21 Mart 1936 Tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 11

21 Mart 1936 tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

AĞAÇ Bilmecelerin Cennelinde Bizim halk bilmecelerimiz sihirli bir âlem, bir şiir cenneti imişler meğer.. Fakat ben bu cennete ya çok erken giriyorum, ya çok geç! Çünkü içinde kimseler yok. Halktan çok halkiyatı, bilmecelerden çok bilmece ihtisasını seven ecnebi ve Türk Folklor mütehassıslarını bu cennete girmiş saymıyorum. Çünkü onlar bilmece. lerin şiirle olan akrabalığını değil, Azeri, Çağatay, Macar ve Tatar bilmecelerile olan münasebetlerini, manzum veya mensur, uzun veya kısa, eski veya yeni, Ankaralı veya Konyalı olduklarını görmüşler ve bir böcek mütehassısının sabrile topladıkları bilmeceleri kıymetli birer “ vesika, diye alıp rafa koymuşlardır. Gerçi bazıları bilmecelerden hoşlandıklarını - itiraf eder gibi olsun - söyle- mekte, fakat ekserisi bu acaip sözlerde bir takım psikolojik, sosyolojik, pedagojik kıy- metler aramaktâdırlar. Onlara göre bilmece ya çocukları eğlendirir, ya âlimleri. Halbuki asıl okuyucu kütlesi ne çocuk oyuncağı ister, ne de vesika. Onu müzeye değil cennete götürmek lâzım. * Şiirle bilmece arasındaki ananevi ayrı- lık, akılla ruh nrasındaki ayrılık gibi zahiri ve izafidir. Hâlâ yaşıyan bir şiir telâkkisine göre zihne hitap eden, güç anlaşılan mısra şiir değil bilmecedir ve kötüdür. Maksadı ve manası hemen göze çarpmıyan sanat güzellikleri bilmeceye benzetilerek tahkir edilir. Bilhassa sembolistlerden sonra bilme- celere benzemek günahını işleyen sanat eserleri çoğaldıkça çoğalmıştir. Yeni birçok şaheserlere küfür makamında “bilmece!, denmektedir. İşin tuhafı şiirde bilmece iste- miyenler, şiiri bir bilmece, bir mana mahpesi olarak görenler, güzelliklerin ardında bir “maksat ,, arayanlardır. Bu medlül avcıları ne şiirin, ne de bilmecelerin cennetine gire- miyeceklerdir. Şiirle bilmece (1) arasında cezri bir fark (1) Bilmece derken yalnız Türk halk bilmece- lerini düşünüyorum. Kelime oyunu mahiyetinde olan bilmecelerin, muamma ve lügazların edebi kıy- meileri olup olmadığı ayrı bir meselelir. yoktur. Her ikiside aynı dili konuşmakta, yani kâinatı değiştirerek, “styliser , ederek ifade etmektedirler: İkiside âlim ruhun şeklini veriyorlar. İmdi, âlim ruhun şeklini vermenin bir tek yolu vardır: Benzetmek. Şiir her şeyden evvel benzeterek konuşan bir dildir. Teşbih, mecaz, istiare, sembol ve “allögorieş yi birer süs olarak değil, şiirin en öz hususiyetleri olarak görmek lâzımdır. İnsan, ilâhlarını bile “benzeterek, tasarla- mıştır. Benzetmek şiirin en öz ihtiyacıdır ve bu ihtiyaç bilmecelerdede şiirde olduğu kadar, ve belkide şiirdekinden fazla, tat- min edilmektedir. Bilmece ile şiirin aynı dili konuşdukla- rını size, birbirine ikiz ruha benzeyen şu mısralarla göstereceğim. Birisi şiir iddiasile, öteki bilmece olarak yaratılmış olan bu mısraların ikisi de deniz ve yelkenlileri an- latıyorlar : “ Üstünde güvercinler yürüyen bu sakin dam... (2) » ( Paul Valöry ) “ Mavi larla üstünde beyaz güvercin yürür ,, (Bilmece | Fransız şairirile meçhul bir karadeniz- linin ruhunu birleştiren bu iki misra şeeni- yeti benzeterek değiştiriyor, ikinci bir şeeni- yet, bir şiir şeeniyeti yaratıyor. Sakin da- ma benzeyen deniz ve güvercine benzeyen yelkenli artık tabiata deyil şiir cennetine aittirler. Başka bir bilmecenin gökten dü- şen incilere benzettiği yağmur artık bulut. ların değil ruhun yağmurudur: Göklen inciler düşer Sanada diişer, banada düşer. Benzetilen şey, ister istemez, ruhun süz- gecinden geçer ve benimsenir. Ruh kâinatı . benzeterek benimser ve benimseyerek sever. Zaten şiirin en derin manası da kâinatı be- nimsemek, âleme tesahup etmek değilmi- dir ?. (2) Ge toit tranguile ot mareleni des colombes - Gimetiğre Marin -

Bu sayıdan diğer sayfalar: