21 Haziran 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

21 Haziran 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

i i Sahife 6 ” PAZARTESİ KONUŞMALARI TÜRK ve ATATÜRK Atatürk, çifliklerini devlete verdi; niçin? Neden Atatürkün çiflikleri vardı? Bu çiflikler daha evvel var mi idi? Bu mevzuda onu senelerce uğ- raştıran sebep nedir? Çifliği olan ve olmıyan her Türk, bu suallerin ceva- bını kendi kafasında aramalı ve Ata- | türkün bu hareketindeki mânayı bü- tün açıklığı ve genişliğile anlamalı dır. Türk milletine bütün hayatı ve | hayatının her safhasındaki harekâtı ayrı birer ders olan Önderin yolunda yürüyebilmek için onun ne gibi mu- harriklerle nasıl yürüdüğünü bilmek lâzımdır. Bu bilgi, her Türke bütün ilimlerden önce gelen bir hikmeti, bir delseteyi söyler. Atatürk, vatanı istiklâline kavuş turduktar sonra harap ve yanık bir memleket ve perişan bir millet buldu. Bu memleketi harap ve bu milleti pe- rişan eden yalnız son muharebeler de- gildi. Bir zamanlar başındaki insan- ların vicdanca, irfanca yoksulluğu ve | iç hainliklere, vurdum duymazlıklara dışın mel'un, haris ve kahir tesirleri de katılarak uğradığı felâketler, asır- lar ve asırlarca devam etmişti, İstik- Jâl mücadelesile ruh bakımından kud- retini bütün dünyaya isbat etmiş ve kabul ettirmiş olan Türk milletini madde bakımından da kaldırmak ve yükseltmek lâzımdı. Türk milletinin büyük bir ekseriye- | ti çifçi idi. Toprağı karasabanile yo- | ğuran, ufala ufala buzağı haline gel- miş öküzile tarlasını süren, insani İrajedinin en iç paralayıcı sahnele- rinden birini yağmur dualarında gök- ten su dilenerek yapan Türk köylüsü- ne toprak üstünde insan zekâsının şimdiye kadar olduğu gibi münfail değil, müessir ve fail olabileceğini gös- termek zaruri idi. Eski Ankaranın ci- varında ağaçsız, hattâ otsuz ve her türlü nebata küskün tokraklar üstün- de bu büyük davaya girişmek kudret ve iradesi ilk defa Alatürkten geldi. Bugün anaçlaşmış ağaçlarının göl- gesinde Orta Anadolunun yazlarında öğle vaktinin cehenneminden kurtu- Jup serinlik cennetine kavuştuğumuz Orman çifliği bu kudret ve iradenin eseridir. Ziraat ilmimizin bundan on küsür sene önce muvaffak olama- dığı bu imtihan sahasında o kudret ve irade, nasıl muvaffak olunabilece- Gini ziraat ilim adamlarımıza da gös- termiş oldu. Atatürk, «Bu topraklar herşey verir, yeter ki, almasını bile- Mim.» düsturunu ve hakikatini, başın- da bulunarak vücude getirdiği bu çif- Mikle bize isbat etti, Nitekim pek çok- larının kendisinden ümid kestikleri bu. milletin nelere kadir olduğunu İstik- Ml mücadelesile gene O, bütün dün- yaya isbat etmemiş miydi?, Atatürk, israr ile, devam ile bu kı? sır sanılan toprallar üzerinde çalıştı ve çalıştırdı. Onun çiflikleri, yaptığı milyonluk masraflarına cevap vere. Escd Mahmud Karakurd cek bir mükemmeliyele erdi. İstediği dersi vermiş ve şahsen yaptığı masraf- lar kâr bırakmıya başlamıştı. Onun yüksek gayesi gerçekleşmiş demekti. Yoku varetmenin bütün sırlarını bi- len Büyük Önder, ziraat yolunda yü- rünecek istikameti göstermişti. Artık | onun bu işle şahsi olarak uğraşması- İ na lüzum yoktu. Bunları hep milleti için yapmamış mıydı? Tıpkı yurdu- na hizmet edebilecek yaşa gelinceye | Kader evlâd yetiştirmekte olduğu gibi | oda bu müesseseleri olgunlaştırdı ve İ sonra devlete verdi, Türk yoksulsa zengin olmayı parası ve servetile başkalarına tahakküm et- | mek için istemez. Türk zenginse bü- tün mal ve menalini, bunları içinde İ kazandığı cemiyetten saklamaz ve ka- çırmaz. Atatürk, yoksulumuza ve zen- ginimize bu vazifeleri bir kere daha | hatırlattı. Yeryüzünde dikili ağacı yok- | ken bile bütün vatanı, ferdi varlığını vererek alan atalarından kalma aziz bir miras olarak duymakta veya biz- zat malmı, canını ortaya koyup yar bancılardan geri aldıktan sonra onu evlâdiarına, miras bırakmakta, servet- lerin en baha biçilmezi olduğunu kim Atatürkten daha iyi bilir?. Esasen onun gözünde herşeyden üstün bildiği milletinin olmıyan ne vardır ki... «Mevzuu bahsolan hediye, yüksek 'Türk milletine benim asıl vermeyi dü- şündüğüm hediye karşısında hiç bir kıymeti haz değildir. Ben icab ettiği zaman en büyük hediyem olmak ü- zere Türk milletine canımı verece- Bim» Mesleğinin ona kazandırdığı rütbe- leri, emeğinin yarattığı serveti ve ni- hayel bütün bu yaratıcılıkları yara- tan canını milletine bir an tereddüd etmeden veren insanın yolunda bu millet csnını vermeden durur mu? Atatürk, Türk-milletinin canıdır, bü- tün ruhunun temerküz ettiği gözbe- beğidir. Bizim tenimizde can kaldık- ça onun canı teninde kalacaklır. Onun canını feda edebilmesi için bi- zim cansız bir hale gelmemiz lâzım. Halbuki biz, ona inananlar diriyiz. Onun dirisiyiz. Fanilere mevüd sevgi- lerin en kutsalını onun varlığına bes- lediğimiz muhabbette (buluyoruz. Onun kudret ve iradesinde kudret ve irademizi biledik. Onun hür ve müs- takil ruhunda hürriyet ve İstiklâli- mizi bulduk. Onda kendimize geldik. Bütün dünya içinde şerefli ve haysi- yetli olmıya onun şahsında ve zatın- da erdik. O da bizim, icap ettiği za- man kendi emrinde, yurd için, millet için, hürriyet ve istiklâl için, haysi- yet ve şeref için seve seve öleceğimize İ Dı, Atatürkün Türk milletine olan emniyeti kadar kuvvetildir. Atatürkün Başbakanımız İnönüne Trabzondan yazdığı telgrafın şu cüm- SON GECEL., Tefrika No. 73 emindir. Türk milletinin Atatürke ima- l Zabit hemen dönüyor ve kollarmı | Od.lara, koridorlardan koridorlara ko- açıyor... $up duruyorlar... Telsiz istasyonları, — Gel gel benim canım kızım, biri. | telgraf santralları mütemadiyen iğ cik sevgilimi, Kiz hemen koşarak kendini onun | limati... kolları arasına atıyor... Şimdi, iki genç dudağın biribirine deymesinden çıkan ee, tatlı bir se$ duyuyoruz... O kadar ... ... Bir ay sonra!.. Müthiş bir haber... lemektedir... Bir sürü kâğıd, emir, tar Belli ki, çok heyecanlı gün- ler yaşıyoruz.. Yüzbaşı Faruk bey; sabahtan beri bürosundan çıkmadı. Mütemadiyen almanca verilen metinleri türkçeye tercüme etmekle meşgul!... Bu tercü- meler sonra, şifre halinde icap eden İbrall çalkanı- | 'Türk kolorduları Kümandanlıklarma yor... sAlman orduları, Gorp ocop- | telsizle veriliyor... Bilhassa Rus top- hesinde büyük bir paniğe uğramış | raklarındaki Türk kolordusu ile mü“ lar!... Son darbe indirilmiştir. Alman- | temadiyen hali tömasta bulunüyo- lar perişan bir halde kaçıyorlar! ...> Tuz... Bu haber, ağızdan ağıza, kulaktan ku- | o Gece saaten... Yüzbaşı hâlâ odas İeğa bütün şehri dolaşmaktadır. fe | sında... reil halkı heyecan içinde sokaklara Telefon çalıyor... Dahili telefon. .ğ dökülmüştür... Herkes; bu haberin | Almanca bir muhavere.., doğru olup olmadığını öğrenmeğe ça uşıyor... ei son haddine vasıl olmuş- — Alo; yüzbaşı Faruk bey?... — Evet. — Kumandan derhal sizi İstiyor), SP GE Mümisindeyiz... Zabitler, odalardan | kalkıyor, Kileri ile saçlarını AKŞAH KADIN KÖŞES! Zarif bir elbise Yeşili krep marokenden elbise, Ye- şii beyaz ekoseden manto ile giyik mektedir. Alacak meselesi Borçlu alacaklıyı jiletle yaralâdı . Yeşildirekte oturan Şükrü adında biri dün arkadaşı Reşidden alacağını istemiştir. Reşid: — Çekli başımdan beni belâya sok- ma.. diye Şükrüyü yanından koğmuş- tur. Şükrü parasını istemekte israr edin- &e Reşid elindeki jiletle arkadaşının sağ kolunu kesmiştir. Reşld yakalan- mıştır. lelerini burada heyecanla tekrarlıya- cağım: «... Trabzon, yalnız benim geçtiğim yol üzerinde değil, o yola kavuşan bü- tün yollar görünebildikleri uzunluk- larınca halk tarafından kadın erkek dolu bir manzara ve heyecan ve alkış tufanı halinde görülmekte idi. Bu ka- dar saygı ve sevgi ve bağlılık ifade eden milli heyecan karşısında bir na- çiz kalbin durmaması, yine o milli he- yecanın verdiği kuvvet sayesinde an- cak mümkün olabilmiştir.» Ne diyeyim? İşte Türkün kalbi, işte Atatürkün kalbi! Bu iki aziz varlık, ebediyetlere kadar beraber kalacak ve bu beraberlikten Türklük ve bütün insanlık için en büyük hayat ve saa- det kudretleri dogacak. Hasan - ÂH YÜCEL rek, düğmelerini ilikliyerek kapıdan Çıkıyor... Merdivenler.. koridorlar. 0- dalar!... Büyük bir kupının önünde duru- yar... Bir Alman nöbetçi!... — Kumandan içerde mi?. — İçerde yüzbaşım!... Hemen kapıyı parmağı ile hafifçe takırdatarak giriyor... Geniş bir salon!,.. Ortada bir ma- sa vo masanın önünde dört beş Al man zabiti!,.. Yüzbaşı, masaya doğru yürüyor ve birdenbire rap diye durarak başile as- kerce bir selâm veriyor... — Beni emretmişsiniz miralayım?.. Sarı, yuvarlak, çıpıl gözlü bir adam!, — Yaklaşın yanıma yüzbaşı!... Miralayın sarı yüzünde, biçakla açılmış gibi derin çizgiler kımıldı. — Çabuk şimdi söylediklerimi not edin ve sonra onu türkçe şifreleştire- rek Batuma telsizle verin!... — Emredersiniz miralayım!.., — «Bulgar ordusunun büyük biz hezimete uğradığını şimdi haber al- dık, Ordu, bir halde Fransız kuvvetleri önünde kaçıyor... Rumen» lerin fırsattan dstifado ederek bir bas- kın yapmalarından korkuyoruz... Mevs , çudumuz azdır, dalma teması muhâs dada edelim,» Yüzbaşı, heyecanla başını kaldır» pe Yi eği id Mahkeme salonlarında Çocuğu korkutmak için “Seni parçalarım,, demiş Küçükler arasında başlıyan ve babalara kadar sirayet eden bir kavganın muhakemesi Kumkapı Nişancası civarında iki çocuk arasında başlıyan kavga de- rece derece büyümüş, ağabeylere, babalara sirayet etmiş ve nihayet sulh ceza mahkemesine kadar gel- mişler. Anlatılanlara nazaran vak& şöyle olmuş: Kumkapıda on yaşında. Reşad adında bir çocuk yedi yaşındaki kar- deşile sokakta giderken ayni mahal- lede oturan yedi sekiz yaşlarında Faruk önlerine çıkmış ve Reşadın kü- çük kardeşine takılarak kavgaya tu- tuşmuştur. Mini miniler arasında çıkan bu kavgada Faruk bir yumruk vurarak Reşadın kardeşini yere düşürtmüştür. Reşad, kardeşinin yere yuvarlan- dığını görünce eğabeylik hissiyatı galeyana gelmiş ve o da yumruklar rini sıkarak Farukun üzerine hü- cum etmiştir. Faruk dayak yiyeceğini anlayınca korkudan bağırarak evine doğru kaçmağa başlamıştır. Faruk kapıya gelince gürültüyü duyan babası Lüt- fi dışarıya fırlamış ve: — Dur, seni yakalayım da parça parça edeyim. Diye Reşadın üzerine atılmıştır. Küçük Reşad karşısında yum- rTukları sıkılmış koskoca adamın, s6- ni parçalıyacağım, diye hücuma kal- kıştığını görünce bu defa kaçmak sırasının kendinsinde olduğunu an- lamış ve: — Bsbaa.. yetiş, beni parçalıyor- Diye bağıra bağıra kendi evine kaçmıştır. Bu vaziyet karşısında Re- şadın babası durur mu ya? Çocuğu- nun feryadını işitir işitmez, B. Veli de sokağa fırlamıştır. — Oğlumu döven kim imiş? Diye pür hiddet kapının önüne çıkan B. Veli orada yumrukları s- kılmış, B. Lütfi ile karşılaşmış ve: — Oğlumu niçin dövüyorsun? Diye kavgaya başlamıştır. Bu su- retle küçükler arasındaki kavga bü- yüyerek babalarına sirayet etmiştir. Çocuğu yakalıyamadığı için hiddeti- ni yenemiyen B. Lütfi: — Senin koskoca oğlun benim küçücük çocuğumu dövmüş. Şimdi ben de onu parçalıyacağım.. Diye bağırmış, B. Veli oğlunu eve Sokarak: — Sen benim çocuğumu nasıl par- çalarsın? Diye B. Lütfiye çıkışmış, o, büs- bütün hiddetlenmiş: — Çok fena bir haber bu mirala- yımi... — Evet; hakkın var, çoh fena, yüz- başı!... Yalniz o değil!... Alman orduları da büyük bir hezime- te uğradı!... — Ne diyorsuhuz?, — Maatteessüf öyle!... Miralay birdenbire ayağa kalk yor... Gözlerinde İztırap dolu bir ba- kış var... Dudakları gayri ihtiyari ki- mıldıyarak kendi kendine söyleni- — Korkunç, tehlikeli günler yaşı- Sonra başını yüzbaşıya çeviriyor... — Haydi, vakit kaybetmeden gidip aldığınız notu Batuma verin!... Yüzbaşı tek bir kelime söylemiyor... Sadece: — Başüstüne kumandanım; Diyor ve sert akımlarla yürüyerek odadan çıkıp gidiyor... ... Bütün gece karargâhta kaldık. ee 'Telsiz istasyonları uresinda işleyen o motosik- letler, sabaha kadar telgraf taşıdı Fena haberler biribirini takip edir yor.,, Karargâhın ve fırakının ileri gelen sabitleri öbek öbek odalarda Dün Marn'da Kala iy öy 21 Haziran 1952 —Yumurcağını getir de nasıl par- çalıyacağımı gör. Demiş. bereket versin komşular arayi girerek kavganın daha fazla büyümesine meydan vermemişler, Fakat iş burada bitmemiş, B. Veli derhal bir istida yazarak B. Lütfi aleyhine tehdit davası açmış. Sulh ceza mahkemesinde B. Veli yukarıda yazdığımız şekilde davısını anlatarak (suçlunun, . kendilerini ölümle”tehdit ettiğini söyledi. Oğlu Reşad da: — Ben Faruku dövmedim. O be- nim kardeşimi dövüp yere yuvarladı, Sonra korkusundan bağırarak kaçtı. Bu defa da babası karşıma çıkarak, seni parçalıyacağım, diye üzerime hücum etti, Zorlukla kaçıp kurtul dum,. dedi. Hâkim, suçluya sordu: — Bak, bunları tehdit etmişsin, ne diyorsun?. B. Lütfi kendi oğlu Faruku gös terdi: — B. Hâkim, bu adamın oğlu, be- nim şu çocuğumu dövmüş. Ben de, seni parçalarım, diye kendisini ko- valadım. Benim çocuğum hasta den yeni çıkmıştır, böyl dövülür mu hiç?. Ben onları teh dit, mehdit etmedim... Dinlenen şahidler de B. Lütfinin, Reşadı parçalıyacağım, diye bağırdı- ğını işittiklerini göylediler. Hâkim tekrar suçluya sordu: — Bak, parçalıyacağım, diye teh- dit ettiğini şehidler de duymuşlar. Bu şahidlerin sözlerini Kabul etmi- yor musun?. — Ederim bay hâkim. Parçalarım, dedim. Ben her zaman mahalledeki çocukları böyle korkuturum. Bu sö- gün ne ehemmiyeti var?, — Sence belki ehemmiyeti yok- tur amma, bak, kanunda tehdit et- menin cezası var, Bunlarda senin âleyhine tehdit davası açmışlar.. — Bay hâkim, ne davası açarlar sa açsınlar. Orasını kendileri bilir. ler. Ben çocuğa, seni oparçalarım, dedim, İşte gene de söylüyorum. Dünya yıkılsa bu sözümden dön- mem. Ben mahalledeki çocukları hep böyle korkuturum.. Suçlu B. Lütfi bir türlü sözünden dönmüyor ve mahalledeki çocukları hep böyle korkuttuğu için bu sözü- ne ehemmiyet verilip te kendisinin cezalandırılmasını kabul etmiyordu. Karar için muhakeme başka güne bırakıldı. Kumandan ve erkânı harbiyesi, hâ- lâ masalarının başından ayrılmamış- lardır... Heyecan, iztırap, korku dolu saatler yaşıyoruz... Etraf aydınlanmaktadır... 8 rüzgâr esiyor... Karargâlun isti rat büroları"sabahın alaca karanlık- ları içinde şu son haberi alıyorlar!... — «Bulgar orduları artık büsbütün gaptü raptı kaybederek perişan bir halde kaçmaktadırlar. Fransızların, Rumenlerle irtibat peyda etmesine mâni olacak hiç bir kuvvet kalmamış- tart... ; ... Güneş daha yeni doğuyor... Se- rin bir Tuna sabahı... Yüzbaşı bitkin 'bir halde eve dönmektedir... Uykusuz» Tuktan sararan yüzünde bir ölü kan- sızlığı ver... Yakasını kaldırmış, elle- rini paltosunun cöbine koymuş, göz- leri karşıda bir noktaya takılı düşüne düşüne yürüyor... Tuna karşıda, sis- ler içinde hayalden bir çizgi gibi!... Hem yürüyor, hem düşünüyor... Du- daklarının arada sırada kımıldıyarak, kendi kendine mırıldandığını görüyo- ruz... Herşey bitti artık diyor. Niha- yet bir iki gün sonra, Fransız ordu- ları Rumenlerle birleşerek, Balkan- larda kalan son Alman kuvvetlerini dâ önlerine katacak, sürükleyip götüre- ceklerdir... Öbür tarafta, Garp cep- hesinde ise, son kati darbe Fransızlar ““İstarafından vurulmuş bulünüyor!... (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: