6 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

6 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ED) la Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 34 Siinde Murat Dali Sarayı, Serveti, Terkedip Bafa Gidemiyeceği Yerlere Gitmeyi »bzade, her kelimeden şuu- a) runa bir tutam kıvılcım dö- külüyormuş gibi bu nağmeye kar- şı derece derece çoğalan ateşli k alâka gösteriyor, yakın bir hâlet içinde yavaş yavaş sara- rıyordu. Bafa, onun yine bir sar'a nöbeti geçireceğini sanarak ürktü, bir elini yakalıyarak yavaşça sıktı ve muhtemel nöbeti karşılıyacak bir ilâç olmak üzere kulağına fısıl- dadı: — Siz beni sevecek, ben sizi se- vecek! Orada, o kölelerin ve raks em- ri bekliyen kızların gözü önünde Bafanın gösterdiği bu şühluk dev- rin terbiye telâkkilerine, ahlâk düsturlarına olduğu kadar Sar, kaidelerine de aykırı idi. Halayı lik seviyesinde bulunan cezbeye bir kızın » göz göre göre - bir şehzadenin e- ini - aşk ile - okşaması, kulağına sesten buseler örüp asması şöyle dursun sekiz on yıllık evli kadın- lar bile - hattâ karanlıkta ve baş- başa bulundukları sırada - koca- larının ellerine kendi elle: teşini koymaktan çekinirle; lerini öpmeği ise âdeta gü Jirlerdi. Devrin ruhlara, dımağla- ra dahi taktığı kafes o kadar idi ki elli yıl bir yastığa baş k malarına rağmen birbirinin omur başlarında veya kalçalarında bulu» nân benleri görmemiş, öğrenme- miş karı kocalar va Şu halde Bafa I ri fevkine çıkıyor, saray an'anele- Tini tekmeliyor, ahlâk kaidelerine tükürüyordu. Böyle bir cür'etten ilk önce şehzadenin gazaba gelme- si lâzımdı. Lâkin o, Venedikli #fet- le Şeyh Şücaın odasında ilk karşı- laştığı dakikadanberi muhtelif ve- silelerle gösterdiği uysallıktan yi- ne sıyrılamadı, kulağına akıtılan şerbeti katre katre ruhuna sindir- dikten sonra kendini topladı ve cüce Nasuhu biraz daha vanına in 8- nt — Sözlerimi, dedi, iyi dinle, ha- Lâkin tasarladığı o sözleri yine zihninde alıkoydu, Bafanın gözie. rine gözlerini dikerek şirvandah dökülen kıvrak nağmeleri dinle- meğe koyuldu. En galiz ruhları bi- le heyecanlandıracak kadar mües- sir bir ses, şimdi şunları okuyor. du; Gönül eglencesi sâzü safadır Safa sürki bu dünyalü vefadır Kişi olmak gerek ancak feralinak Hemen zevk evle canım olma gam- nak Murat, şiirin güftesine o derece kapılmıştı ki, hanende başka bir parça terennüm etmeğe başladığı halde, kulağında hep gönül, eğ - lence, safa, gibi kelimeler — canlı ve müşahhas şekiller ela- rak — dolaşıyordu, gözlerine ga- vefa rip bir dalgınlık bulaşıyordül Şim- di içinde delice bir arzu verdı. Şehzadelikten sıyrılmak, sarayını ve her bırakmak, yalnız aş- kını yüklenip insü cinnin gelemi- yeceği, giremiyeceği bir köşede sonsuz bir istiğrak âlemi yasamak istiyordu A“ dediği Bafaydı. Onunla böyle bir ömür geçirmenin dünya saltanatına malik olmake tan daha yüksel bir nimet olüca- gim Kuruntuluyordu. Fakat aşi k li dimağını ve ruhunu Bayam yeter olduğu kabul olunsi bile kadın ihtiyaçla rın karşılıyamıyacağını — hatırla- makta gecikmedi. Kendisine aşk- la beraber zümrütler, elmeslar, inciler sunulmıyan ve aşk ka: leri dinlenilirken © kulağına nağmeleri de aksettirilmiyen dınların aşktan pek çabuk usana- caklarını düşündü. En kudretli padişahların bile aşklarım elmas mahfazalar içinde © sevgililerine İle İnsanların Düşünüyordu di, içini çeke çeke o hülyade Ayni zamanda Bafaya mak istediği şeyleri de unutr tu. Yalnız “Ferahnuk,, olmak işti- yakını duyuyordu. O sebeple ve dalgınlıktan sıyrılır sıyrılmaz bir köleye bağırdı arlı — Şarapl, Bu emir daha önceden nülmüş olacak ki, üç dakika için. de Sayvanın önüne mükellef bir sofra getirildi, rakkaselerden ikisi çağrılarak ellerine birer çini des düşü. ti verildi ve sâkilik etmeleri ihtar olundu. Şarap o zarif destilerden i bardaklara boşaltılıyor, şehzadeyle Bafaya sunuluyordu, Sarayda kadınların şarap içmele- ri, afyon kullanmaları vâki değil di. Onlar, © zavallılar, kısa veya uzun bir zaman kullanıldıktan son» Ta bir köşeye atılacak canlı öyün- caklardı. Zevk âleti olmak'duru « mundan uzak kaldıkları saatlerin mühim bir kısmını ibadete hâsre derlerdi, boyuna tesbih çekip Yü- reklerini Tanrıya açarlardı. Padi- şahların, yahut şebzadelerin sar - hoş olarak onlardan birine #ltifat etmeleri bir yandan sürurla, gu. Turla karşılanır — bir yandan da gizli bir korkuyla karşılanmak - ian geri kalmazdı. Çünkü şarap kokan bir ağızın büsesinde biraz günah tadı, Tanrıya nahoş gorü- necek biz ten — o zavallılar — kendilerini alamazlardı. va Bafa, belki ilk saraylı olmak ü. zere, şu kökleşmiş kanunun da Üs tüne yükselerek işte şarap içiyor- du. celer, halayıklar bu endişeleniyorlar, gökten taş yağması ihtimalinidü- şünüp telâşa düşüyorlardı. Fakat şehzade Murat, bu durumdan da memnundu. Zaten kızı islâm di. nipe sokmak bahsini hep bu güzel TAN rum bırakmıştı, Çünkü Balayı hi ristiyanlıktan (o çıkardıktan sonra, böyle işret sofralarında bulundu mak kendinin de elinden gelemi « yecekti, Ondan ötürü din işini ih- mal edip dünya işine germi ver - mişti Bafa da şaraba müştak ve muh- taçtı, Hayatın: lı gününde birbirini kovalıyan hissi, fik maddi hâdisel tirdiği gerg deremiyeceğini anlı beple şarap sofrası kurulur kurul maz sabırsızlaşmış, gözlerinin şen pınıltılâriyle iştihasını o şehzade de hissettirdiğinden teklife, tok, lüfe “hacet - görülmeksizin İlk ka- deh kendisine sunulmuştu. Sazın ağır nağmeleri de lan ihtar üzerine, hafifi: Vakur ve mağrur kalpleri zoruyacak kıvraklıkta kayabaşılar, varsagiler, faslı başlamıştı. Bafa, bi râbin neşesiyle olacak, büyük alâka gösterdi, hulâsalarını cücelerine ettirdi ve bir kadeh arasında şehzadeye anlattı; da şö- güfte tercüme musafa duygularını — İşte bu nağmeler güzel lerin sözlerini anlamadığım | gmelerin ahenginden € Demek ki, bu şiirleri besteliyenler gönül duygularına lisan verm bilen sanatktrlardır, Siz, bu sa erleriyle bütün dünyaya Kar tihar edebilirsiniz! Murât, gülümsedi. Bir kopu bir çoğur, bir bağlama, bir $ telinden çıkacak seslerle nemse çasarına, > Leh kralına, Venedik Dojuna karşı övünmek düşüncesi ona gülünç gelmişti, Fakat bu fi kirden dolayı Bafayi ayıp! VOY- du, merhamete lâyık buluyordu. Çünkü onun Osmanli sarayında neyle iftihar edilebileceğini bilme- diğini görüyordu. Bununla Kera - ber kızın bilgisizliğini gic kalkışmadı, k kuvveti temsil eden yeniçeriler - den, sipahilerden bahsetmeyi o da- kikada ve © yerde gereksiz buldu: — Şarkılarımızı, dedi, meniz hoşuma giti, Bakalım hadlan söyisek "sal OUİACAKSİNIZ 5 Ve cücelerden bu suali ital yancaya tercüme ederken, Şirvan #ltındaki kızların raksa başlama » ları emrini verdi. Şimdi şarapla nağmeye, güzelliğin kıvraklığı ve canlı hareketleri de katılmıştı. On körpe ve nefis kız nasilsa yere dü- şüp te mahreklerini arsmıya ko- yulan on renkli yıldız gibi fırıl firil © ve parıl pırıl dönüyorlardı, seyredenlerin £ beyinlerine nurlu bir kargaşalık veriyorlardı, IEKONOMİ : “İng tereye Takasla Gidebilecek Mallar Türkiyeden İngilteteye (hususi İtakas suretiyle ve Türk menşeli ola- k gönderilebilecek malların listesi İslâkadarlara bildirilmiştir Bu liste » de halılar, seccadeler, yol halıları, İgülyağı; ham ve işlenmiş sünger, ne- bati boya ve maddeleri; tıbbi nebat yapraklar m, kıyılmış tütün, sigara, Şara İlikörler, esanslar, a zu, çam ve meşe kabu salârı, el sebzeler, kuru tozu, şlemek yağları, melâs süt tozu I n keten ve kenevir, aplumbağa, balık derisi ve pul Jvatde konservesi, kurutulmuş balık -/| İlar, balık yumurtası, havyarlar, pa - | ile. park soluctır Güme tül - mu kösbesi, yalnız çekirdeksiz kuru üzüm, kuru incir, fındık, kaysı ku - rusu, kitre, zeytin tanesi, o buğday müstesna olmak üzere her nevi hu-| *: 1939 senesinin sonuna kader bubat, devam etmek üzere tiftik gibi m. larımız hususi takas suretiyle # İolunabilecektir. Yumurta İhracatı Nisan ayı içinde 939 senesinin en sek nisbette yumurta ihracı ya- İpulmuştır. En fazla alan İtalya firma- Bu müddet içinde İtalyaya 074 lira kiymetinde 35919 san - larıdır. nistana da 10341 Jiralık 455 sandık ihraç olunmuştur. İtalya ve Yuna ana yumurta sevkiyatı devam pt mektedir. * Yerli larla tanlar b 1 başka damga- abancı fabrika malı diye sa - kkında tahkikata memur e- len sanayi müfettişi vazif rersk Ankaraya dönmüştür. Ticaret Vekâleti Daireleri Ticaret ve İktisat OVekületlerine mensup dairelerin hep bir £ binaya toplanması için mevent tasavyurun lr — dün de Türk ofiste ç âlet müsteşar mu nan komisyon rakalikde “Hğmişüs Öğrendiğimize gre bu topluluğu tel min edebilecek büyük bir (o binenın| temini mümkün olamadığı takdire caret Odasınn nakli ile (o Dördüncü Vakıf hanınin bu İşe tahsisi düşünül müştür. B. Mustafa Nuri tetkikat bitirmiş olduğundan yarın Ankaarya dönmesi muhtemeldir , Sakız Kabağı Dün sebze ve meyva haline bol dık yumurta ihraç edilmiştir. Yüna-| -İde vt ileride yapılacak borsa binasına Ti-| s.s.s İİ Çocuk Bilmecemizde Kazananlar 23 Nisan 939 tarinii Çocuk sayfamı” (imece — Bulmaca) yi doğru halel” lerden hediye kazananları Dolma kurşun kâlemi kazananlar sokak m barada Nüzhet. Mürekkepli kalem kazananları Fatih 40 amcı ilkokul 31 Didar, Hayr | tösesi çul 451 Ülkü Baykal, Albüm kazananlar ; cı iğ 12 Sİ İ sak o İ Pergel Kazananları | Beyoğlu “Küçük sineme sokak 19 Parmukkepı Yıld Kart kazananlar: | Çanakkale yandarma alay İp sora hâli İt Kartel 89 numarad İ vçar, a ürk mahallesi” çar Mualli Gent —— YENİ NEŞRİYAT : Hikâye çük hikâyeler neşreden b rı ikime Bu sayıda bilhassa Ha | Elektro Teknik Ji: Kısım V Elektro Motörler 30 Kuruş Akba miş ve kilosu toptan 21 -2 satılmıştır. Turfanda yer fasulye ri 40 - 60 kuruş arasında ve Ereğli den getirilen çileklerin kilosu 60-7: kuruştan verilmiştir. Can erikleri 10. çekti: ..* Yazan: Kerime Nadir Adam ayrılıp gitti. Biz de odamıza döndük. Iki saat tamam olmamışlı ki, merdivende ayak sesleri duyarak kapıyı açtık. Esnaf kılıklı iki kişi büyük bir tepsiyi yakalamışlar, yukarı çıkarıyor. Jardı. Çeşitli yemeklerle donanmış olan bu tepsiye, hay» retle baktığımızı görünce, bir tanesi izahat verdi: — Efendimiz size gönderdi. Kusura bakmasınlar, dedi, Hemen Şerifin kolunu dürttüm: — Bu ikram sana Şerif!.. Bir aşir, bir ziyafete yaradı. Karmmız hakikaten çok açtı, Zaten günlerdenbe- ri peynir ekmekle kanaat etmekten bikıp usanmış” tık. Diğer arkadaşlar da beraber, tepsinin başına $i- ralandık. Hele Şerif, kollarını sıvamış, on parma- Biyle sahanlara dalmıştı. Rahatsızlık hissedinceye (okadar yedikten sonra, birer köşeye çekildik ve boz tepsiyi kapının önüne sürdük. Çok geçmeden adam gelmişti. Bize kendisini “Tüccardan Hasan Feyzi, diye tanıttıktan sonra, tereümeihâlimizi sordu. Ben kısaca anlattım ve Çin Türkistanına gitmek istediğimizi söyliyerek, burada bu işe vasıta olabi- lecek bir kimse olup olmadığını, eğer böyle bir kimse varsa, ne sürette kendisine müracaat etmek lâzım geldiğini sordum. Biraz düşündükten sonra, dedi ki: Asıl Kırgız mahallesi olan “Karşıyaka; da Hacı Musâ Bayın yazıhanesi vardir. (Kendisi “Sart, Türklerinden olduğu gibi tanınmış bir fabrikatör. dür. Çini Türkistanın “Kulca,, kasabasında pek çok arazi ve emlâki © bulunduğundan, senenin bir kaç ayını oralarda geçirir. Ona müracaat ederseniz, size her hususta kolaylık gösterir zannederim.. Bu teklifi pek makul ve isabetli buldum. Ve & takdim ettiklerini gözönüne getir- sahneyi yaşamak düşüncesiyle ya- eğime aym Og .eaemeseaasaseseeesasaeasep Günah Bende mi? TEFRİKA No. 46 *--* damdan fabrikatörün adresini aldım. Fakat Şerif somurtuyordu. Nihayet süklüm piik- lüm yanıma yaklaşarak derdini anlattı: -— Halük Bey oğlum.. Ben Çine mine gidemem.. O kadar uzak yerlerde ne işim var?.. Bir an evvel memleketime dönmek için başka yollar tutacağım. Adeta öfkelenmiştim: — Be adam, dedim. Sen beni budala mı zannedi yorsun?.. Elbette ben de bir an evvel, memleketi- me dönmek isterim. Lâkin harbin daha kaç sene süreceği malüm değil, Bu müddet içinde «le geçme- mek ve serbest yaşıyabilmek için tehlikeli yerler- den uzaklaşmamız lâzım. Hangi huduttan memle kete gireceksin? Ateşin üstüne gidilir mi? Başını sallıyor ve kanaatinde ısrar ediyordu: — Mademki yine bu topraklarda yaşıyacaktık, niçin bunca tehlikeyi ve zahmeti göze alarak kaç- tık?.. — Evvelâ serbest yaşamak için.. Sonra harp bi- ter bitmez, bir yolunu bulup derhal memlekete dö- nebiliriz.. Halbuki esirler böyle mi ya?.. Kimbilir, kaç ay Sonra serbest kalâbilirler?., — Canım doğru söylüyorsun ama,'ta Çine gitme- ğe lüzum yok ki!.. Meselâ Kafkasyaya da gidebili- riz... — Bütün bu havali tehlikelidir. En emin yeri yine, Çin hudüdunu aşmakla bulacağız. Münakaşamiız uzun sürdü. Neticede Şerifi dıramadım. Rastladığımız kaçak çavuşlarla uyuşa- rak, başka yol tutmağa karar vermişti. Lâkin fabri- katörün yüzihanesine “kadar benimle birlikte #ele- ceğini söyledi. Şüphesiz işin neticesini anlamak is- tiyordu. Yola çıktık. Hafif yağmur çiselediği için Şerif, mahut şemsiyeyi başına açmıştı. Ben gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum. Nihayet sabredemi- yerek dedim ki: (Devamı var) — Şansın pek yolunda Nasıl, emanetten memnun musuh?.. Arkadâşım, evvelâ bir şey anlamamış gibi durdu. Sönra gülerek cevap verdi; — Yal Pek memnunum. İkimizi de yağmurdan koru — Teşekkür ederim. Lâl yorum.. — Neden? — Böyle eski ve yamalı bir şemsiyenin altına girmeğe tenezzül etrsem de, ondan. Şerif ters ters yüzüme baktı. Omuzlarını silke- tek — Sen bilirsin, dedi. Hayli yürüdüklen sonra “Karşıyaka; denilen Kırgız mahallesine gelmiştik. Aldığımız tarif üze- tine fabrikatörün yazıhanesi olan binayı bulduk. Lâkin, bizi karşılıyan kapıcı kılıklı bir adamın Mu- sa-Bayın bir haftadanberi (O“Kulca, da olduğunu söylemesi fenâ halde canımı sıktı. Iki arkadaş ümüt- $iz birbirimizin yüzüne bakarken, herif dedi kı: — Eğer bir iş hakkında görüşmek istiyorsanız, Musa Bayın kâtibi Abdurrahman Bay kendisine vekâlet ediyor.. Buyurun, görüşün, Hemen merdivenleri tırmandık. o Abdurrahman Bay, birbirine geçilen iki odanın nihayetinde, bü. yük bir yazıhane önünde oturuyordu. Gözlüklü ve beyaz saçlı bir ihtiyardı. Ben ilerledim ve selâm verdikten sonra, muhta- saran vaziyeti anlattım. Ikimizi de ayrı ayrı süz- dükten sonra, eliyle oturmamızı işaret ederek de di ki ç — Musa Bay, burada değil. Lâkin bir mektupla kendisine izahat vermek mümkündür., bizde misafir olursunu hayırlı olur. Ve öteden beriden bir müddet konuştuk. Nihayet Abdurrahman Bay, zile basarak bir adam çağırdı. Parmeğiyle beni gösterip: — Bu bayı bizim eve kadar götür. Dedi. Sokağa çıktığımız zaman Şerif mahzun bir tavır takınmıştı. Elimi tutarak ağlamağa benzer bir ses- le mırıldandı: — Artik ayrılıyoruz değil mi Halük Bey?.. şallah Istanbulda görüşürüz. Istersen sen de abillir.. ıslanmayı tercih edi- gel, Bir kaç gün Umit ederim ki, metice In. denilecek kadar sakız Kabağı getiril | 20 kuruştan satılmaktadır. Ben de bu ayrılıktan möteessir olmuştum. Hem sadık, hem eğlenceli bir arkadaştan mahrüm olma- nın acısiyle cevap verdim: — Şu inadından gel, vaz geç Serif! man olacaksın.. — Hayır oğlum.. Cenabı Hak olsun. Sonra piş- imizin de muini imdi ne tarafa gideceksin?. — Belli değil!.. Onlara tâbiim.. Fakat her halde kın zamanda vatana döneceğimi umuyorum. — Haşallah!,. Vedalaştık ve ayrıldık. Abdurrahman Bayın evi yazıhaneye pek yakındı. Bir uşak beni selâmlık dairesine aldı, Burada, Ab- durrahmen Bayın büyük kardeşiyle, iki misafiri vardı. Köşede oturan ihtiyara doğrularak meseleyi anlattım ve misaferetimin sebebini söyledim. Mem- nun oldu. Misafirleri olan temiz giyinmiş iki Kir- gız Tatarına dönerek: —... — Esaret cidden çok acı ve tahammülsüz bir iş- kencedir, dedi. Lâkin kuçtıktan sonra, insan büs- bütün felâketzede oluyor. Her an tehlike, korku ve endişe içinde yaşamak Kolay değildir. Biz, bu kaçaklara sık sık tesadüf öderiz. Kendileri için eli. mizden gelen yardımm esirgemiyoruz.. Fakat ekse- riya gayretimiz boşa çıkıyor. Küçük bir tedbirsiz. lik ele geçmelerine elveriyor... Akşam ezaniyle beraber, Abdurrahman B. di. O gece ve ertesi gün orada kaldım. U: nü ukşama doğru, Çini Türkistanın “Çiveçek, sübasından bir misafir gelmişti. Kapının önünde duran bir faytondan İnen bu genç adamı, Abdur- rahman Bay bana şöyle tanıttı: — Taç Osman Ismajl Bayın damadı Emin Bay! Kayın pederi meşhur bir tüccardır.. Kendisi e ticaret için sık sik seyahatler yapar. En aziz dost- larımızdan bulundukları için #tihar ederiz Sonra da beni genç adama tekdim etti, Bu me- yanda da bir kaçak esir olduğumu ve sığınacak bir yer aradığımı etraflıca anlattı; Sürünmekten başka hiç bir mânası olmıyan su tarzı hayatımdan utanıyordum. — Ötekine berikine yalvarmak, şunun bunun himayesine sığınmak, ne acı bir hal (Devamı vari

Bu sayıdan diğer sayfalar: