20 Mayıs 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

20 Mayıs 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

20 Mayıs 1932 Akşam Tefrika No. 64 20 Mayıs 1932 Kudüs yahudileri, şairin idam edileceğini haber alınca sokaklara dökülmüşlerdi. (Enverano ) nun kurtulması için, yerliler Mabedde dua ediyorlardı Zaplon zındandan dışarıya çıktı. Kapıda duran nöbetçilerden iki asker daha alarak tekrar OEnve- ranonun yanına geldi. Yeni gelen askerler de ellerine birer tel kamçı almışlardı. Zaplon: — Birer birer vurun! Diye bağırdı. Enveranoyu dövüyordu. Dağların oğlu biraz evvek — Alçaklar... Ben masumum... Beni neden dövüyorsunuz? Diye bağırırken, şimdi, kamçı dört kişi birden darbesinin şakırtısından © başka bir ses işidilmiyordu. Zâpler, şairin kendini değil, fakat mukavemet Kücvesdni öldür- mek istiyordu. Enverano dayaktan bayılacak olursa, günlerce kendine gelemiyecekti. Zaten buj hâdisenin üzerinden bir kaç güngeçmesi, şairin zın- danda unudulmasına kâfi gel miyecekti. Vaka etrafında göslerilen heye- canlar bir kaç gün sonra zayıfla- yacak ve ( dağların oğlu ) bu müddet zarfında zındanda dayak- tan ölüp gidecekti. Zaplon bu akibeti düşünerek sevindi : Hebron keçisini tuzağa düşürmekten daha kolay bir iş var mıdır ?! Diyordu. * .» Zaplon, ertesi gün, bu facianın ikinci perdesini de muvaffakiyetle oynadı. Kendi adamlarından iki hassa askerini yalancı şahit olarak Süleymanın huzuruna cıkarmıştı. Hükümdar bu şahitlerin şaha- detini dinledikten sonra, Rodit'in anlattıklarına inanmamıştı : — Benim gözüme girmek için (Zaplon) u gözümden düşürmek istiyorsun ! Dedi. Rodit müşkil kalmıştı, Zaplon, sarayda en kuvvetli bir şahsiyetti. oSaraylılar ve hassa askerleri onun gölgesinden bile korkuyorlardı. Böyle bir adam iki değil, on yalancı şahit bile bulabilirdi. Halbuki Roditin sa- rayda yüzlerce rakibesi vardı. Gözünün önünde cereyan eden bir cinayete - ne yazık ki - kendinden başka şahit yoktu.. Ve Süleyman, böyle bir hadise krşısında Zaplona ve Zaplonun mevkide Tefrika No: 32 İ Küçük Hanımır Kısmeti (| Mektubun yazısından, muharri- rinin sinirlendiği o anlaşılıyordu. Kimbilir Hidayet ne kadar kızmış, ne kadar köpürmüştü. Fakat insan, tanımadığı, büvi- | yetini bilmediği bir muhataba bu derece kızar mıydı? Içine gene şüphe girdi. Acaba mektubun kendisinden geldiğini anlamış mıydı? Uzaktan kurulan tuzağı sezmiş miydi? Filvaki Ferhunde onu temin etmişti. Anlıyamaz demişti. Amma bu teminat kâfi miydi? Biraz düşündü. Belki de Hidayet herne olursa olsun, bir kadınla muhabereleşmek istemiyordu. O günü dalğın geçti. Faik'e | SEBA MELİKESİ | | BELKIS İ Varsa, Yaza: ISKENDER FAHRETTİN gösterdiği mecburdu. Hassa kumandanın: “ Öldüren öldürülür!, Kanunun derhal tatbikini emir etmişti. Şair Enverano o gün güneş dağların arkasında battığı zaman büyük mabedin merdivenleri önün- de cellâtlar tarafından idam edi- lecekti. Kudüs yahudileri bu haberi alınca sokaklara dögülmüşlerdi. Kadın, erkek © bütün yerlile (büyük mabed) in dıvarları önün- de, şairin kurtulması için dua edi- yorlardı. Şehirde ne kadar dul kadın arsa, kaşlarını örterek, hazin matem şarkılari otuya okuya mabedin etrafını sarıyorlardı. Yahove dul kadınların arzularını tercihan isaf ediyordu. O gün Kudüsde bu vaka, uzun zamandanberi her kesir bilmediği bir hakikatı meydana çıkarmışdı: (Enverano) nın piç olduğuna dair kibarlar (o tarafından şayiaların asılsız olduğu anlaşıldı. Şairin anasını ve babasını yakın- dan tanıyanlardan sekiz on kişi, mabedin kapısından yükse ksesle: — Enverano piç değildir. Onun anasınıda babasında biz tanıyoruz. Diye bağırmışlardı. şahitlere (o inanmağa Bu hakikatı ifşa edenler halk | tarafından sevilmiş sözlerine itimat edilir kimselerdi. Herkes şairin ölümden kurtul- masını istiyordu. o Enveranoyu tanıyan çocuklar bile: — Dağların oğlunu niçin öldü- recekler? Diye ağlaşıyorlardı. Enverano yerliler | tarafından bilhassa bu hadiseden sonra çok sevilen bir şahsiyet olmuştu. Kadınlar dua ederken: — Mademki o piç değildir. Ve masumdur. Mutlaka idamdan kurtulmalıdır. Teranesile hep bir Yahovaya yalvarıyorlardı. Yahudiler günahkârların çocuk- larını milletin başına belâ olur diye himaye etmezlerdi. Piçleri de bu yüzden telin ederler ve gıda- sız bırakarak öldürürlerdi. Enveranoyu da bu sebeple bir gün teliin etmişlerdi. Şair kendi- sinin piç olmadığını bildiği halde bu hakikatı, düşmanı olan bazı kibarlara anlatamamış ve günün 20 Mayıs 1932 ağızdan bütün bütün surat etti. Biçare genç, Belmaya, birden bire ne olduğunu anlıyamıyor, üzülüyor, fakat bir şey söylemiyordu. Akşam mektubu Ferhundeye gösterdi. Ferhunde güldü: — Çocuksun Belma, neden | müteessir oluyorsun ?... Bilâkis | sevin.. Değil mi ki cevap yazdı... | Durma ikinci mektubunu gönder. Beyzadan Hidayete “Beyfendi, “Mektubumu cevapsız bırak- madığınız için size teşekkür etmeği bir borç bildim. İşte bu borcu ödemek için tekrar yazıyorum. çıkarılan | “Hiç tanımadığı bir diyarın ahvalini öğrenmek istememi tabii Şantajcı âşık Delikanlı, dostunu tehdit ederken yakalandı Paris mahkemelerinden birinde son günler zarfında meraklı bir dava görülmüştür. Mahkeme sa- lonu meraklılarla hıncahınç dol- muştu. Bu davada iki taraftan biri kibar âlemine mensup bir kadındı. Bu kibar kadın, Italyada pederi müddei umumi olan genç bir Italyanı dost tutmuştu. Şunu da ilâve edelim ki, genç Italyanın metresi olan bu kadın büyük bir fabrikalörün zevcesi idi, Kalbini genç Italyana kaptıran güzel madam, kesesinin ağzını açmış, âşıkına 450,000 frank kaptırmıştır. lik zamanlarda Italyan ile met- resi gayet tatlı bir hayat geçir- mişlerdir. £ Fakat ( fabrikatörün karısı, gayet zengin bir adam addettiği bir serseriye kalbini kaptırdığını anlayınca, ondan so- ğumağa başlamış yavaş, yavaş münasebetini (o kesmiştir. (Genç Italyan, hem zengin, hem de güzel ve genç olan metresini kaybetmemek için ona hergün ! telefonla, tekrar münasebet tesis | etmesini rise ederken metresinin muhibbelerinden biriyia vukubulan telefon mükâlemesini yakalamış ve metresinin kendisile münasebe- tini idame etmek şöyle dursun aleyhine dolandırıcılık davası ika- me ettiğini öğrenmiş küplere binmiştir. Bunun üzerine genç İtalyan derhal metresinin yanına koşmuş ve davasında ısrar ettiği takdirde elinde bulunan bütün mektuplarını kocasına vereceğini söylemiştir. Genç kadın tatlılıkla âşıkını ba- şından savdıktan sonra zabıtaya müracaatla, kendisine (yapılan şantajı ihbar etmiş ve şantajcı âşıkını cürmü meşhut halinde yakalamak için iki sivil polisi de salorun bir yerinde saklamıştır. Ertesi sabah, genç Italyan, i tekrar metresinin evine giderek ayni tehditlere başlayınca, salo- nun perdeleri arkasında saklanan iki sivil polis, ortaya çıkarak ken- disini yakalamışlar ve adliyeye teslim etmişlerdir. Paris mahkemesinde, cereyan eden muhakeme esnasında, şan- tajcı âşık, iki ay hapse mahküm olmuş ve bu rezalet Paris kibar muhafilinde bir çok dedi kodu- lara sebebiyet vermiştir. bi nde şehirden kaçarak dağlara iltica etmişti, Halk bu sırra agâh olunca Enveranonun gene kibarlar tara- fından bir tuzağa düşürüldüğünü anlamıştı. * .. Süleyman sarayın penceresin- den, mabet yolundaki kalabalığı görd (Arkası var) Her akşam bir hikâye Servet bey, Saliha hanımı son derece seviyor. Saliha hanım ise fındıkçılık ediyor. Genç erkeği kendine bir yaklas- tırıyor, bir uzaklaştırıyor... Servet, iztirap içinde... Sırayla bir ümit, bir yeis, bir ümit, bir yeis kalbini istilâ edip duruyordu. Servet, yerinden kalktı. Uzakta yalnız başına oturan genç hanım- lardan birini dansa davet etti. Bu genç hanımı azıcık tanıyordu. Kocasından boşanmıştı. Adı Kad- riye idi. Oldukça silik, manasız, esmer bir kadındı. Adeta fena denecek tarzda danseğlyordu. Dansettikleri sırada, manasiz bir muhavere tutturdular. Deli- kanlının aklı fikri Saliha'daydı. Demin kolları arasında tuttuğu Saliha'yken, o şimdi başkasını dansettiriyordu. o Deminki batıra- sını düşünürken titredi. Genç kadın onu sevecek miydi? Günün birinde “evet,, diyecek miydi? Servet bey, Saliha'nın “evet, demesini günlerce, obaftalarca, bekledi. Saliha, ona “ Iskoçya duşu,, denilen tarzı tatbik edi- yordu. Malüm olduğu üzere de, “ İskoçya duşu ,,, münavebe ile sıcak ve soğuk su akmasıdır. Saliha da öyle yapıyordu. Onun muzaffer olduğunu sandığı esna- da, kadın, onu kendindei vzak- laştırıyordu. o Onun uzaklaştığı vakit, kadın, onu kendine çağı- rıyordu. Ve erkek, gayet sadık, mes'ut olarak geliyordu. Servet bey, bazan düşünüyor- du da, vaziyetinin cidden yürek- ler acısı olduğunu anlayordu. Kendi kendisile, sabır ve sebatile alay ediyordu. Nihai bir karara gelmek üzere nefsini sevkediyor- du. Saliha'dan ayrılmayı bir türlü kafası almayordu. Onu birkaç gün görmese çok iztırap çeki- yordu. Delikanlıyı harekete geçmeğe sevkeden bizzat Saliha oldu. Bir ' akşam, tiyatrodan sonra, delikanlı, genç kadını evine götürüyordu. Kadın, söze ehemmiyet vermiyor gibi görünerek, ertesi gün, bazı dostlarile (o seyyahate çıkacağını bildirdi. Bir ay kadar Istanbulda bulunmayacakmış. oŞayet vakti olursa mektup yazarmış. Delikanlı, şikâyet ve itiraz etmek kuvvetini bile kendisinde bulamadı. Şaşırdı, kalıverdi. Sev- gilisini bir ay görememek!,. Bir ay görememek!... Artık, bıçak kemiğine dayanmıştı. Sabır ede- miyecekti. Saliha, geri döndüğü vakit, Servete hâber yolladı. e Gayet güzel bir seyahat yapmış. Şimdi artık, geri döndüğü şu sırada, Serveti görmek onu çok sevin- * direcekmiş. Delikanlıyı büyük r tehalükle kabul etti. Geldiği için Servete teşekkür etti. Kendi burada bu- lunmadığı esnada canı çok sıkıl- mış mıydı? Kadın, tatlı tatlı (o gülüyordu. Erkek, epice soluk yüzlü fakat kati tavurlu olarak cevap verdi: — Size verecek mühim bir bavadisim var. Ben, evleniyorum. Gerçi, sizi, senelerce aşk ve ibtirasla sevdim. Lâkin, sonradan anladımki, beni asla sevmiyecek- siniz. Emin olunki şikâyet etmi- yorum. o Size lâ olmadığımı anladım. Ben, sizinle evlenmek küstaklığını gösterecek adammiy- dim esasen? Ne derööe güzel, cazip ve harikulâdesiniz! Öyle ıztırap çektim ki, artık bu haki- katları anladım. Küstahlıktan vaz geçtim. Hayatımı sizinle yap- mam mümkün olmayınca başkasi'e yapmağa karar verdim. Zira, artık evlenmek vaktim gelseydi. Otuz beşine varıyorum. Süküta, istira- hata, istikrara ihtiyaçım var. Saa- deti tatmamış olan basit bir ka- dınla evleniyorum. Onun yanında mütevazi, âsüde bir hayat yaşa- yacağım. Tekrarlıyorum ki, sizin gibi bir kadın beni sevemezdi. Netekim sevemedi de.. Saliha heyecanını dinledi. — Kiminle evleniyorsunuz? - diye sordu. — Kadriye hanımla.. deki ay zarfında.. — Sahi... Pek basit bir kadın.. gizleyerek Önümüz- | Hem basit,"hem manasız.. Bir süküt hükümferma oldu. Birdenbire, kadın erkeğe yak- laşarak onun gözleri içine baktı. — Halbuki ben, size “evet, demek maksadile gelmiştim. Erkek, başına darbe yemiş gibi sendeledi. Faxat, derhal kendine geldi. Huşunetle : Doğru söylemiyorsunuz | - diye haykırdı. - Yalan söylüyor- sunuz. Senelerdir yaptığınız gibi benimle oynayacak, alay edecek- tiniz. Bana iztirap çektirecektiniz. Şimdi artık zulmünüzden kur- tulduğumu görüyorsunuz. Tesis ettiğim ufacık saadete de göz diktiniz. Lâkin artık size de inanmıyorum. Geciktiniz! Bana “evet |,, demek niyetinde değil- diniz... Değildiniz ! Kadın, omuz silkti. Sadece : — Nasıl pın! - dedi. Erkek, kaçarcasına uzaklaştı. Kadın, yalanmı söyliyordu. Ya- lân o söylemeyormıydı? o Malüm değil.. Erkeğin bildiği bir şey varsa, oda, Kadriye ile kuracağı ailenin saadetinin Saliha tarafın- dan ebediyen yıkıldığı idi. Saliha dan ayrıldığına müteessifdi. Onu hem seviyor, hemde ondan nefret ediyordu. Nâkili: (Hatice Süreyya yaparsanız öyle ya- © görmelisiniz. Memleketini tanımak | arzusu bende bir gayedir. Bu itibarla size rica etmiştim. Siz Istanbul haberleri istemiyorsunuz. Ben de yazmam. Mektup, yalnız haber vermek için yazılmaz. Ma- demki realism'den hoşlanmıyor- sunuz, size romantik mektuplar yazarım. “Bugünlük size Istanbuldan bir | küçük demet menekşe yolluyorum. Bu menekşeleri, bir çiçek bahçe- | sinden elimle topladım. Size | gelinceye kadar biraz solacak olan bu menekşeler Istanbulun haberini değil, havasını taşıyor. Koklayın. Muhakkak, ki burasını özlemişsi- nizdir... “Bu bediyeme teşkkür için mektubuma cevap vermek külfe- tine katlanmıyın. Sizden teşkkür değil, mektup bekliyoru. “Hörmetler ederim beyefendi. Beyza Belma, gene çarpıntı beklemeğe başladı.. Günler, uzun haftalar geçti. Mektup gelmedi. Hidayet artık cevap vermeye- cekti. Belmanın öpe öpe zarfa koy- duğu menekşeler, Hidayetin rik- katine dokunmamıştı. Hergün, Belmanın ümidi biraz daha kırılıyor, kalbi, Hidayetin hasretiyle biraz daha kanıyordu. Fakat bir sabah, beklediği mek- tubu aldı: Hidayetten “Hanımefendi, “Mektubunuza verdiğim cevap, cevaba müstahak değildi. Hele göderdiğiniz o menekşelere hiç değildi.. O bir demet çiçek, bana Âdemin muhayyel cennetini hatır- lattı, Öyleya, burada kuru ot ve içinde Beyzaya yılanlar içindeyim. i “Şimdi ben size itiraf edeyim. Bugüne kadar, yalnız hemşirem- den - o'da kırk yılda bir - bir mektup alıyordum. Mektup almamaya , mektuplaşmamaya o derece alışmıştım, ki mektubun ne kıymet ifade edeceğini bilmi- miyordum. — İkinci bana mektubun, gurbet ellerdeki kıymetini hissettirdi ve cevap yaz- mazsam, sizin üçüncü bir mektup yazmıyacağınızı anladım. “Geçen akşam, gurup zamanı, Muratlı sahiline indim. Bilmezsiniz bu nehirin kirli suları, güneş ba- tarken oluyor. Güneşin kanile yıkanan sahilleri insana denizi, Marmarayı hatır- atıyor. mektubunuz nasıl tertemiz (Bitmedi)

Bu sayıdan diğer sayfalar: