarında hir kaç gudde birden bozulur da şişman- Irk verirler, İs hormonlarla da bitmez. Ka- raciğer yolunda işlemezse yağlar erimez. sene sismanlık gelir, Sinir hastalıklarının bazıları da şişman- lığa sehep olurlar, “ Bir de göğüste verem hastalığı- na cok istidadı bulunanların $iş- manlaması vardır. Tahfat bunu bir müdafaa vasıtası olarak ver- mistir. Sisman zayıflayınca arka- sından öteki hastalık ateş alır. Anlasrlıyor ki sişmanlık kendi basma bir hastalık değil, baska baska uzuvlarda bulunan basi Iıklarm müşterek bir alâmetidir. Sişmanlıktan o zayıflamak İcin il kin onun sebebini anlamak İster, Bu da ancak kendi hekiminizin mu vee ve tetkiklerile meydana çi- KÖKS Yazan : GEL BIZI Z III AAA a —. ÜZ CİCEK Muazzez Tahsin Berkand v 223232332723233326 ce daha geçiremem. Yolkırda kal. sam bile yine yarın trene binece- Bim, gideceğim. On sene oldu. O zaman ben on beş yaşımda idim. Bir gün, Eren- köyündeki köşkümüzün bahçesinde bir çok misafirlerle birlikte sen, babam (o vakte kadar babam zan- nettiğim adam) ve ben oturuyor- duk. Bir ara ben kahve getirmek için içeriye girmiştim. Elimde tepsi ile dönünce, babamın şu sözleri ku- lağrma çarptı. — Hayır, ne Nerimanın ne de be- nim kızımız değildirİlk karım ov- lendiğimiz zaman Ferhanı beraber getirdi ve ölürken de ona kendi kı- zım gibi bakacağıma dair benden söz aldı. Nem evlendiğimde Fer- han beş yaşında idi. Uysal ve munis bir çocuk olduğu için bu yeni annesi de onu hemen sevdi. İşte on senedenberidir, ikimiz de ona sahici kızımız gibi bakıyoruz. ve ona köksüz bir çiçek olduğunu bildirmiyoruz. Elimdeki tepsi ile bir ağaca da- yanmasaydım, mutlaka oracığa dü- şecektim. Bir saniye içinde anasız ve babasız bir çocuk, köksüz bir çöçek olduğumu en hain bir şekil de öğrenmiştim. Ben muvazenemi bulmıya çalı- şırken, babamın sesi, bu sefer daha mahrem ve daha samimi bir shenk- le sözünde devam etti — Sakın ona bir şey belli etme- yin. Yavrucak öyle hassas ki, ana- sız, babasız olduğunu öğrenirse yüreğine iner. Birdenbire, on sene yaşlanmışım gibi, muhakememin olgunlaştığını, başımın içinde büyük bir adam dur gunluğu peyda olduğunu hissettim ve kendi kendime tekrarladım: — Bu büyük sırrı öğrendiğimi kimse anlamıyacak... Dediğim gibi yaptım, ne sen, ne de beni öz kızı gibi seven zavallı babam (ona hâlâ baba demekte de- vam ediyorum) »çimde yaşattığım. büyük dramı anlıyamadınız. Seneler geçti... Çocukken çok ne- şeli ve şakrak İken sonradan dur gun ve hattâ biraz mahzun bir genç kız olmam, hayatımın dıramı- nı bilmiyen kimselere çok tuhaf gö rünüyordu. Kimseye benzemiyen bâzı huylarım da ortalıkta dediko- du yapacak kadar şaşkınlık yaratı- yordu. Meselâ, etrafımdaki genç kızla” rın hepsi, yirmi yaşına geldikleri zaman, süse büyük bir merak sar- dırmışlar, o balolarda kendilerini göstermiye (başlamışlardı. Bense kendime elzem olan esvaplardan başka hiç bir şey İstemiyor, baba- mın bütün ısrarlarına rağmen bir defacık baloya gitmiye razı olmu- yordum. umu kimse anlâmıyordu, fa- kat sen, sen ki gizliden giz- liye babama işkence ediyor, bana yaptığı masraflar için onu hirpa- lıyordun, senin bu feragatimin ha- kiki sebebini anlamamana imkân var mıydı? Öyle iken bir defacık olsun beni de, her genç kiz gibi süs- leyip baloya veya bir suvareye gö- türmek istedin mi? Hayır. Bilâkis, en yakınlaçımızın yanında bile: — Ferhan orijinal bir kızdır, kim seye benzemez, o süsten ve eğlen- seden hoşlanmaz. Kendi kendine Yaşamaktan zevk duyar. Bakınız, başka kızlar gibi çiçekleri bile sev- miyor. Halbuki kadınların çiçekten amasına İmkân var midir? Gibi sözlerle beni herkese tuhaf bir insan gibi tanıtmak istiyordun. Evet, küçükken ömrüm çiçekler arasında geçtiği halde sonradan on- lara düşman olmuştum. Bunun se bebi de, babamın bir gün, bilmiyo- rum niçin, beni köksüz bir çiçeğe benzetmiş olmasıydı. Sen bunu bil- miyordun ve benim bu garip nef- retimden kendine benim aleyhimde bir mevzu çıkarmayı vesile ittisaz ettin. İki sene evvel Nevzat hayatımız za girdi. En yakın dostlarından bi- rinin oğlu olan bu genci babam o- tel köşelerinde bırakmıya razı ol mamış, İstanbulda kaldığı müddet onun bizim evimizde ikamet etme- sinde ısrar etmişti, Nevzatla ilk günleri biribirimize hiç ısınamamıştık, o, senin gibi şen ve şakrak kadınların arkadaşlığın- dan hoşlanıyordu. Bunda da belki senin tesirin olmadı değil. Geçe- lim... Fakat aylar geçtikçe, yavaş yavaş biribirimize ısınmıya, bera- ber bulunmaktan büyük ve hakiki bir zevk duymıya başladık. Bsbam bizim bu yakınlığımızı hoş görüyor ve bunu gizlemiyordu. Fakat sen? İşte bunu anladığım gün senden nefret ettim. Babam i- çin ve kendim için, Nevzadı ben- den kıskanmakla, onunla benim a- Tama girmek istemekle sen hes ba- bama, hem de bana karşı en bü- yük bir alçaklık yapıyordun. O güne kadar her şeye rağ- men yine bir aha gibi görmüş, sa- na hürmet etmiştim. Benim gibi, kocanın bile kızı olmıyan bir ya- bancıya, köksüz bir çiçeğe karşı yi- ne pek fena muamele ettin dene- mezdi.. Lâkin o günden sonra! Ölmeden bir halta evvel babam bizi nişanladı ve senin kıskançlığı. nı bildiğim halde Nevzadın bana o- lan sevgisine itimadım olduğu için onunla birleşmekten büyük bir sa- adet duydum. Senin gözlerin o gün üteş fışkırmıştı. Fakat bu ateşten, ömrümde ilk defa korkmadım, Ilk defa istikbalden emin olmuştum. Mesut olmak.. İstikbalden emin olmak.. Ne manasız sözlermiş bun- lar meğer! eni sahici bir ana gibi sev- miş olduğum halde niçin bana düşmanlık yaptın? Niçin be- nim zavalh hayatımın ışığını sön- dürdün? Niçin bütün şuh kadın si- lâhlarını benim #leyhime kullana- rak Nevzadı kendine çektin? Kevzadı seviyordum.. Yalnız ha- yatımı onunla birleştirerek «aade- te kavuşmak O ümidile çırpınıyor. dum... Sen bütün bu ümitlerimi, mukavvadan bir ev gibi. bir hefes- te yıktın, yere attın ve çiğnedin. fa- “Lütfen sayfayı çeviriniz)

Bu sayıdan diğer sayfalar: