14 Nisan 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

14 Nisan 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ğ / j KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 18 Harem ağası, o gece Ergun Bahadırla Japon dilberinin öpüştüğünü görünce. — Şüphesiz.. zaten o ancak sizeâ- | nım! Yatağında yatıyor yıktı, hakanım! Fakat, ben onu size hediye etmeğ bahsi kazansam bile onu size takdim etmek isterim. — Tiyen-Fo senin gözünü çok kor- kutmuş galiba! Koralı cariyenin sa- raya geldiğini istemiyenlerden biri de odur sanırım. Semga önüne bakarak gülümsedi.. ve bir şey söylemedi. Kır atla Arap atı koşmağa başladı- lar. Yarış meydanının dört çevresinde binlerce seyirci toplanmıştı. Bu iki at üzerindeki binicilerin ikisi de Moğol ordusunun tanınmış zabit- lerindendi. Misafir salonunun pencerelerinden yarışı seyreden davetliler kır atın bi- Tinci geleceğini sanıyorlardı. Hemen herkes ağız birliği yapmış gibi: —Kır At kazanacak. diyordu. Arap atı epice geride kalmıştı. Kubilây: — Koralı kiza haber gönder, Sem- ga! Bahsi kaybediyorsun. Şakasile vezirini kızdırmak istiyor- du Semga çok soğukkanlı, çok sabırlı bir Çinliydi. — Çok koşan, çabuk yorulur, haka- nım! Diyerek yarışın sonunu bekliyordu. Büyük meydan üç kere dönüldük- ten sonra, yarışın başladığı yerde du- ran iri boylu bir Moğol askerinin ö- nünde kırmızı ve beyaz renkli bir fi- şek atılacak ve bu Suretle atlardan hangisinin kazandığı ilân edilecekti, Üçüncü devir başlamıştı. Seyirciler telâş ve heyecan çirpınıyordu. Artık hızlı koşmak ve öne geçmek sırası Arap atına gelmişti. Herkes bir- denbire hayrete düştü. Kubilây bile; — O ne?! Arap, kırı geçti. Demekten kendini alamamıştı. Semga Bahadir: — Belli olmaz, hakanım! Belki ge- ne geride kalır.. Diyordu. Biraz sonra meydanda binlerce ağız- dan çıkan bir ses yükseldi: — Arap atı birinci geldi. Ve Moğol askerinin önündeki kırmi- içinde , zı fişek gökyüzüne doğru alevden bir hat çizmeğe başladı. Semga Bahadırın gözlerinin içi gülüyordu. Ve Kubilây kaşlarını çatmıştı. — Sayfiyeyi kazandın, Semga!, Dedi, fakat, hakanın yüzü gülmü- yordu. O sayfiyeyi yaptıracağı için değil, bahsi kaybettiği için gülmüyordu. Kubilâyın bir davayı kaybetmesi, bir ülke Kaybetmesi kadar raühim bir hâdise idi. Kubilây bu huyu ile Cengiz hana © kadar çok benzerdi ki.. Bundan sonra sıra ile ikinci, üçün- cü yarışlar da başlamıştı. Fakat, Ku- bilây artık bu yarışlarla alâkadar ol- muyordu. Semga Bahadır: — Bahsi kazandığımdan dolayı pek müteessirim, hakanım! İrade buyurur- sanız, bahsi tekrarlıyalım. Bu sefer belki siz kazanırsınız!, Dedi. Kubilâyın yeniden bahse tutuşması kabil miydi? O bir kere talihini denerdi. — Bu akşam talih yıldızım doğma- dı.. ikinci bir denemeye girişmek iste- mem. Dedi. Sonra birden gülmeğe başladı: — Keyfine bak, Semga! Bu bir ta- Mih oyunudur. İnsan bazan kazanır, bazan kaybeder. Sayfiyeyi kazandın. yarın, hemen inşaata başlasınlar, Sen de ihtiyarladın artık. Orada güzel bir köşkte oturmak ancak sana yaraşır!. ... Meydanda koşular, güreşler devam ediyordu. Bir aralık Şi-Yamayı çağırmağa gi- den haremağası taraçaya geldi. ha- kanın yanına sokuldu: — Şi-Yama rahatsızlanmış, haka- cesaret edemiyordum., | Kubilây hayretle başını salladı: — Sevdiklerimin hepsi bu akşam hastalandılar.. ne garib tesadüf! Haremağası korkarak ger çekildi Hakan gözdesine de tabipler gön- derdi. Ve şarap içmeğe başladı. Bu haberi getiren haremağası Sem- ga Bahadırın adamlarındandı.. bir az sonra haremağası vezirin yanına yak- laştı.. ve Kubilây başka birile konu- , şürken, bu vaziyetten İstifade ederek vezirin kulağına şu sözleri fısıldadı: — Şi-Yama hasta değil... — O halde niçin gelmedi?. — Odasında yoktu.. — Nereye gitmiş?... — Ergun Bahadirin odasına. — Ne diyorsun.. Ergun Bahadir has- ta değil mi?. — Hayır. İkisi de söz birliği etmiş- ler.. Haremağası ihtiyar vezirin yanın- dan ayrılırken şu cümleyi de düve ete & — Onları kapı aralığından öpüşür- lerken gördüm. Semgs Bahadir hiddetlendi.. Haremağası dışarıya çıktı. İhtiyar vezir: — Bu bir felâket getirebilir. Ergun çıldırmış mı acaba?! Hakanın sev- gilisine el uzatmanın ona neye mal 0- lacağını neden düşünmüyor?. Diye mırıldanıyordu. Bu felâketin önüne geçmek için hakanın yanından ayrılıp, işi takip etmek gerekti. Semga Bahadır biraz sonra fırsat bularak tekrar gelmek üzere taraça dan salona geçti. ve sarayın alt katı- na indi.. Şi-Yamanın odasına gitti. Haremağası yalan söylememişti.. — Şi-Yama odasında yoktu. Semga kendi kendine: — Bu ne cesaret! Diye söylendi. İhtiyar vezir şimdi ne yapacaktı?. Ergunun dairesine geçmek istemi- yordu. Ya orada ikisini beraber görür- sem Endişesi Semga'yı bir müddet te- rTeddüd içinde bıraktı. Yavaş yavaş yürüdü.. Ayakları onu Ergunun odasına doğ- ru sürüklüyordu. Kapıda bir cüce gördü. — Bu besbelli bir gözcüdür. Ve cüceye sordu: — Ergun Bahadir rahatsızmış. kendisini görebilir miyim?. Cüce şaşaladı.. — Yatıyor. isterseniz uyandırayım? Semga Bahadir cücenin gözlerinin içine baktı: — Yalan söylemiyorsun değil mi?. — Hayır. — O halde git, uyandır. Hakan ta- raftmdan geliyorum.. kendisini ziya- ret edeceğim. Cücehin rengi atmıştı. Korkak bir tavırla kapıyı açtı.. İçeriye girdi, Bu dairede içiçe geçilen üç oda var- dı. Ergun İrandan Pekine geldiği gün- denberi bu dairede misafirdi. Cüce içeriye girer girmez vezir de arkasından yürüdü. İç odanın kapısı- na kadar gitti. Biraz sonra cüce odadan çıktı.. Ve karşısında veziri görünce şaşır- dı. Cüce, Semga'nın dışarda beklediği- ni sanıyordu. Cücenin dizleri titremeğe başlamış- tı. Cücenin arkasından Şi-Yama gö- rTündü. , Belliydi ki, Şi-Yama başka bir oda- ya geçecek ve Semga Bahadir Ergu- nun yanına girince, Japon dilberi de yavaşça odadan çıkıp kaçacaktı. Bütün hesaplar suya düşmüştü.. Şi-Yama ihtiyar vezirle karşılaşın- ca, korkudan az kaldı küçük dilini yu- tacaktı.. ağzını açıp bir şey söyliyeme- di. Semga Bahadir: — İran valisinin hastalığını ne ça- buk duydunuz?... dedi, — Şi-Yama kekeliyerek cevap ver- di; (Arkası var) eri Okuyucularımız —<— Bize ne bildiriyor? Islahı icap eden bir vaziyet 12/3/0937 cuma günü - sabahleyin işime gelirken polis memüru önüme çıkarak hakkımda tevkif müzekkere- £i olduğunu ve bunun da 932 ve 936 senelerine alt yol parasından müte- vellit bulunduğunu söyledi, birden- bire hayret ettim, şayanı şükran ki bu senelere ait yol paralarının veril diğine dair makbuzları ibraz ederek feci bir akibetten kurtuldum. Bir mü- kelleften sırf kayıtsızlık yüzünden iki defa yol parası almak istiyen bu kabil memurların vazifelerine dikkat etme- lerini bir vatandaş sıfatile dilerim. Divanyolu 128 No. lu Metanet kundura mağazası sahibi H. Eşrej Akşam i Okuyucumuzun şikâyet ettiği hale maalesef sık sık tesadüf olunmakta- dır. Bu yalnız yol parası için değil, bi- na, kazanç ve salre vergiler için de va- riddir. Bu, vergilerin tahsilinden son- Ta günü gününe ve muntazam surette defterlerdeki kayıdların memurlar ta- rafından kapatılmamasından ileri gel- mektedir. Bu işle muvazzaf memurla- rın ihmali yüzünden vatandaşların boş yere rahatsız edilmeleri herhalde boş görülecek ahvalden değildir. Okuyucumuzun bu haklı şikâyeti- nin hiç olmazsa İlerisi için bir ders teşkil ederek bu gibi yanlışlıklara mâ- hal bırakılmaması hususunda âmir- lerin icap eden tedbirleri almaları lâ- zımdır. ... Halice dökülen molozlar Senelerden beri, Haliç kıyılarını yükseltmek vesilesile sahillere bilhas- sa Eminönü ile hâl arasındaki kıyıla- Ta binlerce araba moloz dökülüyor, halen de dökülmektedir. Dökülen mo- Jorlar bir kaç ay içinde denize gidiyor, böyle devam ederse beş on sene sonra karşı sahile yürüyerek geçmek kabil olacak. Alâkadar makamalı : hareke- te getirmeniz memleket namına rica olunur. A. Gören ... «Akşam»da çıkan yazılar hakkında Akşam gazetesine abone değilim. Fakat üç senedir her gün bu gazeleyi alıyor ve bu gazeteyi okuyorum. Ro- manlarını, tarihi tefrikaları, hikâye- lerini, pazartesi perşembe müsahabe- lerile Necdet Rüştünün şiirlerini, ara sıra açtığı faldeli anketlerini, ilmi ve fenni makalelerini, çiçek ve kadın sahifelerini ve göne ara sıra neşretti- ği Amerika dünya eski ve yeri hâdi- selerini kesiyor ve saklıyorum. Şu ka- dar var ki, bu maksat uğrunda fuzu- len sarfettiğim paranın had ve hesabı yok. Çünkü bilfarz bazen keseceğim bir romanın arkasında ya tarihi bir tefrika veya Necdet Rüştünün şiiri veya pazartesi, perşembe müsahabesi veya ilmi ve fenni bir makale bulunu- yor. Birini kessem diğerinden mah- | rum kalacağım. O sebeple mecburen o gün iki nüsha alıyorum. Fakat bu keyfiyet ayda bir iki defaya inhisar et- se bir şey değil. İkiyi azami üçü geçti mi yıkım olmasından sarfı nazar neşe | kaçırıyor. Akşam gâzetesi bu kadar yenilikleri ve karilerine karşi gösterdiği cemile- kârlıkları dolayısile karilerinin fuzu- Jen zarar ve ziyanı maddiye uğfama- larını itemez, Ve talep ve temennile- rini derhal infaz eder kanaatindeyim. Binaenaleyh açık surette yazdığım maksadım bittabi anlaşılmıştır. Gaze- te heyeti tertibiyesince maruzatım na- sarı dikkate alınarak bizim gibi daha kimbilir kaç merak ehli kariini bu 2a- rardan vikaye edecek şekilde roman- ların, ilmi ve fenni makalelerin, muh- terem muharrir ve şairlerin, tarihi tefrikaların, Operşembe (o pağartesi müsahabelerinin ve süirenin bir kı- sım kesildiği zaman diğer kısmı imha etmiyecek tarzda tertibine lütuf bu- yurmesını hassaten rica ederek bu vesile ile arzettiğiin şekilde intişar edecek güzel gazetenizin daha güzel- leşerek pek çok kari kazanacağını timid ettiğimi kaydetmeği de bir va- Zife bilirim. D. D, Yolları Hasılat dairesi İstatistik kaleminde Faik DARK Aİ m Akşam Evvelâ, muhterem okuyucumüza, | ha dikkat ettim. Senin hizmetçide de İ halüzüm yoktur, N «Zevcenizin caiz olmıyan şeyler yaptığını size haber vermek mecbu- riyetinde kalıyorum. Bu akşam saat yedide, Hürriyettepesindeki kahvede bir âşıkı ile buluşacaktı Sizi seven İyi kalbli bir adam; Feridun mektubu buruşturdu. Fa- kat parça parça edeceği sırada, fik- rini değiştirdi. Kâğıdı düzeltti, cebi- ne koydu. Bu, sabahleyin saat dokuz buçukta yüzıhanede vukua geliyordu. Hemen paltosunu giyerek sokağa fırladı. Dostlarından ve eski mektep arkadaş- larından birinin evine koştu. Dostu onu böyle perişan bir halde görünce merak ile sordu: — Hayrola, ne var?. — Aman biran nefes alayım da an- latırım. Boğulacağım. Başıma geleni bilsen. Ea iyi bir dostum olduğun için sana koştum. Hem muharrirsin de. Kadın işlerinden iyi anlarsın. — Âşık mı oldun? Değil canım. Karımdan bahsede- ceğim. — Fahriyeden mi? — Biliyorsun, üç senedir evliyiz. Kendisini ne kadar sevdiğimi söyle- | meğe hacet yok. Şimdiye kadar o da beni seviyor zannediyordum. Fakat Fahriye... İmzasız bir mektuptan an- ladığıma göre... — Canım bırak böyle lâkırdıları ku- zum... İmzasız bir mektup üzerine karından şüphe etineğe utanmoız MI- sın? .— Ben de iptida böyle düşündüm ama... Sonra aklıma bir çok şeyler geldi. Bu son günlerde Fahriyenin hali değişti. Öperken bile bir soğuk- luk var, Gözlerini gözlerimden kaçıı- YOK... — Bunlara hep kuruntu derler. Bir erkek bir kere kıskanmağa başladı mübalâğa mı, en ufak bir eder. — İnşallah dediğin gibidir. Ama bu imzasız mektup esilsiz değildir diye Yorkuyorum. Bugün öğle yemeğini noktayı | nerede yiyeceksin? — Bilmem, benim gibi bekârlar ser- seridirler. — O halde bize gel, Yemekten son- râ ben çıkarım. Sen karımla kalırsın. Ou tetkik edersin, bir şeyler anlama- Şa çalışırsın. s.. Feridun dostunun kolunu yakaladı ve sordu: — Ey, ne diyorsun bakalım? — Hiç bir zaman bu kadar zor bir mevkide- kalmadım. Fahriyeye karşı beslediğim hürmet... — Lâkırdıyı dolaştırıp durma. An- laşılan sen du şüphelendim! — Bunu inkâr edemiyeceğim. Fa- kat bende öyle bir zan var ki Fahriye seni kıskandırmak istiyor, — Ne münasebet? — Kim bilir. Kadın kalbine akıl ermez ki. Bu işe doğrusu ben de me- rak etmeğe başladım. — Bu akşam o kahveye ben git- sem ...Ne dersin? — Buna sıkılmaz musın? Senin gi- bi bir adam... Ben başka bir şeye da- bir iş var. Hiç yerinde duramıyordu. Hali çok garibti. Gözüne çarpmadı ım? — Hayır. Yemekte ben hep karıma dikkat ediyordum. Herhalde bu ak- şam o kahveye gideceğim, Hakikati Bazetemiz hakkmdaki iltifatların- dan dolayı teşekkür ederiz. Arasıra başka okuyucularımızdan da bu mev- zu hakkında mektuplar aldığımız için bunu aynen neşretmeyi münâsip gür- dük. Ötedenberi bazı okuyucuların tef- rikaları kesip Saklamak itiyadında olduklarını biliyor ve müsabaka ku- ponu gibi şeylerin bunların arkasına gelmemesine dikkat ediyoruz. Ancak okuyucumuzun, kendisini alâkadar eden muhtelif yazılarımız hakkında bu arzusunu yerine getirmeğe maale- | sef maddelen imkân tasavvur edile- miyoceği aşikârdır. Her gazete neşre- deceği her yazının okuyucularını ya” ! kından alâkadar etmesini ister ve yö- alarmı dalma bu endişe İle seçer; ©- kuyucumuzun arzusunu yerine geti- rebilmek için hemen her yazının âr- kasını boş bırakmak icap eder ki, bu- nun da imkânsızlığını uzun uzun İzğ» kendi gözümle görmek isterim. Bu şüphe içinde yaşıyamamı. N Beş Feridun saat altı buçukta kahive- de idi. Paltosunun yakasını kaldır. mış. Bir Kenâra çekilmiş, soğuktan titreyip duruyordu. Kâğıdhane üze- rinden bıçak gibi bir ince karayel rüzgârı esiyordu. Feridun bir aralık dönerek Mecidi- ye köyü istikametine baktı. Orada köşkte oluruyorlardı. İhtimalki su dakikada Fahriye köşkten çıkmış, buraya doğru geliyordu. Çok geçmeden kahvenin önünde bir otomobil durdu, Feridun hem ge- leni görmek hem kendisini göstserme- mek için müasib bir noktaya, kena- ra çekildi. Bir kadının içeri girdiğini görünce yüreği çarpmağa başladı. Ortalık kâ- fi dereceds aydınlık olunındığı için ge- len kadının yüzünü iyi farkedemiyor- du. Biraz ileriledi. Lâmbanın altına geldiği zanıan kadını gördü ama ka- dın da kendisini görmüş bulundu. Fahriye sinirli adımlarla Feriduna doğru yürüdü. Feridun için geri çekilmek ihtima- li kalmamıştı. Bütün şüpheleri haki- kat haline geliyordu. Fahriye yaklaştı. Assbi bir sesle: — Feridun! dedi. Feridun hayretler içinde karısının yüzüne bakıyor, ayni zamanda onun gösterdiği bu cüretkârlıktan hayret- dere düşüyordu. Fahriye soruyordu: — Ne işin var burada? Feridun birdenbire coştu: — Bunu bana mı soruyorsun? Bu- rada neden dolayı bulunduğunu izah edecek biri varsa o da sen değil mi- sin? — İşte ben adamı rım! — Sen mi yakalıyorsun? Bu kada- rı, doğrusu, biraz fazla! Fahriye cevap vermedi. Cebinden çıkardığı bir kâğıdı kocasına uzata- Tak: — Oku! dedi. Feridun titrek bir sesle hızlı hızlı okudu: «Hanımefendi, Kocanızın caiz olmıyan şeyler yap- tığını size haber vermek mecburiye- tinde kalıyorum. Bu akşam saal ye- dide ( Hürriyettepesindeki kahvede sevdiği bir kadın ile buluşacaktır. Sizi seven iyi kalbli bir adam» se. Ertesi sabah, ıcuharrir Feriduna telefon ediyordu: — Ey, dün ukşam kahvede ns yap- tın bakalım? — Ayol bü sabahki gazeteleri oku- madın mı? — Gazeteleri mi? Daha yatakta- — Dün «ıkşam bizim köşkü tamta- kır soydular, Hırsızın imzasız mektu- bu gönderen adam olduğu muhak- kak. Bang yazılan mektubun ayni Fahriyeye de gönderilmişti. Zavallı Fahriye, o soğukta Hünriyettepesine kadar geldi...“Ev bomboş kaldığı için hırsız rahatça 'her şeyi ulıp gitmiş. — Ev nasıl bomboş kalır? Ya hiz- metçi kız? — O da nişanlısını yakalamak için Kurtuluşa gitmiş. Çünkü o da imza- $ız bir mektup a'ü böyle yakala» Adres tebdili için yirmi bep kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Sefer 2 — Ruzu Kasım 158 & İmk Güneş Öğle İkinli Akşam Yalı E 847 1486 S27 90 Da ET Va 336 oO5,23 12,4 1558 1847 2023 İdarehane: Babtâli civarı ED e a

Bu sayıdan diğer sayfalar: