15 Kasım 1931 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

15 Kasım 1931 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

15 Teşrinisani 1931 Roman tefrikamız: 94 b ) Mağaranın anahtarını ele geçirmek için herkesle mücadeleye karar vermiştim. Evelâ (Nita )nın odasına girerek ufak çekmeceyi açacaktım... — Anahtarı elimde demektir, hazret! — (Lamaya) nın babasına büyük bir istikbal mevuttur. Icap ederse, onun kurutulması için sana yar- dım edebilirim! Bu istikbalin ne olduğunu anla- mak istedim: — Lamayanın babası bu yaştan sonra ne olabilir? — Ne mi olabilir? Kabile reisi. — Şimdiki kabile (o reisinden memnun değil misin? — Hayır.. Memnun olsamda büyük mabudun arzu ettiği şey mutlaka olacaktır. ” — Lamayanın babası çok muh- terem bir adamdır, hazret! Onu sende benim kadar seviyorsun, değil mi? — Evet... — Bana ne gibi yardımınız do- kunabilir? — Mağaranın mağa çalışırım... anahtarını bul- — Onu Nitadan alacağım. — Nita da kim? — Mağarada mahpus olan ih- tiyarın kızı.. — Ha.. Şu münasebetsiz kadın! Anladım.. Anladım.. — Münasebetsiz kadın mı? — Öyle ya.. Şehvani hislerini tatmin için, babasının mahpusiye- tine tahammül eden bir kadın bence diri diri yakılmağa müsta- haktır. — Ondan bu anahtarı şimdi gidip alacağım, hazret! Hintli sıhırbaz, tılsımlı göstererek: — Bakalım o ne söyliyor? dedi, anahtarın nerede olduğunu bili- yor musun? — Hayır.. Fakat, gidip tazyik edeceğim.. Tehdit edeceğim.. Ve anahtarı bulmağa çalışacağım. — Beni dinlersen daha ziyade muvaffak olursun! Şiddete lüzum yok. Evvelâ anahtarın nerede saklı olduğunu anlayalım. Hintli o kollarını (o kavuşturdu, başını semaya kaldırdı: — Taşın üstüne dikkatli bak! — Bakıyorum... — Nitanın evini gördün mü? — Gördüm.. İşte, Nita evin bahçesinde dolaşıyor. — İçeriye gir..l — Girdim... taşı HİNT YILDIZI 15 Teşrinisani 1931 Yazan: |. F. — Nita en ziyade hangi odada oturur? — Kendi odasında. — Yatağının yanındaki çekme- ceyi tetkik edelim. Anahtarı oraya saklaması muhtemeldir. — Çekmeceyi açıyorum.. Yü- zükler fil dişi gerdanlıklar.. Kıy- metli bilezikler. İşte birde eski, büyük bir anahtar. Acaba, ara- dığımız anahtar bu mudur? — Hiç şüphesiz.. Muya da bu kadar eski anahtar reisin evinde bile yok. Bu, ancak tıl- sımlı mağaranın anahtarıdır... — Bu çekmecenin anahtarını da bulmak lâzım, hazret! — Bunu odüşünmeğe lüzum yok.. Burada kadınlar mücevhe- rat oçekmecelerinin anahtarını boyunlarında taşırlar... — Evet, evet.. Nitanın boy- nunda bir anahtar var... Fakat, çekmecenin içindeki kapalı zarf- lar acaba kime ait..? — Üzerleri latince yazılı.. oku- mak biliyor musun? — Bir az anlarım... üç mektup.. üçünun da üstünde benim ismim yazılı. — Senin ismin ne? — Seyit Ali.. — Seyit Ali mi?l — Neye şaştın? — Sen müslümansın demek..?! — Evet.. Mısırlıyım. — Burada işin ne? — Şimdi tafsilât vermeğe vak- tim yok. Burada misafirim.. Ma- demki bana yardım vadettin; sonra gelir, seni görürüm. * .. Sihirbazın evinden ayrıldım. Tılısımlı ayna çok müthiş, çok esrarengiz bir keşif aleti.. Mağa- rayı da, mağaranın anahtarını da buldum. Mabedin yolundan koşarak gidi- yordum. (Lamaya) nın babasını mağara- dan kurtarırsam, Yoğodanın göz- leri açılacak; beni ve dünyayı gö- recekti. Buna imanım vardı. Yo- godada bu ümit ve imanla yaşıyordu. Artık bu mücadeleden geri dönemezdim. Ne olursa olsun, neye mal olursa olsun, pek çok faydası dokunan ihtiyar Hintliyi mağaradan kurtarmağa azmet- miştim. (Arkası var) Tefrika numarası: 55 Denizlere dehşet —— salan tahtelbahir Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri: OMax Valentiner Ayrılacağım esnada, ertesi gün yine gelmeği ve beraberimde bir kaç ta arkadaşımı getirmeği va- dettim. Bizim zabit vekilleri ara- sında, bir kaç tanesi Ispanyolca bilmektedir. Bittabi benimle berabe maalmemnuniye geldiler. Maria da, dostlarını davet etti. Neşe içinde beraber dans ettik. Aile, söylediğim gibi, çok misafirperver bir aile idi. Eve, istediğim şekilde girip çıkmağa başladım. Sanki, aile ef- radı arasına karışımştım, Bütün gün, Mariadan ayrılmıyordum. Alman gemisinin şerefine, Las Palmasta büyük bir balo tertip vw edildi. Maria da hu baloda bu- | 15 Teşrinisani 1931 Mütercimi : (Vâ - Nü) lunuyordu. O zaman, bu kızın ne derece güzel olduğunu anladım. Hakikaten, balonun tam manasile | kralıçasiydi. Asla su götürmeyecek derecede güzeldi. Diğer kızların hilâfına olarak, podralanmamıştı. Yüzünde canlı renkler vardı. Almanya konsolosu bittabi, birlikde çok dans ettiği- mizin farkına varmıştı. Bana de- di ki, Maria n adanın en güzel kızı telâkki edilmekteymiş. Nadir Ispanyol ailelerinden birine men- supmuş hiç başka bir nesille karışmamış, saf kanı muhafaza etmiş. | | masasında, Her akşam | Ahmet Kadri bey, kızı Fahriye hanıma o gün şöyle dedi: — Kızım! Seni Macit Nured- din beyle evlendirmeğe karar verdim. Fahriye hanım, bu söze muka- bil, ne “evet!,, dedi, ne “hayır!,, Sadece, kendi kendine şöyle dü- şündü : “— Pekâlâ öyle ise... Bende, Hüseyin'e kendimi kaçırtırım!,, Şunu peşinen söylemek lâzım- dır'ki, Ahmet Kadri bey, kafa- sına birşey koydu mıydı, onu, kararından, hiçbir kuvvet caydıra- mazdı. Lâkin, Fahriye de, bu hususta, babasının kızıydi hani. O da dediği dediklerdendi... Genç kız, birkaç aydanberi, Hüseyin'le evlenmeği aklına koy- muştu. Keza, Hüseyin, onun his- siyatına aynı hararetle mukabele etmekteydi. Macit Nureddin'le Hüseyin, aşağı yukarı, aynı içtimai mevkideydi- ler. Biri un işinde, obiri zeytin yağı işinde çalışıyordu. Ikisinin de servetleri, biribirlerinin ayni gibi idi. Lâkin, aradaki fark, Hüseyin yakışıklı, Macit Nureddin şişman, şeklüşemailce çirkin bir adamdı. Buna mukabil, Hüseyin, pısirık ve mahçuptu. Macit Nureddin ise, atak mıdı ataktı... İşte, Fahriye, Macit Nureddin'le değil de Hüseyin'le evlenmek istiyordu. Ertesi günden tezi yok; gitti, Hüseyin'i buldu. — Hüseyin!- dedi. - Bu akşam birlikte kaçmamız lazım. Evelden haber verdik ki, Hüse- yin, pısırık bir şahsiyetti. Kız kaçırmak, mız kaçırmak gibi hadiseler, hayatını allak bullak ederdi. Teklif hoşuna gitmedi... — Yo canım... Amma da ya- pıyorsun ha, Fahriyel - dedi. - her halde ciddi söylemiyorsun. — Bilâkis, düşündüğüm sade budur: Kaçmak... Zira, babam, beni Macit Nureddin'e vermek istiyor. Delikanlı, bir an düşündü. Sonra: — Eh, öyleyse... - diye rıza gösterdi. — Bu akşam saat yedide, beni, otomobilinle, koruluğun önünde bekle, kaçarız. Hüseyin hararetsiz hararetsiz: — Öyle olsun bakalım! - diye içini çekti. Akşam saat tam yedide, Fah- riye, küçücük çantasile, koruluğun önüne geldi. Otomobile Hüseyi- nin yanına atladı. Haydi bakalım | Ver elini! Yallah... Evleri Sarıyer'deydi. Sarıyer'den şehrin merkezine doğru geliyor- lardı. Maslak yolundan geçmeği lodan sonra Mariayı evine getirirken, onu öptüm. Ateş alevi kesilivermiştim. Herne bahasına olunrsa olsun, Mariaya bir hediye vermeği isti- yordum. Maalesef, Las Palmas da, en güzel, en şahane bina olan kumar (o gazinosunda OOozamana kadar biriktirdiğim paraların hemen hepsini (o rulette ( kaybetmiştim. Maamafih, taliimi bir kere daha tecrübe etmek istiyordum. Öğle- den sonra gaziroya gittim. Oyun kumandanım vardı. Müesseseyi (o ziyarete (gelmişti. Zira, başka şey için gelemezdi. Kumarla hiç alâkası (yoktu. Gayet ihtiyatkâr odavrandım. Otuz altı numaradan her sefer- inde otuzuna para koymağa başladım. Koymadığım altı nu- maraya çıkmadığı seferler ruletin her dönüşte beş|(*) peseta kaza- nıyordum. Binaenaleyh, ruletin m bir hikâye | Fahriye'nin A kaçırılması bittabi tercih ettiler. Lâkin tam Zincirli kuyuya, yani otomobil kazalarının en çok olduğu nokta- ya vardıkları zaman, karşı taraf- tan gelen kocaman bir otomobille çarpıştılar, Kazaya Hüseyin sebebiyet ver- memişti. Karşi tarafın şoförü sebebiyet vermişti. Zira o muha- taralı noktada boru filân çalma- mıştı. Hemde şoförün arabsına, çamurluğun zedelenmesinden başka hiçbir zarar gelmemişti. Buna mukabil Hüseyinn arabasının ön tarafı parçalanmıştı. Şoför, hem suçlu hem güçlü dedikleri insanlardanmış. Fahriye ile Hüseyin'nin önüne dineldi; bağırıp çağırmağa, küförle yağ- dırmağa başladı. — Otomobil kullanmasını bil- meyorsum madem, eşek arabası kullan, hüdükr herif! - Diye hay- kırıyordu. Fahriye, şoföre karşı geldi: — Nasıl olur da böyle söyler- siniz... Kazanın çıkmasına siz sebebiyet verdinizl Şoförün o sözlerine (o mukabil, Hüseyin, ağzını bile açmıyordu. Başını önüne iğmişti. Fahriye, fena halde içerledi: — Söyliyecek söz bulamıyor- sun? - diye, delikanlının yüzüne bağırdı. Hüseyin, omuz silkti: — Ne söylememi isteyorsun? Nekadar küfretsem radiatörüm yine de olmaz! — Seni tahkir (o ediyorlarda haysiyetini omüdafaa edemiyor musun? Hüseyin, boyuna omuz silki- yordu. Şoför ise, alay etmekte berdevamdı! Bunun üzerine, Fahriye, artık dayanamadı. — Sen, ciğeri beş para etmez adamın birisin! - diye haykırdı. Sonra, şoföre döndü. Asabiyetle dedi ki — Sizi tanımıyorum. Lâkin haklısınız. Bu adam çekçek ara- basını bile kullanacak kabiliyette değil... Bu iradesizliğine, iktidar- sızlığına bakmadan, beni babamın evinden kaçırıyor... Bu sümbül bebek tohumu, bu muhallebi ço- cuğu, kız kaçırmak işlerine el uzatıyor. Şuna da bakın hele... Kendiri tahkir edene bir tokat yapıştırmaktan, yabut, lâakal, onunla boğazlaşmaktan aciz!... Ne aptalmışım ki, böyle bir ap- talı sevdiml.. Fakat hele şükür, bu hadise evden çıkar çıkmaz oldu da aklımı başıma devşirdim. Rica ederim beni evime bırakınız. Şoför, Hüseyin'le bir kere daha alay ederek, kızı, yanına oturttu. “çok para koyup az kazanmak, esası üzerinde oynayordum. Tak- riben en emniyetli oyun buidi. Kumandanım, ilk kayıplarımdan sonra vasıl olduğum bu usulü birlmeyordu. Mütemadiyen ziyan etmekte idi. Benim kazandığımı | görünce, o da beni taklit etmek istedi. Lâkin, daha fazla para koymağa kalkıştı. Lâkin, ben, oyuna karşı itima- dımı kaybettim ve oynamaktan sarfınazar ettim. Kumandanım kaybetti ve şu neticeye vardı: — Tabii... Bu usul berbat usul. Dedim ki: | — Kumandanım! Bu sefer on bir numara kazanacak. On bir numara üzerine iki douros yani on peseta koydum. Kaptan: — Ne delilik! -dedi. Bul döndü ve on bir numara üzerinde durdu. evine bıraktı. d Sahife gn Kandaki zehirler Bir fransız doktorunun yeni keşfi Fransız doktorlarından M. Su- arez alkolü ve sair keyif veriçi şeyleri fazla miktarda kollanara! hastalananları tedavi etmek ve kanlarını toksinlerden temizlmek için bir nevi banyo keşfetmiştir. Doktor, hastalarını çiril çiplak soyarak yüksek tazyikli bir su içine batirıyor. Hastalar, suların şiddetli taz- yiki karşısında fırtınalı bir hava- da denize düşmüş insanlar gibi, her taraftan çalkalanıp duruyorlar. Doktorun iddiasına göre, vücu- dun her tarafına, ayni zamanda ve ayni şiddette yapılan bu tazyik ufak damarları tazyik ederek içe- risinde bulunan kanı harekete getiriyor. Bu cevelân sayesinde, içindeki toksinleri çıkarıp temizleniyor, hastalar iyi oluyor, £iştahaları avdet ediyor, ve geceleri uyutucu ilâç almadan rahatça uyumaları kabil oluyor imiş. Fransız tiyatrosu Bulgar opereti tiyatrosu - 70 kişilik artist, balet orkestra 've kor heyetile yakında İstanbula gelecek, 19 ikinciteşrin 931 tarihin- den itibaren her gece muntazaman Beyoğlunda Fransız tiyatrosunda temsil vermeğe başlıyacaktır. Repertuvarı - Kontes Mariça, Harem esrarı, Çar kıraliçesi, Baya- dera ve saire. Turing klübü plakları Türkiye Turing ve Otomobil klübünün, . Almanyaya nefis bir surette imal ettirdiği otomobil alâmeti: farika plaklari ahiren gelmiş olduğundan, Türkiye Tu- ring ve Otomobil klübüne ve ya Beynelmilel (o Turizm (ittifakına mensup âzaların, Galatada Adalet hanında 12 - 18 numaraya müra- caatları tavsiye ve ilân olunur. On dakika sonra, Fahriye, babasının yanında, yemek oda- sındaydı. Babasi: — Neredesin, yahu! - dedi. - yedi buçukta daima sofra başın- da bulunmak lazım olduğunu bili- yorsun.. İşte çorbayı soğuttun.. Kenç kız, cevap vermedi. Yerine oturdu. Çorbayı içerken, gözlerini ba- basına çevirdi. — Babacığım! Nüreddin bey, gelecek? Neticeyi de söylüyeyim mi? Bir ay sonra, Macit'le evlendiler. Bu izdivaç, Fahriye'yi hiç bedbaht etmedi. Söyledik ya: Macit, atak atilgan, cerbezeli, becerikli, mü- cadeleci bir insandı. Nakili: (Hikâyeci) - dedi. - Macit bize ne zamam Kumandan yumruğunu masa üzerine vurdu ve kulağımı çekti. — Amma da irade kuvv. var ha... İradenizin kuvvetini talie bile tesir ettiriyorsınız... Muzaffer bir tavırla. üçyüz alt- mış peseta'yı. cebe indirdim. Bir gün evel takriben seksen peseta kaybetmiştim. Demek oluyor ki, ehemmiyetli bir kârla işin içinden yakayı sıyırmış bulunuyorudum. Kendi kendime verdiğim sözü tuttum. En yakın kuyumcuya koş- tum. Oradan kazandığım parajle Maria için altınlı incili bir kol- yecik aldım. Zannedersem, o anden itibaren;' kız, beni milyoner yerine koydu. Las Palmas da ikamet zamanı- mız nihayete ermişti. (Arkası yarın) TI Pesetas, Ispanyol parasıdır, şimdi takriben yarım liradır. A

Bu sayıdan diğer sayfalar: