25 Kasım 1960 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 21

25 Kasım 1960 tarihli Akis Dergisi Sayfa 21
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

bir dilekçeydi. Başkan, kâtibin he- men her satırda takıldığını görünce Menderese, dilekçesini bizzat okuma- sını teklif etti. Yazının kötülüğü bir yana, "Şükrana şayandır ki.." diye başlayıp "lütfolunan bu müsaade" diye devam eden upuzun cümleler bi- tip tükenmek bilmiyordu. Dilekçe Menderese verildi. Düşük efendi göz- lüklerini taktı, yazdıklarını okuma- ya başladı. Ama, o ne? Bizzat düşük Başbakan kendi el yazısını okuyamı- yordu. Bâzı yerlerde durdu, kekeledi, hatalı okudu, düzeltti, çıkaramadı.. Nihayet dilekçe tamamlandı. Mende- res, işin başından itibaren güttüğü taktiğe yeni bir perçin vurmak isti- yordu. Mahkemeye telkin etmek iste- i i İstanbulda ettikleri zaman da tesirli olmamalarıdır. Menderes polise mü- dahale etmeme emri verilip verilme- askere müdahale teşkilâtına hâdiseleri tertipleme em- rinin verilip verilmediğinin tahkikini istiyordu. Bunun yanında dört talep daha Menderesin dilekçesinin muhte- vasını teşkil ediyordu. Başkan bu garip tevsii tahkikat taleplerini dikkatle dinledi. Sonra, "gereği düşünülmek üzere" dilekçeyi alıp kâtibe verdi. Sıra tanıklara gel- mişti. İlk tanık, Emekli Orgeneral Fazıl Bilge huzura alındı. Bilge hâdi- se tarihinde 3. Kolorduya kumanda etmekteydi ve İstanbuldan İstenmesi üzerine ( birlikleriyle gece saat 22'de şehre girmişti. Fazıl Bil- ge, kendi kanaatince hâdiselerin ter- tip olduğunu bildirdi. Zira Türkiyeye şâmil bu çapta bir hareket, ancak idareyi elinde tutan bir kuvvet tara- fından tertiplenebilirdi. Menderesin avukatı. Emekli Orgeneralden, aske- re müdahale etmemesi hususunda bir emrin verilmiş olup olmadığım sor- du. Fazıl Bilge bu suale pek yaşi. Elbette ki böyle bir amir yoktu. raz sonra, kendisine aynı sual soru- lan İstanbulun eski Emniyet Müdür Muavini Necdet Uğur zabıta kuvvet- lerine de, tabii, bu çeşit bir emrin gelmediğim açıkladı. Ancak Necdet Uğur, hâdiseleri tahlil er e bütün duruşmanın en a çekici tanığı oldu. Söyledikleri, aşağı yukarı Divanın vardığı kanaati teyit ediyor- du. Necdet Uğur son derece mantıki, rahat ve güzel konuştu. 6/7 Eylül hâdiseleri bir tertipti. Ama bu, zama- nı, mekânı, vasıtaları hazırlanmış bir tertip değildi. Devlet adamıyım diye ortaya çıkmış iki zat-ı şerifin, Mende- AKİS, 25 KASIM 1960 Celâl Yardımcı "Duymadım, görmedim" resle Zorlunun bir kanaat ve takdir hatasının neticesiydi. . Umumi efkâr aylarla alevlenecek halde tutulmuş, sonra barut fıçısının yanında bir kı- vılcım çakılmıştı. Mesele, devlet a- damlığı, bu kıvılcımın ne netice ve- receğini kestirip böyle bir ihtiyatsız- lıkta bulunmamaktı. Halbuki Mende- res ve Zorlu ateşle oynadıklarının farkına dahi varmaksızın marifetle- i yapmışlardı. Bomba mi efkâra duyuruluş tarzı, gerekil icim teşkil etmiş- ti. Bu, hâdiseye polisin de, askerin de fazla müdahale etmemesinin haki- ki sebebini teşkil etmişti. Menderesin Liman Lokantası nutku bütün mem- lekette öyle bir hava yaratmıştı ki D.P. teşkilâtı kendiliğinden harekete geçmiş, Genel Başkanın verdiği işa- reti anladığım belli nn tarzda dav- anmış, hazırlık yapm Bu yüz- dendir ki hâdiseler ra tahripçi ve nümayişçi (o kafilelerinin başında P. nin mahalli şefleri, teşkilat men- supları görülmüştü. Başkan, hâdise- ler bu mânada tertip olduğuna göre tertipçilerinin kimler olduğunu sor- duğunda Necdet Uğur herkesin ak- ımdaki iki ismi söyledi: Menderes ve Zorlu! Onların dışındaki sanıkların, kanaatince bir suçu yoktu. İstanbu- un eski Emniyet Müdür Muavini bü- tün bu mantık silsilesini öylesine mü- kemmel şekilde kurdu ki dinleyiciler kendisine, hep bir ağızdan bravo çek- mekten kendilerini alamadılar. Böy- lece Necdet Uğur duruşmaların, halk tan aferin alan ilk tanığı oldu. Zaten duruşmaları takip edenler YASSIADA DURUŞMALARI 6/7, Eylül hâdiselerinin mahiyetinin o istikamette belirdiğini farketmiş- lerdi. Muhtemelen varılacak netice de O olacaktı. Bomba hâdisesinin üze- rinde artık durulmuyordu. Aradan o kadar zaman geçmişti ki konuyu ay» dınlatmak imkânsız hal almıştı. Hâ- dise günü, hattâ hâdiseden evvel İs- tanbulda gerekli tedbirler de alın- mıştı. Hükümetin hâdiseden haber- dar bulunduğu yolundaki ların da esası buydu. Bu le ortada bir politikayla onun ihtiyatsızlık neticesi sebep o- lunmuş ziyanları kalıyordu. Necdet Uğurun çizdiği ve hakikatlere yüzde yüz uyduğundan, âmmenin kanaatine tercüman olduğundan dolayı dinleyi-. eller tarafından yüksek sesle tasvibe mazhar olan bu tablo ortaya bir hu- kuki mesele çıkarıyordu: Böyle bir suç cezaya müstahak mıdır ve müs- tahaksa bunun cezası nedir? İşte, bu neviden meselelerdir ki Yassıada Yüksek Adalet Divanı kararlarını hukuk tarihinde emsal mevkiine ko- yacaktı. Yüz, yüzsüz, yüzleştirme.. pen bundan sonraki kısmı bir sözün tahkikiyle geçti. Ev- velki celselerin birinde düşük Baş- bakanın eski emir subayı Hayreddin Sümer bir açıklamada bulunmuştu. Menderesin eski yaveri hadiseleri ta- kip eden sabah, erken saatte Başba- kanlığa geldiğinde Dr. da bulunduğunu, Başbakanın odasın- da oturduklarını görmüştü. Bakanlar odaya girip çıkmaktaydılar. İşte böy- le bir arada Hayreddin Sümer Dr. Sarolun şikâyet yollu "Yap dedikse, böyle mi yap dedik. Zaten Türk mil- leti vur deyince öldürür. Halbuki Na- kiboğlu, Adalardaki bir komiser gibi basiretli oidare adamları hâdiseleri pek âlâ önleyebilmişler" dediğini duy- muştu. Dr. Saroldan bu husus sorul- du. Hayır. Böyle bir şey söylememiş- ti. Başkan meseleyi tavzih ettirdi. Dedi ki: — Hatırlamadığınızı mı söylü- yorsunuz, yoksa, söylemediğinizi ha- tırlıyor musunu Düşük efendinin eski ideal arka- daşı tasrih etti: Söylemediğini hatır- lıyordu. Hem de katiyetle. Böyle bir söz sâdır olmamıştı. Üstelik, durumu- nu izah etti. İbarenin meselâ son kıs- mını söylemesine maddeten de im- kân yoktu. Zira Nakiboğlunun ta- tanbuldakl tutumunu İstanbula git- tikten sonra öğrenmişti. Ee, bilmedi- ği, sonradan muttali, olduğu bir husu- su önceden nasıl belirtebilirdi ? şkan, huzura yeniden Hayred- din Sümeri aldı. Sümer sözlerinde 1s- rar etti ve bu yüzleştirme sırasında 21

Bu sayıdan diğer sayfalar: