24 Haziran 1935 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5

24 Haziran 1935 tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yüksek okullarımızda verimli çalışm.ı —- İi Mermleketivrizin kültür sıyasasında Düyük bir devzim yapıldığı bu sızaları da karşımıza çıkan en Önemli mesele. lerden biri yüktek okullardaki talebe- derin verimli surette çalışmalarını sağ. lamaktır. Bu zotağ gerek ilmiu bugün- kü anlaşılış tarsından ve gerekse önl. vorsite ve yüksek okulların kendileri- be özgü olan şekillerinden doğuyor. Kültür sıyasamızın bu önemli me- Belesini kotarmek için aşağıdaki nok- taları birer birer göz önünde bulundur- mak gerektir: 1) İlmin ana vasfı, 2) Üniversite ve yüksek gekli, 3) Profesörtecin lmiğ ödevleri, 4) Talebelerin çalışma tarz ve gaye- deri. $) Kitab meselesi, 6) Ecnebi profesörler meselesi ve bunların memleketimizdeki — çalışma tarzlerı. Bugünkü rasyanel anlayışa göre il- min cemiyete faydalı olması şarttır. Ce- miyetle ve İnsanın yaşamasiyle uzaktan ve yakından biç ilgisi olmryan bir i1- me bugün ne yer ve ne de kiymet ve- rilmektedir. Bütün ilimler insanlara ve cemiyete laydalı olmak gayesini güder- ler. Bunlar ister tabiiğ ilimler ve ister- we sasyal ilimier olsunlar. Biz bu ras- yönel düşünüş tarzına göre bir'ilmin kıymetini cemiyete getirdiği fayda ile Ölçmek sorağındayız. Üniversite ve yüksek okulların ilim Bakrmırndan cemiyette alacağı ödevler pek büyüktür. Bunlar cemiyet yasaları- fr kurmak için hadiseleri inceleyen ve maddiğ genliğin ileri gitmesi İçin tek- nik Üzerinde eckili tabiiğ badiselerin Himlerini kuran ve tam objektif — çalı- şan kurumlardır. Profesörlerin ve öğretmenlerin ödev- leti ise gerek ilmin ana vasfına ve ge- rekse yüksek okulların karakterletine göre meydana çıkarlar. Profesörler ve öğretmenler her şeyden önce bulunduk- darı memleketia ilmini kurmağa çalışır- dar. Bunuu için ber profesör ve her ilim adamı kendi sahasına ve kendi şuğbesi- ne aid kısımlar üzerinde memleketteki araştırmalarını yıpır. var olan şatiları ve esasları, geçi ve geçmekte olan hadiseleri öbjektif olarak — toplamağa, sıralamağa ve bunların biribirleriyle o- lan ilgilerinden ve karşılaştırı!maların- dan genel hükümler ve kanutılar çıkar- müğa çalışıyorlar. Bu süretle — memle- kette gerek cemiyet ilimlerinin ve ge- vekse tabüğ ilimlerin esasları hazırlan- mış olur. Bunlar o cemiyetin ve 0 mem leketin gidiş ve oluş tarzlarında gayet derin bir surette etkin olurlar. Prafe- sörlerin yapacakları incelemeler teknik ve fikir gelişiminde büyük roller oynar- lar, Gerçi cemiyote bir gidiş yöneti ver- mek için bu temellere dayanmak zorağı yvardıt. Biz gerek sosyal hayatımızın ve gerekse medeniyet ve teknik haya- tımızin gelişim tarzında sosyal ve ta- bilğ ilimlerin nasıl ve ne surette etkin okulların olduklarını medeciyot — tarihinin ince- ieamesinden anlıyoruz. İşte bu batımdandır ki, protesörler ve ilim adamları memleketin birçak <a halarındaki oluş imkânlarını bize gös- terirler, fekat bunüa için birinci şart o memleketin ve o cemiyetin yapısı en ince taraflarına kadar incelenmiş ve e- raştırılmış olmalıdır. Çünkü kurulacak bir memleket ülmi, ancak gene o mem- lekette bulunan esaxlara göte hazırlanı- yor've bunlar o ilmsin temellerini teşkil ederler. Bu bakımdaa yüksek okullarımızda. ki profesörlere düşen iş merileketimi- zin gerek sosyal ilimler ve gerekse ta- büğ ilimler sabasına cid bütün şartla- rı, esasları, realiteleri meydane çıkar- maları ve bu esaslar içinde etödlerini yaparak derslerini okutmalarıdır. Hiç şüphe yok ki, bu iş herhangi — yabancı bir profesörün kendi memleketini esas tutarak yarzmış olduğu bir kitabı dili- Mmize çevirip okutmaktan daha çok ve hemni de pek çok zor ve çetin ve yorucu bir iştir. Türkiyedeki şimdiye — kadar olan durum bunun Büsbütün — tersine idi. Profesörün bütün işi okuldaki derz saatinden ibaret kalır ve ders vermek onDun için en ön s<afte gelirdi. Bu iti- barla profesör veya öğretmen proğram. daki ders sastinde çantasını slarak o- kuln gelir ve dersini verdikten sonra da çekilir giderdi. Bu durumda bulu- Han bir ptofesör sadece bir konferans çıy: andırırdı. Böylece de bu yol ge- rek memleketimizin ilmini pek çıkmaz bir yola sevkeder ve getekse talebeler için sararlı olurdu. Profesörlerin asıl olan bü araştırıcı, inceleyici ödevleri yanrüda bir de o- kullara devam eden talebeyi tam mana- sında akademik tarıda yetiştirmek va- zifesi gelir. Bunun için de esas olan şart profesörün talebe ile devamlı su- rette değette bulunması ve kendisini bulunduğu okula büsbütün vermesidir. Üniversitelerte, bu şekildeki yüksek o- kullarda profesörlerle talebeler arasın- da göayet sıkı bir bağ vardır; bunlatın ber ikisi de ilme hizmet eden unsurlar- dır. Yabaner memleketlerde üniversite ve yüksek okul profesörleri bütün za- meanlarıniı yüksek okul ve üÜniversite içerisinde geçirirler. Onlar burada ken- dilerine örgü bir ilim çeveni yaratınış- lardır. Bütüm zamanlarımı şahsiğ ince lemelcre ve kendi yanlarında çalışan aksdemi talebesinin küçük ve büyük şekildeki etüdletini gözden geçirmeğe ve onlara gezeken yolları - göstermeğe çalışırlar. Telbelerin çalışıma tarzları da aynı gayeye doğru çevrilir. Onlar da profe. sörlerin memleketcte — yaptıkları uzun incelemeler ve araşurmmalar sorucunda buldukları ilmiğ esasları ders saatle- rinde dinledikten sonra, kendi kendi- Jerine araştırmalar yaparlar. Bizde şim- diye kadar olan vaziyet bunun büsbü- tün tersine idi. Talebe profesörün ders sastinde söylediği şeyleri defterine ge- çirit ve sınaçta çalışılmak, daba doğ- Tusu ezberleenimek Üzere bu defteri bir köşeciğe atardı. Bu şekil çalışma dü şünme kapasitesin! kıran, haya: ve ce- | miyet için hiç de faydalı olmıyan ve hattd zararlı olan bir durumu doğuürür- du, Çütkü, talebelerin bu suretle şah- sif kapasitelerinin gelişmesine imkân yverilmezdi. Halhuki cemiyete lâzım o- İan inson yalnız kitab sayıfaları arasın- da sıkışıp kelmiş kimse değil, tamter- &i karşısına çıkacak olan mesceleleri e- Hiadeki ilmiğ esaslarla kotarabilen, da- ha doğrusu ilmiğ — dü: Tâzımdır. Bu ise ancak tam anlamiyle biz akademik eğitim e imkânlı olur. Yoksa üniversite ve yüksek okullar ö- devlerini yapmış sayılmazlar. İşte ya- bancr memleketteki yüksek akullar ka- fasında bitçok malümatı olan, #fakat bir işe yaramıyan insan yerine, akade- mik tarzda düşünen bir insan yetiştir- mek gayesini güdüyorzlar. Bunun için de yüksek okullara giten talebeler da- ha ilk sömestirlerde iken, kendilerine verilen komular üzerinde küçük küçük etâödler yaparak kondi kendine — çalış- mak ve verimli çalışmak imkânrnı elde ederler. Bunlar daha yüksek sömestir- Jere geçince artık bü etüdler daha ge- niş sınırlı meseleler üzerinde — yapılı- yor. İşte ancak böyle bir çalışmadan son- radır ki akademi talebesi ilim sehasrn- da çalışan memleketin, cenriyetin oluş tarzına yönet veren profesötlerin en yakın yardımcısı olurlar, çünkü bunlar da artık memloketteki hadiseleri, mese- Jeleri ele alarak incelemek imkânını el- de etimmişlerdir. Bu suretle ortaya bin- lerce küçük ve yahut büyük ölçüde e- tüdler meydana gelir ve bunların ek- serisi orljinal etödlerdir. Böyle ecid. ler güzeyinde o devrin ve o günün ha. diseleri, meseleleri araştırılmış ve ör- taya çözülmüş olarak konulmuştur. Bu etüdler akademi talebesinin — bulundu. u sahaya göre kitab evlerinde, semi- nerlerde ve Taboratevarlarda yapılryor. Dr. ŞEREF NURİ İspartaya gelen konuklar İsparta, 23 (ALA.) — Aydın Kızılay kurumunun düzenlediği beş yüze yakın bir gezici grupu bugün şehrimize gelmiştir. İs - parta Kızılay kurumu yönetim kurulu konukları Baladız dura - gından karşılamışlardır. Konuklar İspartaya geldikle - rinde ilbay, şarbay ve parti baş- kanı ile kalabalık bir halk yığımı tarafından karşılanmıştır. Geziciler ontruna şarbaylık ta- rafından şehir parkında bir çay şöleni verilmiş ve gelenlerin ra- hatları sağlanmıştır. Saat 9 da yüce kurtarıcının a- nıtr önünde binlerce yurddaşın bulunduğu bir tören yapılmış ve anıta Aydın Kızılayı ve gerziciler adına bir çelenk konulmuş ve kar- şılıklı içten söylevler verilmiştir. Konuklar şehrin görülecek yerlerini ve fabrikaları gezmiş - ierdir. DÜNKÜ SPOR HAREKETLERİ SAYIFA 5 Altınorda — Çankayı takımları bir #reda (Başı T. ci sayıfada) — Çankaya maçını 2 . 1 Altmordu ka - zanmıştır. Fener — Beşiktaş Maçı İstanbul, 23 (ALA.) — Birdenbice yapılmasına karar verilea Beşiktaş - Pe nerbahçe şiki maçı bugün, pek de kala balık olmıyan bir seyirci kümesi önün de oynandı. Beşiktaş: Mehmed Ali - Nuri, Hüz mül » Feyzi, Hasan, Faruk - Hayati, Hak- kı, Muzaffer, Şeref, Eşret. Fenerbahçe takımı: Bedil - Yaşar, Fazıl - Rsad, Ali Rrza, Reşad - Niyari, Naci, Narark, Şaban Fikret. Wargıç B. Kemal Halim. İlk hücumu — beşiktaşlılar — yaptılar Şeref'in ortadan urun bir vuruşu topu Fenerbahçe kalesine kadar gönderdi Buna Fenerlilerin cevab vermesi gec'k. medi, Beşiktaşklar bu hücumu — favula durdurdular. Önce ortalarda başlıyan oyun yavaş yavaş Beşiktaşın baskısı altına girerek gelişmeye başladı. Tlk yirmi beş daki- ka içinde siyah beyazkların çok güzel ve Üstün bir oyununu seyrediyoruz. Fe nerbahçenin hücum hattı. kendisinden beklenen başarıyı gösteremiyor oyun çoğunlukla fenertilerin yarı sahası İçin- de ve beşiktaşlıların ayağında oynanı - yor. Fener koruyucuları, durumu kur - tarmak için bütün vartlığını harcıyorlar. Fakat on dördüncü dakikada güzel bir inişi tamamlıyan Muzaffer, yakından bir plase e Beşiktaş'a gürel bir sayı ka - zandırdı. Beşiktaşın ikinci sayı peşin - de koştuğu görülüyor. Fener beklerinin gayreti, Bedil'nin güzel iki kurtarışı ile birleşerek beşiktaşlıları bu — ihtimalden uzaklaştırdı. 25 inci dakikadan sonra Fener, be raherliği sağlıyan bir oyun oynamağa başladı. Esad orta muavinliğe alınmış Şaban ile Naci'nin yerleri değiştirilmişti. 20, uncu dakikada Naci güzel bir eşape ile Nuri'yi atlatarak kaleci ile raberlik sayısını kazaaredı. Birinci dev. re bu sonuç ile bitti, İkinci derve baştan sonuna — kadar eşit bir tacada oynandı. İki takım da ke- sin sayılacak golleri sırf şanssızlık yü - zünden kaybettiler. Maç, süresi içinde beraberlikle bittiği için tüzük gereğince birer çeyreklik İki devre uzatıldı. Tik önbeş dakika gene sonuçsuz bitti, ikinci onbeş dakikanın başlangıcında iki tarafın da yorgun olduğu görülüyordu. Bununla beraber, beşiktaşlılar, Hakkı - nn ayağiyle üçüncü dakikada Ytinci, ge- ne Hakkı'nın ayağiyle beşinci dakikada üçüncü golü kazandılar. Fener bekleri bu sayılardan sonra bocalamağa başladı. Beşiktaş 3 - 1 yenmeyi hakkettiren bir oyun çıkarıyor. Maç bu sonuç tle bitti. ANKARA RADYOSU 19,80 Dişçinin saati k$ 19,40 Musiki: Mendelsoln (Her saadet çabuk geçer) Gorçki (Gün batarken) Ğ Vilboa (Denizciler) Monuşke (Halka operasından duo) Ses: M, Boyar » * K. Çekatoweki Piyano: Ulvi Cemal Musiki: OÖrkestra konseri (Plâkla) Dans musikisi 20,10 20.30 20.50 - Haharler. İSTANBUL RADYOSU 18,)0 Bayan Azade Tarcan M 18,80 HFransızca dera 19,20 Haberler 19,80 “Ege caz. Türkçe «özlü eserler 20, — Konferans 20,30 Radyo caz ve tango orkestzar — lart (Bayan Bedriye Tüzlün. 'Türkçe sörlü eserler) 21,30 Son haberler, borsalar. 21,40 İstanbul konservatuvarı must- ki profesörleri tarafından konser. Zirnat Vekâleti saati ğ Profesör Obuya Koblinger J karşı karşıya kaklı. Fakat bu arık gölü « — Köntrbas Pök fena bir vuruşla avuta attı. » — Korno ÂAydler j 36. ıncı dakikada Esad'tan uzun bir » — Fagot Kün pas alan Niyazi sıkı bir çıkışla Beşiktaş » — Klhrnet Cemil Nİ beklerini geride bıraktı. Ve takımıma be- 21,10 Plâk neşriyatı. ULU: romanı San Michele'nin kitabı Türkçeye çeviren: Nasulı BAYDAR Yazanı Aksel MUNT Piçburglu milyonerin son amcrikan ma- dasına uygun yepyeni redingotu ile silin- dir şapkasını ona giydirdikleri unutulmaz gün, Mösyö Alfons'un hayatının belki en mutlu günlerinin başlangıcı oldu. Başta şef- leri olduğu halde bütün sörler, o perşembe günü onun yeni silindir. şapkasını resmiğ bir tavırla elinde tutarak, arabama binme- sini seyir için, hep birden, kapının önünde toplanmışlardı. Gülmekten kırılarak : “Ne de şık, gören bir ingiliz tordu sanır!,, diyor. lardı. Mösyö Alfons'u o gün öğle yemeğine çağırmıştım. Bu öğle yemeklerini, her per- şembe tekrarladık. Bir perşembe - iyice hatırımdadır - ünlü amerikan heykelcisi ve Mösyö Alfons'un pek yakın dostu Valdo Stori de bizimle be- raber yemekte idi. Fransız cumurluğunun büyük düşmanı olan Mösyö Alfons, ilk şa- rab bardağını boşalttıktan sonra, eski Gari- baldi ordusunu emri altına alıp Paris üzeri- ne yürümenin imkânı olup olmadığı hakkın- daki düşüncesini Valdo Stori'den sordu. O- Tefrika: 105 na göre bu, bir para işinden başka bir şey değildi. Beş milyon buna yeterdi ve kendisi bunun bir milyonunu bulabilirdi. Böyle ko- nuşmakta devam eden Mösyö Alfons'un yü- zünün biraz kanlı olduğu gözüme çarptı. Valdo Stori'ye göz kırparak artık ona şarab vermemesini anlattım. Ben, şarab surahisini uzanamıyacağı bir yere iterken, o da, kızdığı zaman yaptığı gibi, sözünü birdenbire kesip, başını tabağı- na indirdi. — “Canım kızmayınız, dedim, işte sağlı- ğınıza bir bardak daha içiyorum..,, Fakat, her vakitki gibi bardağını uzat- madığına şaştım. Başı tabağın üzerinde kı- mıldanmaksızın duruyordu. Ölmüştü. Kanuna uygun olarak hadiseyi polise bildirmenin bana da Mösyö Alfonsa da ne- ye malolacağını pek iİyi bilirdim. Hükümet hekimi gelecek, ölümü saptayacak ve belki de otopsi yapılması gerekecekti. Sonra fran- sız konsölosluğu işe karışacak, tek malı o- lan geçmişi hakkındaki srr ortaya çıkacaktı. Anna'yı aşağı gönderip, Mösyö Alfonsa bay- ginlik gelmiş olduğu için onu yanıma ala- rak yoksullar yurduna götüreceğimden ara- barım körüğünü kaldırmasını söylettim. Beş dakika sonra Mösyö Alfont, arabada, ame- rikalı milyonerin pardesösünü giyip yakası nı kulaklarına kadar kaldırmış ve silindir şapkasını da burnuna kadar geçirmiş olarak, her zamanki köşesine büzülmüştü. Ona ba- kan bir değişiklik göremezdi. Yalnız sağlı- ğındakinden biraz küçülmüştü. Her ölü böy- Arabacı sardu: “Korso caddesinden mi geçelim ,, — “Tabiiğ Korso caddesinden geçeceğiz. Müösyö Alfons oradan geçmeği pek sever.,, Sörlerin şefi ilk önce biraz tasalandı ama benim “kalbe inme inmesinden ölüm,, hak- kmda verdiğim belge, polisle olan ilişikle- rin birden düzelmesini sağladı. Akşama doğ- ru Mösyö Alfons, yorgun başmın altında yastık yerine eski çantası ve boynunda da, bir kordona bağlı olan çantasının anahtarı olduğu halde tabutuna yerleştirildi. “Yok- sulların kücük kız kardeşleri,, ne ölülere ve ne de dirilere sorn sormazlar, Onlardan ba- rınacak bir yer İstemeğe gelenlerden bütün öğrenmek istedikleri şey, ihtiyar ve aç olup olmadıklarıdır. Bunun ötesini tanrı bilir, on- lar değil... iyice bilirler ki yurdlarma sığın- mış olanların çoğu orada, sonradan aldık- ları adları taşıyarak yaşar ve ölürler. Ben, Mösyö Alfons'un çok sevdiği silin- dir şapkasımın da tabutuna konulmasını pek isterdim, sörler bunun doğru olmadığını söylediler. Buna acmdım, iyice biliyordun ki şapkasını da başına yerleştirselerdi M&- yö Alfons kendini çok bahtlı uyıak% w5 Sörlerden gelen ve hemen yurda git lâzımgeldiğini bildiren bir mektub, bir gı yarısı, beni uyandırdı. Yurdun geniş koğuş. — larınım hepsi sessiz. ve karanlıktı. Yalnız sörlerin kilisede tapımmakta oldukları işiti 6 liyordu. ğ O vakte kadar hiç görmemiş olduğum küçük odaya alındım. Yatakta, daha ge ve yüzü, başınım altındaki yastık kadar bo- yaz bir sör, yatıyordu. Bu kadın, uzun -bir teftiş gezisinden Napoli yolu ile Paris'e dönmekte olan başsördü. Ağır bir kalb has- talığı yüzünden ölüm tehlikesi içinde idi. — Birçok devlet başkanlarının, ünlü hükü met adamlarının hayatları tehlikede başuçlarında bulundum. Ancak, omuzları- ma yüklenen soravm ağırlığını, bu kadın, sanı kendilerine hayran eden güzel gözler ni açıp da: Ş — “Doktor, beni kurtarmak için eliniz. den geleni yapmız. Çünkü kırk bin bana bağlıdır.., Dediği vakitki kadar hiç hissetmem tim. (Sönu var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: