10 Nisan 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

10 Nisan 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

10 Nisan 1887 “ YUNANLI 1 BALIKÇILARIN F HAYATI.. Kaptan Dimitri güldü “ Bizim bütün balıkçılar türkçe bilir..,, dedi 48 saatte Yunanistandan buraya geliriz. Seyahat çok eğlençeli geçer..., üden her geçişimde Eminönü nda mavi - beyaz bayrakları derinde, mavi beyaz balıkçı ka- ı görürüm ve merak ederim. Buradan palamutları torikleri aldık- tan sonra İstanbul ile Yunanistan nda mekik dokuyan bu Yunanlı balıkçıların hayatı nasıl geçiyor? n gün küçük bir kayık bizi E prüden bu sıra sıra duran mavili mına iletti. BİZ aba motörlerde türkçe bilen var düşünürken yanına yaklaş- ız motörden bir haba.. hoş geldiniz. diye ri girdik ki türkçe bilmi- i,.. Sorduk ün bu motörlerde türkçe bilir mi? Hepimiz biliriz. herkes Sonra ilüve etlil — Türkçe bilmeden olur mu hiç?. zaten.iki dil biliriz. Türkçe, rum- ca Kaptan Dimitri adında topuklarına kadar muşamba giymiş, başına mu- şambadan bir balıkçı şapkası geçir- miş adam bize çok iltifat ediyordu. Yelkeninin altına iki iskemle atti. Gazeteci olduğumuzu öğrendiği za- man iltifat büsbütün arttı. — Yanınızda türkçe gazete var mı? diye sordu. Uzattık. «Ş» leri s yaparak okumağa baş- ladı: s#İsmet İnönü selik fabrikasini asti» Balıkçı kayıklarının yanına ağız ağı- za torikle dolu mavnalar yanaşmıştı. Balıklar küfelerle anbara atılıyor. Şöyle anbarın içine baktık. Bir sıra rik, bir sıra dövülmüş buz, bir sıra torik, bir sıra dövülmüş buz. gayet muntazam istif ediyorlar. Sordum: — Ne kadar balık alıyorsunuz? bin çift torik.. hayret ediyo- ». Siz bu balıkları niçin az yiyorsu- nuz. Bizim Yunanistanda epi balık çikar, Çıkar amma biz balığı o kadar çok se ki bize yetişmez. Meselâ şimdi bu sıralarda Yunanletanda deh- şetli sardalya, hamisi çıkıyor. Amma ne de olsa Löriğin palamutun lezzeti başka Yunânistanda bu balıkları da Yunanlı balıkçı güldü: — Sevilhiyecek balık mı bunlar? Aksi gibi bizim sularda da yok. — Balıklar oraya götürünciye ka- ır bayatlamıyor mu? — Dipdiri götürüyoruz. Arasına bol bol buzu yerleştirdik mi hesab ta- mamdır. — Ne kadar zamanda İstanbuldan Yunanistana gidersiniz... — Acelesiz, telâşsız 48 saat... Bİr gemide 10 kişiyiz. Fırtına olmazsa Yolda şarkılar gırla gider. Geçenler- de türkçe bir şarkı da öğrendik: «Da- rldın mu cicim bana» şarkısı, Güldüm: — Amma o şarkı eskidir.. — Olsun.. biz yeni öğrendik... Hem Güzel şarkı, Dikkat ettim. Ne şen adamlar... Bir yandan palamutları istif ediyor- Balıklar ambara indiriliyor lar. Bir yandan rumca türkçe şarkı- lar söylüyorlar. Hele var, adam bayağı tenor... Ona bakar- ken aklıradan bir de sinema mevzuu geçti... Sinemalarda olduğu gibi bu genç, yakışıklı ve güzel sesli balıkçı bir gün Pire sahillerinde bir şarkı söylüyor. Bir sinema rejisörünün ya- hud büyük bir kadın yıldızın nazarı dikkatini celbediyor... Balıkçılıktan filim artistiiğine yükseliyor. Hollivu- ta gidiyor... Fakat ben onun hesabı- na böyle hayal âlemlerine dalarken tenor balı «Sagapo poli poliş şar- kısını söylüyor ve mütemadiyen pala- mut buzluyor. Hiç o tarafta bile değil, Birdenbire kaptan Dimitri sanki bize karşı müthiş bir kusur etmiş gi- bi yerinden fırladı: Size konyak ikram etmedim. dedi, — Zarar yok. işte konyak yerine tatlı tatlı konuşuyoruz. dedim, Lâkin o'durmadı. Biraz sonra elinde küçü- cük mavi bir çinko müşrapa.. içinde biraz konyak ve bir elinde beyaz kah- ve şekeri ile gözüktü. — Buyurunuz.. Nefis konyağı çektik.. o gözleri İs- tanbulda: — Ne yazık.. dedi. bu akşama gide- ceğiz.. — Burada kaldığınız zaman ne yar parsımız?, — Karaya çıkınca müsaade eder- lerse çıkar eğleniriz. — Kurtuluşa gider misiniz? — Yok canım.. şimdi oradan güzel yerler var. İstanbula gelince ne ya- parız bilir misin? Arkadaşlarla bir kere iyi elbiseler giyeriz. Sonra Tak- sime çıkarız, Oradaki camlı kahveler çok güzel. kahvelerden birine oturur ruz, Kahve içeriz... Buranın keyfine doyum olmaz.. — Buradan evinize, karınıza nişan» ınıza filân ne hediye götürürsünüz? olur?, — Mesleğinizden memnun musu- içlerinde biri | nz? — Çok... Bizim iş iyi iştir. Şimdi palamut, torik mevsimi bitiyor.. biz bir kere daha ya geliriz, ya gelmeyiz. Ondan sonra istirahat.. kazandığı- mızı yeriz, İşimiz güzeldir. Hele böy- le İstanbula gidip gelmek, herkes para verip seyahat eder.. Biz balıkçı olduğumuz halde hem seyahat edi- yoruz, hem de para kazanıyoruz. — Yollarda hiç tehlike geçirir mi- siniz? — Yunanistanla İstanbul arasnda elli balıkçı kayığı gider gelir. Ham- dolsun hiç birimizin başına bir felâ- ket gelmeği.. EF Kenan konseri Nisanın 22 nci perşembe gü- nü saat 1814 de, sinema» sında değerli sa- natkirlarımız - dan Ekrem Ze ki, piyanoda Ver- da Kâzımın de- » * fakatinde, bir ke- man resitali ve- recektir, Programda Zi- manovskinin 80- Mo nati, Çaykovskinin konsertosu ile 'Tartini ve Bahtan güzel parçalar vardır, Madam: Simpsonun mücevherleri Deyli Ekspres yazıyor: oVindsor dük'ünün geçen cuma Salzburgu zi- yaretinin sebebi orada Yohan Vinkler namındeki bir otel kapıcısına 1935 senesinde madam Simpsonun mücev- herlerini muhafaza etmiş olmasın dan dolayı teşekkür etmek içindi, O tarihte prens dö Gal olan dük, Macaristanı ziyaret ediyormuş. Ma- dam Simpson o zaman dükün refaka- tinde bulunuyormuş. Dük ve grupu Salzbürgta tevakkuflarında dük ma- dam Simpsonun mücevherlerini sak- laması için Vinklere vermiş. Fakat bü arada prens alelâcele İngiltereye çağı- rılmış. Otelden ayrılırken mücevher- leri unutmuş. Vinkler derhal polise koşmuş, bir tayyare tutmuş, tayyare Münihte prensin trenine yetişmiş, mücevherler inde edilmiş, Cihanbeylide sondaj ameliyatı Konya vilâyeti yeni bir sondaj ma- kinesi getirmeğe karar vermiştir. Ye- ni makine Cihanbeyli ilçesi sınırları içinde çalıştırılacak ve tazyikli su araştırmaları yapılacaktır. Cihanbeyli, kurak muntakası en ge- niş olan bir ilçemizdir, suya çök muh- taçtır. Tetrika No. 66, z Ktihad ve Terakki,, nin son devirlerinde Suikasdlar ve entrikalar Yazan: Mustafa Ragıb Mahmud Kâmil paşa Nizameddin beye neden emir vermedi? Enver paşanın damatlığı O, yalnız Haribye nezaretinin ve (Karargâhı umumi) nin mw hafazasına resmen vazifedardi. Di- şardan bir tecavüz vaki olursa, böy- le bir tecavüzü silâhla defetmeğe mec- burdu. Bunun için kendisine ayrıca bir talimat ve emir verilmesine de ha- cet yoktu. Çünkü muhafız taburu ku- mandanlığında bulunan her zabitin en tabil vazifesi bundan ibaretti, B. Şükrü büyük ehemmiyet vermemişti B. Şükrü Mahmud Kâmil paşanın genç mülzma verdiği talimatı Enver paşaya anlatmağı da lüzumsuz ve hâttâ muzur görüyordu. Çünkü Har- biye nazırının kendi müsteşarına kar- şı emniyeti sarsılmamıştı Neticede Mahmud Kâmil paşa, böyle bir emir verdiğini inkâr ettiği takdirde herkes- ten evvel genç mülzımın şiddetle me- sul edileceği ve bunun Nizameddinin bir tezviri eseri olarak telâkki edile- ceği muhakkaktı, Nizameddin için bir felâketle neticelenmesi çok muhte mel olan böyle bir teşebbüste bulun- mak çok zararlı idi, Bundan başka B. Şükrü Mahmud Kâmil paşanın kendi aleyhinde böyle bir talimat ver- mesine - haddı zatında - büyük bir ehemiyet de vermiyordu. Çünkü ken- disi hiç bir politika işine karışmadı- ğına ve hiç kimse ile şahsi bir husu- meti de olmadığına göre -Nizameddine verilen talimata rağmen - kendisinin kolay kolay öldürülmesine teşebbüs edilemiyeceğini takdir ediyordu. Farzı muhal olarak böyle bir sulkasda ma- Tuz kalsa, Enver paşanın nekadar hassasiyetle meşgul olarak hadisenin fall ve müretteplerini meydana çıkar- mağa çalışacağım, bahusus eski bir yaveri aleyhinde tertib edilmiş bir suikasdın faillerini şiddetle mesul edeceğini biliyordu. Harbiye nazır- nın bu düşüncesine Mahmud Kâmil paşa da vakıf olduğuna göre meselâ Nizameddin yerine başka bir vasıta ile Muhafız taburu kumandanını Imha ettirmeğe cesaret edemiyeceği mubakkaktı. Aksi takdirde B. Şükrü- nün ve Nizameddinin tahmin edeme- dikleri başka sebebler ve tesirler olsa gerekti. İşin iç yüzünü keşfedememişti Bittebi, ne Şükrü, ne de Nizamed- din beyler, Mahmud Kâmil paşanın “Dahiliye nazırı Talât bey tarafından tahrik edildiğini ve Harbiye nezareli müsteşarının Nizameddin beye ver- diği talimatın Talât beyin telikn ve tesirinden doğduğunu düşünemiyor- lardı. Onlar - o zaman sivil, asker bir çok kimseler gibi - memleketi ida- re eden Talât beyle Enver paşa gibi hükümetin ve «İttihad ve Terakki>- rn iki mühim rüknünün birbirlerine gizliden gizliye diş gıcırdattıklarının farkında değildiler, Nizameddin beyin böyle tehlikeli ve nazik bir vazife ile muhafiz ta- buruna tayin edilmesinden günler, ay- lar geçtiği halde hâlâ vaziyetin de- Hâştiğine dair bir debi yoktu. Gerek Şükrü, gerek Nizameddin beyler, her gün Mahmud Kâmil paşanın Ni- zameddin beyi çağırarak, B. Şükrüyü imha ettirmek üzere bir emir verece- dini bekliyorlardı. Anlaşılıyordu ki müsteşarın bahsettiği gibi «Mkamatı âliye» henüz muhafız taburu kuman- danı'u öldürtmeğe karar vermemişti. Harbin sonun” kadar Mahmud Kâ- mil paşanın verdiği bu talimatın içindeki muammayı keşfedemiyen B. Şükrü kendi aleyhinde verilen bu karardan - sebebi ne olursa olsun - sonradan vazgeçildiğini sanmış, Ta- lât beyin Enver paşanın nüfuznu kır. mak için kendi vücudünü kaldırmağa karar verdiğini keşfedememişti. Hangi fedai cesaret gösterirdi? İlk önceleri Dahiliye nazırının bu arzusuna mümaşat eden Harbiye ne- zareti müsteşarı, zaman geçtikçe or- toda bir sebep ve bahane yokken mu- hafız taburu kupnandanım öldürt- menin mümkün olamıyacağını anlı yordu. Mahmud Kâmil paşa, yalnız Nizameddin bey vasıtasile değil, da- ha bazı kimselerle B. Şükrünün ah- val ve harekâtını yakından takip ve tarassud ettirdiği halde muhafız ta- buru kumandanının tehlikeli ve şüp- heli bir hareketine tesadüf edemi- yordu. Farzı muhal olarak - bir sebep ol- sun olmasın Talât bey tarafından sa“ bık yaverin ortadan kaldırılması is- tendiği için - günün birinde, İster Ni- zamoddin beyin elile, ister diğer mü- nasip bir fedai tarafından B. Şükrü bir tuzağa duşürülerek ifna ettirilso bile; bundan doğacak mesuliyet biz- zet Mahmud Kâmil paşanm mevkii- ne, belki de hayatına mal olurdu. Ayni zamanda Mahmud Kâmil pa- $5, böyle kanlı bir hadiseyi örtbas etmeğe de muktedir değildi. Bunun için Merkez kumandanlığı teşkilâtı- na, Enver paşanın tahkikat için kul- lenacağı vasıtalara, nihayet Divanı harbe hâkim ve nafiz olacak mevki- de değildi. Esasen böyle bir facia üzerine - doğrudan doğruya olmasa bile . el altından yapacağı müdaha- le, bütün şüpheleri kendi şahsı aley- hine çevirecekti. Bu tekdirde Enver paşanın elinden am amimi mümkün olamazdı. Bundan başka - ortada büyük bir memleket meselesi veya ihtiraslı bir fırka vaziyeti olmadan - Mahmud Kâ- mil peşa gibi ikinci derecede bir şah- sn sözile hangi fedai hareket eder do B. Şükrüyü öldürmeğe cüret gös- terirdi? İşe sivil bir fedai karışınca.. Esasen Talât bey gibi hükümette ve fırkada kuvvetli ve nafiz bir şahsi- yet bile Enver paşanın sabık yaveri- ni imha ettirmek için sivil ve ken- disine yükın bir fedal kullanmağa cesaret edememiş, Harbiye nazırının şüphesini celbetmemek üzere B. Şük- rü için askeri teşkilât içinden bir fe- daiyi tercih etmisti. Çünkü Talât beyin düşündüğü! plân tahakkuk et- tirilmiş, yani B, Şükrü imha edilerek hadisenin faili ve mürettbi olarak Mahmud Kâmil paşa meydana çıka- rılmış olsa bile Talât bey, bu işten ko- layca sıyrılacak, Enver paşaya verece- buna çüret ettiğini anlatacaklı, Har- tiye nazırı, -ortadaki delillere ve ele geçecek failin itirafına göre- Mahmud. Kâmil paşa tarafından himaye ve teş- vik edilen böyle bir sulkasd karşısın- Gn kendi müsteşarı mesul edecekti. Bu üçüncü şıkka göre de gene Mah- mud Kâmil paşa, ağır bir cezaya mah- küm olacaktı, ? Fakat «İttihad ve Terakki, ye, da- ha doğrusu (Merkezi umumi) ye uzaktan, yakından münasebeti bu- lunan bir fedainin B. Şükrü öleyhin- de yapceağı böyle bir teşebbüs kar- şısında - Talât bey ne kadar müda- fan sebep ve delilleri gösterirse gös- tersin - Enver paşayı kandıramıya- caka Behusus (Yakub Cemil me- selesi) nden sonra Talât beyle ar- coğını ve günün birinde de kendi aleyhinde bir sulkads tertip edile- ceğini anlıyacak ve buna meydan vermemek üzere hemen mukabil ha- rekete geçecekti. Enver paşa damat olunca.. Enver paşa O zamana kadar takip ettiği hattı hareketle kendi yakınla- rının, bilhassa yaverlerinin her tür- lü tasıruz ve tecavüzden masum kal- malarıma, hattâ küçük bir ihmla ve tarize bile uğramalarna taham- mül edemiyordu. Harbin ilk senele- rinde çıkan alelâde bir meselede bile Herbiye nazırının bu hususta ne ka- &sr hassas bulunduğunu göstermek itibarille çok dikkate şayandır: (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: