7 Haziran 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

7 Haziran 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

939 ira İm > rn Mİ Damat Ferit Yalan Söylüyordu Bu Yalaniyle de Hem Ali İhsan Beyi Müşkül Mevkie Sokuyor, Hem de Yalan Söyletmek İstiyordu Damat Feritle İhsan bey, deniz târafındaki büyük salona sessizce Birmişler ve Ahmer Rıza beyi Şamlı ve kederli bir tavırla, gaze- te okürken bulmuşlardı. Entrikacı Ferit, derhal azamet Ye gururunu bırakmış ve yaltak, Sâna yakın bir insan oluvermişti. Seri adımlarla ilerliyerek muhata- birin boynuna sarılmıştı vo: — Bahş buyurulan şerefin, ih- İiyar olunan zahmetin minnet ve Şükranını nasıl ödeyeceğim, bil- Mem beyefedi. Kulunuzu ihya, fa- kirhaneme saadet ihsan buyurdu- nuz teşrifinizle. Demiş ve tıpkı bir hokkabaz gevezelik ve yılışıklığı ile mutadı Olan tekerlemelerini sıraya diz Bişti, Ahmet Rıza beye söz söyle- meğe değil, nefes almağa bile Meydan ve imkân bırakmamıştı. İlim ve fazlından, dirayet ve liya- katinden uzun uzadıya bahsettik- ten sonra, derin derin içini çek- Miş ve: — Emin olunuz beyefendi, de- Mişti. Zatı âlilerine karşı büyük bir hürmetim ve o nisbette sami- imi bir muhabbetim vardır. Ne ya- Zik ki, bunları fiilen izhara İm- kân bulamadım. Bazı siyasi ilcaâ- tn, arzum hılâfına, tesir ve taz- Yili altında kaldım. Size karşı Şok mahçup bir vaziyette bulunu- Yorum, Ahmet Rıza beyefendi. Si. Yasi hasımlarınızın kin ve garez- eri kulunuza da teveccüh etti, çok kısa bir zamana münhasır kalaca- ğını bilmekle beraber, siyasi re- fskatinizden mahrum bırakmak A al Tefrika No. 67 san beyefendiden de, o gün, zatı âlinizi ziyaretle, teessürlerimizin arzına delâ'etleri ricasında bulun- dum. İşte kendileri de burada. Be- yanı hakikat buyurmalarını rica ediyorum huzurunuzda AlI İhsan bey, cidden çok müş- kül bir vaziyette kalmış, ne söyli- yeceğini şaşırmıştı. Damat Ferit, göz göre yalan söylüyor, İhsan be- yi, hem de çok insafsızca suçlan- dırıyordu. Bu da yetmiyormuş gi- bi, bir de, yalancılığını setre âlet etmek istiyordu. Halbuki, Ahmet Rizayı yalı kapısından ters yüzü- ne çevirttiğini ona, bizzat damat Ferit, hem de büyük bir haz ve memnunluk hissederek gurur ve iftiharla hikâye etmişti. Fakat, bu vaziyette, Ahmet Riza bey daha insaflı hareket etmişti. Thsan be- yin ağız açmasına hacet birakma- mış, hattâ çistizah yollu, yüzüne bile bakmamıştı. Asabi bir tavırla: — Beyefendiyi işhada ne lüzum var efendim. Diyerek, damat Feridi biraz pohpahlamıştı. Fakat, nezaketle ve başı örtülü bir tarzda da yalan- cılığını yüzüne vurmuş, maruf tâ- biriyle, taşları gediğine koymuş- tu. Ferit, kendini müdefaaya ko- yulmuştu. Bu sırada, yine kuyruk- lu ve dev gibi bir yalan daha uy- durmuştu. Güya, hürriyet ve iti- 1âf fırkasında Ahmet Rıza beyin lehine bir cereyan uyandırmağa çalıştığını, buna muvaffak olduğu takdirde. kabinede beraberce ca- lışmak imkânın bulacağını ve hattâ hariciye nezaretini, bu fikir ve noktai nazarla uhdesine almış olduğunu bile söyliyecek kadar, yalancılık ve iki yüzlülüğünü ile Ti vardırmıştı. Kimbilir, daha ne yalanlar ata- cak ve ne saçmalar savuracaktı. Fakat, vakit bulamamıştı. Tam o sırada, telâşla salona giren ağa- larından biri, kapiten Halidin teş- | rifi haberini getirmişti de, paşasını bu müşkül vaziyetten kurtarıver- | mişti amat Ferit, yapma bir telâş- | la yerinden fırlamıştı. Mi- safirini karşılamak için iç antre tuklamıştı. Tatlı sözler söYİ rek, kırıtıp dökülerek salona ge #irmiş, baş köşeye de geçirmişti Halit, o gün pek ciddi ve vakarlı görünüyor, az söylüyor, hiç te gül müyordu, Damat Ferit, Halidin bu vazi- yet ve halinden şüphelenmiş, en- dişelenmişti. Biraz evveiki şenli- Bi, şakraklığı kalmamış yüreği de pek daralmıştı. Koca salonu es- rarlı bir sessizlik kaplamıştı. Ha- lit, düşünceli bir tavırla denize doğru bakıyor, Ahmet Rıza beyin de, kırışan çehresinden sanki iz- tırap akıyordu. İhsan bey, gittik- çe kararan çehresinden Halidin bir fırtına koparacağını hissetmiş, oturduğu yerde mukabeleye ha- zırlanıyordu. Damat Ferit te, me- rak içinde ezilip kıvranıyordu. (Devamı var) #uretiyle olsun kulunuz üzerin- WE Uc manmus tesirinr göster Buz Bunla berabe: Ahmet Rıza bey, Ferldin iki Yüzlülüğüne daha fazla tahammül *dememişti. Hemen sözünü kes- Mişti. Gördüğü ve câli olduğunu Pek güzel bildiği bu teessü ik tifata teessürlü ve soğuk bir te- #ekkürle mukabele etmiş ve: — Ekselâns, demişti. Zatı dey. | etlerini şahsımla alâkad &in tâciz ve tasdi etmedi; üssa arzetmek isterim. Bir kaç Bün evvel aldığım çok fena bir ha- T, yüzüme karşı çarpılarak ka- Patılan devletli kapınızı çaldır- «inde biraktı abdi Mülk ve milletin menfa- z olduğum acı ve ağır Müsmeleleri unutturdu bendeni- | 2. Gururumu çiğnedim Ye sizi sı- kacağımı bildiğim halde, huzuru- Müza geldim. Mesele şudur: Bir AÇ gün evvel kapiten Halidi Be- | Yoğlunda.... Ya hicabından, ya da hiddetin- İen kızarıp bozaran damat Ferit, Ahmet Rıza beyin sözünü bitir. mesine meydan bırakmamıştı. O- rduğu kanapeden çevik bir ha- teketle fırlamıştı. Ellerini Ahmet iza beyin omuzlarına koymuş, €- İlmişti ve iğfalkâr gözlerini mu- lalabının gözlerine dikerek: — Merhamet ve müsaadenizi tea edeceğim, beyefendi, demişti. W anda huzurunuzda kendimi | Müdafas ile hakikati hali ve bil | (sa masumiyeti âcizanemi arz ve | Spat etmek lüzum ve zarureti hâ- dis oldu. Sihriyeti şerefiyle İfti- at ettiğim hanedanı celilüşşanın Mübarek başları üzerine yemin e- *rim ki, teşrif âliniz günü yalı- 4 değildim. Zatı âlilerini tanımı- Yan ağa bendelerinizden birinin, Sün sizi kapıdan çevirmek ter- “Yesizliğinde bulunduğunu o ak- a haber aldim ve derhal hizme- den kovdurdum o rezili, Ertesi dah, ziyaretimize gelen Ali İh- BULGAR SADIK Gazetemizde tefrika edilen (Bul- 10,, Sadik) kitap halinde çıktı. Fiatı ti, Kuruştur. İstanbulda İnkılâp tabevinde satılır. LOK el) Çocukların, çocuk olmıyanlar- dan daha çok kaşındıkları şüphe- sizdir. Bunun birinel sebebi, çocuk olmıyanın her yerde kaşınmama- sı, kaşınma ihtiyacını duyduğu va- kitlerde ona mukavemet gösterme- sidir. Halbuki çocuk her yerde ka- şinır ve kaşınma ihtiyacını duy- duğu vakit ona mukavemet etmek elbette hatırıma gelmez., Sonra da çocuğun derisi daha naziktir. Üzerine bir şey doku- nunca, çabuk kızarır, kızarınca da kaşınır. Bazıları vücutlarını yanamazlar, sodalı su ile yıkanıncı giydiği vakit kaşınma gelir. Bu sebepleri ayırdetmek için, çocuğun kaşındığı yerlere dikkat etmek lâ- zımdır. Esvabın dokunduğu yerde olunca, sebep anlaşılır. Yünden esvap giyince, kaşınma- ya tutulan çocuklar vardır. Bazı larında esvabin rengi bile tesir €- der. Bir renkteki esvap kaşınma verir de, başka renkteki vermez. Bunu bilince, işi tecrübeyle anla- mak kolaylaşır. Çocuklar yaz mevsiminde daha çok kaşınıtlar. Bunun sebebini yalnız sıcağı atfetmek yanlış o lur. Asıl sebep çocukların sıcak mevsimde bahçelerde ve kırlarda daha çok gezmeleri, gezdirilmele- ridir. Çocuk kırlarda gezerken — ısırgan otu gibi — kaşıntı veren otlara dokununca sebep kolay am- laşılır, Fakat bir de göze görün- miyen sebep vardır. Sıcak mevsimde nebati, çoğu göze görlnmiyen dökerler. Rüzgâr bunları alır, ço cuğun açık ve nazik derisi üzeri- ne getirir, Onların çocuk derisine dokunması bile kaşıntı verir... Çamlık yerlerde, çam ağaçlariy- le süslü bahçelerde tırtıllar bazan örümcek ağı gibi bir ağ kurarak içinde yaşarlar. Başka ağaçlara da musallat oldukları çoktur. Bunlar da kıllarını dökerler, rüzgür alır, çocuğun vücudüne götürür, Hele MA Ni HEKİMİN İLERİ Çocuk Neden Kaşınır? çocuk böyle hir ağacın altında oy- | narsa kaşınması daha çok olur. Temmuz ve ağustes ayları için- de bahçelerde, çoğalan, çınar a- Zaçlarının dalları üzerinde yaşa « mayı seven kırmızı böcekler «o - cuğun bir tarafına konduğu vakit pek şiddetli bir kaşınma verir. Bahçelerde, kırlarda çocuğa ka- şınma gelecek diye onu yazın açık havada gezmekten, oynamaktan mahrum etmek, tabii, lâzxımgelmez. Onları bilerek çocuk kaşındığı va- kit sebebini anlamak yetişir. Ço- cuğun © bunlardan Ukaşınmasına karşı yapılacak en iyi tedbir de, bahçeden veya kırdan döndüğü vakit hemen iyice ovuşturarak yı- kayıp çamaşırlarını o değiştirmek- tir. Çocuk nebat kıllarından ve böceklerden hem de her türlü toa- dan ve topraktan kurtulur, kaşın- ması da geçer, Çocuk olmıyanlar gibi, çocuk. ların da bazı yemekleri yedikten sonra kaşındıkları çok olur, Çilek yedikten sonra kaşıntıya tutulan çocuklar haylice vardır. Hattâ çi- lekli pasta yedikten sonra... Bir yemeğin kaşıntı verdiğini anlamak için çocuklarda en iyi alâmet ço- cuğun kay etmesidir. Kaşıntı İle birlikte © alâmet bulununca, şüp- he etmez ve o yemekten çocuğa bir daha yedirmezsiniz. Balıkların da çocuklara dokun- duğu olur. Fakat hu hal daha zi- yade balığın bayatlamasından ile- ri gelir. Balık pek çabuk hayatlar ve bayatladığı — et gibi — koku- sundan da belli olmaz. Çocuğa biberli, baharlı ve çok tuzlu yemek yedirildiği vakitte de, kaşınma gelir. Kaşınmanın bundan İleri geldiği anlaşılınca, çocuğa bir iki gün sade sütle, süt- Jü yemeklerle ve unlu yemeklerle perhiz ettirilmek yetişir, kaşınma geçer. Yazın denize sokulan çocuğun vücudüne, deniz içinde yüzen © beyaz beyaz hayvanlar dokundu- Hu vakit, şiddetli kaşınma geldi- ğini de elbette bilirsiniz. 0222237333332333373373373337373333733333232 1323233 ÜÇ GÜNLÜK HİKÂYE Beş Bin Dolar Mükâfat 0222222)32372 ein — Çünkü bu domuzun çalınışı, hayatımidaki hırsızlıkların en usta- cası olmuştur da, ondan.. Dünyada bu işi yapabilecek bir başka insa- nın bulunabileceğini hiç zannetmi- yorum. Bir gün gelirde bir aile yuvası kurar, çoluk çocuk sahibi olursam, ocağın başına geçerek, a; zna kadar hıncahınç dolu bir sirk- ten, babalarının bu domuzu ne bü- yük bir ustalıkla aşırdığını, göğ- süm kabararak çocuğuma anlatırı Belki de bu hikâyeyi torunlarıma da anlatılar. Tabii onlar büyük bs- balarının bu marifetini duyunca göğüsleri iftiharla kabarır. Mesele şu şekilde csroyan et Ben sirke gittiğim zaman, sağı solu gözden geçirirken, gözüme araları küçük bir bölme ile ayrılan iki hücre ilişti. Hücrenin birisinin tam orta yerinde şu gördüğün do- muz yatıyordu.. Diğer hücrede ise iri yarı, pehlivan cüsseli bir a. damla kır saçlı bir kadın vardı. Ben, iyi bir fırsatını kolliyarak, kaş göz arasında domuzun bulun- duğu hücreye daldım.. Onu yavaş- ça yerden kaldırarak, en ufak bir gürültü çıkarmasına meydan ver- meden, ceketimin altına aldim ve sirkin bolünde biriken yüzlerce kişinin arasından geçirdim ve s0- kağa çıkardım. Bu şartlar altında çaldığım bir domuzu nasıl sata. rım?, Ben annemin bu domuzu saklamasını istiyorum. Ben ancak bu domuz sayesinde, dün akşamki meharetimi ispat edebileceğim. — Fakat dostum, domüzlar se- nin tasavvur ettiğin kadar çok ya- şamazlar ki... Sen ihtiyarlayıp ta ocak başındaki gevezeliklerine baş lamadan çok evvel, bu. domuz ö bür dünyayı boylar. Binaenaleyh torunlarımızın bunu © görmesine kısmet olmıyacak.. Onların sözle- rinizle iktifa etmesi lâzım gele. cek. Ben size bu dömüz için yüz dolar veriyorum. 4 prim hayretle bana baktı; — Bu domuzun sizin ıçin bu kadar büyük bir kıymeti haiz olmaması lâzım geliyor, dedi. Siz bunu ne yapacaksınız?. Ben gülerek: — Biliyor musunuz, dedim. ilk bakışta benim bir sanatkâr oldu- ğuma hükmetmek çok güçtür. Fa- kat gel gelelim benim de bir sa- matkâr tarafim vardır. Ben sene- lerdenberi muhtelif cins hayvan. Jarı tophyarak bir “hayvan kok leksiyonu,, yapmakla meşgulüm. Ben, seyrek rastlanır domuzlar bu- labilmek için dünyayı devretmi- şimdir, Naboş vadisinde benim hu- susi bir domuz ağılım vardır. Bu ağılda, Merinos cinsinden tutu. Buz da, en nadir bulunur Çin — Polonya domuzlarına kadar her cins domuz vardır. Bu domuzun da çok cins bir domuz olduğunu sanıyorum. Herhalde bu, halis bir Berkşir domuzu olsa gerek. Işte bütün bu sebeplerden ötürü ben bu domuzu satın almak isti- yorum. Tatama, filozofça bir eda İle: — Arzunuzu yerine getirmeyi çok isterdim, dedi. Fakat gel gele- lim benim de bir sanatkâr tara- fım vardır. Bir insan, kimsenin a- şiramıyacağı bir şekilde bir do. muzu aştrabilirse, bence bu da bir sanatkârâdır. Siz budomuz İçin bana iki yüz elli: dolar da verse niz gene ben bunu satmam. Alnımda biriken terleri silerek ısrar ettim: — Fakat bana bakın ,dedim, bu- rada bahiş mevzuu olan paradan ziyade sanat aşkıdır. Hattâ, sanat aşkı da değil de, insan muhabbeti- dir. Domuz işlerinin bir mütehas- sısı, bir domuz meraklısı sıfatiyle ben mutlaka bu Berkşir dormuzu- nu satın almak isterim.. Buna mu- vaffak olmadığım takdirde çok mu 8220p olurum, Haddi zatinde bu do muzun bu kadar değeri olmadığını bilmekle beraber, sırf kaprisimi >22237273273373X» Yazan: O. Henry tatmin etmiş olmak için size beş yüz dolar teklif ediyorum, Buna ne buyurulur? Tatama kaşlarını çatarak: — Tef, dedi, benim için de para- nın gere kadar kıymeti yoktur. Benimkisi de bir merak, bir zevk meselesidir. Ben, daha iki yüz dolar ilâve siyle: — Yedi yüz, dedim. Tatsma: — Sekiz yüz verin de kalbim- deki bisleri koparıp atayım, de- di. Korsan içindeki paraları çıkararak, yirmişer dolarlık kırk banknot saydım, ve: — Ben bu domuzu odama kilit- Yiyeyii biz kahvaltı ettiğimiz müddetçe o da orada dursun. Domuzu sağ bacağından yaka- Jadım. Domuz, şimendifer düdü. ünü andırır bir haykırışla hay- kirdı Tatama: — Onu bana ver de odana beh götüreyim, dedi. Ve domuzu büyük bir ustalık. la yakalıyarak, en ufak bir ses çi- karmasına bile meydan vermek- sizin benim odama götürdü. Tatamaya yeni bir kostüm al. dığımdanberi onda olur olmaz tu- valet eşyasına karşı şiddetli bir merak uyanmıştı. Kahvaltımızı et- tikten sonra da, çarşıya giderek kendisine bir çift kırmızı çorap Satın alacağını söyledi. Tatama sokağa çıkar çıkmaz bende harekete geçtim. Derhal zenci bir, arabacı tedarik ederek domuzu bir çuvalın içine koydum ve arabaya yükledim. Araba ile birlikte Sirkin yolunu tuttuk. Sirke gelir gelmez, sirk direk- törü Core Tepliyi aramaya ko- yuldum. Tepli, penceresi açık kü. çük bir odada oturuyordu. Bu, kır- mızı fanilalı, siyah kasketli, kor- kunç gözlü bir adamdı. Bunun fa- nilasının üstüne kocaman bir el- mas iğne iliştirilmişti.. Ben adamın yanına gelirice: — Siz Core Tepli misiniz?. diye sordum. — Core Tepli olduğuma yemin edebilirim, dedi. — Şu halde, aradığınızı bulup getirdiğimi size müjdeliyebilirim, dedim. — Birez daha açık söyleyiniz: Neyi bulup getirdiniz?. Asya yr- lanları için fare mi getirdiniz?. Yoksa başka bir şey mi? B en, ekşi bir yüzle: — Bayır canım, dedim, Ben size, sirkinizin, talimli domu. zu Beppoyu getirdim. O şimdi, ka- pının önündeki arabada, çuvalın içindedir. Ben onu bugün evimin önünde bahçede buldum. Çiçekle rimi kemirmekle meşguldü. Zah- met olmazsa lütfen şu vaat buyu- rulan beş bin doları getirir mi- siniz?. Hem rica ederim, paralar ufaklık halinde olmasın!., Yüzlük banknotları tercih ederim. Core Tepli odasından fırladı ve kendisini takip etmekliğimi söyledi. O önden, ben arkadan ol. e ei CE GECCE CC mak üzere, sirkin yan ahırların- dan birine girdik. Orada, boynun- da kırmızı bir kürdelâ bulunan si- yah bir domuz, Otlerin üzerine yatmış, bir adamın kendisine ver- diği havuçlar yemekle meşguldü. Tepli ahırın içine girince, do- muza havuç yediren adama ses. dendi: — Bana bak Mak, dedi, bu sa- bah bizim meşhur Pepponun büşi- ns bir şey gelmedi ya?.. — Bepponun mu?. Hayır, hiç bir şey gelmedi.. Gördüğünüz üze- re iştahı her zamandan daha iyi- dir. Tepli bana dönerek: — Siz kendinizi nasıl hissedi- yorsunuz?.. dedi. Sakin dün ak. şam fazla kaçırmış olmıyasınız?., Ben hiç ses çıkarmaksızm ce- bimdeki gazeteyi çıkardım o ve Tepliye gösterdim. O, büyük bir öfke ile: — Yalan, diye bağırdı.. Benim bu ilândan haberim bile yok. Siz dünya içinde meşhur olan domu- zumu kendi gözlerinizle görmedi- niz mi?.. Binaenaleyh onun çalın- madığına kani olabilirğiniz. Hay- di dostum, güle güle Ben derhal meselenin ne oldu- ğunu anladım. Arabsya binerek, zenciye arabayı sürmesini emret- tim.. Genişçe bir caddeye gelince, domuzu çuvaldan çıkardım, yere biraktım. Uzun müddet nişan al dıktan sonra şiddetli bir şüt çek- tim, Domuz havalanarak yirmi metre ileri fırladı. O kadar şiddet- le uçmuştu ki, feryadı bile uçuşu- na yetişememişti. Bu işi yaptıktan sonra, arabacı zenci Wed'e araba parasmı verdim ve gazele İdarehanesine gittim. Meselenin mahiyetini —açık ve sarih olarak— kendi kulaklarımla işitmek İstiyordum. Gazete idare. hanesinde, idare memurunu pen- cereye çağırdım: — Bir arkadaşımla bahse tutuş- tum, dedim, lütfen beni tenvir &- der misiniz? Gazetenize domuz hakkındaki ilânı getiren zat kara bıyıklı, ufak boylu bir adam de. gil mi7. Idare memuru, — Haydı, dedi, bilâkis bu ilânı getiren adam çok uzun boylu, ipek gibi sarı saçlı birisidir. Öğleyin Misis Pivi'nin yanına döndüm. Kadın: — Mister Tatama için de çorba ayırayım mi7, diye sordu. — Lüzumu yok, dedim. O gelim- ciye kadar çorbası soğur. O gelin- ciye kadar onun çorbasını sicak tu. tabilmek için, bütün civar ormar- larmı yaksanız gene kâfi gel- mezi, Ce! Piters hikâyesini bitirerek: — İşte böyle, dedi, bu dünyada namuslu bir arkadaş bulınak eid. den müşkül! Mücadelesi Gemlik (TAN) — Son bir, iki yu (içinde çoğalıp mezruata müthiş za- rarlar veren kargslarla mücadeleye başlanılmıştır. | Gemlikte Karga

Bu sayıdan diğer sayfalar: