24 Mayıs 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8

24 Mayıs 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

A e a Sahife 8 a e Masal olanlar: Kurşun dökmek.. Kem göz için dökülür, kuruntu ve kara sevda için dökülür, ağrı için dökülür « Aman yarabbi nelerde var neler.. Ne nazar, ne göz, ne darlık, ne sıkıntı... » Sıdıka hanım kurşun 'dökmeği şöyle naklediyor: Eskiden, kurşun dökücü hatun- Jar ve kurşun dökmek âdeti vardı. Kurşuncunun, kırkı aşmış, çene- baz, lep demeden beblebiyi çakar, eli yatğın olmuş, bir az da okuyup üfleme bilmesi şarttır. Önüne geleni, yani set derken sepet anlayanı, bir bardak suyu testiden doğru dürüst doldurama- yanı, kılığı tuvaletli, tepesi topuzlu boyali (o birini oçağırda kurşun düktür. Bu katiyen vaki değildi. Kurşun, nazar ve kem göz için dökülür, kuruntu ve kara sevda için dökülür, ağrı ve sızı için dökülür, helecan ve çarpıntı için dökülür, dökülür oğlu dökülürdü. Bunu ekseriyetle ve yüzde seksen kadın kısmı döktürürdü. Erkeğin kurşuncu e Msi en- derdi. Gel gelelim, değlire taşlara, selâmü kavlen çeneden dilden, elden ayaktan, koldan omuzdan olmuş da köşe minderine veya yer yatağına külçe gibi serilmiş, ne ağzını, ne kolunu, ne bacağını kımıldatabiliyor. Helâlinin, kaynanasının veya hemşiresinin teşebbüsile kurşuncu hanım gelir, işini görürdü. Her semtin, her mahallenin kendine mahsus kurşuncusu vardı. Okumuş, sufu suleha, ehlitekva olduklarından kurşun dökücülere molla lâkabı da verilirdi: Selime molla, Nefise molla, Hanife molla gil e eee Kurşuncunun, başında filizi yeşil baş örtüsü, sırtında yeldirmesi koltuğunda ( bohçasının içinde, kurşun eritmeğe mahsus kepçesi, yeşil sırlı toprak çanağı, bir miktar kurşunu, biraz tüssüsü, elinde tesbihi, parmağında Mekke işi gümüş halkası, belinde taharet bezi, ayaklarında mest papucu bulunurdu. Allah muhtaç ai meselâ taş ölçerim, boynunuzda bir ku- lunç ağrısı kulak memesi hizasın- dan başlıyor, sağ koltuğunun al- tından dolaşarak kaburğa kemik- lerine kadar gidiyor. Bereket ki sağ taraf. Sol taraf olsa dört kollu yaklaşıyor demek. Her ne hal ise uzatmıyalım, sancı çekiyorsunuz. “ww Önceden hekim, hocanın hiç lâfı olmaz. Evvelâ bir müdet ev - ilâçları yapılır. > Ağrı Nuh giyip Piygamber dimiyor, yerinde çakılmış gibi duruyor. Derhal e akimla sia en civardekine müracaat edilir. Esasen mollanın baş örtüsü ve yeldirmesi evinin içinde iken bile üstündedir. Küçücük bohçasını koltuğuna, papuçlarını ayağına sıkıştırır sıkış- tırmaz, çat çat | kapı sökün eder. Hastanın yanına çıkar. — Geçmiş olsun! Horozlar mı gagaladı? Raftan sünger;mi düştü? Kilıklı beş on sözü müteakip bohçasını açar; kepçeye kurşunu kor; ateşli ocak varsa ocağın, ren Edremit mektupları Edremitte ikinci sürek avı çok muvaffakiyetli oldu Avcılardan bir grup ve öldürülen yaban domuzlarından biri Edremit, 14 (Hususi) — Edre- mit avcılar cemiyeti sürek avları tertibine devam ediyor. Son av dünkü cuma günü yapıldı. Bu ava kaymakam Mehmet Ali ziraat fen memuru Ruhan binbaşı selim ve mahdumu Nureddin beyler de iştirak ettiler. Sabah erken cemiyetin merke- zinde toplanıldı. Birer çay içil- dikten sonra hareket edildi. Bin- lerce halk muzika ile avcıları şehir hariçine kadar teşyi etti. Bir saat sonra av mahalli olan Narlıköy civarına muvasalat et- miştik. Burada, Kayapınarda ve Şeftalibuğazında avcular yer aldı- lar ve av başladı. İlerilerden sürü- len domuzlar avcuların önünden geçtikçe ateş ediliyor ve hayvan- lar yere yıkılıyorlardı. İçimizde Avusturyalı mühendisi M. Filiksil de vardı. Vurulan do- mwzler gördükçe keyfinden adetâ dansediyordu. Az bir zaman zarfında beş domuz vuruldu. Bunlar önde serilmiş olduğu halde resim cektirildi, sonra yemek mahalline gidildi. Burada bir müddet dinlenildi, zeybek oyunu ve sair milli oyunlar oynandı. Bundan sonra yemek yendi. Öğleden sonra tekrar ava çıkıldı. Bu defa Yıldağı ve Kale mevki- lerine gidildi. Buraları çok sarp ve yalçındır. Avcular yer tuttuk- tan sonra işe başlandı. Burada da alta domuz vurulduktan sonra ava nihayet verildi. Bir müddet Osman pınarında istirahat edildi. Sonra her avcu tüfeğinin ucuna çiçekler takarak yola çıktı. Her seferinde avcularımızı teşyi ve isikbal eden halk bu defada kasabanın dışına kadar çıkmıştı. “yaşasın avcular! , sadaları ara- sında kafile istikbal edildi muzika lâtif havalar çalarken avcular kasabaya girdiler, şayet yoksa bir mangalın üstüne kepçeyi uzatıp kurşunu eritir. Iki, üç kimse tarafından hasta- nın üzerine kalınca bir örtü, bir yorgan mitili veya bir battaniye tutulmuştur. Kurşuncu hanım, iyilik sağlık, tendürüstlük niyetine: — Çocuklar, yüzünüzü, gözü- nüzü gözetin, başınızi çevirin! diyerek, evvelâ baş istikametinde, erimiş kurşunu çazzz|.. diye döker. Çanağa parmaklarını batırıp hastanın şakaklarına, boynuna, bileklerine sürdükten sonra kur- şunu sudan çıkarır. — Aman yarabbi, nelerde var neler? Ne nazar, ne göz, ne darlık, ne sıkıntı. Kurşunun yuvarlakça yeri has- tanın yüreğidir. Bak, bir yanı pürtük pürlük, bir tarafıda dü- güm dügüm. Hep bunlar kasavet alâmetleri. Boyun gibi uzamış bir parçanın üstünde bir yuvarlak daha. Allaha şükür ki gümüş gibi parıl parıl parlıyor. Bu da genişliğe, ferah- lıga alâmet. Altta, yılankavi bir karalık daha var amma meraka hacet yok. Dert, ayağa inmiş, handise pılıyı pırtıyı toplayıp defolacak. Kurşun gene eritilir ve ikinci defa olarak gövde ortasının üstüne dökülür. Çanaktan çıkarılıp ayni tefeül!.. Üçüncü dökülüş ayaklaradır ve en mühimmi yani bütün marazı, namizaçlığı, berbatlığı ayân beyan eden, tabak gibi meydana çıka- ran da odur. Alına, şakağa, buruna, göğüse el ve ayak bileklerine, yine kâ- seden sular sürülür; avuç daldı- rılıp, gülsuyu misali hastanın ya- tağının etrafına, tükürük hokka- sına, odanın dört köşesine de serpilir. Bir okka ekmek te hazır. Has- tanm başından üç kere dolaştırılıp tasta kalan suya doğrandıktan sonra buda kapı önündeki yavru köpeklere verilir. Hasta şöyle bir az gözünü açıp kımıldanır gibi olmuş, üstüste esnedikten sonra bir iki teftih de gelmiş. Hep yüzler göler. Karnı da aç mı aç, ziller çalıyor. — Gözüm karardı, kuzum bana bir lokma birşey getirin de ağzıma sokayım, safram basılsıni diye tutturuyor. Kurbandan kalma kuru kavurma, teldolaptaki kıkırdak O puğaçası varya. Dört dilim ekmekle önüne ko- nur. Adamcağız, şifa niyetineyi basıp hepsini gövdeye indirir. Karnı hüttalar gibi şişer. Kurşuncu mollanın vakti, saati sayılır. Bir dakika fazla vakit ge- çirmeğe, dereden tepeden çene sallamağa kudreti yok. Gidip kurşun dökeceği kaç evi, kaç hastası var. Geçmiş gün, hatırda kalmayor amma avaidini yani beş kuruş mu, on kuruş mu, her ne hal ise onu cebe indirir. Her kese elini öptürüp, tazelere de sokak kapısı önündeki pabuç- larını çevirtip allaha ısmarladığı çeker, Sermet Muhtar BEŞ YÜZ MİLYON İNSANA HÜKMEDEN KADIN Tarihi aşk, ve Nakıli : Çok geçmeden, iki adam, mem- nu hudutları aşmış, adi halkın kaynaştığı şehre dalmış bulunu- yorlardı. Oh! Rahat ve hür bir nefes aldı... Burada, ne mahkeme âzası vardı, ne müfettişler... Evvelce ihzar edilmiş bir tahtırevan iki adamı, sokaklarda taşıyordu. Tah- tırevandan itibaren yanlarında diğer bir hadımağası daha hasıl olmuştu. Bu, sağır dilsiz bir ağaydı. Esasen, baş hadımağasının yanın- daki insanın imparator olduğunu da bilmiyordu. Tahtırevan, şimalden cenuba doğru ilerledi; Tatar Sabri deni- len beldenin sefahat mahallesine geldi. Ivicacaçlı ivicacaçlı sokaklar... burada, ahali cavıl cuvul... Her tarafa binlerce kâğıt fener asılmış... Meşherlerini sokağa yay- mış dükkânlarda türlü türlü eşya.. Kahvelerin önüne iskemleler atıl- mış; adamlar oturuyor. Sefahat peşinde bu bavaliye gelmiş zen- ginler, tahtırevanda geçiyorlar. Bir çok çalgılı meyhaneler ve afyonhaneler. Bunların perdeleri indirilmiş; (içlerinde kadınların çığlıkları yükseliyor, sarhoş nara- ları... Imparator hayatında görmediği bu âlemi ibret diye seyrediyordu. Yarabbil dışarıda nasıl bir hayat varmış ta, O, sarayın mahdut merasimi içinde bunalmış kalmış.. Kendi payıtahtında böyle bir yer olduğunu. ahalinin bu derece mesut bir tarzda eğlenebildiğini asla tayin etmezdi. O, mukaddes şehrin haricine çıksa çıksa, ancak senede bir kere çıkardı. O da, ziraat mabedine dini merasim yapmak üzere gitmek için... Şimdi ise, aman yarabbi ! Aman yarabbi... Eğlence mahallesinin pazarı ortasında, imparator, ken- dini dünya cennetinde sanıyordu. Tahtırevanları, “lokanta, mey- hane, afyonhane,, diye üzerinde bir tabelâ yazılı olan binanın önünde duruyordu. Içeriye girdiler. Müessese sahibi onları, kılıklarından gözüne kes- tirdi. Her halde, zengin ve kibar insanlardı. Bunu anladı. Önle- rine düştü. Kalabalık salonlardan geçtiler. Burada, müşterilerin kimi yemek yiyor, kimi içki içiyor, kimi çubuk tellendiriyordu. Kadın- larla eğlenenler de pek çoktu. una macera romanı (va-Na) Müessesenin sahibi, şişman bir Çinliydi. Müşterilerine mütebasbı- sane sırıtarak ve onlara bakıp ellerini oğuşturarak izahat verdi: — Efendilerim! Burası, eğlence yerlerinin en güzelidir. Yemek- lerim harikulâde nefistir. Her türlü keseye göre mütenevvi yemekle- rim ve içkilerim var. Güvercin yumutasından tutunuz da bambo bülâsasına kadar. Kırlangıç yuva- sının âlâsı bendedir. Hizmetkâr- larım da en güzel kadınlar ve çocuklardır. Hangisini isterseniz emrinize âmade, Eğer hususi kalmak isterseniz şu merdiven- den bodruma inin. Afyon çubu- ğunuzu hazırlarlar elinize verirler. Dizlerinizi oğarlar. Bu dizlerinizi oğacak olanlar, en emsalsiz na- zeninlerdir. Sonra, isterseniz kuş- tüyü şiltelerimiz üzerinde sabahı edebilirsiniz. Örtülerimiz temizdir. Hiç merak etmeyin. Kimse sizi rahatsız etmez. Müessese sahibi bu yolda geve- zelik ettiği esnada, imparatorla baş haremağası, yemekleri, içki- leri ve kendilerini eğlendirecek kızlarla çocukları seçtiler, bir yandan da afyon çubukları hazır- landı. Mukaddes adam, arkadaşını yeninden çekti; kulağına fısıldadı: — Bana kalırsa bodruma ine- lim. Orada daha rahat, daha asude eğlenileceği benziyor. Li-Lien: — Asaletmaâbın hakkı var. Öyle yapalım! - Diye tasvip etti. Biçarenin bu gece işliyeceği günah, ancak bol bol nefis yemek yemekten ibaretti. Eh, ne yapar- sın! Karınca kaderince... Bir ha- dım ağasının günahide böyle olur... Alt kata indiler. Hususi bir kaç Çinli muganniye getirttiler, Vur patlasın, çal oynasın, sabahi et- tiler. Imparator, o gece, hayatında tanımadığı zevkleri tattı. Ancak sabaha karşı, güneş doğacağına yakın güç belâ saraya ulaştılar. İmparator, katırın üze- rinde, baş hadım ağasının yardı- mile totunabiliyordu. O derece sarhoştu. Güneş doğduktan sonra, büyük şuraların tahtını işgal etti. Amcaları prens Kuongle prens Tehonen va Imparatorluk ailesinin diğer fertleri Yeni imparatorla babası arasında bir müşabehet olmağa başladığını teessürle gör- dül Ark ar) Bandırma 20 (Hususi) — Havaların iyileşmesinden ve Kapanma zamanının yaklaşmasından dolayı mektepler!sık sık tenezzübe çıkıyor- lar. Talebe bu esnada kırlarda tetkikat icra ederek, tesadüf edilen hayvanlardan koleksiyon yapmaktadır. Üçüncü mektebin dördüncü ve beşinci sınıflarının böyle faideli bir gezinti esnasında çekilen resimlerini gönderiyorum, Uzaktan görülen Bandırmadır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: