22 Temmuz 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

22 Temmuz 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Her akşam bir hikâye Ne zamandanberi evime şöyle Or- ta boyda bir buz dolabı satın almak için pek heves ediyordum. Çünkü bu sıcaklarda benim en büyük Zev- yim uk, temiz bir su içmek... 'Tifodan korkusuz bir dondurma ye- mek.. buz gibi bir kaç meyvayı göv- deye indirmek... Sonra geceden buz dolabına koyacağım buzlu kahveyi sabahleyin iştaha İle içmektir. Nihayet bu arzuma da nail oldum. Bir buz dolabı satın aldım, «Oh ar- tık, diyordum, eve sıhhat girdi. Buz dolabı bize sıhhat getirecek...» Dolap evde bir köşeye kondu. Hani eskiden çocuklar kendilerine alnan yeni bir oyuncağa nasil sevinirlerse ben de öyle memnundum. O günü Adeta akşamı heyecanla bekledim. eve gidip dondurmaya, soğuk suyâ, soğuk yemişlere kavuşacaktım. Hattâ yazıhaneden çıktıktan sonra eve bir an evvel kapağı ötmak için bu sıcakta tramvayı filân beklemeden bir otomobile atladım. Doğru €v.. Hemen buz dolabının başına gös tim... Açtım. Fakat ne münasebet? Ne dondurma var... Ne soğuk mey- va.. hatlâ su bile adamakıllı soğu- mamış... — Bu ne? dedim. Bizim bayan: — Bilmem ki... diye mukabele etti. Bir köşeye oturdum. Etrafı seyre! meğe başladım... Oooo... Tevekkeli değil... Hiç bu şerait altında buz do- labında bir şey kalmasına imkân var mı?.. Sağ olsunlar bizim evdekiler son derece kalabalıktır. Mahdumlar, kerimeler, gelinler... Önüne gelen bir kere buz dolabının kapağını açıyor, içindekileri yakalayıp cumburlop bo- gaza... Malüm ya bir buz dolabının kapağı çok açılıp kapanırsa içerisi © derece soğuk olmaz. Halbuki bizim buz dolabı saatte 60 kere açılıp Ka- panıyordu... O günü sabrettim. Sa- bahleyin yataktan gana — labına koştum, baktım... Vay, Ni vay... Buzlu olması için akşamdan koyduğum kahvem bile soğumamış... Garip şey... Ertesi gün, daha ertesi gün ayni vaziyet... Sanki bizim çoluk çocuğun günde bir kaç kere buz dolabını #çıp kapadıkları yetişmiyormuş gibi bir gün bir de ne göreyim? metçi kız evi biraz tenha bulmuş ola- cak ki dolabı açtı ve kafasını içeri soktu. Bir dakika, iki dakika, beş da- kika öyle... Şaşırmıştım. Bu kız me yapıyordu? Renk vermedim... Bir kö- şeye büzülüp saklandım. Bir saat sonra hizmetçi kız bir daha dolaba yaklaştı. Kapısını açtı, Kafasını içe ri daldırdı. Beş dakika öylece durdu. Eh, artık dayanamadım, yerimden fırladım. — Kiz ne yapıyorsun? diye bağır- dim... Fena halde korktu. dim... diye kekele- şeyi? — Şey efendim... Hava çok sicak ta... Başım serinlesin diye biraz içeri soktum 'Tepem attı. Siz şu rezalete bakın bir kere... Önüne gelen buz dolabına el atıyor. Baktım, bu böyle olmıya- cak... Bizim evde kocaman bir tahi& dolap vardır. Buz dolabını bu tahta dolabın içine yerleştirdim. Ve tahta dolabın kapısına da bir kilit vurdum. Oh artık rahattım. Evime gidince buz gibi meyvaları, tifodan korkusuz temiz suyumu bulacaktım. O akşam da eve gider gitmez dola- bın kilidini açtım... Birde baktım. Vay, vay, vay... Buz dolabi tamta- kır... İçindekilerin hiç biri de soğu- mamış, Dolap sanki bir dakika ev- vel kapanmış gibi. Sabahleyin kalk- tım. Gene ayni hal... İçine konulan şeylerden hiç biri öyle adamakıllı soğumamış... Akşamdan kalan don- durma bile sertleşmemiş. Garibime gitti. Aklıma bir şüphe geldi. Sakın bu dolap bozuk olmâ- #n?... Muhakkak öyle olacaktı ki içindekileri lüzumu kadar soğulmu- yordu... Derhal buz dolabını aldığım şirke- te telefon ettim. ” — Bu dolap bozuk... Bunu alınız, ne yaparsanız yapınız, dedim. Me- murlar geldi, Dolabı muayene ettiler. | — Sağlam. fakat mademi ki siz İs- tiyorsunuz, değiştirelim, dediler. Ve tecrübesi henüz bitmiş bir buz do- | Rİ labını getirdiler. Gene ben ne olur, ne olmaz düşüncesile yeni buz.dola- bını, bizim kilitli tahta dolabın içi- ne yerleştirdim, kilitledim. Fakat gene vaziyet ayni vaziyet... Dolapta istediğim kadar soğuk bir şey bulmak mümkün değil... Merak içinde bizim bayana 80- ruyorum: — Yahu, bu buz dolabına ne olu- yor?, O şaşırmış: — Bilmem... diyordu, vallahi ben de şaşıyorum. Kayin valideye soruyorum: — Bilmem, diyordu, vallâhi ben de şaşıyorum. Mahdumlara, kerimelere, lara, soruyorum. Ayni cevap: —— Vallahi bilmem kl... Ben de şa- şiyorum. Bir gece ne olursa olsun buz do- labının sırrını öğrenmeğe karar ver- dim. Dolabı akşamdan doldurdum. Meyvalar, iyi sular, sütlaçları koy- dum. Gece evde elsyak çekildikten sonra buz dolabının karşısındaki bü- yük perdenin arkasına gizlendim. Evet, artık polis hafiyeliğinden baş- Ka bir çare yoktu. Biraz bekledim. Bir de baktım. Bir ayak sesi... Bizim küçük mahdum parmaklarının ucuna basa basa do- laba yaklaştı... Cebinden çıkardığı küçük bir anahtarla tahta dolabı aç- tı... Akşamdan elimle koyduğum viş- ne şerbeli surahisini kaldırdı, bkır tıkır, lıkır... Belki beş dakika içti sönra bu marifeti yetişmiyormuş gi bi elinde getirdiği bardağı da ağıma kadar şerbetle. doldurduktan sonra gitti... İçimden: — Bulduk dedim, «1 numaralı buz dolabı düşmanı» ele geçti, dur baka- Mahdum gilli, bir de baktım. Bi- zim bayan... Parmaklarının ucuna basa basa geldi. Onda da başka bir anahtar... Evvelâ tahta dolabı açtı. Bundan sonra buz dolabının içinden olgun, soğumuş kayısıları çıkardı. Hain benim gözümün önünde şakır damad- r belki 15 - 20 kayısı yedi. Ondan | sonra çekilip gitti... 2 numaralı buz dolabı düşmanı da bu demek... Artık kimse gelmiyecek diye düşü- nürken bir de ne göreyim. bizim kayin valide aynl itina ile dolaba yaklaştı. Cebinden maymuncuk gibi bir anahtar çıkardı... Açtı, hayret ö bile kendine bir anahtar © i Kayin valide de dolaptan dişin uygun gelen buzlu mahallebiyi seçti. “Ondan sonra herkes dolabı bir kere yokladı. Hepsinde de ayrı bir anahtar. Nihayet en sonra hizmetci kız geldi. Oda dolapta en son ne kal- rmşsa onları silip süpürdükten sonra biraz da serinlemek maksadile kafa- sını dolaptan içeri soktu. Beş daki- ka başını buzlu hava ile - tabir caiz- se - banyo etti. Çıktı gitti, Bir gece Uykusuz kalmıştım amma buz dolabının surını öğrenmiştim. Ertesi günden tezi yok. hemen tah- en ta dolabın kilidini söktüm. Onun ye- | rine şifreli bir Amerikan kilidi as tım. Her gün Amerikan kilidinin şif. resini değiştiriyorum. Onlar bir ca- sus gibi şifreyi öğrenmek istiyorlar amme kim kaptırır... Şimdi dolabım- da istediğim kadar buzlu öteberi bu- | Jabiliyorum. (Bir yıldız) Türkiye (o Ecnebi SENELİK (1400 kuruş 2100 kuruş 6 AYLIK 7 » M0 » YUK 40 » >. LIK 150 > Posta Ittihadına dahil olmıyan ecnebi memleketler; Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Cemaziyelevvel 13 — Ruzuhuzır 78 4 İmesk Güneş Oğle İkimli Akşam Yal BE. 658 98 443 BAZ 1200 155 va. 235 445 1220 1618 19372132 İdarehane: Babil civan Acımusluk So, No. 13 Çektiği ıstırabla- | N 35 Klimik iNNDER LE Sahife 11 Perşembe egriyatı; 12,0: Piâkla dis, 13,05: Muh- 1x dans musikisi, Spor beleri: Eşref Şefik tarafından, 20: Sadi ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkı- g0: Ömer Rıza tarafınd. ayarı), 21,16: ORKESTRA: 22,6: ve borsa haberleri ve ertesi günün Dro£- tamı, 2230: Pilkla sololar, opera ve ope- Tet parçaları, 23: SON. Ecnebi istasyonların en müntehap programı Roma (421) saat 22: «Ormanda uyuyan güzel kız» operet 3 perde, Peşte (540) 23: Puççininin «La Bohâmes operası, Sottens (443) 21: Mozart konseri, Kolonya (456) 31/10: Orkestra ve piyano, Frankfurt (251) 72: Romantik musiki (Sehumann), Dio- nako (450) 22,10: Keman ve piyano kon- seri, Peşte (549) 22: Trigan musikisi, Dans musikisi Londra (Kısa dalga) saat 015. 23 Temmuz 937 Cuma İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230; Plâk- ie Türk musikisi, 1260: Havadis, 1305: Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşritayı: 1830: Plikla dans musikisi, 19: Radyo fonik komedi (Büyük Hala), 20: Fami saz heyeti, 2030: Ömer Rıza larafından arabca söylev, 2045: Fe- | sılsaz heyeti (Saat ayarı), 21,15: ORKES- TRA: 7215: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2230: Madam Ştangel tarafından piyano solo, 28; SON. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli; Kurtuluş caddesinde Necdet, Taksim: Nizameddin, Beyoğlu: Kan- zuk, Yenişehirde Baronukyan, Bos- tenbuşında İtimad, Galata: Galatada İsmet, Kasımpaşa; Vasıf, Hasköy: Halıcıoğlunda Barbut, Kıninö: Üniversite, Karagümrük : Arif, Bukırköy: İstepan, Sarıyer: Asaf, “Tarabya, Yeniki Rus hisarmdaki ev: Yi sı Ziya Nuri, Beşiktaş: Vidin, Kadıköy: Pa- zaryolunda Merkez, Modada Faik Is- kender, Üs Ahmediye, Fener: Defterdarda Arif, Beyemd: Yeni Lâ- 1eli, Küçükpazar: Hikmet Cemil, Sa- matya: Yedikulede Teofilos, Alemdar: Ali Rıza, Şehremini: Ahmed Hamdi, rın mes'ulü (| kendisidir NEVROZİN Kaşelerini tecrübe etmiş olsaydı öna cehennem hayatı yaşatan | bu muannid baş ağrısından eser kalmıyacaktı. NEVROZİN Bütün ıstırabları dindirir, baş ve diş ağrılarile üşütmekten müte- vellid ağrı, sızı ve sancılar karşı bilhassa müessirdir, NEVROZİN Mideyi bozmaz, kalbi ve böbrekleri yormaz KR A SR A AURA 8 SİYASAL BİLGİLER Neşriyatinın ciddiyeli ile maruf Siyasal Bilgiler (Eski Mülkiye) mecmuasının 75 numaralı haziran nüshası intişar eylemiş- tir. Yeni nüshasında Nafi Atuf Kanfunun Cumhuriyet maarifi makalesini ve 'Tür- kiyenin ve bütün dünyanın iktisadi ve si- | selede bu derece siddet gösteren ha- İ daha kimler atılacak, nice suçsuz in- Dedi, 'Terlan vezirin yanından ko- | şarak çıktı. Koridorda yeni bir ha- dise ile karşılaşlı: Cellâdlar baş cüceyi de yakalamış lar, zindana götürüyorlardı. Terlan cellâdlara yaklaşt — Tumanın suçu nedir? Cellâdlardan biri Terlanın ada- miydi. Yavaşça kulağına fısıldadı; — Şi-Yama kendi kendini öldürdü diye yalan şehadelle bulunduğu için, hakan emretti, Zindana götürüyoruz. | 'Tuman, Terlana başımı çevirdi: — Gözlerim çıksaydı da, Şi-Yama- mn ölümünü görmeseydim, Tiyen - Fo yalnız Gülçinin değil, benim de başımı yaktı, Terlan! Sakın beni unutma! Terlan şaşırmıştı. Tumana cevap veremiyordu. Cellâdlar yürüyüp geçtiler. Terlan bu vaziyet karşısında Ti- yen - Foya gitmenin de bir fayda te- min elmiyeceğini anlamıştı. Bu me- kanın nasıl kışkırtıldığı göz önünde iken, Tiyen - Foya gidip yalvarmak, ondan yardım istemek, izzeli nefis- sikliğin en büyüğü olacaktı. Terlan heyecan ve tereddüd İçinde bocalı- yordu. Gülçini kurtarmak için kim- den yardım gürebilecekti? Onu zin- dana atlıran babasiydı. Terlan şim- | di kimden yardım ve şefaat istiyebi- lirdi? Kubilây verdiği emri kolay ko- lay geri alan bir hükümdar değildi. O, insanı nadiren affederdi. Terlan odasına döndüğü zaman, Tiyen-Fo- nun korkulacak kadar müthiş dın olduğunu anlamıştı. Terlann anlamadığı bir rokta vardı: Tiyen-Fg Gülçini neden Jekele- mek istemiş, onu zindana attırmakia ne temin etmişti? Terlan bu muammayı bir türlü halledemiyordu. Acaba, Semga bahadırın dediği gi- bi, bir kere Tiyen-Foya başvursa, Gül- çini affettirebilecek miydi? Terlan odasında düşünürken, dı- şarıda acı bir ses yükseldi: «— Beni neden döğüyorsunuz? Ben, kana ne söyliyebitirim?!» Bunları söyliyen bir küçük cücey- di Zindana atılan Tumanm adamı.. “Terlan kapıya Koştu. Cüce hâlâ bağırıyordu. — Ben suçsuz bir adamım. Şimdi- ye kâdar kimseye -fenalık yapma- dım...” Cellâd cücenin ağzına bir tokat vurdu. — Sus! Köpek... İmparatoriçe haz- retleri yalan mı söyliyecek? Prenses Gülçine yardım eden sen değil misin? Terlan, cellâda sordu: — Nereye götürüyorsun bu cüce- yi? — Zindana... Kim emir verdi? — İmparatoriçe Tiyen- Fo. — Suçu nedir? — $i - Yamayı öldürenlere yardım etmiş Terlan koridordan çekildi. Tiyen-Fo fanliyete geçmişti. Şimdiden zindana Şi-Yamanın ka- ti olarak üç yatıyordu: Prenses Gülçin, başcüce Tuman, küçük cüce. Bu cinayet, Tiyen-Fonun ihtirasla- rını tatmin edecek çok geniş, çok mü- sait bir mevzudu, Kim bilir? Belki yarın, belki öbür gün, bu cinayet yüzünden zindana sanların canı yakılacaktı! Sarayda herkes kendi istikbalinden korkuyor ve yarını düşünüyordu. Za- ten hakanın sır kâtibi Şansinin ida- yasi hareketlerine dair muhtelif makale- leri ve Muharrem Feyzi Togayın siyasi partiler serisini ihtiva etmektedir. Kariles rimize ve bahusus dünyanın bir aylık si- yasi hareketlerini toplu olarak görmek 1s- tiyenlere ehemmiyetle tavsiye ederiz. mından beri saray erkânı korku ve KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 118 Tekinboğa, Şi-Yamanın katilini arıyordu: İmparatoriçe Tiyen - geçmişti. Prenses Gülçin zındanda Inliyordu.. Fo tekrar faaliyete Terlan Gülçini derin bir aşkla sev- memiş olsaydı, bu hadise ile hiç te meşgul olmıyacaktı. Fakat, Terlanın damarlarını saran bualeşonu her tehlikeye atıyordu. Terlan küçük cü- cenin de bir iftiraya kurban gittiği ni görünce dayanamadı... Tekinboğa- ya koştu. Şi - Yamanm ölüm hâdisesi de mahkemeye verilmişti. Mahkeme üyeleri bu cinayetin İç yüzünü araştırmakla meşguldü. Şi-Yama gözden düştüğü kanaati- le - bütün Japon kadınlarının yaptı ğı gibi - kendi kendini mi öldürdü? Yoksa, Tiyen - Fonun iddia ettiği gibi - bir kıskançlık yüzünden - pren- ses Gülçin tarafından mı öldürüldü? İşte herkesin zihnini kurcalıyan bu iki şüpheden birinin er geç haki- kat olarak meydana çıkarılması bek- leniyordu. “Tekinboğa? — Hakiki katili aramakla meşgu- Yüm, “Terlan! Çok yakında bu hadi- senin esrar perdesini kaldıracağım. Biraz sabret! Her şey meydana çıka- cak. Diyordu. Terlan Tekinboğanın vic- danından emindi. Tekinboğa adalet- ten ve mahkemenin dayandığı türe- lerden başka bir şey tanımazdı. Tekiboğa kendine bu kadar güven- diği halde, acaba, herkesin kafasında kıvrılıp kalan bu şüpheleri silerek hakikati meydana çıkarabilecek miy- di? Tekinboğa - vaktile Tiyen-Fonun idamına rey vermemek suretile tek kaldığı için - imparatoriçenin tevec- cühünü kazanmışlı, Tekinboğa bu hadisede Tiyen-Foyu mesul tutmak» tan ziyade, prenses Gülçini suçlu gö- rüyordu. Cüceler dayakla Gülçinin aleyhin- de şehadette bulunmuşlardı. Terlan, “Tekinboğunın adaletten ayrılmıyaca- ğından emin olmakla beraber, hadi- selerin zahiri şeklinin insanları bazan nasıl aldattığını ve yanlış hükümler vermeğe sevk ettiğini de görüyor ve biliyordu. Terlan, Tekinboğaya bir nokteyı izah etmeden ayrılamadı: — Hakikat, şüphesiz ki çok yakın- de anlaşılacak, dedi, fakat, el İle tu- tulacak kadar meydanda duran bir hakikat var: Şi-Yama bir odada, bir yatakta değil, bahçede bir ağacın dalında ölmüştür. Gülçin acaba * bu zeki ve seytan kadını bahçedeki ağa- ca nasıl götürüp astı? Böyle bir ha- diseyi saray bahçesinde beş on kişi- nin görmemesine imkân var mıdır? Belli ki Şi-Yama kendini -kendi elile- ağaca çıkarak öldürmüştür ... Tekinboğa, Terlanın sözlerin? dik- katle dinliyordü. — Hakkın var! - diye cevap verdi. Görünüşte hadise çok basittir. Fakat, iç yüzü acaba böyle midir? Şi-Yama- yı odasında öldürdüklen sonra, ka- ranlıkla bahçeye indirip ağaca as- madıklarını kim iddia edebilir? İşte biz bu noktayı aydınlatmağa çalışı: yoruz. Terlan, Tekinboğanın yanından ay- nrken çok kederliydi. Bu korkunç ihtimali öğrendikten sonra, Gülçinin kurtarılacağı yolundaki bütün ümit. İ deri suya düşmüştü. > Bir kadın iniltisi ve bir aslan pençesi... Güneş yeni batıyordu. Sarayın yüksek duvarlarına esmer gölgeler düşüyordu, e Terlan loş dehlizlerin arasından geçti. Zindan bekçilerinden biri Terlanın önünden yürüyor... “ Terlan çok asabi... Meydanda nöbetçilerden başka kita» seler yok. Zindan bekçisi bir aralık başını ar- heyecan içinde yaşıyordu. Bu kadar kalabalık bir sarayda her gün yeni bir entrikanın dönmemesine imkân yoktu. kaya çevirdi: — Şuradan eğilip te geçelim, — Ne var? v (Arkası var) Neşii Ti ve 5

Bu sayıdan diğer sayfalar: