17 Mayıs 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

17 Mayıs 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Akşam 17 Mayıs 1932 ———— Dilenciler r karargâhında bir saat.. Hep birden kibritleri çakıyorlar.. Mumu kim yakarsa parayı o alıyor.. Belediye memuru gelince “Ayağım tutmâz !,, diyen adam hızla kÖğmüği başladı Kilise kapısında dilencilerden bir grup Galatada kenar sokaklarının biraz ilerisinde küçük bir ortodoks kilisesi vardır... Eğer Istanbul'da kaç çeşit, kaç sınıf dilenci oldu- ğunu anlamak isterseniz bir pazar günü kalkın bu kilisenin önünde iki dakika etrafınızı seyredin. Bana öteden beri söylerlerdi, gi- dip görmak nasip olmamıştı. Bu pazar gittim... Küçük kilise pazar- ları pek kalabalık oluyordu. Di- lenci bolluğunun sebebi de bu... Sokağa girince sert bir günlük kokusu genzime doldu... Kilisenin musiki heyetinin sesi ta dişarıdan işidiliyor: Eleison me o teos Kata to megaleos.. Sov. Fakat bu ses dilencilerin gü- rültüleri, (o şamataları O arasında kayboluyor. Dikkat edince dile- menlerin çoğunun çingene olduğunu farkettim. Saçı başı dağınık kü- çük küçük kızlar, yosmalar dilen- ciliği adeta bir sanat haline getirmişler... Rusçadan, Rumcadan cümleler öğrenmişler. “ kiliseye gelenlere öyle çıtır pıtır söyliyor- lar ki sormayın. ,, Kilisenin önünde siyahlar gi- yinmiş bir kadın, yahut siyahlı bir erkek belirdimi dilenciler arasında bir kıyamettir kopuyor. Bütün avuçlar siyahlının etrafında açılıyor. Evvelâ bir kaç cümle rumca söyliyorlar. Siyahlı bundan bir şey anlamazsa haydi o zaman rusça... Siyahlıların buranın bil- hassa makbul müşterileri. Kapının önü biraz tenhalaşınca dilenciler aralarında kavga ediyorlar: — Kız sabahtan beri beş karalı kaptın. Gelecek Hıdrelleste bizi kâğıthaneye götür bari.. Beş ka- ralı bu.. Şaka değil.. — A. Ben dört karalı aldım, ve birini madama aldı. Madama kapının en başında duran şişman bir ermeni kadını.. Çingene kızının bu sözü üzerine bayağı hiddetlendi: — Ka benim gadar başınıza taş düşsün emi? Eğer kim kara- lıyı ben kapmış olsaydım şimdicik buralarda dururum sanursun diye çıkıştı.. Anlaşılan siya'alıların sada kaları bolca.. Kiliseye girmek bir mesele... Tünele girerken nihayet insan bir tornikeden geçiyor. Burada ise 20-25 tornikeden geçmesi lâzım.. Dilencilerin hepsi birer tornike... Hem de öyle kolay kolay yol veren tornikelerden değil.. Kilise dilencileri (o şehirde gördüğünüz alelâde dilencilere hiç benzemiyor, insanı bir kere tuttu mu kurtul- mak kolay değil... İçeride cemaat kadar da dilenci var. Bunlar kapının yanında.. İlk nazarı dikkatimi celbeden şey kilisenin içinde birer kibrit kutu- sile dolaşan çingene kızları oldu. “ Kibrit kutularile ne yapıyor- lar?,, diye hayretle baktım. Kiliseye girenler ince ince mum- lar alıp heykellerin önüne diki- yorlar. Bir mum alınır alınmaz çingene kızları hemen kibritleri çakıyorlar. Artık kibrit alevleri mumlu ziyaretçinin etrafında ateş böcekleri gibi dolaşıyor. Mumu kim yakarsa sadakayı o alıyor. Fakat bu mum yakma faslı çin- gene kızlarına garip bir manzara veriyor... Kilisenin iç avlusu karanlık... Bunlar kibriti çakınca yüzlerine garip bir renk. Garip garip gölgeler, ışıklar geliyor. Kızların bu esrarlı çehrelerle etrafınıza dolaşmaları size garip bir korku hissediyor. Biraz ileride de üç minderli kadın.. Bunların elinde kibrit yerine birer minder var.. Kiliseye girenler bangi heykelin önünde diz çökseler hemen dilen- ciler oraya koşuyorlar. Minderi seriyorlar... Pazar olduğu için gelenlerin arasında gayet şık ka- dınlar da var. Bilhassa bunlar yeni elbiselerinin kirlenip buruş- malarına mani olan minderli dilen- cileri memnun ediyorlar. Bu kibritli minderli dilencileri gördükten sonra anladım ki bu- rada dilencilik incelmiş, faraza mühendislik, kimyagerlik, gezete- cilik, doktorluk, marangozluk ve saire gibi bir takim bilgilere ih- tiyaç gösteren bir sanat haline girmiş. Kilise dilencisi olmak için bir kere bütün bu bilgileri bilmek lâzım. Ondan sonra da lisan öğren- mek. Malüm ya bu asırda lisan öğrenmeden hiç bir iş yapmak mümkün değil... Eğer ortodoks kiliselerinde çalışılacak ise rumca ve rusça kâfi. Katolik kiliseleri herhalde daha zor. Daha müşkil.. Fransızca, Italyanca, Ispanyolca, Ermenice lâzım... Sonra kilisede işler mıntaka mıntaka taksim edilmiş dışarıda- kiler içeriye giremiyorlar, içerde çalışanlar da dışarıda dilenemiyor- lar. Mükemmel bir teşkilât.. Ak- lıma Çinde bir “ Dilenciler kralı,, olduğu geldi. Kendi kendime: — Acaba bu teşkilâtı idare eden kimdir?. diye sordum.. Bazen de içeride öyle garip sah- neler oluyor ki sormayın. Belediye memurları buradaki dilenci bollu- gunun farkına varmışlar, zaman zaman iç avluyu şöyle bir kolaçan ediyorlar. Bu kolaçan esnasında çingene kızlarını görmeyin. Herbiri iç avludaki heykellerden birinin önünde dikiliyorlar.. Sanki ibadet ediyorlarmış gibi dudaklarını kı- mıldatarak anlaşılmaz bir şeyler mırıldanıyorlar.. Belediye memuru bu çıplak ayaklı yosmalara hay- retle bakıyor. Bazen şüphelenerek bunlara yaklaşıyor, hattâ omuzla- rından sarsıyor.. Fakat kızlar sanki başka bir lisan bilmiyorlar- mış gibi rumca ve rusça olarak belediye memuruna sert sert bir şeyler söylüyorlar. Memur da dö- nüyor... Dışarıya çıktım, Okapıdakiler hem kiliseye girenleri, hem de yoldan geçenleri kaçırmayorlar gelip geçenlere türkçe: — Elim ermez.. Ayağım tut- maz.. Gözüm görmez.. Diye baş- lıyorlar. Fakat uzaktan belediye memuru görününce “ayağım tutmaz!,, diyen tabanları kaldırıyor. “ Gözüm ,; görmez! diyen (gözlerini dört açıyor. “Kulağım işitmez,, diyen kulak kesiliyor... Işte size dilenciler karargâhında geçmiş bir saat... Bu yazıyı Darülâceze işleri ile gok uğraşan belediye muavini Hâmit beye ithaf ediyorum. kendisi Istanbul dilencileri hakkında bir tetkik yapıyormuş... Her halde bir pazar günü bu tarif ettiğim yere git- sinler, ziyadesile müstefit olacak- lardır. ski Demiryol pasoları azaltılıyor Ankara 15 — Devlet demir- yolları idaresi bu sene pasoların adedini azaltmağa karar vermiştir. Idarenin kendi memurları ancak bir defa, mebuslar da ikişer defa gidip gelebilecekdir. — Trabzon 9 ( Hususi) — Hem hava güzel, hem cuma, hem de Hıdırellez olduğu için bu üç güzel tesadüften Trabzon halki bu sene hakkile istifade etti. Şehir halkı daha sabahtan erkence şehrin semtlerindeki mesire mahallerine akın yapmağa başladı bu akın öğleye kadar devam etti. Bu sene en kalabalık yer Çifte çamlık mevkii idi. Buz tepe, Değirmen- dere, Ayasofya semtleri nispeten tenhaca idi. Öyle biran geldi ki öğleden sonra mahallelerde, çarşı sokak- larında tek tük insan görünmeğe başladı. Bütün halk şehir haricine taşınmıştı, şehir sanki insandan tahliye edilmişti. Sabahtan öğleye kadar gökü güneşli, havayı ılık ve lâtif bulan halk hıdırellezi tesit için bahar kostümlerile kır- lara, tepelere yayılmıştı. Tam öğlede başlayıp bir iki saat kadar fasılalı yağmaya baş- layan yağmur halkın keyfine, neşesine, zevk ve sefasına, alem ve ahengine bir bozğunluk ver- mek istemişsede halk eğlenmeğe, alem ve ahenğe o kadar susamış olacak ki böyle bir bozğunluğa aldırış etmedi, dağılmadı, alem ve ahenğini buzmadı. Bulundukları yerde tetbir alıp işi nuşuna, zev- ki safasına baktı. Bozğun yap- maktan bir şey çıkmayacağını anlayan yağmur dinmeğe, hava açılmaya mecbur kaldı. Şirin Trabzonun şirin ve şairane soğuk suyu, Kâgithaneyi andıran Değirmenderesi, yeşilliklere bezen- miş Ayasofyası, dünyanın en lâtif mevkilerinden biri olan Buztepesi ogün çengüçeğaneye, işinuşa, zevkitarap, ahlar oflar, meyler, neyler, hey heyler çınladı durdu. Otomobiller, kamyonlar sabah- tan akşama kadar tozu dumana katarak adam taşımaktan bir ân durup dinlenmedi. Kurban bayra- mı, çocuk ihtifali bile Hidrellez kadar cuşişli olamadı. Vukuatsız, hadisesiz geçen bu seneki hızırellezde tahmin edile bildiğine göre içilen içki miktarı dört gün kurban bayramında içi- lenden bif kaç misli fazla idi. Her çam dibine, her çimenliğe her kuytu yere bir çilingir sofrası kurulmuştu. Üç beş yüz kadar büyücek çam ağaçlarını istiap eden bir saha göz önüne getirin, bu sahayı dolduran ve her çam dibinde birer mansalik halk çe- virmiş olan ve önlerinde çaydan- lık, helva, dolma, yumurta, tavuk kuzu ilâh yemekleri serilmiş bu- Trabzon mektupları Trabzonda yaz başladı, halk, sayfiyelere taşınıyor Sürmene ziraat bankasından 16 bin lira nasıl iy “ Trabzon parkı Trabzonun mesiresi Soğuk sudan bir manzara lunan kadın, çocukların yemek yeyişleri, oturup eğlenişleri gö- rülecek manzaralardandı. Bugün şehir üzerinde kırlangıç- lar ilk defa göründü.. Artık yaza girdik demektir. Sobalar kaldırı- lıyor, kilimler, hâlılar deniz, dere kenarlarında temizleniyor, evler silinip süprülüyor.. Yavaş yavaş sayfiyelere taşınmağa başlanıyor... Artık açık hava hayatıma kavuşu- yoruz.. Sürmene ziraat bankasındaki - hırsızlık Sürmene ziraat bankasından geçenlerde 1l bin lira çalındığını telgraf havadisi olarak bildirmiş- tim. Hadise hakkındaki son ma- lümat şudur: Sürmeneli Hasan efendi isminde biri ziraat bankası kasasındaki paraya göz koyuyr. Bir kaç defa paraları aşırmağa teşebbüs ediyor, muvaffak olamıyor. Nihayet bir plân kuruyor. Cuma tatilini ve ertesi günün bayram oluşunu fır- sat ittihaz ederek perşembe ak- şamı memurları evine davet ediyor. Bunlara içki ikram ediyor ve bir aralık ceplerinden anahtarı aşıra- rak bankaya gidiyor, odayı ve kasayı açıyor, mevcut 16 bin 300 lira, 43 buçuk kuruşu ceplerine yerleştiriyor. Bayram tatili odolayısile hır- sızlık meydana çıkmıyor. Bayram ertesi hadise anlaşılıyor. Bu müd- det zarfında Hasan efendi paraları gizlemeğe muvaffak oluyor. Maznun Trabzona getirilerek isticvap edilmiş, sıkı tahkikat yapılmıştır. Fakat inkârda ısrar etmiştir. Bariz delillere rağmen bu ısrar Hasan efendinin parayı meydana çıkarmıyacağını göster- mektedir. Maznun tekrar Sürme- neye gönderilerek adliyeye teslim edilmiştir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: