3 Şubat 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

3 Şubat 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

G 3 Subat 1937 AKŞAM Sahife 7 Öençiir, Ümid, Hayal, Hakikat, Falanfilan... İhtiyarlamaz gönül, deyenlere bolbol gül. Fakat şunu da unutma ki: mesud olmak için Şair demiş ki: «O sene pek gençtim, Yirtaiydi yaşım - bir hümma içinde dönüyor başım...? Sizde diyeceksiniz, ki: Bunu Söyleyen yalnız şair değil, herkes ayni şeyi söylemiştir; herkesin Yaşı yirmi iken başı döner... Mi dersiniz?.. Herkesin muhakkak Yirmi yaşına bastığına, herkesin, yir- Mİ yaş hümmasına yakalandığına eminsiniz demek? Emin olmaym; Merkes, hepimiz yirmi Yaşı idrak ede- medi, yirmi yaşın hümmasına tutul Madık, Öyle yirmi yaşlılar tanırız.ki ie Yakında insan olmuşlardır. Da- & dün, henüz çiçeği burnunda tüten Benç şair «5. H. Ra çocuk tiyatrosu İNtibalarını yazarken gençlik çağla- Ta hasret çekiyordu. Ş. H. R, çok- tan kırkını aşmış yirmi yaşlılardan- dir. Onun gibi, bir iğne boyu yol al- Mâdan fersahlar aştıklarına zahib Mup geriyi özleyenler, ruhlarını ben- liklerinin dar çerçevesinden kurtar- mak. isteyenler pek çoktur: «Bir hat Seksem kedere - ruhumu birdenbire - &İt istediğin yere - deyip burakabilsem feryadile kıvranırlar. Hem yirmi yaşında olmak kolay iş değildir; herkes de bunun için yirmi Yaşında olamaz. Amma olanlar, ola- bilenler ne güzel insanlardır. Onlar, İçin hayat mızrab, yeryüzü telli sazdır: Çal sevdiceğim, çal meleğim, çal güzelim çal!,. Bir hayal âlemi içindeyiz... Bu ro- Mantik hava nereden esti?., ... Almanyada, İngilterede, Fransada hayal bir kasırga halindeydi. Şekispir ormanlarından kopan fırtına, Mefis- tofelesin ohomurtularına, OVerterin hıçkırıklarına karışiyor, Müsse'nin İnütilerini toplayıp boğazdan giriyor- du. Romantizm bir haleti ruhiye, ayni Zamanda da bir buhran, bir modadır, Gülhane hattı hümayunu, evvelâ bir inansızlık, sorura da ölüm perestiş- kârlığı getirdi; candan şikâyete baş- ladık; «Yarab ne eksilirdi deryayı iz- zetinden - peyman&i Vücuda zehrab dolmasaydı - azadeser kalırdım asibü derdü gamdan - ya dehre gelmesey- dim, ya' aklım olmasaydı.» Gönük İeri bir matem rengi sardı: «Sen ök dün, ölüm güzel demektir - ölsem yaraşır gamınla hergün...» Âşık veremdi, maşuka veremdi; aşk veremdi. İlham perisile şair, sararıp $olmak için saman tüssüsü yakıyor- lardı, İçin için bir yangın başlamıştı! «Lâl olursun söylesem bir fıkra tâbı sineden - bir sahife açsam ağlarsın kitabı sineden.. .$ ... «Aşk» ım emrile kalb diyarma seter- berlik başladı: «Durma sefer et diya- Tı kalbe! ..> O diyan bulmak için hayli Sefer etmek gerekti. Bunun için de kuvvet; derman Jâzımdı. Hem, aşka g.. Üü ellik, AŞK, sesli çok daha eski devirlerden yükse- Hyordu, diyordu ki: Can vermek olur da dönmek olmaz... İşte yirmi yaşlılar sarı pudralarını sildiler, saman tüssülerini söndürdü- ler ve daha kanlı canlı, daha dinç, daha gürbüz yollara düştüler: «Ta- mam on sekiz yıl aradım onu - Onu bulmak için dünyayı gezdim - yerini yurdunu gerçi bilmezdim - gözümle görmedim, gönlümle sezdim - tam on sekiz yl aradım onu - anladım o yok- muş, ben yaratmışım - gönlüme bu oku kendim atmışım!..> Bunlar, yapmacık veremden kur- tulduktan sonra, sefer - hastalığına tutulanlardır, aradıklarım bir türlü bulmak (o istemiyenlerdir. £ Bunlar için sevişmek; kâh nehaventlen kâh süzinaklen bir fasıldır: «Sevişmek bir fasılmış - hicrana muttasılmış - size ben anlatayım - aynlığı ması mış? - Yastığım taşım oldu - sızlıyan başım oldu - bana teselli vereni - ken- di göz yaşım oldu. İşte, çal sevdiceğim, çal meleğimden sonra: Ağla gözüm ağla! ... Aranan kalb diyarı bir hayal, şairin döktüğü göz yaşları bir hakikattir. Ve bu hakikatle hayalin ortasında, insanı mesud eden bir de ümid var- dır: «Ümid iledir cihanda her hal...» fehvasının sırrına kapılan yirmi yaş- lar vardır Kİ, onlar İçin her inkisanı hayalden #onrâ hakikat, Yiakikatle beraber yeni bir ümid başlar. Onlar için sönen, tükenen bir şey yoktür. Bir şüphe, minimini bir şüphe, göz kamaştıran bir boncuk gibi yüreği harekete gelirir. Onlar hakikatin ha- yal, hayalin erişilmez bir serab oldu- guna kail değildirler, Onlar severler, sevilirler, artık o sevilmiyeceklerine inanmazlar: <Ey benim güzel kuşum « ben ki unudulmuşum - büsbütün gene nevmid - olmuyorum... bir ümid - bir şüphe var içimde - diyorum ki: Belki de - seviyor beni hâlâ! - böylesi de olur ya - her neyse güzel kuşum - gerek unudulmuşum - gerek unudul- mamış - hâlâ o tatlı bakış - hâlâ o güzel gözler - bende derin bir eser - bıraktı silinmiyor...» Ve bu silinmiyen eserin acısım, ya vaş yavaş, ayrılık acısı ile beraber du- yarlar ve o zaman da hakikat ancak çektikleri azab olur; üst yanı ne var- sa hep hayal, hep yalandır; «Deliyim, anlamam nedir mantik - istemem sen- den ayrı bir varlık - elverir duyduğum bu sensizlik - yetişir çektiğim azab artık « bana ancak budur hakikat olan - başka - dünyada - her ne varsa yalan!..» .. Aynlık ıztırabı, hicran, hasret ye- niden gönüllerde bir hayal doğurur. Bu hayal yeniden ölüm arzularını, beraber ölmek arzusunu tâzeler: «Yar| niskançlık Ne içki, ne saz, ne söz, ancak gönül şen olmalı!... m nan ellerle yanan Jeblerimiz « kar şır titreyerek birbirine - kapanır göz“ lerimiz kalplerimiz - çırpınır syn meşerretle yine - gözlerin mest açılır- ken kalbim - ay ziyasile dolan göl gibi- dir!« o bakışlardaki mâna rabbim - bu saadet yetişir, öl gibidir» ve bu 22 sene evvelki isteğe bugünkü arzu eş olur; «Görünmez oldu bir yer - elini elime ver - bu gelip giden günler - bizi almaz mı dersin?.> Aşk ıztırab doğurur, bu da kıskanç- | lığın cezasıdır, Bu cezayı veren de aşktır, gene de'ona Tanrı diyo tapımlır. Şakâ mı, yirmi yaş bu: «Aşk benzer biraz ilâhımıza - bin ceza halkeder günahımıza - dalma bir şeriksizdir ki- yok mahal bunda iştibahımıza - kalb için aşk birdir. elbette - iki mabud yok tabiatte,» Kıskançlık aşkın gıdasıdır: «Sakın bir söz söyleme... Yüzüme bakma Sa- kın - sesini duyan olur, sana göz Ko- yan olur - düşmanımdır seni kim bu- lursa cana yakın - anam bile okşa - sa, benim bağrım kan olur...» Ve bu histir ki, insana başka duy- gularını oinceletmez, (o araştırtmaz, yoklatmaz. Başkası sevecek diye in- san daha çok sever, daha çok sevmek ister: Dünden çok, yarından 82... «Bağrından o cânân dediğin lâşeyi silk at» «yere mağrur uzanan gölge- sini çiğnedims feryadları, kıskançlı- ğın, kıskancın, kadının güzelliği önün- de duyulan aczin sayhasıdır. Ya güzellik, güzellik nedir?. Bir hiç. Güzellik mefhumunu kavrema- yan yalnız gönüldür. Gönül kimi se- ivera» sahiden güzel odur. Her şeydir 'sevgili: «Sana çirkin dediler, düşmanı İoldum güzelin - sana kâfir dediler, diş biledim hakka bile - topladın saçtığı al- tanları binlerce elin - kahbelendin de garez bağladım ahlâka bile...» ... Gençlik, güzellik, aşk, kıskançlık, ümid, hayal, hakikat, bütün bunlar, uslanmıyan deli gönüllerin, zevk kay- naklarıdır. Elverir ki: «Uzun gider ney istemem - humarı var mey istemem- hülâsa bir şey İstemem - fakat gö- 'nül şen olmalış diye bilsin insan, Yok- sa Falbinize: «Ne meyle, ne nevayı neyle şimdi - gönül eğlenmiyor bir şeyle şimdi!» beytini yazarsanız ne yirmi yaş para eder, ne de genç- lik, güzellik, aşk, kıskançlık, ümid, hayal, hakikat... Bütün bunlar falan filândan ibaret kalır... Hayatta gönlü kocatmamağa bakmalı, gönül ihti- Yirmi yaşın hummasile dönen bâ- şımın eski, bark yılık hatıraların göwerimde canlandırıyorum, Kim de- miş gönül Ihtiyarlamaz diye?.. İhtiyarlamaz gönül - diyenlere bol bol gül, Sen bir onu bana sor - gönül ihti- yarlıyorl Selâmi İzzet Sedes Tefrika No. 3 Nuruosmaniyedeki «İttihad ve Te- rakki merkezi umumisi> binasının dış kapıları ardına kadar açıktı. Kapının önünde arabalardan inen veya sokak- tan yaya olarak gelen çok maruf ve şöl- retli simalarla şahsiyetleri silik ve bir- çokları için hüviyetleri meçhul birçok kimselerden kimi telâşlı, asabi, bir kıs- mı da ağır ve tembel adımlarla karşi- uklı selâmlar ve el sikmalar arasında binadan içeriye giriyorlar.. Ayrı ayrı tipte ve şekildeki bu insan- Jar, Türkiyenin her tarafındaki «İtti- had ve Terakki» teşkilâtını temsil eden murahhaslar, Fındıklı sarayında top- lanan âyan ve mebusan meclisleri 420- Jarı idiler, Harbin başından beri bu ka- dar kalabalığın toplanmadığı bu «Mer- kezi umumi; binasında bir saat sonra, cemiyetin harp içindekiilk kongresi toplanacaktı, Odaları, - köridorları “dolduran bu Mmsanlar, muhtelif gruplara ayrılmış, biribirlerile konuşuyorlardı. Biribirle- rinin kulaklarına fısıldıyacak kadar söyleşenler olduğu gibi, hararetli ve asabi mübahaselere girişen gruplar da yok değildi 'Türkiyenin ve İs tanbulun 6 zamanki vaziyetini, hükü- metin ve «Merkezi umumi: nin mev- ki ve haleti ruhiyesini iyice kavra- mak imkânını bulamıyan uzak vilâ- yetlerden gelen bir kısım murahhas- ların ellerinde de tomar tomar yazıl. mış kâğıtlar, dosyalar görülüyordu. Bunlar, temsil ettikleri mıntakaların bin bir ihtiyacmı, harpten doğan 17- tırab ve müşkülâlı kongreye anlata- caklar, derdisrine deva, yaralarına İ merhem bulacaklardı! Bu vilâyet | murehhasları, bu ümidle İstanbulda toplanacak kongreye Koşup gelmişler- di! MAĞRUR TAVIRLI, SEYREK SAKALLI ZAT KİMDİ? Saat bir buçuğa doğru, Cağaloğlu tarafından kapalı ve yepyeni bir oto- mobil ilerileyerek merkezin önünde durdu, arabanın kapısını hürmetle açtılar: İçinden kısa boylu; seyrek, kırçıl sakallı; mağrur tavırlı biri indi. Koltuğu altına sıkıştırdığı maroken evrak çantasile, dik duruşlu ve sert adımlı yaveri de arkasından ilerliiyor- du. Bu zat, devrin sadrazamı, «jlti- had ve Terakki» nin resmi lideri prens Sald Halim paşa idi. Beyazıd meydanında bir suikaste | uğryan Mahmut Şevket paşayı Os- | manlı sadaret makamında istinlâf İ eden bu Misir prensin derhal etrafı- nı bir hürmet halkası çevirdi. Bir hü- İ kümdarı, bir devlet relsini tazim eder gibi selâmlıyorlar, paşanın binadan içeriye girmesine yardım ediyorlardı... Sadrazamı hürmetle, tazimle gelim- hvanların önünde tıknaz, vağız csh- (veli, Tedingotunun düğmeleri ilikli biri vardı: Bütün burada toplanan in- sanların biran bile gözlerini üstünden çekmedikleri bu zat, cemiyetin hakiki deri, dahiliye nazırı Talât beydi. Ağzından çıkacak bir çift sözle cemi- yetin bütün hareket ve seyirlerini iş- tediği hedefe götüren, memleketin mukadderatı etrafında verilecek ka- rarlarda bütün arkadaşlarından Üs- tün bir mevkii olduğu için herkesi iki dudağı arasına baktıran Talât bey, Sadrazamın önünde sadık, İtastli küçük bir memur gibi - büzülerek hürmetli tavırlar alıyordu. Kendis'ne selâm veren bütün in- sanlardan kendisini daha şerefli, da- ha liyakatli bir vaziyette bulan bu Mı- sırlı prensi, bu kadar derin bir mah- viyet ve tevazula karşılıyan «İttihad ve Terakki nin bu kurnaz ve pişkin dahiliye nazırı, sadrazamın bir kabine arkadaşı gibi değil, prensin maiyetin- deki husüsi bir kâtibi gibi hareket et- mekle Said Halim paşanın - asaletine, servetine güvensrek - takındığı guru- runu arttırmağa çalışıyordu! «İttihad ve Terakki » nin son devirlerinde suikasdlar ve entrikalar Cemiyet nasıl battı? Teceddüd fırkası niçin doğdu, nasıl dağıldı? Yazan: Mustafa Ragıb Merkezi umuminin kapısında yepyeni bir oto- mobil durdu, içinden kısa boylu biri çıktı. BU İFRAT DERECE HÜRMETİN SEBEBİ NEYDİ? Aristokrat itiyad ve icablar içinden yetişmiyen, hele aistokrasinin teşri- İst kaidelerini hiç sevmiyen «İttihad ve Terakkiz nin bu ihtilâlci lidert, bu hükümdarlar gururuna meraklı sad- razama hürmet göstermekte neden bu kadar 'fratlı hareket cdiyordu? Gerçi Talât beyin bu taşkın hür metli ve tazimli hareketleri karşısın- da sadrazamın çok kibirli ve gurürlü davrandığını görenler içinde, bütün Osmanlı mülküne ve mukadderatına, <İttihad ve 'Terskkiş nin yüzlerce macerasından hiç birine karışmamış bu Mısırlı prensin mutlak surette hâkim olduğunu sananlar da yok de- ğildi! Meşrutiyetin daha ilk yılındanberi zengin kasasındaki . altınlarla O 79- man paraya pek muhtaçolan e«ftti- had ve Terakkis ye Ilk yardımı yapan Mısırlı prens, bu maddi fedakârlıkla- rının karşılığını kısa bir zaman için- de göreceğinden emindi. Fühakika * meşrutiyet bidayetinde Yeniköy belediyesi müdürlüğüne ge- tirilen Said Halim paşa, kısa bir müd- det geçince âyan azalığına ve arka- sından Şürayi Devlet reisliğine, hari- ciye nazırlığına tayin edildikten son- ra günün birinde sadaret mevkiine çıkarıldı. Fakat Sald Halim paşa, bütün bu memuüriyetlerinde <İttihda ve Terak- ki» hükümeti içinde vazife kabul eden diğer devlet ricali gibi, 'Talât bevin çizdiği faaliyet dairesinden bir adım dışarı atmış değildi. İşin içyüzü böyle olduğu halde, 'Ta- lât bey - bilhassa böyle kalabalık yer- lerde - zevahiri kurtarmak lüzumunu takdir ediyardu. Dahiliye nazırının fikrine göre, sadrazamın «İttihad ve Terakki» nin bütün icraatı önünde İtaat eder bir'yasıta, kendi hükmüne tâbi bir şahsiyet olmadığını göster- mek için herkesin gözü önünde Said Helim paşaya karşı hürmetkâr dav- ranmak lâzımdı. Telât bey, bu gibi tavır ve vaziyellerile devlete alt bü- tün emir ve Kâkimiyetin padişahın vekili olan sadrazamın elinde ve İk- tidarında toplandığını mühitine: tel- kin etmek istiyordu. Hatta Talât bey, herkesin gözü önünde cereyan ettiği derecede “olma” makla beraber, sadrazamla başbaşa kaldığı zamanlarda bile prensin- gu- rurunu okşıyacak hürmet ve nezaket göstermekte kusur emiyordu. Sadrazamın bütün benliğine hâkim olan bu zâafı, onun «İttihad ve Te- rekkis tarafından İstenildiği gibi, sevk ve İdare edilinesine imkân veriyordu. SAİD HALİM PAŞA KENDİ VAZİYE- TİNİ NASIL DÜŞÜNÜYORDU? Talât beyle arkadaşlarının bu if- rat derecede mütevazı ve hürmetkâr tavırları, Said Halim paşayı derin bir gaflete sürüklüyordu, Sadrazam, ken- disine gösterilen bu hürmetli muame- leleri, kalbden gelmiş ve en samimi hislerden doğmuş muhabbet tezahür- leri sanıyör, kendi vücudünün İttihat» çılar için çok lüzwn'u görüldüğüne inanıyordu. Said Halim paşa;'İlk 2a- manlarda, hatta sadarete tayin edi- linciye kadar'şahsı hakkında böyle bir kanaat beslemiyordu. O, İttihat- çıların kendisine sırf serveti yüzün- den mümaşat etliklerini ve bü mak- salla âyan azalığına, kabineye aldık- larını biliyordu. Fâkat günün birin- de, Mahmut Şevket paşanın ölümü üzerine, kendisini sadarete getirdik- leri zaman, artık Mısırlı prens, kendi Şehsiyetine büyük bir ehemmiyet ver- meğe başlamış, esmiyetin kendisini devletin bu en yüksek mevkiine getir- mekle liyakat ve ilmine muhtac oldu- ğu vehmine kapılruştı. Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: