6 Ekim 1934 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8

6 Ekim 1934 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ir CEZA LİN 6 Teşrinievvol 1934 SARAY ve BABLÂLİNİN İÇYÜZÜ Yazan: SULEYMAN KÂNI 5 Teretme, iktibas hakkı mahfuzdur Tetrika No. 3. “Şifahi maruzatına göre icabınm icrası beyanile defterdar efendiye.. ,, Ahmet Vefik pava mücessem hamiyet ve sadakat perverdi, Nevi şahsına , münhasır denilecek vasıfları haizdi; nefsin de iktidarı, cüreti, garabeti ce- meylemişti; sebatı inat derecesine varırdı. Hareketlerinde istibdada meyyal, hotpesent ve hotrey idi; hiç bir müşkül karşısında aciz göstermeği şanına lâyık görmezdi! Galatada cizvit mektebinde tah: sil ettikten sonra Pariste tahsilini ikmal etmiş, İstanbula aydetinde hariciye mezaretine girerek büyük Reşit paşanın teveccühü sayesin- de çabuk terakki eylemişti. Harici: ye ve Babiâli memuriyetlerinde, elçilliklerde, valilikte, nazırlıkta bulundu. Fakat daima ikbal ve, serveti üstibkar etti. Her işte müfrit, mua- melâtmda, tevazünsüz idi; sözle rinde mübalâğaya müptelâ idi Sevmediği adamları her hangi rütbede olurlarsa olsunlar gali ne tahkirden çekinmezdi. Bilkas- #a bu gibilere karşı gösterdiği ki- bir ve azamete payan olmazdı. Bir defa hariciye müsteşarı Ar- tin paşaya eteğini bile öptürmek istememişti, buna lâyık değildir diyet, Hoşlandığı kimselere ise toz kondurmaz, bu gibilere ihtiyar ha- linde bile kendi elile hareminden şerbet getirmek zahmetini seve, seve, ihtiyar ederdi, Büyük pür- küllü büyük fesi müdevver çehre- sine mahabet verirdi. İş başında sert ve mütehevvir, fakat hanesi- ne giden ahbabına karşı muamele. si mülâyim idi. Tabiatini tecrübe edenler ahlâkile uzlaşırlardı. Eski milli âdetlere riayet eder- di, Haremine ferace ve çidik pa- buç giydirirdi. Hayatının son sekiz. seneşipi ber ay çıkmıyan maaşile Rumeli- hisarının en yüksek bürcündeki aşı boyalı yedi, sekiz odalı ahşap hanesinde tekaüt ihtiyarile geçir mişti, Bu evin eşyası eski, hattâ. minder örtüleri yamalı idi, Paşanın fransızca, . ingilizce; arabi, farisi nefis eserlerle dolu büyük bir kütüphanesi vardı. Dört yanı daima kitaplarla do- lu bulunur, vaktini mütalcaya hasrederdi. Ecnebiler kendisine prestiş ederlerdi. İstanbula gelen münevver bir ecnebi için Ahmet Vefik paşayı yalısında ziyaret ete #nemiş olmak pek büyük bir mah- rumiyet idi O da bu ernebileri alaturka, alâyişli. ziyafetlerle izaz. ederdi. Sofra takımları, tabakları gayet Zarif ve musanna idi. Sofraya şa- sap ta ilâve etiği olurdu. Ahmet Vefik paşa | İngiliz ve Fransız ilmi cemiyetlerile daimi münasebette, bulunurdu; Fransız. akademisinin muhabiri idi, Vefik paşa hakkında (baş aşar Zi kütüphane, dikenli . yuvarlak) gibi vasıflar kullanılırdı, Abdürrahman Şeref bey hoca» miz, (Ahmet Vefik paşa eyyame oymağı bilmez bir ferman dinle mez idil) derdi. Fuat paşa da Ahmet Vefik pa- şayı (Ahmet Vefik efendi binek #aşı cesametinde bir pırlantadır! Ne ziynet evanisine yarar, ne kak dırıma konur!) diye tavsif eylerdi, Paşanın garip hareket ve mua meleleri saymakla Deavi nazırı iken bir, gün esna: fa ilâm ile borçlu bulunan ricak den birini nezdine celbeder. Bu zat âdet üzere nezaret dairesine hayyanla gelir, Ahmet Vefik efendi . borçluyu odasında lâkırdı ile işgal eder; <snada hayvanını pazara rip, satırır. Bedelinden borç tarını tutup artanını sahibinin eli ne verir! kenmez: Sadaret müsteşarı iken (1288- 1289) evraka bakmazdı. — Ben mektupçu değilim. Va- Zifem sadrazam devletin mühim 'umuru hakkında benimle istişare eyleyince reyimi beyan etmektir! Derdi. Bir gün sadrıazam tarafından üç, dört defa çağırılır; bıkar; son defasında gitmez; kapısını kilit. ler; odasında oturur! Bursa valisi iken te has: taneye varidat tedariki için bir ti- yatro yaptırmıştı... , Bu tiyatroda oynanılmak üzere Molyerin eserlerini kendisine mah- sus eğlençeli ve musanna tarzda tercüme ve adapte etmişti, ro, kumpanyasının. provalarında bizzat hazır bulunur; . kusurlari bazan baston ile de tashih eylerdi! Memurlari, eşrafı tiyairoya ceb- ren abone yazdırmıştı. Naip Asım bey mesleki hasebi- le tiyatroya gidemiyeceğini baha- ne ederek abone bedelini tediye etmemişti. Bir sabah bakar ki arabalığınin kapısı valinin emrile geceleyin du- varla ördürülmüş, hayvanlar içe- ride hapsolunmüş! Atlarıni mahküm olacakları aç- lıktan ve ölümden kurtarmak için Asım bey tiyatro abonman bede- Tini derhal tesviye eder, Ahmet Vefik paşa Bursada kira arabasile sokak, sokak dolaşır, abacıyı ankastin çılkmaz sokak. lara sokar, raba durunc: — Vali paşanin arabasi durmi hiç olur mu? Denilerek belediyeden hemen amele celbedilir, karşı gelen du- var derhal yıkılırdı. Bu suretle bir hayli çıkmaz 80- kaklar açılmıştı! Bursada efelerin kıyafetlerine husumet ilân etmişti. O kıyafetle her kim çehre girse dizliklerini po- Tisler makasla keserlerdi! Bir gün devirde gezerken bir köye uğrar, ücra bir yerde bulü- nan bektaşi dergâhına gider, sual ve cevaba meydan kalmadan tek- keyi yıktırır; buna sebep paşanın bu tekkenin eşkiyaya melce oldu. mu öğrenmesi idi. Mütekaiden — Bursada oturan hasta ve zaruret içinde bir muta- sarrifin kırk beş aylığı tedahülde kalmişti, Ahmet Vefik paşa bu zavallının istihkakını bir türl miyor; süründürüyordu. Sebebi de olan hareminin eline geçen paralari kocasıni * iyileştireceklerini' zan- mettikleri bü hocâlara kaj Adamcağız nihayet ölünce vali paşa hemen mütedahil maaşların vereseye taksim edilmek üzere şeriye mahkemesine tevdüni vez- nedara emretmişti. Bir gün Bursa hükümet Jkona- ğında zavallı bir adam huzuruna girerek pul parasi olmadığı. için ikçü hocalara mutekit ise ağızdan söyliyeceğini “beyan eder. Paşa dinler; sonra herifce- üze: — Arkapı dön! Diye emreder; , adam, döner; Ahmet Vefilk paşa ayağa kalkar; gekmeçesinden bir parça , tebeşir çıkarır; bununla adamın arkası. na (maruzatı şifahiyesine göre icabının icrası beyanile defterdar efendiye) havalesini yazar! — Defterdar efendiye git Emrini verir. Adam defterdara giderek hal ve keyfiyeti anlatır. Defterdar ceketin arkasında te beşirle yazılı havaleyi okur; işi görür. (Arkasi var Avrupada binicilik merakı ilerliyor Avrupada bini ik merakı gittikçe ilerliyor. Geçen gün İngilterede gocukların atla mania atlamalarına ait bir kaç resim dercetmiştik. Bugün Almanyada bir kız çocuğı atlamasını gösteren bir resmi de; un atla oldukça mühim bir mania reediyoruz. Akşam'ın adebi telrikası Mo. 3 NİKÂHSIZLAR Kalk. Masaya geldi. Şamda- nı yapıbaşına koydu, yarıda ka- lan mektupları ili ve başka bir kâğıda şu satırları karaladı: «30 birinci kânun, iyorum kadınım. Neye git: sorma. Maderaki gidiyorum, gilmem İözamdı demek, Seni sey- miyorum sanma. İyi bir kadın al: 'bette seyilir. Ben de seni iyi oldu- ğun için gene de seviyorum. İle. ride, cebim para dolu gelirsem sana rahat etliririm... Uzak, çe uzak bir ülkeye, para kazanmak ümidile gidiyorum. Bir gün zengin dönersem ne dersin kadınım! Sana mektup yazacağım, Çocuğu- muzun mezarına gilliğin zaman, onu, mezarının başucunda, benim için de yadetmeni unutma... Beni hem sev, hem aci Fatma Nahit» Nebit kâğıdı büktü, zarfa koy- du, kapadı, adres yazdı. Sonra ol duğu gibi, soyunmadan yatağa uzandı. Uyumağa çalıştı. Gözle yumarken göz kapaklarının sancıdığımı duydu. Arlan harare- ti, parmak uçlarında nabız. gibi atıyordu. Bütün hayatı, kirpikle rinin uçlarma bir bir, safha safha takılıyordu. Bundan tam yirmi sekiz sene evvel, anası kolundan tulanuş, onu Sabri beyin tezgâhlı dokuma pey- kesine götürmüştü. Sabri bey, çember beyaz saka, Tırı sıyazlamış, çocuğun alnına, avucunu dayamış, boş kalan eli nin parmağını çenesine bastırıp, yüzünü kaldırmı — iki kaşının ortasında maşal- lah yazılı... Adam olacak! demişti, Yalnız el emeğile yürüyen © karanlık, mağara gibi mağaza 'Nahidin hâlâ gözlerinin önündey- di. Hâlâ, arada sırada, Sultani- den çıkıp mağazaya uğrıyan Sab- ri beyin oğlu Feyimin o zamanki b üyordu, Nahit o mağazada çalışmış, Sab- ri beyin Akbıyıktaki kırmızı tah- ta konağında büyümüştü. Zaman ne de çabul Nahidin anası öld onu bir kardeş gibi teselli etmiş, Sabri beyin çenazesinden, sonra da bir kardeş gibi onun boynuna sarılarak ağlamıştı. Sonra kırmızı konağı birakmış- lar, köprünün öbür ucuna taşın- mışlardı. Çorap, tezgâhı, nihayet maki- beli fabrikaya çevirilmiş, büyü- müş, köca bir trikotaj fabrikasi olmuştu. Nabit, Tekin bey sağ kolu, en emniyetli Yün boyama daiceşinde çalışan Fatma ile evlendiği zaman, Tekin Nahidin şahidi olmuştu. Düğüne sarfedilen parayı Tekin vermiş, kesenin ağzını açıp sarfetmişt O gün Fatma da ne güzeldi Zaten o kızı, işe başladığı ilk gün gözüne kestirmişti. Başını kaldı. rıp kimsenin yüzüne bakmıyan bu öksüz kıza o gün gönlünü kay: dirmıştı, Evvelâ acımış, sonra sev: miş, evlenince âdeta tepmişii. “Akşamları, iş paydos olunca, kolkola fabrikadan çıkarlar, baz zan parkta gezerler, bazan sine- maya giderler, akşam nafakası için dükkânlarda beraber & veriş ederlerdi. Fatma onun yay. rusuydu. Bu hayat, bir sinema şeridi bi, Nahidin gözleri önünden çev- rilip geçiyor, bu hayata, damlar yıp dinmek üzere olan wflun en- Yazan * Selâmi İzzet nundaki güneşe bakar gibi baki yordu. O mesut günler arlık ö müştü. Bir zamanlar, çocuğuna meme veren Fatma artık yoktu. Bebek gibi bebekle oynıyan Fat- madan eser kalmamıştı... Fatma, gözleriüi belli olmıyan bir yere dikip, saatlerce sessiz duruyordu. Kendinden. geçerek dalıyordu. — Ne düşünüyorsun Fatma? — Hiç... Seni düşünüyorum! Bir aralık karısının hasta olma sından korktu: Acaba kadın ve- rem mi olmuştu!.. Amma hayır, kuvveti yerindeydi. dört saatte başaracağı işi, tek ba- şina bir saatle görüp bitiriyordu. Çok kere Nahit düşünürdü: «Bu kadın değil, öküz gibi çalışan bir karınca.» O, çalışmanın ne demek oldu- ğunu pek iyi bilirdi, Fabrikada Tekinden ziyade o hökimdi. İşçi. leri o idare eder, o teşvik eder, sr rasında o paylayıp o mükâfatlan- dırırdı İş üstünde, hatır gönül te- nımazdı... Kaç kere karısının bile yevmiyesini kestirmişti... Nahit, soğuk, fakir odanın ot minderli demir karyolasında işte bu rüyaları görüyor. Yeni doğan çocuğunun. sesi kulaklarında çın- iyor, Fatmanın çocuğa süt emzi mesi onu yarı uykusunda gülümseti. yordu. .. Ve birdenbire bu hayata ölüm kanat geriyordu. Çocukları ölüyordu... Ondan sonra... Sonra hayatı bütün bütün kari" gıyordu. Kader bir pamuk ipliğine bağ- lıdır. Bir gün trikotaj fabrikasına yeni bir kız amele alındı. Kız bir gün çalıştı, sonra ortadan kaybol. du. Tam iki hafta görünmedi. Te- kin, bir daha müracaat edecek olursa kabul edilmemesini emret- ti, Fakat Nahit bu fikirde değil di. Sebebini izah edemeden, o kı- za karşı müsamahakâr davranıl. masını istiyordu. Belki de hasta- lanmıştı? Asıl böyle insanlara yar. dım etmek lâzimdi. Böyle şeylere karışmıyan Fatma da, o kıza aci dı. Onun ve Fatmanın sayesinde, kızı fabrikaya tekrar aldılar. Çok güzel bir kızdı, Pembemsi esmer bir teni, kıpkırmızı dudak- ları, bol kahkahalı, derin büyük gözlü, parlak saçlı bir kızdı. Bu Zehraydı. Dünyada hiç kim- sesi yoktu. Uzak akrabası bile yoktu. Onun parası da yoktu. Fa- kat ömrü kahkaha ile geçiyord Sesi de güzeldi, Nota, usul falan bildiği yoktu, amma şarkı söyle- diği zaman, herkes susar, canku- lağile onu dinlerlerdi. Hafızasın- da klâsik alaturkadan uydurmasi- yon fokatrota kadar, her türlü şar- kı vardı... Çok kere, yoldan ge- genleri bile, birkaç dakika yolla- rından alakoyduğu olurdu, Nahit, bu güler yüzlü genç kızi daha ilk gördüğü gün kalbinin biraz tuhaf çarptığını duymuş, ondan sonra her gün - hem de uzaklaşmak istedikçe - kıza sokul- mak arzusile yandığım pek iyi hissetmeğe başlamıştı... Zehranın bir kahkahası, ona bütün kaygu- larını, bütün tasalarını unutturma- ğa yetişiyordu. Çok genç evlenen Nal müş, İyi yaşamamıştı, Daha ço- <ukluğunda anasını beslemiş, on- dan sonra yuvasını kurmuştu... Fakat evlilik onu tatmin edeme- mişti, Bunu acı acı itiraf elliği si- ralarda da, karşısına Zehra çıkı- ' ÇArkası ver) il az gör LL İİİLLLİLLLLİĞ YMY GİMSESİL'REYESYİİ

Bu sayıdan diğer sayfalar: