20 Haziran 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

20 Haziran 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 78 Safonun Mp Kocasının Ölümü İle Beraber Valde Sultan Olacak Koca İmparatorluğu Kendisi İdare Edecekti Safo, nihayet bir İtalyan asil zadesinin karısı olarak yaşiyaca- ğını tasavvur ederken, Osmanlı İmparatorluğunun — veliahtına eş oluşunu hâlâ inanılmaz bir haki. kat olarak kabul ediyordu. Fakat şimdi o hakikat kadar bâriz bir hâdise daha tecelli etmek üzerey- di: Yirmi bir yıl önce veliahtlık- tan imparatorluğa yükselmiş, ken- dini de rakipsiz bir imparatoriçe mevkiine yükseltmiş olan adam işte ölüyordu. Bu, bütün hayatın- da üçüncü bir dönüm veya yük- seliş günü olacaktı, Bafoluktan Safoluğa, sonra imparatoriçetiğe geçmişti. Kocasının ölümiy raber, valide sultan olacaktı, sna- lık hakkının verdiği hudutsuz nü- fuz ile Osmanlı İmparatorluğunu idöre edecekti, Safo, henüz kırk beş yaşınday- ken, yarı cihana hâkim olmak zevkini tatmak müjdesiyle karşı- laşıyordu. Mesanesi bozuk, mide- si bozuk, ciğerleri bozuk kocası- nın sessiz bir can çek içinde sönüşünden,küçük bir ıztırap, kü- çük bir elem duymamasından u- tanır gibi olmakla beraber, o müj- denin sekrine bütün dimağım aç- maktan geri kalamıyordu. na imparaloriçe?.. Kaynana- Uk, büyük analık gibi, ih- tiyarlamamış kadınları biraz sıkan sıfatlar yanında bu unvan ne ka- dar cazip, ne kadar sarhoşlatıcı bir mâna hissetliriyordu?.. Onda © sifatta Osmanlı İmparatorlarına bile baş ve boyun © eğdiren bir kudret vardı. Safo,can çekişen kocasının baş ucunda gözlerini kapıyarak, o kudretin şiirini ve sihrini emmeğe çalıştı, Her biri bler imparatoriçe olan hasekileri, yani gelinlerini, dizlerini kırarak başlarını toprağa yaklaştırarak, kendini selâmlama (vaziyetinde seyrediyor ve sonra oğlunun, ya- rınki padişahın candan bir saygı içinde ellerine yapışıp: “Anacı- Zım, sevgili: anacığım,, diye hay- kırdığını duyuyordu. dolu dolu hazireriyle, alay alay askerleriyle, filo filo gemileriy- le — oğlunun önünde rükua ve- racaklardı. Lâkin © da, kendini doğuran ve kendine süt veren ka- dinin huzurunda dalma eğilmeyi vazife tanıyacaktı. Bir aralık, o, basit Obir Venedikli güzel kız olarak yaşamağa o mahküm İken ken- disini Obu (mevkie © namzet yapan insanları da hatırladı. Ka- rakadı ile Deli Cafer, © som Sic- ma elbiseleriyle, © zarif bötkle- riyle, o sıvama altın kabzalı ya- taganlariyle gözünün önüne gel di. Güzellikten başka şerefi olmi- yan bir kıza dünyanın en şerefli kadını olmak imkânını vermiş 0- lan bu yiğit ( adamlar, İnebahtı deniz harbinde şehit olmuşlardı. O harpte yetmiş iki hıristiyan millet elele vermiş olduğu içir, Karakadı ile Deli Caferin hangi millete mensup gemilerin ateşi altında can verdikleri belli değil- di. Fakat onları bir Venedik ge- misinin gülleleri de öldürmüş ©- labilirdi. Safo, bu ihtimali nünce, üzülür gibi oldu. Sonra radesini topladı, kendini yoktan var eden kahramanları hatırın- dan çıkardı, yine ana İmparatori- çe olarak düşünmeğe (o koyuldu. Oğlunu Manisaya yollıyalıdanberi sık sık kafasında şahlanan mü haza yine ayaklanmıştı ve hırçın ana, ber hangi bir tesadüfün İkin- ci bir Safo yaratmasına Engel ol mak için, kendi kendine and içi yordu. Je bu sırada, hastanın yarı kapalı duran gözleri, soluk ve yumuk dudakları açıldı, inli- yen bir ses Safoya sordu: — Kaç oğlumuz, kaç kızımız var?. Evlâtlarının sayısını mı unut. muştu. Bu, mümkün olmıyan bir seydi. Nitekim Safo da, o İmkân- sızlığı düşünerek, istihzaya giriş- ti. aldı. Kala kala yirmi oğlunuz, yir- mi dokuz da kızımız kaldı Ve birden gazaba gelerek hır- çın hırçın söylendi: - Benim bir oğlum, iki kızım var. Onların babası sensin. Öbür- lerini kimlerin ve kimden doğur- duğunu bilmiyorum. Yirmi beş uzun yıl tahammül mak İs- tiyor ve kendi üstüne yüzleree ka- ettiği ihanetlerin öc dın sevmiş, kendi çocuklarına dü- zünelerle ortak doğurtmuş olan kocasını — tam öleceği sırada — ağır bir töhmet altına sokuyordu. Onun bu zalim hareketi, sultan bir ölüm gibi ta- Tumar edebilirdi. Lâkin şuuru o anda yeniden uyuduğu için, Sa- fonun sunmak istediği zehir yine kendi dudaklarında kaldı, hasta- nın kulaklarına erişemedi. Şu kadar ki, beklenen ölüm de artık gecikmedi, bir kara kış ge- cesinin tüyler ürpertici oğultula- Tı arasında ve yine Safonun göz- leri önünde, Sultan Murat son nefesini verdi (15 : 1595). S afodan başka odada kimse yoktu. Daha doğrusu Oo, hastanın yanına | kızlarığasından başkasını sokmadiğı için, ölümün tahakkuku sırasında yalnız bulu- nuyordu. Fakat ölüden ye ölü den korkmuyordu. Kendisini Li- vie, Agrippine ve Nuru Banü ka- Müradı manı Kânunüsani : dar cesur buluyordu, onların oy- nadıkları tarihi rolü daha usta lıkla tekrar etmeğe hazırlanıyor- du). Devamı var) (4) Livie eski Roma imparatorların» dan Auguste'ün kari ve imparator Ti- bere'in anasıdır. Azrippine de impara- win eşi ve meşhur Neron'un uruband, malüm olduğu ü- zere, Safonun kaynanası İdi. Bütün bu kocalarının ölümleri- TAN BULMACA Evvelki günkü bumacamızın halledilmiş şekli ı 3 456189 10 SOLDAN SAĞA VE YUKARDAN AŞAĞI: 1 — Değiş tokuş. 2 — Bir harf - Az bulunur - Bir hart. 8 — Şan, gere - Bir, içki - Haya, Bir uzvumuz » Bir nota - İsyan 6- 5 —Ayak atmak - Tenb 6 — Canh - Bir ma 7 -- Ödemek, iera etmek - Tire - Rü- tubet, 8 — İle - Cârl - Etinin bir hecesi, 9 — Bir'sesli harf - Asillik - Bir harf, 10 — İnceden ince; Ur. SUPHİ ŞENSES a lârar yolları hastaları mtehasmn ; dürtmek, Jeyoğlu Yıldız sinemam karsı Lek- ler apartıman. o Fakirlere Darma. Umuman Tc: 4592 smmm 7 KAYIP — Emniyet beşinci şube müdürlüğünden aldığım (31/28586 İ numaralı ikamet tezkeremi kaybet- tim. Yenisini alacağımdan hükmü oktur. Beyoğlu Kumbaracı yokuşu Kapıkulu sokak 24 No. da Yunan te- basından Aleko Ksantopulos. İhtira İlân “Sy ManresTK “mddeldrdef tahsisen kömür tozundan, . Jinyit to-| zundan ve buna berizer maddelerden İbriket imali için usul ve tertibat, İ hakkında istimal olunan 5.8.9935 gün- lü ve 1831 sayılı ihtira beratı bu de- İfa mevkii fiile konmak üzere ahare devrü ferağ veya icar edileci talip olanların Galstada, İktisat ho- nında Robert Ferriye müracaatları Hân olunur, Satılık Kotra Aranıyor 7 — 8 metre boyunda motörlü ve- ya motörsüz bir kotra isteniyor. Sat- 20-6- M9 — RADYOLIN En büyük sergilerde 18 diploma, 48 madalya kazanmıştır. Böyle güzel di şler yalnız RADYOLİN Kullananların Diş Tabipleri dişleridir. Diyor ki: “Dişlerin ve ağzım sıhhati sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra günde üç defa dişleri temizlemekle kabildi: — Borçka'da kurulacak kereste fabrikası için cif Çoruh Devlet Orman İşletmesi Revir Âmirliğinden: Hopa lokomobil ve aşağıda adet ve İsimleri yazılı ormancılık alât ve edevalı satın al- nacaklır; 1) adet lokomobil normal 200 beygir kuvvetinde. 1) sdet elektrik generatör alternatif. 231/400 volt 40, KW. 4) adet (Karak) çerçeve açıklığı 850 - 750 - 650 - 550. 2) adet Yuvarlak tezgâh masasız. 600 m/m. 2) adet (Peridula) duvar için. Elektrikli 600 m/m. 1) adet Şerit bıçkısı elektrikli otamatik 1000 m/m. 1) adet Tomruk baskeseni, Elektrikli. 1000 m/m. 1) adet Çapraz makinası, Elektrikli, 1) adet Torna tezgâhı 8300/1500 m/m. Orta tip. 2) adet bileme makinesi. Otomatik. 1) sdet Matkap. Makine kabiliyeti 1/30 m/m. m/m, 2) adet Transmisyon ve kayış kasnaklar. (Projeye göre): 1) adet Nihayetsiz zincir. Nakliyat için. 1) adet Dekovil hattı. 600 m/m. (Projeye göre). 1) adet Yumurta talaş makinesi, 1) adet Prese'(talaş balya tazyik makinesi), 1) adet Talaş makinesi bıçak bileme tertibatı, (Projeye göre). 2 — Bü âlât ve edevata alt fenni şartnameler Ankarada Orman U- mum Müdürlüğü, İstanbul Orman Çevirgo Mü Orman İşletmesi Revir Amirliğinde görülür ve parasız iğü, Çoruh Devlet alınabilir. 3 — Vermek'isteyenlerin kataloğ, Türk Lirası üzerinden son teklif mektuplarını 20 Temmuz 1939 tarihine kadar İşletmesi Revir Amirliğine bildirmeleri, Çoruh İstanbul Defterdarlığından: Devlet Ormab (4271) Muhammen bedeli Lira Keş. Dalmabakçede Mülga Krtablimnişe binasında mev- Av vergileri Müdü: iki boş ve dolu fişenk ile bir tişanklik. Aİ ek haiz zevata verilir.) Defterdarlık Merkez dairesinde mevcut 20 taban ha- hsi, üç seccade, bir kilim, Küğükpazar maliye şubesinde mevcut (17) kalem €ş- ya Beylerbeyi sarayının eski eczahane binası teferrua- tından kayıkhane enkazı... Küçükmustafapaşa caddesinde 74 sayılı fırında mev- cut 45 çuval un, beher çuvalı beş liradan... Yukarıda mevki ve cinsleri yazılı eşya, enkaz ve sv 023 500 225 tüfenkleri açık aritırma İle satılacaktır. İhale 2976/939 günü olup bedelleri nakden ve İtalya, Fransa, Almanya, İs- panya, Rusya, İran ve yarı cihan — milyon milyon insanlariyle, Kadıncağız, onun arkasından bu duaları yetiş- tirmekte güçlük çekmiyordu: Çünkü bunlar, dudak- larının en çok alışık olduğu kelimelerdi. Doktor, merdivenin ortalarına doğru, birdenbire durakladı: Küçük Mürüvvetle burun buruna gel- mişti. Mürüvvetin beyaz yüzü, o anda, Memduh Şerife, gazi tükenen lâmbanın cılız ışığından daha aydınlık göründü: Mürüvvetin iri, parlak gözlerin- de, minnettar masum, ve yumuşak bir bakış var- dı, Geniş ince dudakları, âdeta boyanmış kadar kır- mızıydı. Hatırım soran doktora teşekkür ederken, burun kanatları, birer kelebek kanadı gibi titri- yordu. Küçücük yüzünün üstündeki gür saçları, telleri arasına tarak giremiyecek kadar karışık gö- rünüyordu. Beyaz, ince derisi, damarları seyredi- lebilecek derece şeffaf gibiydi. Dodrumda yaşıyan çocuğun, ezeli bir gölgede sa. rarıp solmuş teni, yaşlı doktora, o anda kutuya ba- sılmış konserve etini .hatırlattı: O körpe ve tatlı ete, acaip bir iştahla, acaip bir açlıkla baktı. Viren kulübelerde yaralarını sardığı insanların yüzlerine bile bakmamış olan Memduh siz gözleri, küçük Mürüvvetin gözlerinde, dudaklarında, çıplak kollarında, çıplak bacakların- da, gerip bir ısrarla dolaştı, Bakışları, kızcağızın derisine, âdeta sülük gibi yapışmıştı: Vücudü gi- cıklanmış gibiydi. Elini uzattı. Avucu, Mürüvvetli çıplak omuzunu kavradı. Sonra onun ince kolunu okşadı. Parmakları, o şeffaf tenin altından akan mavi kan damarları ü- zerinde kayarken, birdenbire takallüs etti; Sıktı, sıktı... İncecik kolu kerpetenle sıkılmış gibi canı yanan küçük Mürüvvet, bütün gayretine rağmen: “— Uİ!,, Diye haykırmaktan, ince dudaklarını 'menedemedi: Acıyan bir etin bu cazip feryadı, ih- tiyar doktorun ruhunu altüst etti. Parmaklarını gevşetti. Ve gözlerini, küçüğün çıplak vücudün- den, âdeta, yırtarcasına ayırdı. Lâmbanın isli ışı #ına döndü. Budala bir göze benziyen o cılız ışık- — Yüz on beşten fazlaydı ço- cuklar, arslanım. Ulu Tanrı içle- rinden bir çoğunu impsratoriçeler, ni halkta saklamı altâ hükümet ricalinden muvaffak olmuşlardı. kendi yanına may EŞ mak istiyenler Eminönü Izzetbey ha- nında Doktor Bav Mehmet Alive mü- racaatları. TEFRİKA No. 6 h şişeye bakarak, bir daha? “— Allaha ısmarladık!,, Dedi. Ayşe hanım da, duasını tekrarladı: “— Allah size uzun ömür versin... «azı olsun. Allah. Siz... Doktor çıktıktan sonra, lâmba söndü. Ve bod- rum, her şeyi gizliyen karanlığına kavuştu. Halbu- ki, o anda yeryüzü aydınlıktı: Ve şimdi, kaldırım- ları adımlıyan Memduh Şerifle, biraz evvel bodru- ma girmiş olan Memduh Şerif arasında, bodrumla yeryüzü arasındaki kadar büyük bir fark vardı: Yürürken hizli hızlı soluyordu. Ve o, bu soluyuşu- nu, bodrum palasın, o alışmadığı (pis, rutubetli, küflü havasına hamlediyor, bir kaç geniş nefes al- makla, tabii balini bulacağını umuyordu. Içinde şahlanan duyguları İnkâra, bastırmağa çabalıyor- du. Fakat bir kaç adım daha attıktan sonra, suma- ya tutulmuş gibi titermeğe başlamıştı: Çenesi, el- leri, zangır zangır sarsılıyor, yüreği hırçın hırçın çarpıyordu: Belliydi ki, ne zamandanberi, gittikçe artan bir sükünet ve lâkaydi içinde kalan eti, de- risi, vücudü uyanmıştı: Ve bu tehlikeli uyanış, içi- ne gömüldüğü hayatın sükünetini tehdit eden bir felâketti! Yürürken, âdeta koştuğunu sanıyordu. Konağa girer girmez, kendisini karşılıyan (çocuklarıma se- Allah sizden lâm bile vermedi, Hızlı adımlarla yukarı çıktı, ve “Yazıhanesine,, girdi, Koltuğuna yığıldığı zaman, şapkası başındaydı. Ve hâlâ titriyor. terlemeğ, başlıyordu. Içinde, hiç tatmadığı zevklere kavuş- mak ümidi de gizli gizli filizleniyordu, Gözlerinin önünden renkli, diri etler gesiyorgu. Kulaklarına akıcı, sürükleyici sesler, mahmur #62. ler geliyordu. Arzuyla birlikte, hicap ta veren şey- lerin ecaip girdabı, ihtiyar başını, afacan çocuk eline düşmüş eski bir topaç gibi döndürüyordu. Senelerce evvel musyene ettiği kadınları hatır- ladı, Kimisinin memesini, kimisinin kalçasını, ki- misinin kasıklarını düşündü. Gözlerinin önüne ge- len bu uzuvların en nefislerini hayalen birbirine ekledi. Fakat bu kadın bile, ona, Mürüvvet kadar cazip görünmedi. Koltuktan aşağı sarkan ellerinin parmaklarında hâlâ, Mürüvvetin, ince, şeffaf teninin ılıklığı var gibiydi. Başının içi de Mürüvvetle doluydu: körpe, ne küçücük, ne katı bir vücudü vardı! Mü- rüvvetin yanakları, Memduh Şerife, çekirdeği gö- rünen nefis bir misket üzümünü andiriyor, ve kü- tür kütür yemek iştahı veriyordu. Hâlâ şapkalı du- ran yorgun başı önüne düştü: (O zaman gözleri, kendi dizlerine takıldı: Ve o zaman, bol ütülü pan- Onun ne peşindir. Taliplerin $6 7,5 pey akçelerini vakti muayyeninden evvel ya- tırıp mezkür gün ve saatte Defterdarlık Milli müleşekkil komisyona müracastları. Emlâk Müdürlüğünde (4139) talonunun içindeki kadit bacakları kemikli ayaklarını, buruşmuş yü tikçe çiğleşen, ölümleşen ihtiyar tenini hatırladı. Ellerine baktı: Kara kara kanlariyle, derisinin al- tında şişman solucanlar gibi dolaşan damarları, toprağa girecek delik arıyor gibiydiler. Ve o ha- rap damarlar, ihtiyar doktora, mezara giden siyah, ve ince birer yol gibi göründüler. : Günün birinde, balmumu gibi sapsarı kesilece- ğini hatırladı. Uzerlerinden hâlâ gözlerini ayıra- madiğı ellerinin, o zaman lime lime döküleceğini düşündü. Tliklerine kadar üşümüş gibi titredi, Se- nelerdenberi konağına, ( etrafına, içine topladığı mezsr sükünetini, elle tutulur bir düşman halinde karşisına çıkmış görmek, ve onu kırmak, yikmak parçalamak ihtiyacını duydu: Öldükten sonra içine gömüleceği o süküta, ve siiküna, hayatinda bu ka- dar geniş yer vermiş olmak, ona hazin bir neda- met verdi: o O sükütlan intikam almak, o sükütü birdenbire dağıtmak ister gibi, sesinin çıkabildiği kadar haykırmak istedi. o Fakat, duyduğu büyük nedamet, onda, bu feryada yetebilecek kadar bile mecal bırakmamıştı; “— Mürüvvet... Diye kekeledi.. Sonra başını a- vuçları içine alarak sarsıla sarsıla hıçkırdı Çakır Zehranın, pancar gibi kırmızı yanakları vardır Göbeği, tıka basa doldurulmuş irice bir tu. luma benzer. Güldüğü zaman gerilen ağzının iki kenarından iki çürük diş belirir. Onun dünyası, çamaşır kokar. lak, veya sabunlu çamaşır... Her sabah erkenden kalkar, bir gün evvel pey- Jediği evin çamaşırlarını yıkamağa koşar, (Devam var) Kirli, temiz, 1s

Bu sayıdan diğer sayfalar: