18 Ekim 1934 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 7

18 Ekim 1934 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

i — Vâmsi 15 Teştinievvel 1934 sum a, ve deva- pi dum İı. ağa mecbur kalmıştı. N hk mz Gü ni j » 4 ük ya ÇA ağ , iç, etle iniyordu. İrtifa a- hag ty, HA a anl İh YARIN: “aya Alevlenirse.. Çev; İren : A, ç, smmm Yazı Nu. si 23 o: ki Burada dahi tam bir kı, K zanmak üzere i » a, , © Düsbütün bozulma - ül Sumlarna bilmecbu - | İyi boşanan Okar - dost ye düş - öp Bitmişti, Müşterek ,, Yara, Ma ortaya çıkan kar muharebesine niha- Şimdi her tayyare | etin det yolunu bulmak | ai ie idi. Hücum ile NE Dün ümkün, olmıyan bu il 4, İstikamet âletle- Mek le titri zekâ ile mağ - ım geliyordu. | .. a aresindeki radyo | yiz kurşunlariyle | tay, “İİ. Onun için Bars pe irtibatr © kaybet: | 8 rada karların ara- bir kuşa benziyen | ke üyor ve bir anda Arboluyondu. li Vaziyet karşısında en | “ti, Metler bile bir müsa - ne geçemez. Ancak Wi ve adeta tabil bir yağa alışmış olan bir İye, * fitrt zekâsı böyle bu- eğ alayı içine © dalındığı| p e kadar müsa -| olabilir, yg, di fitri zekâsına itimat a hususta hiç bir kor- * Yalnız onu başka İşeye ( düşürüyordu. , benzini gittikçe aza» Merhialde benzin depola- va Vurgun ianbat atmiş | at İçindeki benzin sızıp ag nz miktarını göste « Yelkuvanı kırmızı işa - | tey Yaklaşıyordu. Yelko: | n İşaretin üzerine gelir Yarede o artık pek az benzin kalmış olacaktı. bil rüzgâr estiğin- doj Tgâya yetişmeğe im- Rd, ün için demiryolu tab Mecburi bir iniş yap» a çare kalmamıştı. de k VD Süraki ren kaçırmıyarak i a alçalıyordu. İbre - İri areketinden dağla - arak geçtiğini anlı - zan bir dağın tepesine an adar alçaktan geçiyor “ayı trafını hiç gö“ e öç erhalde kar buluk « | İn: , evinde çok alçaklara | yen Yağan kardan baka, €nin sathin; kalın bir ie Ala plamış, bu yüzden | a de, *Mış ve tabii süra - | Bar, > “yes kaybetmişti. ey iden olduğu gibi te - a aret olmayıp lâstik kli > VE tırtıl şeritlerinden * Keki ei tayyare şasisini | A Çünkü hemen | MM geliyordu, çün- ali benzin de bit- Seyi |, Nüyordu. iğ; ii karar vererek iyi- n a bulutlar alçal- vey Etrafına bakın- Mekt, ” yi yamaçların - rafta “Uğunu anlamış» rdu, * çıplak zemin elki oraya inmek | * Si iy, Yi v e va ihtiyatla zemi- | yal ra. Bütün ova | i s.Yle doluyd *niy Yere ui. Orası inmesinden : Xx İ kunmustu. başka her şeye yarıyabilirdi. Yüz metrelik düz bir arazi görse der- hal oraya inecekti. Tayyarenin müthiş süratine nazaran bu kadar sık bir saha kâfi değilse de, Bars her şeyi göze aldırmıştı. İşte, biraz ileride bir orman bo- yunca uzanan bir kısım arazi daha az taşlıktı. Bars motörünü dur - durduktan ve karbratörü çıkar » dıktan sonra o tarafa doğru kay- muştr. Ya şimdi, yahiç diyordu! Tak, tuk — yerden kar bulut - larının havalanması, taş parçala - tahta ve rının etrafa fırlaması, maden parçalarının biribirine çar» pmadan hasılolan takırdılar — on İ dan sonra derin bir sükünet. İ Seyahatin başlangıcınd mında birbirini tanımıyan iki seyyah Küçük bir otomobil içinde kırk yıllık ahbap gibi tenubi Afrika yolculuğuna çıkan ve şehrimize de gelen iki İngiliz delikanlısı birbirini hiç mi hiç tanımıyor Soldan itibaren (üstte:) gi Cenubi Afrikalı İngiliz, Mr. Humphry (altta:) Kembı rç üniversitesi mezunu Mr. Plummer.. Rüzgâr çam ağaçlarma ıslıklar ! (Ortada:) sekiz beygir kuvvetinki otom ibilleri, hudutlardan birinde ve otomobil ( bir ormanda kamp halindeyken. (sağ- çaldırıyor, karlar rüzgârın tesiriy- le yerden göğe kadar sütunlar ha sıl ediyordu. Bunlar, Mongolista- | nın kuş uçmıyan, kervan geçmi - yen 14817,: yolsuz bir (o muhitinde cereyan ediyordu. Bars kendinden geçmişti. Kim- bilir kaç saat sonra derin bir uy- kudan uyanıyormuş gibi aklı ba- | şına gelmişti. Ağırlaşmış o olan göz kapaklarını yavaş yavaş aça» rak fark ve temizden aciz bir hal- de boşluğa doğru bakmış, ondan sonra tekrar gözlerini kapamıştı. Şimdi yavaş yavaş belinden aşağı- sınm vücudünden ayrılmış ve taş kesilmiş bir hal aldığını hissetme- ğe başlıyordu. Gözlerini açma - dan bacaklarını hareket ettirmeğe çalışıyordu. Herne kadar adale- Teri geriliyorsn-davücudünün alt kısmı yerinden ooynamıyordu. Bars bir müddet daha hareketsiz kalarak düşündü. (o Bacaklarının üzerindeki ağırlık gittikçe artı - Nihayet tahammül edile- Bars | yordu. miyecek dereceye gelmişti. bir kere daha adalelerini hareke- te getirmeğe çalışmıştı, Fakat ge- | ne bacaklarını kımıldatamamıştı. Bunun üzerine elleriyle ( etrafını yoklamıştı. * Elleri sert şeylere do- Ondan sonra ellerini başına doğru götürmüştü. Başın - dan yüzüne doğru ıslak ve yapışık şeyler akmış olduğunu anlamıştı. | Bars tekrar gözlerini açarak elle - rine bakmıya çalışmıştı. Parmak » ları donuk bakışları önünde kalın demi parmaklıklar (gibi görünü- yordu. Bu barmaklıkta gözlerini kamaştıran parlak bir şey görü- nüyordu. a Bütün bu hareketler o ana kadar mekânik bir surette ve bil» | gisiz yapıldığı halde şimdi Bars kendine gelmeğe başlamışıtı. O artık görebiliyordu. Ellerini göz- le teşhis edebilecek kadar uzağa tutarak bakmış, o parmaklarının kanlr' olduğunu görmüştü, Ondan sonra kollarını gene yana doğru bırakıvermişti. Şimdi biraz ileri- de yukarıda görülen gayri munta- zam bir delikten kar (o yağmakta olduğunu anlıyabiliyordu. Ba” caklarındaki tahammülfersa $1zı | nazarlarını âşağıya tevcih ettir - mişti. : Orada kalın, siyah bir şey duruyordu. Bu görülen bir tahta kalastı. Bunun üzerine Bars ba” | caklarını o kalasın altından kur - tarmağa gayret etmişti. Fakat ge- rilen adelâtma yalnız bir bacağı itaat ettiği halde diğeri hiç yerin | den oynamıyordu. İkinci bacağı ölü halinde idi. (Devamı var) | Biribirini tanımıyan, fakat yir- mi sekiz gündür küçük bir otomo- bil içinde kırk yılirk ahbap gibi se- yahat eden, birçok hudutlar ge- çerek nihayet memleketimize ge- len ve buradan da gene üç aylık | bir sergüzeşt yolculuğuna o çıkan | iki İngiliz seyyah ile görüştüm. Husuşi vasıtalarla İstanbula gelen seyyahlar son zamanlarda sıklaşmağa başladı. Memleketi - mizin beynelmilel dünyada uyan- dırdığı alâka gittikçe çoğalıyor. Memleketimizi görmeğe gelen ve- ya muhakkak buradan geçmek su- retiyle yolculuklarına devam eden seyyahlar arasında bu iki delikan- | lı kadar cazip ve meraklı bir ha- yat geçirenlere de” rastlanıyor. | Size, onlârla görüşmemden edindi ğim intibaları ve malümatı anla - tayım: Biribirini hiç tanımıyan bu iki seyyah nasıl buluştular ve dört a- ya yakın birzaman sürecek olan bu seyahatlerine nasıl çıktılar? Birinin adı Colin. V. Plummer, öbürünün Frank, A. Humphry o- lan bu iki İngiliz delikanlıların bi- ri Londralıdır ve Kemiriç darül - fünunu henüz; bitirmiştir. Öteki ise, ne Londralı, ne Glaskolu ne Dablinli, Fakat cebubi Afrikanm (Kap) şehrinde doğmuş bir İngi- lizdir. İki gün evel küçücük (Morris) markalr ve ancak sekiz. . beygir kuvvetinde bir otomobille, çadır- ları, yiyecekleri, yedek lâstikleri ve benzinleri ve yanlarında bir de mihmandar olduğu halde İstanbu- İ la gelip, Londra oteline indiler. Fakat ben onları otelde değil, sokakta ve tam gazeteci ağziyle! İ söyliyeyim: “Yakaladım,, diyebi- lirim.. Otelden çarçabuk çıkar- larken bir ara kendilerini görmüş” tüm. Sokakta yanlarına yanaşa - rak, gazeteci olduğumu söyledim. Birlikte bir kahveye girerek ko- nuşmağa başladık. Gazeteci olmam, kendilerinde müthiş bir alâka uyandırdı. Ve| inanır mısınız ki, bu delikanlılar» dan bir tanesi gezip gördükleri- ni, İngiliz gazetelerine yazmak veya toplayıp bir kitap neşretmek arzusundadır. Ancak şöyle diyor: “... Ne yazık ki, yazmayı, tam bir gazeteci, bir muharrir — gibi yazmayı beceremiyorum. Mektu- bu fevkalâde yazarım. Daha ge- çen gün kardeşime ve nişanlısına tam sekiz sayıfalık'bir o mektup gönderdim. Bir yazının başına aziz kardeşim diye yazdım mı, alt yanı su gibi geliyor. Bunu koy- da:) Macaristanda rast geldikleri, bir ot omobil tehlike işareti!,, madım mi, yazamıyorum. Kitabın da başıma, çıksm çıkmasın, her- | halde böyle bir başlangıç koyma» | dan yapamıyacağım. Kitabım “Aziz kardeşim!,, ye başliyâcaktır. Ve her dürakla- yışta böyle bir anahtarla belâgati- min kapısını açarak hatıralarımı | su gibi döktürecek ve sonra baştan o sözleri silerek kitabımı neşrede- ceğim...,, Bunları söyliyen Mister Plum - | mer fevkalâde şakacı, . arkadaş ruhlu ve gamsız bir gençti. Öteki biraz daha ciddi, kendi lisanından başka doğduğu yerin yerlileri di - linden de bir kaç lehçe bilen ve mesleği muhasiplik olan biridir. | Cenubi Afrikalı olân İngilize bir münasebetle yanlız kaldığımız zaman sordum: “— Arkadaşınız şimdi Londra da ne işle meşgul oluyor?,, Ne dese beğenirsiniz? “— Vallah bilmiyorum, dedi, galiba hiç bir iş yapmıyor. Annesi, babası sağ mıdır? Onu da bilmi- yorum. Fakat muayyen bir iradı olan ve ömrünü seyahatle geçiren ve geçirecek olan bir zattır sanı- TAM eee, İşte biribirini tanimıyan iki sey- yah dediğim zaman bu vâziyeti | anlatmak istemiştim, Seyahat şöy- le başlamış, . hususi iradı olan | Londralı İngiliz, İngilterenin meş hur gazetesi “Taymis,, de şu şe - kilde bir ilân görmüş: “Cenubi Afrikalıyım. İngilte - rede bülunuyorum. Tekrar yardu- ma döneceğim. Küçük: bir otomo- bilim var. Benimle seyahate ta- Wp olanlar şu adrese gelsin |; Londralı İngiliz Mister Plum: mer hemen tası tarağı © toplayıp bu cenubi Afrikalı İngilizin adre- sini buluyor. “Çıkalım mı, çıkalım, Diyorlar. Ve ertesi günü he - men yolculuk başlıyor. | Önce Fransaya geliyorlar. o - rada gördüklerine o dair Mister Plummer The Manchester Guardi- an'a bir makale gönderiyor. Mis - ter Plummer diyor ki; “.— Fakat nedense benim ya» | zımı neşretmediler. Herhalde be- | ni tanımadıkları için, doğruluğu na da itimat edememişlerdi. Se- yahate çıkmazdan evel gayet mü- him bir şeyi unutmuşum. Gazete- lerle görüşüp anlaşmayı! Görüyorsunuz ya.. bu iki deli- | kanlıdan Londralı olan tasavvur edebileceğiniz kadar şen, kaygu » suz ve daima işin keyifli tarafin - dadır. Bir ara, elimdeki bir İngi- liz. mecmuasının, o “Gazetecilik mektebi, ilânına bakarak: “— Herhalde bü mekteple bir muhabere temin ederek, o gazete için yazı yazmak usulüne kendimi alıştırmalıyım,, dedi.. Fakat bu genç, Kembriçlen bir kimya mütehassısı olarak çık- mıştır, ayrıca Fransız lisanına ça- lışmış..., fakat İngiliz üniversitele- rinde lisanın konuşması değil, an- cak edebiyatı öğretildiğini söylü- yor. Gayet iyi konuştuğu Fransızca» yı, ayrıca ders alarak öğrenmiş: “Avrupada, diyor, gariptir ki, Fransızca kadar Almancanın da ehemmiyetli dil olduğunu öğren - dim. Almanyada, Avusturyada, Lehistanda hatta . Yugoslavyada İ müteamil bir lisan olarak Alman- ca konuşuluyor.. Avrupaya bir tetkik seyahati» ne çıkan adamın muhakkak Al - manca da bilmesi lâzım,.. Mister Plummer, o Türkiyeye karşı büyük bir incizap duyuyor: “Her memlekette bukadar ve bu- rada olduğu nisbette münevver in- sanla karsılaşsam, (o seyahatimin herhalde pek faydalı (olacağına kaniim,, dedi. İstanbulda çarşıdan pek mü- tehassis olmuşlar, Fakat en alâka- dar oldukları ichet, Kapalı çarşıyı düşündüklerinden bambaşka bul- malatıdır. Kapalı çarşıyı daima eski Türkiyenin bir kaç örneği bulunduğu yer < sanıyorlarmış, “Şalvarlı ve elinde de tesbih bulu» nan adamlar umuyorduk,, diyor, fakat, bir İngiliz pazarından he- men farksiz bir yerdir.,, Cenubi Afrikadan gelen ve hu- susi hayatma hiç merak etmediği arkadaşiyle tekrar (oraya giden Mister Humphry Cenubi Afrika » İ nm hayli ilerlemiş bir yer olduğu- nu söylüyor. Yalnız, içtimai ha- yat biraz durgunmuş.. Hele gece- leri, sinemadan başka gidilecek yer yokmuş.. “Herkes erkence u- yur.., diyor. Hele bazı yerlerde akşam; güneşin batmasiyle insan kımıltılari tamamen “durur..., Cenubi Afrikalı; kendi diyar « larımda muhtelif renkli insanlar - dan bahsetti. Kırmızı bakır renk- li, sari renkli, sütlü kahve ren- ginde ve siyah renkli insanları an- lattı, Ve'işin garip tarafı şudur ki, “cenubi Afrikalıyım,, deyince ha- lis İngiliz olan Mister Humpbrey'i bile siyah zarinedip, sonra kendi - leri gibi görünce hayrete düşen Avrupalılar olmuş. (Lütfen sayıfayı çeviriniz)

Bu sayıdan diğer sayfalar: