31 Ağustos 1938 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

* kabuklu 31-8.1938 x ( FHAYATIN S.SITHÂT ] Güzel Bir rivayete göre de Havva ana- Mızin eşiyle birlikte cennetten ko- sma sebep, Âdem'e kırmızı v elma yedirmesi değil, elma îı':.'. yuvarlak fakat cildi bembeyaz ği ştur ve bundan dolayı bütün kadınlar ço- tuklarını sütle beslemiye, neticesin - € de vücutlarının en güzel yeri o- an bu göğüslerinin bozulduğunu £örerek üzülmiye mahküm olmuş- lardır... C geçen i tahkik €tmek pek güç olduğundan Havva'- hin eşine verdiği şeyin ne olduğunu bugün kestirmek mümkün değilse de kadınların sonradan ve daima Söğüs güzelliğiyle iftihar etmiş ol- Maları o rivayete kuvet verecek bir şeydir: Meselâ bizim şimdiki Çanak- le'ye yakın trovalı güzel Hel b bödisel göğüs zunca olursa, bu yukarı kısmın en yukardaki üçte bir par orta - daki üçte bir parçasiyle birleştiği yere gelmelidir... Bir elin parmak uçları öteki taraftaki omuza doku - narak bir zaviye teşkil edilince el tarafındaki kısım bu zaviyenin için- de kalmalıdır. Üçüncü en mühim nokta: Göğsün büyüklüğü: Tam güzel göğüs büs- bütün yuvarlak olmaz, yukardan a - şağı 8, 10, bir taraftan bir tarafa 10, 12 santimetre olur. Hepsinden mü- him kabarıklığı: Göğüs tahtasından göğsün ucuna kadar 5, 6 santimet- ri Artistlerin beğendikleri, hekimle- rin de sağlığa uygun buldukları gü - zel göğüs bu ölçülerde olur. Opera - törler de bu ölçülere uygun olmıyan öğüsleri liyat yaparak güzel- Diyana mabedine en güzel şekilde bir altım kupa hediye etmek istediği Vakit kendi göğsünün kalıbını dök- türmüş ve altın kupayı o kalıba gö- Te yaptırmıştı. Vakıa kadınların saçlarını kesti - Terek onları erkeklere benzetmiye çalışan modanın çıktığındanberi ka- dının bir memeli hayvan olduğu u - hutulmuş gibi görünür, dümdüz gö- Süslerde — şekil güzelliği değil — Yalnız cilt güzelliği aranılır. Fakat bundan dolayı göğüs güzelliğinin ar- B ei voti'kal 1 hdır. Bilirsiniz ki moda gerçekten güzellerin güzelliğini yükseltmek i - çin değil, gerçekten güzel olamı- — Yanları güzel göstermek için icat e - “dilmişlir. Daha önceki modalar ka- roplarına pamuk ve kıtık doldu- tarak göğüs güzelliğini temine ça- lıştıkları halde muvaffak olamadık- ları için şimdiki moda göğüs güzel- liğini büsbütün unutmuş gibi görü- hür, Modanın göğüs güzelliğini temin etmek âciz kal sebep bu türlü güzelliğin kanunu pek sıkı ol - Ması ve kanuna uygun güzel göğsün Pek nadir bulunabilmesidir. Sakız adasında çıkan Venüs heykelinin tihanı hayrette bırakması sebeple- tinden biri de o heykeli yaratan ar - Üstin güzel göğüs kanununa noktası “hoktasına riayet etmiş olması, yahut heykele model olan güzel kadın vü- — tudunda göğsün de güzellik kanu- — huna noktası noktasına uygun bu- lunmasıdır. O heykelin biri karşıdan, biri yan- dan çekilmiş iki resmini de birçok ç| kitaplarda görmüşsünüzdür. ._0 re- / simlere dikkat ediniz: Göğsün ka- barık noktaları aynı hizadadır. Gö - ğüs güzelliğinde birinci güçlük bu - radadır. Sonra iki göğsün arasındaş bir çizgi, iki göğüs ile boyunda iki köprücük — kemiğinin birleştikleri yerde bul boşluk ari da iki “çizgi çekerek bir müselles çizerse- “iz bu müsellesin üç çizgisi biribiri - ne tâmamiyle müsavi olur. Güzel göğüs | da bir mühim madd de budur... İki göğüs arasında çizdi- ğiniz çizgiyi yerinde bırakarak, şim- di göğsün iki tarafından “göbeğe doğru iki çizgi çiziniz, bu ikinci müsellesin de yan taraflardaki iki Çizgisi biribirine tam müsavi ve yü- karıdaki müsellesin çizgilerinin her birinden dörtte bir uzundur. 3 İkinci mühim nokta: göğsün iki noktası kolların yukarı kısmının tam yarısına ve yahut, kol biraz u- leştirirler. Artist veya hekim olmı- yanlara sorarsanız güzel göğüsün târifi pek çok değişir: Kimisi büyük ve dolgun göğsü ve kimisi küçük ve basık göğsü güzel bulur . : Sağlık bakımından en ziyade dik- kat edilecek şey göğsün iki tınf'ı— nım aynı hizada olmamasıdır.O vakit göğsün içindeki ıkciierlerin_ nasıl işlediklerini hekime dinlettirmek, bir de röntgen ışıklariyle filmini çek- tirmek fena olmaz. G.A. 12 Yaşında tethişçi bir yahudi kızı Kudüs'te 12 yaşında Raşel adında bir yahudi kızı Divanıharbe sevkedil- miştir. Suçu, 17 yaşında Mirkali adın- da bir yahudi oğluna yardım ederek bir arap otobüsüne bomba atmak, 6 a- rabın ölümüne, 27 sinin de yaralan- masına sebep olmaktır. Mikali oracıkta derhal araplar tara- fından tepelenmiştir. Kız bir ingiliz polisi tarafından kurtarılmıştır. On sekiz arap, kızın, oğlana bir kaç paket verdiğini ,onun bunları otobüse attığını gözleriyle gördüklerini söyle- mişlerdir. Fakat bir ingiliz zabitinin ifadesine göre, bomba, zaten otobüs şiltelerinin altırıda" bulunmaktâydı. Çünkü kızın bu kadar arabın gözü ö- nünde bomba getirmesine imkân yolf- tu. Dünya kısırlaşıyor Romanya Jeoloji enstitüsü direktö- rü İlimler akademisinde bir konferans vermiştir. Konferansın mevzuu, dün- yanın petrol ihtiyatıdır. Jeolog kon- feransında demiştir ki: — Bugün dünyada mevcut olan pet- rol damarlarının akıttığı petrol elli seneye kalmaz kuruyacaktır. Meğer ki yeni yeni damarlar bulunsun, veya Avrupa madenleri suyunu çekmesin|!,, Almanya'da, dünyada mevcut mâ- denlerin miktarı etrafında bir istatis- tik tutulmuştur. Bu istatistiğe göre, Avrupa'da krom ve kurşun mâdenleri 9 sene sonra tamamen tükenmiş ola- caktır. Hele 18 sene sonra Ayrupa'da mâden namına hiçbir şey kalmıya- caktır. İlim ne kadar-inkişaf ederse etsin, imkânı yok bu iptidai maddele- rin yerini tutacak başka bir şey bula- mıyacaktır. Yalnız 1934 yılında alman ağır sana- yii 15,2 milyon ton demir istihlâk et- miştir. Bunun yüzde 68 i, yabancı memleketlerden ithâl edilmiştir. General Franko'nun Cevabı Lö Tan'ın başyazısından Ispanya'da her iki tarafta harbeden yabancı gönüllü- lerin çekilmesi hakkında general Franko'nun verdiği cevap, dün ak- şam Londra'da neşredilmiştir. Bu cevap, bazılarının bunca intğzıt haftalarından sonra tahmin ettik- leri kadar kati bir red değildir; prensip itibariyle bir kabuldür, Fakat o kadar şartlara bağlı ve o kadar ihtizar kayıtlariyle çevrili e bir kabul ki karışmazlık komitesi mahfillerinde gizlemek zahmetine katlanılmıyan çok fena bir tesir bı- rakmıştır. İngiliz matbuatı, liberal ve işçi organları gibi muhafazakâr organlar da, tefsirlerinde sert dav- ranmaktadır. Taymis gazetesi, Bur- gos'un cevabını son derece inkisar uyandırıcı diye tavsif etmekte, ve Deyli Telgraf nasyonalist hükü- metin aşılacak güçlükleri haddin- den fazla mübalağa ettiğini, öyle ki cevabının ingiliz plânının red- dine muadil olduğu kanaatini iz- har ediyor. Eğer hakikaten hal böyle ise, aylardan beri bu derece acı münakaşalara meydan vermiş — ve bir çok defalar karışmazlık politikasını tamir kabul etmez bir şekilde ihlal etmek tehlikesini gös- termiş — olan problem, ilk önceki bütün giriftliği ile tekrar ortaya çıkacak demektir. Hâdiseleri izam etmekten çekinmek ve işi bu radde- ye getirmemiye çalışmak lâzımdır. Burgosla müzakereler belki lüzum- lu tasrihleri yapmak imkânını ve- recektir. eneral Franko'nun cevabı baştan aşağı dikkatle tet- kik edilmiye muhtaçtır, çünkü bu cevabın bazı kısımları sarahatten mahrum ve iki türlü anlaşılmıya mü- saittir. Meselâ, nasyonalist hükü- ,met, 18 sonteşrin, 1937. tarihli no- tasiyle “her iki taraftan müsavi miktarda yabancı gönüllülerin çe- kilmesini kabul ederek, ilk önce - 3000 adamla başlanmasını” — teklif etmiş olduğunu hatırlatıyor. Lon- dra komitesinin kabul etmiş olduğu formül karşısında, prensip itiba- riyle kabulünü tazeliyor, ve bu kabulün, pratik kıymeti hakkında hakiki bir delil vermek istediği için “kızıl taraf cihetinden de mü- tekabiliyet esası üzerine makül ve âdil tedbirler alınmak ihtirazı kaydiyle daha şimdiden bu miktarı 10.000 kişiye çıkarmıya amade” ol- duğunu beyan ediyor. İkinci for- mülde “müsavi miktarda yabancı gönüllülerin çekilmesi” ibaresi bu- lunmadığı için general Franko'nun İ & prensibind vaz geçtiği akla gelebilir. Fakat g kaçırıl: lâzımg; bir nokta vardır : İngiliz plânı ilk çekiliş için en az gönüllüsü olan ta- raftan 10.000 muharibin çekilmesi- ni ve aynı esnada, daha çok gönüllü- sü olan taraftan da nisbet dairesin- de daha fazla gönüllü çekilmesini gözetmektedir. İmdi, Burgos hükü- metinin cevabı, daha ileride, pra- tik sahada, nisbi çekilişin, bu tek- lifin tesirlerini hiçe indiren güç- lükler arzettiğini ileri sürüyor. İs- panyol olmryan muhariplerin sayıl- Günün politik meselesi taahhüt ediyor. Nihayet, vesika, en ciddi bir dikkati çekmekten ge- ri kalmıyacak olan bir nihat kısmı ihtiva ediyor : Burada deniliyor ki “nasyonalist İspanya, leketin büyüklüğü ve istiklâli uğrunda mücadele etmektedir ve toprakla- rında veya iktisadi hayatında her hangi bir kimsenin her hangi bir nüfuz elde etmesine müsaade et- mez ve asla etmiyecektir, ve onlara karşı her hangi bir kimse bir te- masiyle tavzif edilecek & ların lüzumlu hesapları korumak- tan âciz kalacaklarını, teklif edilen plânın tatbikinin iki taraf için gay- ri müsavi neticeler arzettiğini id- dia ediyor, ve Burgos'un ilk ön- ceki “her iki taraftan aynı miktar- da yabancı , gönüllü çekilmesinin yegâne tatbiki mümkün metod ol- duğu” hakkındaki fikrinde israr ediyor. Bu, hiç şüphesi- '-i ingiliz plânının esaslı noktalarından biri olan nisbilik prensibine aykırıdır. İngiliz plânı ittifakla kabul edil- miş bir uzlaşma karakterini haiz olduğu için, bunun esaslarını tek- rar münakaşa mevzuu yapmıya kalkmak tehlikelidir. Daha mühim olan da şudur ki general Franko, yabancı gö- nüllülerin çekilmesi plânının tatbi- ki için muhariplik hakkının tanın- masını şart koşmaktadır. Franko hükümeti, hükümetçilerin işgali altındaki araziden çok daha fazla miktardaki İspanyol topraklarını elinde tuttuğunu, kendisinin bu topraklar üzerinde filen hüküm- rani hakkını icra ettiği “meşru ve nizami” bir hükümet olduğunu, sıkı bir disipline tabi bir kara ve hava ordusuna ve kara sularını kon- trol eden bir donanmaya sahip ol- duğunu ileri sürerek muharipliği kendisi için bir hak telâkki etmek- tedir. Tez şudur ki Burgos, Londra komitesinin teklif etmiş olduğu mahdut şekilli bir muhariplik hak- kını kabul edemiyecektir. Diyor ki: “her hangi bir tahditten azade olarak bu hak önceden kabul edil- medikçe, milli İspanyol hükümeti, kendisine şimdi teklif edilen ne- viden bir anlaşmayı aktiçin gerekli şahsiyetten.kendini rum telâk- “—ki edecek, ve karşısında hiç bir ta- viz olmadan mükellefiyetler altına girmiş olacaktır.” Malümdur ki in- giliz plânı muhariplik haklarından bazılarının verilmesini yabancı gö- nüllülerden. esaslı bir ilk partinin çekilmesine talik etmekte ve bu çe- kilişin İspanyol meselesinin enter- nasyonal safhası itibariyle halli için lüzumlu bir ön garanti teşkil edeceği kanaatini izhar etmekte- dir. Londra komitesinde bu nokta üzerinde en hararetli münakaşala- rın yapıldığını ve mahdut muharip- lik hakkının verilmesinden önce yon- “ gönüllülerin çekilmesi prensibinin, varılmış olan anlaşmanın ana şart- larından biri olduğu malümdur. erçi general Franko bu talep- lere mukabil, İngiltere'nin bilhassa hoşuna gideceğini tahmin ettiği bir taviz teklif etmektedir. “İstisnai bir imtiyaz” olarak düş- man havzasında, biri Katalonya'da, diğeri de şark mıntakasında olmak üzere, gıda maddeleri taşıyan ge- milerin girebilmeleri için iki emni- yet limanı tesisine hürmet etmeyi şebbüste bul ya cüret ettiği takdirde, her zaman, son avuç ada- mına kadar arazisini, himayesi al- tındaki toprakları ve sömürgeleri müdafaa edecektir.” Bu siyasi ve iktısadi istiklâl azminin bu derece kati ve resmi tabirlerle ifade edil- mesi ilk defa vaki olmakta ve bu- rada, 24 diğer devletle beraber Al- manya ve İtalya'nın da içinde tem- sil edilmekte oldukları anlaşmazlık komitesine karşı istikbal için kati bir taahhüt mahiyetini ihraz et- mektedir. örüldüğü gibi, general Fran- ko'nun cevabı, yabancı gö- nüllülerin çekilmesi plânı prensi- binin kabul edilmesine karşı koş- tuğu şartlar ve ihtirazi kayıtlar iti- bariyle ne kadar inkisar uyandırı- cı olsa da, faydalı müzakerelere ka- pıyı kapamamaktadır. Tehlike şu-- radadır ki, meselenin Londra ko- mitesi tarafından yeniden müzake- re edilmesi icabedecek, komitede yeni bir uzlaşma metni araştırılır- ken eski münakaşalar yeniden can- lanacak, plânın tatbiki çok gecike- cek ve bu esnada sivil harp, Avru- pa sulhu için arzettiği bütün tehli- kelerle birlikte İspanya'da inkişaf- ta devam edecektir. Burgos, İspan- yol olmıyan muhariplerin geri gön: derilmesine rıza göstermeden önce zaman kazanıyor, fakat bu zamanın dünya sulhu için kaybedilmiş ol- masından korkulur. Hangisi doğru? Nevyork'ta Harvel adında bir kadın her akşam ibadet eder, sonra incil o- kurmuş. Kendisini iki çocuğu ile ko- cası cankulağıyle dinlermiş. Kadın gene bir akşam ibadetini yapmış ve in- cilin 18 inci suresini okumıya başla- mış. Bu surenin 8 inci ve 9 uncu fasıl- ları şöyle diyormuş: — Eğer kim, bir gözü ile harama ba- karsa, onu çıkarmalıdır. Eğer kim, bir eli ile haram şey tutarsa, onu kesip at- malıdır! Kadın bu âyetleri okuyunca birden- bire durmuş. Ve ayağa kalkmış. Ken- disini vect içinde dinlemekte olan ko- cası ile çocuklarını öylece bırakarak bitişik odaya geçmiş. Evvelâ, eline ge- çirdiği bir makasla sağ gözünü çıkar- mış, sonra bir balta yakalıyarak sol e- lini koparmış. Kanlar içinde tekrar kocası ile çocuklarının yanına gelmiş, gene incil okumıya koyulmuş! Bu yarı deli kadını muayene eden doktorlar ve cerrahlar da kadının ka- tiyen acı hissetmediğini söylemişler.. Bu satırları okuduktan sonra ya ka- dının yaptığı işe, yahut doktorların sözüne inanmamak lâzım!. Zafer havası Bütün gün ve bütün gece Ankara sokaklarını dolduran dünkü kalaba- lığın müşterek simasında, dağların temiz havasını bol bol teneffüs etmiş gürbüz bir insanın penbe çehresin- deki sıhatli, neşeli ve emniyetli çiz - gileri gördüm. Temin ederim ki bu üşahede basit nikbinlikten gel- me bir vehmin mahsulü değildi; biz- zat hakikat bu idi, Zira, milletler de insanlar gibidirler: İçleri rahat, gö- nülleri ferah olduğu zamanlar ço- cuklara benzer, sevinir, kudretlerini daha iyi hisseder, kendilerine güve- nirler. Küskün yüzlere bakınız: Onlar, ekseriya, muvaffakiyetsizlikle ze- hirlenmiş insanların benimsemiş ol- dukları ıstırap nikaplarıdır. Böyle milletler de gördük: Kimini zah- met, kimini tazyik,' kimini mağlü- biyet meyus etmişti. Gülenlere dikkat ediniz: Bunlar, daha çok, muvaffakiyetlerinin ruh - larma verdiği huzuru gizlemiye lü- zum görmiyen bahtiyarlardır. Mad- di sıhat gibi, mânevi sıhatin mevcu- diyetine neden inanmamalı? Sıhatli adam nasıl kaygısızsa yüreği mânen dinç olan da sıhat duyar. Bunu bir millete teşmil ediniz: Dün Ankara sokaklarını dolduran kalabalıkta gördüğüm i şel i d idiğini adati n Bu kalabalık içinde yırtık elbise- liler, patlak pabuçlular, aliller, bel - ki yarının ekmeğini düşünenler, ev- lerinde hastaları olanlar, daha dün bir sevdikleri arkasından göz yaşı dökmüş bulunanlar da vardı. Fakat bir muvaffakiyeti milletçe idrâk et- miş oldukları günün yıldönü yaşıyorlardı; her türlü acılarmı, AAT TELE XMĞ y unı, tuvermişlerdi: Zafer havası içindey- diler. Zafer, ne güzel şeydir, o! Muvaffakiyet, ne sihirli bir iksir- dir ! Hepimiz için teker teker, ve bü- tün Türkiye için, bütün cihan için muvaffakiyet diliyelim, Kötülük e- den insanları buna tahrik eden mu- vaffakiyetsizlikleri ise sulha düş- man görünen milletleri de şuriş un- suru ) b y e KA KA M (| Muvaffaklara ve galiplere muka - bil mağlüplar bulunmak zaruridir, diyeceksiniz. O halde, akıl ve basi - retin, i lığın, hakiki medeniyeti zaferini temenni edelim, Çünkü, an- cak o takdirde zafer havası her yer- e A Setkasiz aüit o lacaktır. — N, Baydar Mütehassıs aranıyor Baraj yaptığına dair vesi- kası olan bir baraj mütehas- sısına ihtiyaç vardır. Müte- hassıs bir toprak baraj işin- de çalışacaktır. Alâkadarla- rın (15) gün zarfında tahri- ri müracaatlarını Ankara posta kutusu 87 ye şifahi müracaatlarını Ankara Ana- fartalar Emek apartımanı 2 numaraya yapmaları. 6000 yarenin içinden yükselen kesif bir toz GÖKLERİN CASUSU Yazan: Alfred Maşar Pervanelerin uğultusuna şimdi bu- lutlarım gürültüsü eklenmişti. Ve tâ Yukarılarda sanki kayalar yıkılıyor - Muş gibiydi. Birden, yağmur kaplamaları kamçı- lanmya başladı. Vidal, bütün gerilmiş İradesiyle, tayyareyi şahlandırdı. 1650.. 1700.. 1750 Altimetre müte- Madiyen yükseliyordu. leyare pilotun arzusuna mükem - Melen itaat ediyordu. Fakat fırtınanın Börünmez elleri cüretkâr kanatları ku- Urmuş gibi yumrukluyordu. Şiddetle Sarsılan tayyare tehlikeli anlar geçi - Tiyordu. Mühendis, tabiat kuvetlerine boyun #ğmek icabettiğini anladı. Kasırganın tazyikı o kadar şiddetliydi ki tayyare i$kenceye uğratılan bir vücut gibi inil- Yordu. Kanatcıklarından birinin kop- Ması, kumanda millerinden birinin kı- Tilması ve daha kötü âkibetlerden kor- İ.ıbilirdil Hava cereyanlarını koç Bibi toslıyacağına onların istikametin- € kaymıya çalışarak daha muti ve 14 sız darbeler indiriyor, zaman zaman kasırgalaşıyordu. Bazan, göğün derin- liklerinden, bir ejder gibi kükriyerek &siyor, ve o zaman koca bulutların i- çinde uçurumlar açılıyordu. Tayyare bu uçurumlara düşüyordu. Fakat, hemen aynı lâhzada, canava- rın soluğu uçurumu dolduruyor, tay- yare bu elektrikli kay içinde yığını acı bir sisle kuşatmış- tı. Bu dumandan âdeta boğuluyor ve gözleri yanıyordu. Nasıl bir mucize eseri olarak tayfu- nun pençesinden kurtulabildi Nihayet tayyareyi kaldırdı, muvaze- neyi temin etti. Fakat tabiatin kurnaz kuvetleri ya- kasını bırakmış değildi... lerini dikkatle takip ediyordu. Tehlike hissi, kendine rağmen, iki- sini birbirine yaklaştırdığı için, in- siyaki bir hareketle ona bağırdı : “Kurtulacağız!” Fakat fırtınanın gü- rültüleri arasında sesini kadının işit- mesine imkân yoktu. Altimetre, ağır ağır yükseliş kay- dediyordu. 1500... 1550... 1600 metre. Gene görünmiyen kuvetin kudur- muş hamleleri; kaynaşan bulutların Hayır! Fırtınaya mağlup olmıyacak- t B kadar mücadele edecekti Her ne bahasına olursa olsun tekrar yükselmesi lâzımdı. Orada — fakat hangi irtifada? — sükünete, selâmete kavuşacaktı! Motörünü tekrar bütün kuvetiyle tekrar yükseliyordu. Ansızın — pek seri oldu bu — evelâ bir kanadı üzerine dönen tayyare, ba- lıklama daldı ve döne döne inmeye başladı. Kasırga, çılgın bir elle onu bir topaç gibi çevirerek düşmiye çalışı- yordu. Baş döndürücü bir sukut... Yerinden fırlayan bir sandık pilo - tun omuzuna devrildi. Vidal acıdan haykırdı. Fakat, hemen kendini top - ladı ve dişlerini gieırdatarak, şakak - larından terler boşanarak, vücudu yay işletmiş ve tayyaresini şahlandırmıştı. Toz bulutu yavaş yavaş siniyordu. Ar- tık lâmbanın kırmızı ışığında, kadran- da iğn hareketlerini takibedebili- yordu. Yarabbi! Ne kadar aşağı düşmüştü! 1.300 metre, Fasılasız şimşekleri tayyare pençe- ş korkunç ul lar!.. Gene intizamsız sıçramalar, korkunç dar- beler, baş döndürücü dalmalar!... 1700 metre... Yerinden kurtulmuş sandık, pilo- tun âletlerini korumak için siper et- tiği ayaklarını eziyordu. Bazan da bütün ağırliğiyle bağlı kadının kal- çaları üstüne yükleniyordu. Kadın, bu darbeden haykırıyor, fakat gürül- tü arasında, yalnız açılan ağzı istıra- bını ifade ediyordu. 1800 metre... İnsan takatini aşan bir gayretten releri içeriyi bir demir izabeh çevirmişti. Birden, Vidal acı bir sürprizle tit - redi. Orada, ayakları ucunda, aşağıya i- nen toz perdesi içinde, bir hayalet yü- | kurnazca bir seyir takibetmiye karar ta gibi gerilmiş, & dayı elinden br - | zü kendisine doğru uzanıyordu. rakmıyordu. Bu, kadındı. Şaşılacak bir şuür kuvetiyle, motö-| Tayyare şakuli vaziyet aldığı zaman rü yavaşlatmayı akıl etti. K dim dik doğrulduktan sonra, tekrar bitkin düşmüş olan Vidal bayılma- mak için bütün gayretini sarfediyor- du. Dudakları kurumuş tükrük, ter ve tozla örtülmüştü. Kalbi burkulu- yor, mütemadiyen soluyordu. Daha uzun zaman mukavemet edebilecek miydi ? Ağırlaşan başı önüne düşü- yordu. Yabancı kadının gözleri hâlâ bütün lot m * sabitliğiyle kendi üzerinden ayrılmı- bi rie'eri & -Bu yükseliş, 1900 metre.... Birdenbire fırtına ile sükünet ara- sında bir ya var- dığını farketmesi, mukavemetini ar- tırarak iradesini canlandırdı. Tayya- renin pencereleriyle, bir kaç dakika- dan beri şimşeklerle daha seyrek ay- dınlanıyordu. Bulutların kesafeti de azaldığı a- şikârdı. Nihayet tekrar berrak bir semaya mı kavuşacaktı. 2000 metre... O zaman bir harika vukua geldi. Altından fırtına bulutlarının son şimşekleriyle aydınlanan kükürtlü bir tabakayı: yırtarak, tayyare, uçan bir balık gibi, muazzam stalaktitle- riyle bir rüya mağarasının sonsuzlu- ğu içine girdi. Burada aydınlık aca- yip, tuhaf akislerle âdeta bir deniz altı âlemini and k bir Yeniden bulunmuş güneşle yaldız- lanan tayyare, şimdi kudurmuş bu- lutların bataklığı üstünde uçuyor, rüzgârların sıçrattığı çamurlar ona kadar gelemiyordu. 'Tâ orada gök berraklaşmıya başlı- yordu. Az sonra fırtına bu tahrip unsur- larını daha uzaklara götürmüş ola- caktır. Şimdi Vidal'in müsterih kalbine bü- yük bir sükün iniverdi. İnsanları yenmişti. Fırtınayı yenmişti. Bu ka- dar korkunç taarruzlara karşı galebe çalmış olmaktan derin bir gurur du- yuyordu. 'Tayyare mukavemetini ispat etmiş- ti. Motör tam randımanla işliyor ve ö- nünde artık hiç bir engel görünmü- yordu. Kırmızı lâmbasını söndürdü, çünkü artık ortalık çok aydınlıktı, Ö- vücude getiriyordu. Tayyare yükselmekte devam edi- yordu... Şimdi, stalaktit kütleleri parçalar halinde ayrılıyor, buhar - salkımları halinde zincirleniyor, kimbilir hangi sanatkâr sihirbazın parmakları altın- da, garip fakat cazip şekiller alıyor- du. Bazan bu görülmemiş çiçekleri tanzir ediyor, bazan, bir yüz şekline giriyor, bu yüz süratle değişiyor, son- ra birden bozuluyordu. — Birdi avi d ündeki kadranlara baktı. Her şey yo- lunda idi. Devir muaddidi âzami reji- mi gösteriyordu. Yağ seviyesi daha u- zun mesafelere kâfi gelecek miktar- daydı. Benzin.,... Felâket! Vidal'in içinden gelen haykırışı bo- ğazında tıkandı. Benzin! Tayyarenin haznesinde ancak yirmi litre kadar benzin kalmıştı. Birkaç dakika sonra pervaneler du- ruverecekti.

Bu sayıdan diğer sayfalar: