17 Nisan 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

17 Nisan 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Türk Safosunun Hayatı Türk Gemisi Görünmüştü Kapitenden En Basit Nefere Kadar Bütün Erkekler TEFRİKA No. 15 Korku İle Karışık Bir Heyecana Kapılmışlardı Yarım saat evvelki velveleyle şimdiki süküt garip bir tezat teş- kil ediyordu. O geniş güvertede sinek uçsa vızıltısı herkesin kula- dina çarpabilirdi. Çünkü bütün erkekler ve onların iradesini to « puğuna bağlamış olan Bafa, susu yordu oca gemiye enikonu ıssızlık ha- vası dolduran bu sükünet belki yarım, belki bir saat sürdü. 'Tayfadan birinin al al, moru mor bir durumda ansızın ortaya çıkıp ve kaptan Loredanonun önüne gelip: — Sinyor, sağımızda bir gemi var, Diye verdiği haber, ortalığı te- lâşa vermeseydi, daha da süre - cekti. sakat o beş kelime, beş gülle gibi ortalığı altüst etmişti, berkes elini bütün kudi nra görünen yes minin Türk bayrağı taşıdığı anla- şıldığından vaziyet büsbütü ğişti, kaptandan “en basit hefefe kadar bütün erkekleri korkuyla karışık bir heyecan kapladı. Gerçi Türklerle Venedikliler © sırada dosttular, Hattâ bir Türk elçisi — bildiğimiz veçhile — Ve- nedikte Cümhurrelsinin misafiriy. di, tantanalı ziyafetlerle ağırlanıp duruyordu ve şu hale görede, Türk bayrağı taşıyan bir gemiye uzaktan kork orka bakmak mâ- nasızdı. Lâk bütün Akdenizde dolaşan gemiciler, Türk korsanla- Finin Osmanlı İmparatorluğu İle Venedik Cümhuriyeti arasındaki sulhe — otuz yıldanberi — iştirak etmediklerini ve nerede Venedik gemisi görürlerse, köpürmüş, ka - -* Yazan: Kerime Nadir Sözünü tamamlıyamadı. mış gibi sustu, Boğazına bir şey tıkan- Tecssürünü benden saklamak iste- barmiş bir hınç denizi gibi aman- sızlaştıklarını biliyorlardı. Bunun sebebi, (Venediklilerin iki namert hareketleri olup Türk korsanları — Topkapı sarayı ta- rafından ilân olunan sulhe ve affa rağmen — o sefil hamleleri unut- muyorlardı, o Venedik bayrağını Akdenizde dolaştırmamak azmini besliyorlardı. Korsanların hakları da vardı. Çünkü Venedikliler 1536 da İskenderiyeli (o genç Mürabit diye anılan meşhur bir Türk de- nizeisini, sebepsiz ve haksız, pu- suya düşürerek ölüm derecesinde yaralamışlardı, o kumanda ettiği bütün filoyuda zaptetmişlerdi. Vâkıânın çirkinliği, elli altmış ge- mi ile genç Mürabitin yedi sekiz kadırgalık küçük filosuna hücum eden namerdin Venedik amiral. lerinden biri olmasından ve bu baskın yapılırken de Osmanlılar- la Venediklilerin sulh halinde bu- lunmasından ileri geliyordu. G enç Mürabit, bire karşı on gemi ile ve pusu kurmak suretile hücüm &den düşmana bo- yun eğmedi, her Türkün yapaca- ği şekilde hareket ederek harbi, yani ölümü kabul etti. İlkin Ami- ral bayrağı taşıyan kendi gemisi, sofra iki kadırgâası yandı, bin beş yüz Türk, bu yangınlar içinde kü- le çevrildi, Bizzat Mürabit sekiz, on yerinden yaralıydı, gemisi ba- tarken denize atılmıştı. > Venedik donanması kumandanı Proveditör Cirolamo cenapları, bir zafer ala- yında boynuna zincir vurup teş hir etmek için olacak, yaralı ars- lani sudan çıkarttırdı, o gemisine aldı. Fakat meramına erip te onu Venedik sokaklarında gezdirttire- medi. Zira Duçe ve senato, yurt- Yarınım Türk çizmesi altında ta - rümar olacağını düşünerek pusü- cu amiralı azlettikleri gibi genç Mürabitin de yaralarını o timar ettirmişler, elini ayağım öpüp af- TEFRİKA No. şım zonxluyor, kulaklarım uğulduyordu. Bir köşeyi dönüp kaybolduğu zaman yumrukla fını dilemişler ve iyileşince emri- ne mükemmel bir filo verip Afri- ka sahillerine göndermişlerdi. Os- manlı hükümeti, Mürabit hakkın- da yapılan son muzmeleleri tar. siye olarık kabul ettiğinden bu hâdiseden harp çıkmadı. Fakat Türk korsanları Venedikli kanım- da nasıl bir yılan zehiri dolaştı- ğım anlayıp intikam hırsına ka- pıldılar, Sen Mark bayrağı altın- daki gemileri uzun müddet düş- man teknesi saydılar. Venedikliler ancak ihtiyatlı ha- Teket etmek ve toplu bir durum- da seler yaptırmak suretile gemi- lerini Türk korsanlarının öc ate- şinden koruyabiliyorlardı. Arada- sırada da — denizin dili yok di- yerek — zayıf buldukları gemile- re baskın yapıyorlardı. Meselâ buğday yüklemek üzere limanla- rına gelen tüccar teknelerini zap- tetmekten ve bu şakavet, İstan- bula aksedince de elçi üzerine el- çi yollayıp tarziyeler vermekten, tazminat ödemekten geri kalmı - yorlardı. Fakat bir filo kumandan- larının — Venediğe gelmekte ©- lan — bir Türk elçisini denizde — öldürmek, yoketmek kasdiyle — takibe cüret etmesi Venediklile » rin sulh için içtikleri andın kıy- metini, sözlerindeki değeri bir ke- re daha meydana koyduğu gibi Türk korsanlarının hıncını da $6- kiz on kat ziyadeleştirdi B u elçi, Yunus Bey adlı bir Türk diplomatiydı. Bir Türk gemisinin Korfo sularındaki Ve- nedik donanması tarafından zap- tedilmiş olmasından dolayı, ihtar- larda ve tazminat talebinde bu - lunmuk üzere Venediğe gidiyor « du. O, üç kâdirgalık küçük bir filo ile yola çıkmıştı. * Cümhurun dolgun mevtutlu bir donânmesi — yine denizin dili yoktur kana- atiyle — bu küçük filoyu yökst- mek hevesine kapıldı, açık den 27 <ş...ş diği halde, muvaffak olamıyordu. Sonra birdenbire başiyle hafif bir selâm verip geriliyereki — Artık ayrılalım, dedi. Allaha ısmarladık. Bir hamlede tekrar ellerine sarıldım: — Bana bir ümit vermeden gidemezsin Nüvit! Ne derece perişan olduğumu görmüyor musun? — Buna muktedir olmadığımı pekâlâ biliyorsu- muz. — Her şeye rağmen yine bana dönmeni istiyorm. — Kocamı ne yapacağız?.. — Ayrılırsın.. — Çocuk gibi konuşuyorsunuzA — Niçin?. Yahut başka çareler de var. Ben bu ada- mi aramızdan çıkarmak için her şeyi göze alıyorum, Dehşetle yüzüme baktı. Bu korkulu bakışlar, ru- huma vahşi bir zevk veriyordu; — Sakın!.. Sakın!.. Diye soludu. Böyle bir şeye cüret ederseniz, beni büsbütün kaybedersiniz. — O halde söyle. Seni kaybetmemek için ne ya» payım?, — Niçin cevap vermiyorsun?.. — Bu sualin cevabı süküttur da, onun İçin!. — Demek her şeye, her şeye rağmen beni feda edeceksin öyle mi Müteselli olunuz. Başka ne diyebilirim?.. özlerim kararıyordu.. Yelsimden çıldıracak gibi oluyordum. Düşmemek için köprünün kenarına da- yandım ve derin nefesler almağa başladım. Ortalık loş bir kızıllığa boyanmıştı. Gelip geçen bir kaç kişi bize bakıyordu. Nüvit bu defa elini sarsarak elimden kurtardı ve süratle uzaklaşmağa başladı, Arkasından bakıyor- dum. Tahammülsüz bir ateşle kavrulan ciğerlerim- den geçen hava dudaklarımı yakarak çıkıyordu. Ba- rımi sikarak: — Hain!, Diye inledim. x Kışlada geçirdiğim dört gün ve dört gece, hayati- mın en ıztıraplı zamanlarını yaşamış oluyordum. Beşinci gece, yemekten sonra, hemen kasabaya inmek için şiddetli bir arzuya kapıldım. Fakat baş- çavuşla aramızda bir ihtilâf çıkmıştı. İnatçı Rus o Saatten sonra, hiç bir suretle garnizondan âyrilma- ma müsaade edemiycceğini söyledi. Bu kedere rarı olmak benim İçin imkân harleln- deydi. Ne pahasına olursa olsun, gitmeyi kurmuş- tum. Uyku zamanımı bekledim ve önceleri yaptığım gis bi nöbetçinin avucuna bir kaç ruble sıkıştırıp, ken- dimi dışarı attım, Nereye ve niçin gidiyordum? Bunu bilmiyor. dum.. Yalnız göğsüme sığmıyan ve beni boğan bir heyecanla mütemadiyen yürüyordum. Kasabaya girdim. Adımlarım beni kontun evine doğru götürmekteydi. Bu esnada küçük meydanın çalar saati ağır fasılalarla on biri çaldı. Bahçe ka- pısına yaklaştığım zaman kanadı aralık bulmuştum. Derhal içeri girdim. Fakat iki adım yürümemişlim ki, bir ses: — Kim o?.. Diye sordu. Bu Piyerdi. Gece gayet parlak ve mehtaplı oldu- ğu için onun, on adım kadar ötede elinde sigarasile dolaştığını gördüm, Beni tanıyamamıştı. Çünkü göl- gedeydim. Fakat kendisine doğru yürüyünce, hay» retle: — AL. Siz misiniz? Dedi — Evet Mösyö Piyer. — Hayrola. Ne var?. — Hiç! Sadece geldim. TAN de taarruza geçti. Yunus Beyi getiren filo, harp için hazırlanmamış ve dost bir devlet merkezine doğru yola çık- manın verdiği emniyetle zayıf bir durumda bulunmuş olduğundan Cümhur donanmasının hücumüna “| karşı koyamadı, kaçmıya çalıştı, Himara sahillerinde karaya otur- dü. Ora halkı, Türklere saygı gös- termediler, hayli sıkıntı verdiler ve Yunus Beyin rüibesini öğre nince, edepli davrandılar. Bu hâdise, Venedik ybine harp açılmasını zaruri kılacaktı. Lâkin Venedik Duçesi, Senatosu — istanbulun vakayı haber al masından önce — harekete geçti, Yunus Beyin kadırgaları üzerine yürüyen kont Grade Nikoyu zin- dana attı, Korfo sularında bir | Türk gemisi zapteden filo kuman- danı Proveditör (o Kontariniyi de muhakeme altına aldı, İstanbula etraflı tarziyeler verdi, rüşvetler sundu. Sülhün bozulmasını önle- di. Fakat Türk korsanları, silâh- sız elçilere bile hücum etmeyi ka- bul eden Venedik ahlâksızlığın affetmedi, öc alma siyasetini kuv- vetlendirdi. şte Bafayı taşıyan gemideki a- süzadeleri ve kaptanından dü- men neferine kadar bütün'o Gg - sur denizcileri #enkten renge 80- kan, telâş içinde bırakan sebep buydu. Görünen geminin korsan- lara ait olması ihtimeliydi. Eğer o ihtimal doğru çıkarsa, harp mu- | hâkkaktı. Yani Türklerin Venedik gemisine saldırmaları yüzde yüz beklenebilirdi ve bu, felâket keli- mesiyle de ifade olunamıyacak kadar büyük bir talihsizlik ola- caktı. Çünkü iki kere ikinin dört etmesi nasıl tabii ise, tek bir Türk gemisinin yine tek bir Venedik gemisini haklaması da o ayarda tabiiydi. Hattâ, manevi veya mad- di bir sebeple, göze görünmiyen ve akla sığmıyan bir âmilin zorile iki kere iki bazan beş, yahut üç olabilir. Fakat bir Türkün bir, ya- hut iki, yabut üç Venedikliyi bir çırpıda mâğlüp etmesi, tepeleme- si, dalma doğru çıkan Ve çıkacak olan bir hakikatti. BAHARATINI Kullanmakla temin edebilirsiniz. ve baharat Paketleri her yerde 5 Korfoya doğru süzülen Galer- yadaki asiİzadeler, askerler, tay- falar, kürekçiler de işin böyle o- lacağını bildiklerinden sararıp s0- luyorlardı. Bayılıp âyılıyorlardı. | Herkes sersemlediği için gemi de başı boş kalmıştı. Gelişi güzel de- niz üzerinde yuyarlanıp gidiyor- du. Halbuki © enginde görünen Türk gemisi, nereye doğru süzü- leteğini tesbit etmise benziyordu. | Gittikçe büyüyen bir deniz ejderi halinde Venedik teknesinin üze - | rine doğru köşa koşa geliyordu. — | (Devami var) | leri giderir. — Buyurunuz öyleyse.. Ali Rıza Bey yukarıda. Babamla siyasi bir mesele hakkında görüşüyorlar.. — Yalnız mı?. * — Evet!.. Bir saniye düşündüm. Dimağımda bir şimşek çalmıştı. Fısıltı halinde Piyere dedim ki: — Karısı evde mi acaba?. — Evet. Evet., — Kendisi burada daha çok kalacak mi7. — Bir saatten ziyade zannederim. Zeki adam derhal maksadını anlamıştı. Gülüm- siyerek dedi ki: — Iyi düşündünüz. Bu fırsat her zaman ele gep. mez. Lâkin biraz müşkülât var. — Ne gibi?. — Eve neyi bahane ederek gireceksiniz”. uşak size mösyönün evde bulunmadığını söyleyin- ce, dönmeniz icap edecek.. — Doğru!.. Lâkin ben başka bir çare buldum. Pencereler hem zemine, hem de birbirine yakın- dır.. Hırsızlama girerim.. — Ama, bu daha tehlikeli bir iş olmaz mi' — Ne ehemmiyeti var .. Yalnız siz mümkün ol duğu kadar Ali Rızayı buruda alıkoymağa bakın!,, — Tabii gayret ederim. Selim verdim ve aytıldım, Yollarda nasl yürü. yordum, bilmiyordum. Artık benim için dünyada imkânı olmiyan bir şey yoktu... Hayatım pahasma bile olsa; beni insanlıktan çıkaran bu öldürücü aş» kın mükâfatım elde edecektim... Şuurum uyuşuk bir haldeydi. Kurumuş boğazı- mı ıslatmak için yutkunuyordum. Bütün vücudüm sıtma nöbetine tutulmuş gibi titriyordu. Çok geçmeden köşkün önüne geldim. Parmaklık- hı bahçe kapısını iterken kalbim göğsümün altında çırpınmıyor, dövünüyordu. Tbtiyatlı adımlarla ilerlemeğe başladım. Alt ket pencerelerde hiç ışık yoktu. Yalnız üst katta, Nüvi- din yatak odasında yeşilimtrak bir aydınlık farko- lunuyordu. Mehtap bu gece ne kadar parlaktı!. o Gökyüzü berrak ve yıldızlı, yeryüzü gündüz gibi aydınlıktı. Sanki tabiat cürmümü meydana çıkarmak, beni ele vermek istiyordu. Kulağıma fısıldıyan mevhum 15 gramlık Salep 17-4.939 Traş bıçakları en sert sakalı bile yener ve cildi yumuşatır. HER YERDE SAÇ EKSİRİ KOMOJEN Saçları besler, köklerini kuvvet lendirir, dökülmesini önler, kepek- INGILIZ KANZUK ECZAHANESI Beyoğlu — Istanbul sesler; — Geri dön!.. Vaz geçt.. Diyorlardı.. Fakat... Her şeye rağmen, sefil, bayağı ruhumun emrine tâbi oluyordum. Küşkün dibine geldim. Et- rafı dinledim. Gözlerimin bütün kuvvetiyle agaç- ların, çalıların arasında bir mütecessis bakış, bir cüretkâr hafiye aradım. Belki biri, beni gözetliyordu. Belki düşüncelerim bir ikinci şahis tarafından keştolunmuştu!.. Lâkin, şüpheyi davet edecek hiç bir şeye tesadüf etmedim. O kadar sükün ve süküt içindeydim ki, ufak bir yaprak hışırtısı, küçük bir böcek vızıltısı bile yoktu, Artık kaybedecek vakit kalmamıştı. Hemen, #ar- maşıklarla' örtülü olan alt katın penceresinin par- maklığına sarıldım ve gürültü etmeden köndimi yu- karı aldım. Fakat iki kat arasında sarmaşıksız, çıp- lak bir kısım vardı ki, bina beyaz olduğundan ve mehtap ta tam karşıdan vurduğundan, pek uzaktan bile bakan biri, bir adamın eve tırmandığını mü- kemmel görürdü. Bu korku kuvvetimi kesiyordu. Başımı çevirerek yere göz gezdirdim. Lâkin ne bahçenin içinde, ne de hariçte bir gölge bile farkedilmiyordu. Son bir gayretle üst katın penceresinin kenarını tuttum. Bereket versin ki, pencerenin iki kanadından biri aralik bırakılmıştı. Zaten kapalı olsaydı, tutunacak yer bulamadığımdan kendimi yukarı çekemiyecek- tim, Başımı yavaşça yükselttim. Gözlerim pencerenin hizasındaydı; ve odanın içini kâmilen görüyordum. Nüvid yatıyordu. Karyolanın baş ucunda yine © yeşil abajurlu ldmba yanıyor ve eşyâyı tatlı bir zümrüt rengine boyuyordu.. Son derece ihtiyatla kanadı tamamiyle açtım ve yavaşça kendimi çekip diz kapağımı pencerenin kenarına dayıyarak bütün vücudümü yukarı aldım. Artık bundan sonrası ko- laydı. Döşeme tahtası tüylü bir halı ile örtülü ol- duğu için syağım hiç ses çıkarmadan pencereden oduya indim. Helecanım azalmış gibiydi. Şimdi coşkun bir #a- adetle sarhoş olmuştum. Bir kaç adım o yürüdüm. Nüvid her halde uyuyordu. Zira ufak bir hareket bile etmemisti. (Devam var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: