13 Nisan 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

13 Nisan 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 18 Kubilây: “Neşeli asker, dalma kuvvetlidir. Neşe, kuvvetten doğar! Kuvvetli görün- mek için neşeli olmağa çalısınız!, diyordu Ergun tahtırevandan başını uzattı: — Ummuyorum.. çünkü prens Kay- do ke: çok güvenen zeki bir as- kerdir. — Kuvvet karşısında kendine gü- venmenin mânası kalır mi? — Müttefiklerine güvendiğini söy- leseydim, iddiami çürütebilirdiniz! Fakat, o çok iyi ve kurnaz bir asker- dir. Kendini maiyetine sevdirmiştir. Onun yanındaki muharibler, Kaydo- nun (61!) dediği yerde düşünmeden ölürler. Ben Bayan Bahadırın Kay- doyu püskürteceğini sanmıyorum. — O halde sen Bayan Bahadırı ta- nımıyorsun! — Çok iyi tanırım.. ve kendisini daima takdi denlerdenim, Sung İmparatorluğunu temelinden yıkan ve dünya haritasından adını kaldı- ran bir kumandanın hüviyetini ve meziyeti ni yalnız bura değil, İranda tanıdım. zafer destanlarını Orada bile dinledim, Demem şudur ki, Kaydo ondan kuvvetildir. Onun da Karakurum dağlarında halk tara- fından bestelenmiş zafer şarkıları ve dillerde dolaşan zafer destanları var- dır. Prens Kaydoyu müttefikleri ka- dar kendi tebaası da sever. Bu sevgi onun için, ordu kadar mühim bir kuvvettir. Filler birdenbire ayrıldı. Tahtırevanlar biribirinden uzak- laştı.. ve bu mühim konuşma yarıda kaldı; emga bahadırın içine garib bir şüphe düşmüştür. — Acaba Ergun da prens Kaydo- nun müttefiki midir? Semganın böyle bir şüphe üzerin- de durmağa hakkı vardı. Çünkü Er- gün İrandan gelirken Karakuruma uğramış, orada on beş gün kaldıktan sonra, bir aralık Karakurum dağına çıkarak prens Kaşdoyu sayfiyesinde ziyaret etmeyi,de ihmal etmemişti Gerçi Ergun bahadır Pekine gel ği zaman hakana: «Kaydo ile gö: tüm. ve onun mahrem fikirlerini öğrenmek istedim. Bütün düşüncele- rini benden sakladı.» demişse de, Ku- bi o zaman bu sözlere ehemmiyet le vermemişti. Fakat simdi vaziyet bambaşka idi. Kaydo resmen hakana isyan elmiş ve yeni müttefikler bularak Karakuru- mu zaptedeceğini, orada hanlık ilânı- na karar verdiğini bütün dünyaya yaymış bulunuyordu. Tahtırevanlar saray önüne geldiği zaman, ilkönee Ergun yere atladı. yukarıya çıktı. Onun arkasından Semga yürüdü, Maiyet zabiti Tangut da onları ta- kib ediyordu. Yoldaki konuşmalar Semga baha- dırın beynini tırmalıyor, içine düşen şüpheler gittikçe büyüyor, derinleşi- yordu. Acaba Ergun, prens Kaydo ile giz- Tice anlaşmış miydı? İşte ihtiyar veziri düşündüren nok- ta bu idi. O gün büyük Moğol geçit resmi münasebetile Pekin yerinden oynamış gibiydi. Bütün halk sokaklara dökül- müştü. Etraftaki köylerden ve küçük şehirlerden bile geçit resmini seyret- mek üzere binlerce insan gelmişti. Ordunun Karâkuruma gidişi sıra- sında yapılan bu merasim Romalı pa- pazın bile hayretini çekmişti. Rahip Kroen, Semga bahadira: — Ne eski Yunanistanı kuran ilâli- Jar, ne de Romayı yaratan impara- torlar bile bu kadar büyük ve muh- teşem bir geçit resmi yapmamışlardır. 'Bir ordunun kumandanı sefere gider- karı bu kadar büyük törenler yapılı- yor.. ya hakan yola çıksa ne yapa” caksınız? Demekten kendini alamamıştı. Kubilây ordunun aydınlık bir çün- de yola çıkışından pek memnundu. Moğol orduları - harp gibi büyük za- ruretler olmayınca - gökyüzünde ka- ra bulutlar dolaşırken yola çıkmazdı, 'Bunu bir uğursuzluk sayarlar ve ha- yanın açılmasını beklerlerdi O gün hava açık ve ortalık çok aydınlıktı. Kubilây saraydaki misafirlerine ve kendising muvaffakıyetler | dilemeğe gelen ziyaretçilere şerbetler ikram ediyordu. Sarayın iç ve dış avluların- mızıkalar çalışıyor, saray önündeki meydanda koşular, güreşler yapılı- yordu. O gece her tarafta meşaleler yanacak, eğlenceler tertib edilecekti, Bunları görenler harbe gitmek için kendilerinde ufak bir korku bile duy- mazlardı. Moğol askeri Kubilây devrinde düş- manla çarpışırken bile şen görünme- ğe alışmıştı. Harp meydanlarında da güreşler ve düşmana kuvvetli ve ne- geli görünmeğe çalışırlardı. Moğol askerleri içlerinden * birinin somurtkan durduğunu görünce, der- hal neşesizliğinin sebebini sorarlardı. Kubilâyı «Neşeli asker, daima Neşe, kuvvetten doğar. Kuvvetli olmak için Meşeli, neşeli olmak için de kuvvetli olmağa çalışı- nız!» '.. Şenlik gecesi.. Her tarafta meşaleler yanıyordu.. Semga bahadır Kubilâyın yanında oturmuştu. Ergun henüz gelmemişti. İhtiyar vezir bu meseleyi yani gün düz Ergunla aralarında geçen konuş- mayı hakana açıp açmamayı düşünü- yordu. Semga, Ergunun yolda Karakuru- ma uğramasından ve onunla anlaş- ması ihtimalinden korkuyordu ve bu korku ile Semga her şeyi hakana an- latmağa karar vermişti. Kubilây çok neşeliydi. Sarayın misafir salonu her zaman- ki gibi davetlilerle dolmuştu. Sarayın iki köşesinde mızıka çalı- yordu. Kubilây salonun taraçasında otu- rTuyor, meydandaki yarışları seyreği- yordu. Semga bahadır, hakanın neşesini kaçırmamak için, Ergun hakkındaki endişesini hakana açmayı başka bir güne bırakmıştı. O gece Ergün bahadırın saraya gel memesi Semga gibi Kubilâyın da dik- katini çekmişti, Kubilây bir aralık saray muhafızı- na: — Ergun bahadır neden gelmedi? Diye sordu. Saray muhafızı hakanın kulağına iğildi: — Bu gece rahatsızlanmış.. sinde yatıyor. Dedi. Kubilây: — Yatakta mı yatıyor? diye sorma- ğa mecbur olmuştu. Muhafız: daire- Evet, hakanım! dedi. Kendisini | yatakta gördüm. Bugün tahtırevan- | da Yastalanmış. — O halde tabiplerime haber veri- niz, kendisini tedavi etsinler. Diye emir verdi. Saray muhafızı sa- ondan çekildi. Semga bahadır, Ergunun rahatsiz- lığına inanmıyordu. Bu haber ihtiyar vezirin merakını büsbülün tahrik el- mişti, Kubilây bu sırada haremağaların- dan birine: — şi-Yamayı çağırınız.. kelebek el- bisesini giyip gelsin. Dedi. Haremağası yerlere kadar iği- lerek gitti. Meydandaki yarışlar başlamıştı. Kubilây ihtiyar vezirine döndü! — Ben diyorum ki, Semga, şu kır at yarışta birinci gelecek... Sen ne dersin? Semga meydandaki atlara ve bini- cilere baktı: — Kulunuz kenarda duran karalı beyazlı arap atının birinci geleceğini sanıyorum. — Bahse tutuşalım, Semga! Ben kaybedersem, Pekin sayfiyesinde sa- na bir köşk yaptıracağım. — Kulunuz kaybedersem, size evim- deki cariyelerin en güzelini takdim ederim. — Şu dillerde destan olan Koralı cariyeyi, değil mi? Semga güldü: “Arkası var) Tnt RR İstanbul; öğ e neşriyatı 1230 | Plâkla Türk muslkisi, 12,50 Havadis, | 13,05 Muhtelif alı, 14 Son. kadaşları tarafından Türk m ve halk şarkıları, 20,30 Ömer Riza ta- rafından arapça söylev, 20,45 Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları: Saat ayarı. 21,15 Şehir 'T. dram kısmı: (Plöas ve Melizandı), 22,15 Ajans ve borsa ha- berleri ve ertesi günün programı, 22, 30 Plâkla sololar, opera ve operet par- çaları, 23 Son, Ecnebi İstasyonların bu akşamki en Müntehap Programı Roma (421) saat 22 «Fedora opera. Radiyo Tuluz (329) 20,15 «Madame Butterfiy» opera (Pucini) nin mün- tehap parçalar, Frankfurt (251) 21,10 Altın Piyero: Operet. Lüksemburg (1293) 22 Operet. Grenobi (515) 21,30 Mozart Festivali, Strasburg (349) 21,30 Orkestra, Paris P, T.'T. (432) 21,30 Senfonik konser. Oslo (1154) 21,30 Bethovenin Re majör konseri, Keman ve orkestra ile. Monako (405) (R. Strauss)'un senfonisi. op, No, 30 Beromuenster (540) 22,45 Viyolensel ve piyano. Viyana (507) 23,20 Kuvar- tet. Mozart. Kolonya (458) 21,10 Operet. Dans Musikisi Juân Les Pins (235) saat 23,15 - Varşova (1339) 23,25 - Breslav (316) 23,30 - Peşte (549) 24 - Londra (kısa dalga) 18,50. 14 Nisan 937 Çarşamba ! İstanbul — Öğle neşriyatı: -1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13,5 Muhtelif plâk neşriyatı. 14 Son. Akşam neşriyatı: 18,30 Plâkla dans musikisi, 19,30 Berk ve arkadaşları tarafından mandolin orkestrası, 20 Nezihe ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30 Ömer Rize tarafından arapça söylev, 20,45 Bimen Şen ve arkadaşları tara- fından 'Türk musikisi ve halk şarkıla- rı: Saat ayarı, 21,15 Orkestra: 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi gü- nün programı, 22,30 Plâkla sololar, o- pera ve operet parçaları, 23 Sön, Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nargileciyan, Taksim: Limonciyan, Beyoğlu: İs- tiklâl caddesinde Dellasuda, Gala- ta: Karaköyde Hüseyin Hüsnü, Kasımpaşa: Müeyyed, Hasköy: Aseo, Eminönü: Mehmed Kâzrm, Heybeliada: Tomadis, Büyükada: Merkez, Palih: Veznecilerde Üni- versite, Karagümrük: Mehmed Arif, Bakırköy: Meri Nuri, Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarındaki eczaneler, Ak- İİ saray: Ziya Nuri, Beşiktaş: Nail, Kadıköy: Pazaryolunda merkez, Modada Faik İskender, Üsküdar: Selimiye, Fener: Defterdarda Arif, Beyand: Yeni Lâleli, Küçükpa- zar: Hikmet Cemil, Samatya: Çu- la, Alemdar: Ali Riza, Şehremini: Ahmed Hamdi. Sarıyer: Bütün neşesile gülüyor Çönki ağzında şiir kadar güzel dişleri var! En kısa zamanda size de aynı parlak neticeyi kazandırabilir. RADYOLIN Sık sık seyahat edip te bir yolculuk macerası geçi iş kimse var mi- dır acaba? Herhâlde, insan seyahate çıkarken bir t; n tatlı hulyalara da» la mendiferde, vapurda, otelde gü- zel, zarif bir kadınla çarçabuk mua- rifle peyda edeceğini, onunla kısa ya hut uzun bir zaman için sevişeceğini ümid eder, Şimendiferde giderken böyle güzel bir kadın görürse öteki muciz yolcuların biran evvel inip kom- partımanı yalnız bırakmaları için dualara kalkar, Benin! bu hususta hiç talihim ok madığını itiraf ederim. Bütün Se yahatlerimde başıma yalnız bir ma- cera geldi. Bakınız size anlatayım, Venedikten Romaya gidiyordum. Macera hususunda talihin bana yar- dım etmiş olduğunu itiraf etmeliyim. Çünkü kompartımana girer girmez içeride tek bir kadın bulunduğunu gördüm. Uzun boylu, zarif, kumral bir kadındı. İtalyan kızlarına hiç ben- zemiyordu. Herhalde bir ecnebi ola- caktı. Böyle güzel bir kızla bir komparti- manda başbaşa kalmak her zaman tesadüf etmiyen bir talihtir dedim ve bu fırsattan istifade etmeyi düşün- düm, Onun için, dosdoğru, bü yabancı kadının ta karşısına oturdum, Ancak 0 zaman dalmış bulunduğu kitaptan gözlerini kaldırdı ve yüzüme baktı, | Fakat derhal gene kitsbı okumağa başladı. Bir an için görmüş olduğum bu bs- kış pek cazibeli idi. İçime âdeta bir helecan veriyordu. Bu güzel kadın ile sevişmek gerçekten bir saadet olacak- tr. Okuduğu kitabın ismini anlamak istedim. Çok kere, iki kişi tarafından okunmuş bir kitab muarefe için iyi bir vesile teşkil eder. Boynumu uzattım, vücudümü iğ- dim, dizine dayamış olduğu kitabın Kapağını görmeğe çalışıyordum. Fa- kat bunu da pek belli etmemek ister gibi davranıyordum. Genç kadın me- rak ettiğimi anladı, hafif gülümsedi, kitabı bana uzatlı. ingilizce bildiğim kelimeleri bir ara- ya topladım. Düşündüm, kararlaştır- dım. Pek zorlukla bir cümle tertib edebildim ve bu ingilizcemi genç ka- dına söyledim. Maksadım: Siz de Ro- maya mı gidiyorsunuz, yoksa daha evvel bir yere inecek misiniz? demek- ti. Ben bu garib ingilizce cümleyi te- lâffuz edince genç kızın yüzü neşesiz bir hal aldı” Bir şey anlamadım de- mek ister gibi başını salladı, Canı sr kılmış, hoşlanmamış bir ifade ile yü- | züme baktı. İçimden düşündüm: İrgiliz değil. Böyle olması daha iyi, Fakat neden elinde bir ingilizce kiteb var? İhti- mal ki ingilizce okuduğunu anlıyor da konuşamıyor. Bakalım birde fransızca tecrübe edelim, dedim ve ayni suali fransizca olarak tekrar ettim. Genç kadın tekrar başını salladı. Rahatsız olmuş gibi bir tavrı vardı. Kitabı kapadı. Vagonlara dağıtılan turist broşürlerinden birini küçük masanın üstünden aldı. Bu almanca yazılmıştı. Bunu görünce içimden: Eyvah! dedim, Almancada bütün bildiğim kelimeler oGutenachtdan ibaretti. Genç kadına geceniz hayırlar olsun demekte ne mâna vardı? Fakat ya genç kadın beni almanca biliyor zannile almanca cevap verirse ben ne yapardım? Fakat başka hiç bir şey bilmediğim için, her şeyi göze alarak ona alman- ca geceniz hayırlar olsun! dedim. Genç kız daha ziyade canı sıkılmış gibi göründü. Bu kelimeleri ne anla- mış gibi davrandı, ne anlamamış gibi: Aradan bir çeyrek saat geçince, bana doğru son bir nazar atfettikten son- ra, derin bir uykuya daldı. Onunbu halini görünce mutlaka Alman oldu- ğuna hükmettim. Şimdi rahat rahat onu seyrediyor- dum. Hakikaten güzel bir kadındı. Fakat ne yazık ki kendisile konuşmak nn bulamamıştım. Şimdi uy kuda taze ve kırmızı ağzından biş buse almak vardı ama böyle bir “öcü vüzü kendime ya ki Onu seyrede ede ben de uy dalmışım, “Uyandığımız vakit t Romaya Adete gelmiş gibiydi. Süra- tini yavaşlatıyordu, Düdük öttürdü. Baatime baktım, Kendi kendime türkçe söylendim: , Hay aksil dedim. Ssat tam yedi buçuk. N Genç kadın fasih bir türkçe ile âde- ta haykırdı; — Ay, siz Türk müsünüz? — Ya! Neden sordunuz? Sonra kendimi topladım. Yol arka- daşımın Türk“tlduğu lisanından an“ laşılıyordu. — Demek.siz de Türksünüz, hani“ mefendi? dedim. Uzun uzun, bir şey söylemeden bis ribirimize bakıştık. 'Tren durmak üzere iken: - O halde,,.neden ingilizce kitab okuyordunuz? diye sordum. — Okumüyordum, okur gibi görün- mek istemiştim. Çünkü kitabın adi ne olduğunu soracağınıza emindim. Kendimi daha enteresan göstermek için böyle . yapmıştım. Şimdi saate baktığınız zaman Türk olduğunuzu anladım. — Demek siz de bana merak etmiş« tiniz. — Evet âma, artık maatteessüf vas kit geçti. Bunu söylerken rıhtımın üzerinde duran bir genci bana işaret ediyor- du: — Kardeşimdir, diyordu. Burada tahsildedir, ben de tahsil için geliyo- GRİPİN İcabında günde öç kaşe alınabilir Bütün eczanelerde satılır. VECİZELER Vücudunu ve kafanı

Bu sayıdan diğer sayfalar: