10 Nisan 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

10 Nisan 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

# Tefrika No. 10 Damat Feridin Çenesi Açılmıştı Sadrâzam Olunca Yapacağı İşleri Anlatıyordu, Yemeğe Davet Ettiği Misafirlerini de Unutmuştu izmet devam ettiği müddet- çe pohpohlamak, açıkça söyliyeyim, iki yüzlü çehresine bi- raz da gülüvermek elbette lâzımdır. Teveccüh ve iltilatımızı çok gören dostlarımız bunu da hoş görsünler, gönüllerini ferah tutsunlar iki gö- züm. Zeki Bey titizlenmiş, başını sallı- yarak acı acı gülmüştü ve: — Anladım paşa hazretleri, de mişti. Bu adamı da şımartacak ve başımıza ikinci bir Lütfi Simavi da- ha çıkartacaksınız bu gidişle. u söz Damat Feridi, Ali Ih- san Beyi kahkahalarla gül- dürmüştü. Elindeki bir İngiliz mec. muasinı yüzüne tutan Ali Ihsan Bey hem gülüyor, hem de: —Aman kimseler işitmesin, diyor- du. Demek bizim Zeki Beyefendi de "Lütfi Simavi Beyden ürkmüş. Ben... Zeki, birden Ali Ihsan Beyin sö- zünü kesmiş ve: — Yalan mı canım, demişti. Lüt- fi Simavi başmabeynci değil, sanki sarayın elinde sopası, sirtında lâ- tası eksik bir baş hocası O ne bü- yüklük, o ne bilgiçlik efendim. Hiç bir şeyi beğenmez, hiç kimseyi dinlemez? vara yoğa karışır, önüne gelene çıkışır. Doğrusu mabeyn halki arkadaşlar çok sabırlı insan- lar, taaccüp ediyorum şevketlimi- ze. Bu adamın nesini beğeniyor, ne diye başmabeynciliğinde tutuyor. Damat ciddileşmişti ve: — Evet Zeki Bey, demişti. Za- man, vaziyet icabı şımarıklık ve taşkınlıklara göz yumulanlardan biri,de işte odur. Kendisini dev-ay- nasında gören bu adam şevketli- mizin ittihatçılara karşı kullandığı bir siperdi. Onun da azat günleri yaklaştı. Işittiniz mi bilmem, bu be- Yelendi birkaç gün evvel İzzet pa- $ayı, ve küstahça hareket eden ka- bineyi, padişahımıza karşı himaye- ye kalkışmak suretile haddini aş- mış. Bundan duyduğu büyük tees- süre rağmen, şevketlimiz de itidal ve metanetlerini muhafaza büyur- mak suretile cidden şahane bir bü- yüklük göstermiş. Hiç mukabelede bulunmamış. Pek yakında Yaver paşanın baş mabeynciliğini tebrik edebiliriz, bu £ kararlaştırılmıştır beyler. Şuna emin olmalısınz ki, ge- rek sarayda, gerekse hükümette bu- lunan bu gibi pürüzler birer birer ve sırası geldikçe ayıklanacaktır. DE Feridin hiddet! geçmiş, şenliği yerine gelmişti, Sa- atlerce çene çalmış, sadarete geç- tiği zaman yapacağı işlerden uzun uzadıya bahis ile muhataplarına a- ğz bile açtırmamıştı. Söylemiş, söylemişti. Bu uzun ve saçma #apan icraat programmı dinlemek- ten, Ali Ihsan ve Zeki Beylerin yü- reklerine ağırlıklar basmış, safra- ları bulanmış ve bayağı gözleri ka- Tarmıştı. Bu saçma tufan ve tuğ yanından kurtulmak için yüz yüze bakışıp durmuşlardı. O sırada Ihsan Bey saatine bakmiş, gerçek- ten telâşlı bir tavırla: — Aman Paşa hazretleri, demiş ti, Vakit yaklaştı. Davetlileriniz ne- rede ise gelirler. Böyle gecelik ki yafetile mi kabul edeceksiniz onla- rı? Ferit, hızla kalkmış, şal sabahi ının eteklerini toplamış ve: — Haklısın monşer. Memleket kaygısı akıl bırakıyor mu başta ki.. Ben onları unutmuş gitmiştim. Demiş, süratli adımlarla harem dairesine gitmişti. Damat Ferit boşboğazlığından davetlilerin! gerçekten unutmuştu. Ayan azasından, eski dostlarından Azaryan Efendinin tanıştırdığı A, Cenazyan ve K. Matlyan, o gün &- Çin yalısına, yemeğe çağırmıştı. Ce- Mazyan Fransız istihbarat zabiti kapiten Halide çatıp, Galatada Tü- nel hanında açılan fesat yuvasına sokulan nankörlerdendi. Mailyan da kaniten Delorun Ünvon Fransez- de başına topladığı soysuzlardandı. Ikisi de kıpkızıl birer Türk düşma- ni, memleket haini idi. Damat Ferit çok seviştiği Azar- yan Efendiden, Istanbula gelen Fransız zabitleri ile kendi arasmda münasebet tesis edebilecek iki a- dam istemişti. O da, bu iki yüzlü- leri bulmuş, her hallerine de kefil olmuştu. Birkaç gün evvel bu kara yüzlü casusları Damat Feride, birer Türk dostu diye, Unyon Fransezde tanıt- mıştı. Sırma palanlı bu koca eşek te verdiği yüzer lira ile, her ikisi- nin de gönüllerini aldığım. kendile- rini svladığını sanmıştı. Bu yılan- lar yanlarında çalıştıkları Fransız zabitlerini Damat paşaya yaklaştır- mağa çalışacaklardı. Bulundukları dairelerden gizlice, enteresan, ma- lümat taşıyacaklardı ve işte bugün de ilk ziyaretlerini yapacak, ilk haberlerini getireceklerdi. cağı haberleri düşünüyor, kapiten Halitle Delori avucu içine aldığı takdirde, kazanacağı Fransız dost- luğundan toplıyacağı menfaatleri hesap ediyordu. Koca ahmak, tuza- Kına düşürdüğünü sandığı iki Er meniyi çığırtkan gibi kullanıp Fran $ız zabitlerini avlıyacağını, bu za- bitlerin delâleti le de Fransız hi- kümet ve milletini kapancasına dü- şüreceğini umuyordu. Halbuki tu- zağa düşenin kendisi olduğunun, pek yakında kâpiten Halidin ağına girip dolaşacağının farkında bile değildi. Daha şimdiden umduğuna kavuşmuş, muradına ermiş İnsanlar gibi övünmek ihtiyacını duyuyor. du. Bu sebeple, giyindikten sonra karısı Mediha sultanın odasına uğ- ramıştı. Fransız dostluğunun anah- tarlarını şimdi ayağına getirecek- lerini, pek yakında başına zeynetli bir muvaffakiyet çelengi takılacı- ğını gurur ve iftiharla söylemişti sultanma. Keyif ve zevkinden baş- ka düşüncesi olmıyan Sultan ha- nım, oturma odasındaki salon Çi- çeklerini sulattırmak için pencere- nin önünden geçen dinç ve gürbüz bahçıvanı çağırmış ve o esnada ko- casına dönmüştü. Adeta baştan sa- var gibi sinirli bir tavırla: — Hadi bakayım benim arslan paşacığım. Göreyim seni, Osmanlı tarihinde kazanacağın nam ve mev- kiin, ceddim Kanuninin Damat Ib- rahim paşasından daha yüksek ve şerefli olsun e mi? Demiş, kıymetli paşasını selâm- lık dairesine selâmetleyivermişti. Misafirler gelmişti. Perapalas ©- telinin cadde üzerindeki salonun- dan başka, - onu câddeden gelip ge- çerken uzaktan bakarak - ömürle- rinde salon görmiyen bu ahbarlara, hatırlı ağır misafirler gibi, yalının en mükellef ve zeynetli büyük sa- lomu açılmıştı. Yire Feridin emri ile misafirler, başlar nda kâhya bey bulunduğu bir ağılar kafilesi tarafından, dış kapıda karşılanmıştı lardı. İç kapıda divan duran ha- rem ağaları da yerden temenna- larla ağırlıyarak salona almışlardı. .Cenazyan ile Mallyan, kendileri- ne yapılan bu görülmedik hürmet ten şaşırmışlardı. Hele salona gi- rince, gördükleri bunca zeynet ve ihtişam karşısmda abdallaşmışlar, yüz yüze bakışmışlardı. Tam bu es- nada arka taraflarından ansızın yükseliveren, şimendifer düdüğü gibi tiz bir ses ile yerlerinden sıç- ramışlardı. Teşrilatçı harem ağası — Şevketlü padişahımızın da- madı devletlü Ferit Paşa. Nârasını basmış, usul ve âdet ü- zere paşayı misafirlere tanıtmıştı. Damat Paşa da arkasında Zeki ve Ali İhsan Beyler bulunduğu halde, devletlilere yakışan bir gurur ve azametle salona girmişti. Ferit, mi- safirlerin kadirlerini o yükseltecek sözlerle gönüllerini almış, ellerini sıkmıştı. Misafirlerle Zeki ve Ali Ihsan Beyleri biribirlerine takdim ile tanıtmıştı. Hal ve hatır sorduk- tan, biraz da siyasi kehanetler sa- vurduktan sonra Cenazyana dön- müş ve: — Eh. Müsyö Cenazyan, demiş- *l, Ne haber var bakalım. Verdiğim direktif dahilinde kapiten Halitle görüşebildin mi? — Evet paşa hazretleri. Evvelâ şunu söyliyeyim ki, kapitenimizin size karşı bir hürmeti vardır. Bir- kaç defalar zatı devletiniz, Ayan reisi Ahmet Rıza Beyi gıyabınızda tanıdığımı, ziyaretinizde bulunmak istediğini söylemiştir. Fakat esefle sölüyorum ki, bu ziyaret o şimdi. lik kabil olamıyacaktır. — Tuhaf şey. Bunun sebebi? — Sebebi şu ki, kapitenler, he- nüz Osmanlı büyükleri Ne görüş- mek emrini almış değillerdir. Kim- lerle görüşülmek icap edeceğini Parizden ve yahut ta yakında 1s- tanbula teşrifleri beklenen Ceneral (Franşe Desper)e tarafından tayin edilecekmiş. Şimdilik kap'ten De- lor ile Halit dostluklarından isti- fade edebilecek büyük Osmanlı &- damlarını ayırıp, haklarında malü- mat alıp bir liste hazırlamaktadır. lar. Ahmak Ferit, Cenazyanın ağzında doluşan ve hissettirilmek istenilen asıl maksat ve manayı bir türlü kavrayamamıştı. Zeki ve Ali Thsan Beylere ciddi bir tavırla bakmış ve: — Beyler, pek mühimdir bu, de- mişti, Kapitenlerin devlet adamla- rımız hakkında bir anket yaptıkla- rı anlaşılıyor bu sözlerden, Bu anlayış Zeki Beyi düşündür- müş, Ali Ihsan Beyi de biyik #ltin- dan gildürmüştü, Bu sırada Ferit te yine Cenazyana dönmüştü. Te- Tâşla: (Devamı var) “ S3527020332333333iİ HIKÂYE # A # ORSA KAPTAN! : b Yazan: Halikarnas Balıkçısı ? 2227333733X8 ererreeceei öy bakkalı Hacı Mehmet bir gün balıkçı Mahmuda “Sa na büyücek ve yepyeni bir ağ lâ- zım. Ben sana ağ yapacak ipliği, mantarı ve kurşunu vereyim. Sen tutacağın balıkları hep bana geti- rirsin, İster bolluk ister kesatlık ol- sun ben balıkları satın alırım. Ağın ipliğini şusunu busunu da çarça- buk ödemiş olursun,, dedi. Mahmut çam yarması gibi bir delikanlı idi. Göğsü bir Gabya yelkeni kadar ge- nişti, akciğerleri de, içine o yel ken kadar hava alırdı. Pazılari çe- lik gibi idi. İki ay evvel köyünün sıhhat topuzu, genç bir kızı ile ev- Tenmişti. Mahmut, Hacı Mehmedin bu teklifine sevindi etekleri ziller çala çala karısına koştu. Emineye müjdeledi. İkisi de tek odalı kulü- belerinin içinde hoplaştılar. Sonra eşiğin üzerine çömeldiler. Denize bakıyorlardı. Guruptu. Büyük rü- yalar görüyorlardı. Mahmut demir gibi sert ve nasırlı avucunu taş gi- bi sert dizine vurarak “biliyor mu- sun Emine zengin olacağız, yapa- cağım bu yeni ağla kıyametler ka- dar balıklar tutacağım. Ben yaza kadar ağları öreyim,, dedi. Emine sevindi. Balıkçı Mahmut, Hacı Mehmede yüz on lira borçlandı. Mahmut ge- ceyi gündüze katarak tam altı sy ağ ördü. Kendim yapayım ki sağ- lam olsun diyordu. Yaz geldi. Mah- mut, yüreği heyecandan çarpa çar- pa denize açıldı. Fakat bir bora es- ti. Mahmudun kayığın kıyıya sür- dü. Ağa varmak için Mahmut üç gün uğraştı. On kere denize açıldı. Bir keresinde, ağın şamandırasına hemen dokunacak kadar yanaştı. Fakat küreği kırıldı. Üçüncü gün rüzgür döndü. Kıyıdan esti, Mah- mut ağı denizden kaldırdı. Yen- ÇOK SU İÇİREN HASTALIK Çok su içiren daha başka hasta- liklar vardır ama, ipofiz guddesi- nin arka taraftaki kısmının bozü- larak hormon çıkarmamasmdan ileri gelen hu “tatsız diyabet” ka- dar su İçiren ve onun kadar çok idrar cıkartan baska hiçbir hasta- Hk yoktur: Günde beş, altı litre su cıkarmak, ondan biraz daha fazlasını içmek bu hastalıkta en hafif olanıdır. Yirmi dört saatte kırk bes litre su çıkaran hasta bi- le görülmüstür. En ziyade genclere musallat o- lur: Kimisinde bir atexli hastalık- tan yahut bir korkudan sonra bir- denbire baslar, kimisinde de yavaş yavaş yerleşir. in cok su içmek mi, yoksa çok su dökmek mi baslar, iyi bi- linmezse de çok su icmek x da keyifli olduğundan öteki rahatsız- lik verir de şikâyet onunla baş lar. İnsan normal halde içtiği suyum yüzde yetmisini cıkarır, halbuki bu hastalıkta yüzde sekseni cıkar. İetiği su normal miktarda olsa böyle yetmişte on fazlalık. tabii, ehemmiyetsiz kalır. Halbuki ictiği su zaten pek ai olduğundan yet- birike hirike bu da Vasat? olarak vücut yedide hiri kadar su yirmi dört saatte çrkar. Bu kadar çok sulu idrarın ren- gi de elbette pek açık, su gibi o- lur. Zaten İzafi sikleti de bayağı sudan pek az fazladır. Hava s0- ğuk olursa, insan bir korku geçi- rirse, bir de ateşli haşka bir has- talığa tutulursa çıkan suyun mik- tarı daha artar... Cok su içmeğe gelince, bu, ke- yifli hir sey olsa bile bizim mem- Tekette suyun pahalı bir mal oldu- Hu düşünülürse İktisadi bakımdan ehemmiyetli bir masraftır, İnsan, meselâ, günde yirmi litre su içer de bunu bardağı kırk paraya İç- meğe mecbur olursa günde yalnız kendisine İçecek su parası olarak su İçmemeği tecriibe etmeğe hiç gelmez. Su İçmeyince derhal si- kıntı basar, ateş yükselir, nefes daralır, yüreğin carpınlısı oçoğa- lir. İnsan susuzluktan kendi ken- disini zehirler demektir. Zaten, mutlaka iyi su içmeğe lüzum yoktur. Su veya sulu olsun da ne olursa olsun. Su verine vir- mi İtre saran hut alkol içenler de vardır. Fakat, surası gariptir ki, o kadar çok alkollü su fetikleri halde sarhos olmazlar. Kevif te gelmez, çünkü suyun içindeki al- kol de durmadan gecer... Bu hastalık. şeker hastalığı gi- hi, çok su İelrip cok sn cıkarttığın. dan adına tatsız divabet denilmiş ise de ondan hüsbütün baska bir seydir. Buna twtulanlardan bazı. ların idrarmda belki seker bu- lunur, Fakat en çoğunda seker yoktur, Pek fazla seker vedikleri halde bile şeker çıkardıkları pek nâdir olur. Hastalık insanı götürmez. Fa- kat kendi kendine germez de, Tu- tulan insan hir faraftan cok su İcerek. hir taraftan da cok su cr kararak wxun müddet yasar. An- cak, atesli hastalıklara ve kara- lara karsı mukavemeti azalır. Ka- dm olursa gebe kalmağa dayana- maz. Tehlike bunlardadır. Cok su icmek ipofiz guddesinin arka kısmından cikan hormonun eksikliğinden ileri geldiği icin bu hormon hastalığın ilâcı da olur. Hormondan hir defa sırımsa lince yirmi dakika sonra, daha ön- ce susuzluktan kupkuru olan dil kendi kendine ıslanır. susuzluk ge- çer, İdrar azalır, Sekiz. on Saat sonra tekrar baslamak üzere... O- nun irin şırıngaları günde üç defa Yaparlar, Sırınganm iğnesinden rahatsız olanlar icin enfiye gibi burundan çekilecek hormon tozu da vardır. Ancak, bunu - görenleri günaha sokmamak için . herkesin önünde cekmemek şarttır. Görenler bu- nun ipofiz hormonu olduğunu bil- mezler de keyif verici tozlardan biri sanırlarsa... iz geçlerle kaplumbağaların ağı par- ça parça etmiş olduklarını gördü. Ağın deliklerini onarmak için ks- rı koca tam İki sy mekik oynattı- lar, ahmut ağlarla yine denize a- çıldı. Fakat bin türlü ulak tefek aksiliklere çattı. Tuttuğu ba- lık pek kıttı. Hacı Mehmede olan borcu kabarmıştı Mahmut yine İlkbaharı bekledi, Bir gün yine, karı koca kulübe lerinin önünde yan gelerek; mas- mavi denize bakakalmışlardı. Mah mut artık önümüzdeki yaz bin ok- ka tutarım... Hacı Mehmede bör- cu öder, sanada yeni şalvar ve mintan yeptırırım,, diyordu. Emi- ne sevindi “sahi mi?,, dedi. “Öde- riz ya!,, diye ilâve etti Gönülle rinden arzular estikçe onları ha- yalleriyle tatmin ediyorlar, ve böy lece her istediklerine malik olü- yorlardı. O kış bir de minimini yavruları olmuştu. Yaz geldi. Havalar iyi gitti, fa- kat balık çok kıttı. Denizler san- ki bemboş, ve kupkuru sulardan ibaretti. İçinde canlı namına bir iz- marit bile yoktu. Bütün köy darlık ve yoksulluk çekti, Ertesi kış has- talık ta oldu. Bir kaç kadın, bir kaç çocuk, ve bir kaç erkek öldü. Ne ertesi yaz, ne de ertesi yazdan sonra gelip geçen kırk yaz esna- sında Mahmudun yüzü bir türlü gülemedi. Çocuğu, altıncı yaşında öldü. Sarsılmaz melanet, tükenmez sabır, inanç, ümit, cesaret, kuvvet, ve çalışma isteği itibariyle Mah- mut insan cinsinin kule gibi dim- dik ve şanlı bir nümünesi idi. Ne var ki bin okka balık tutamıyordu. Fırtmasına, sicağına (soğuğuna, kurusuna yağışına göğüs geriyor- iu. Tuttuğu balığı hem Hacı Meh- mede veriyordu. Hacı Mehmet na- muslu, haysiyetli, sözünün eri bir adamdı. Mahmutla karısına ancak açlıktan ölmiyecek kadar kuman- ya veriyordu. Ağların yamana ya- mana, onarıla onarıla, ilertutar yer leri kalmamıştı. Borçsa iki yüzü aşmıştı Avesix balikçı Mahmutla E- mine yine külübelerinin ö- önüne oturmuşlar, ışıl ışıl ışıldıyan denize bakakalmışlardı. Mahmut Emineye “Hacı Mehmet,, insanlar aç gözlülüklerinden ve ele geçir- dikleri paraları çarçur ettiklerin den dolayı onmadıklarını, söylü- yor, Ölen çocuğumuza “alti senede dört liralık akide şekeri yedirmi- şiz meselâ. Hacı Mehmet defterin- den bulup çıkardı, dedi. Emine içi- ni çekti, Ölen çocuğunun hasreti yüreğini burktu. Ondan sonra yirmi sene daha geçti. Balıkçı Mahmut doğdu do- ğalı on bin kere denize açılmış dört yüz bin mil kürek çekmiş, üç bin fırtına ve kasırgayı karşıla- mış, ve denizin o saniyesi saniye- sine uymıyan hırçın huyunun mil 1 na le mukabele etmisti, Artık saksenlik bir ihtivar- dı, Beli bükük, kolları sıska, gözle- ri bulanıktı. N Boy ölçmüş olduğu fırtınaları, ( kasırgaları, şimşekleri, aşmiş ol duğu yüz binlerce mil uzaklıkları biribiri üzerine yığmak mümkün olaydı, felâket yığını göklere va- Tırdı. Mahmudun bunlarla güleşip bunları yenen acı efor ve enerjisi- nin yekünu ise, kara bulutları a şan Everest tepesi gibi, matemen- giz felâketler yığınını deler, ve ba- sı yıldızlara varan bir dev şeklin. de tecessüm ederdi. Ne var ki bin okka balığı tutamamıştı. Hacı Meh medin defterindeyse borç yüz kırk Wirayı bile aşmıştı. Yine yaz geldi. Yine mahmut : küreklere sarıldı, Neden olduğunu bilmiyordu. Fekat deniz onu hep kendine çağırmış hep kendine çek* mişti. O gün rüzgâr sertti. Mah- mut sırsıklam oldu. Doğru titriyen bacak, ve zayıf kollarla kürek çekti. Rüzgâr sert lemi Deniz - kaynadı. Mahmut sırsıklam oldu. Kulübeye dönünce zatürree ile yatağa yıkıldı. Üçüncü gün idi. Sayıklıyordu. Bakışları p- | ril pırıl parlıyan hayallere dak | gındı. Üzerine eğilen ak saçlı Emi- neye denizden bize doğru yakla- şan o beyaz yelkenli kimin gemi- 8i?,, diye sordu. Emine başını döndürdü, pence- reden deniz gözüküyordu. Fakat hiç bir gemi görünmüyordu, Emi- ne ses çıkarmadı. Mahmut baksa- na bastonunun üzerinde yıldızlar var. Direğinin ucunda da yedi ği | kerler var. Ne güzel gemi. Bak vol ta vuruyor. Çardaktaki yapraklar hışıldıyor. Rüzgür omeltemde de- mek. Beni almıya geliyor. Eminel Bana hesap sorarlarsa hesabim te- (| miz. Hem iyi yaşadık be Emine, Bir çocuğumuz oldu. Onu altı sene sevdik, Hiç çocukları olmıyanlar. dan iyi ya! Elhamdülillâh açlıktan da ölmedik. Bazan içine banacak kadar pekmezimiz oldu. Kayiğır muz da var, Radosa gittiğim zaman kaç kere şu kulübenin önüne ek- mek için benden dört beş şeftali çekirdeği getirmemi istemiştin bir türlü basip olup getiremedim. İş- te yalnız bir ona yanıyorum.,, di- yordu. Emine hıçkırıyordu. “Ah kara oğlan gidiyorsun! Cennetin kapısı- nı görüyor musun bari!,, pe Mahmut devam ediyordu. “İşte N kayık yanaşıyor. Artık bir volta da buraya varır. Ammada güzel rüzgâra çıkıyor.,, gi Biraz durakladı. Bütün kuvveti. ni topliyarak, yatakta irkildi. “Emine İyi ki şu dünyadaki he — sabım temiz! Orsa! Kaptan orsal, diye bağırdı. Mahmudun pek hasta olduğunu duyarak koşup gelmişolan laa Mehmet o sırada açık kapıdan içe Ç ri deliyordu. Mahmudun söyledi: Zini işitmişti. “Hesabın temiz mi? O nasıl lâf? Defterde daha hâlâ altmış sekiz lira on iki kuruş bor. cun yazili. diye haykırdı, Mah- mut cansız olarak, kuru ot Göreli nin üzerine yıkıldı.

Bu sayıdan diğer sayfalar: