29 Temmuz 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8

29 Temmuz 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

« Malıydamız!,, ER... 29 Temmuz 1937 | Tavuk kızartması | Uzak çağlarda Fransız tarihinin — Arpa ver, cengâverliğini ballandıra ballandıra — Arpa da yok, anlattığı.bir prens vardır: Prens Kon- —AL & — Para yok. Bu prens, tarihin anlattığına göre — Veresiye al, hakikaten kahraman bir adam. İşi — Artık hiç bir esnaf veresiye ver- gücü, zevki seyranı muharebe. Arka- | miyor. sma bin kişi topladı mıydı, cihanı fet- — Neden? hetmeğe çıkiyor, on bin kişi ile baş ediyor. : Günlerden bir gün prens mühim fütuhattan döndü, şatosuna geldi. Ordular idare eden Konti parasının idaresini bilmezdi. Gırtlağına kadar borcu vardı, — Çünkü ödemiyoruz. — Anlamam ben, bir çaresini bul, gene veresiyo al, — Tavukçudan başka herkes vere- siye muameleyi kesti. Konti yerinden fırladı: Bir gün kâhyası karşısına çıktı: — Öyleyse ne * düşünüyorsun be — Atların otu yok, dedi. adam, atlarıma tavuk kızartması ver!, m— ——— —-——— — ——— Abtal mı? Gevezelik On yedi yaşlarında güzel bir genç İki arkadaş bezik oynuyorlardı. Bir gösterdiler: aralık aralarında kavga çıktı. — Zavallı abtaldır! dediler... Mese- | © — Küğit çalıyorsun. Yâ bir lira kâğıd para ile bronz bir on — Hayır, kuruşluk veriniz, lirayı bırakır, on kuruşu alır. Cebimden bir lira ile on kuruş çi- kardım, uzattım, on kuruşu aldı, Sor- dum: — Neye lirayı almıyorsun? — Eğer lirayı alacak olursam bir daha kimse bana para vermez!.. — Kâğıt çalıyorsun diyorum sara. Ahlâksız, hırsız köpek... Ama ne ola- cak, baban hapiste öldü, büyük baban hileli iflâstan mahküm oldu, sen de kâğıt çalıyorsun... — Yahu burada gevezelik mi ede- ceğiz, bezik mi oynıyacağız!.. — İnsan hiç düşünmez. — Anne cazibe kanunu neğir? — Sen bu yaşta böyle şeylerle meş- — Nasıl düşünmez, doğduğum gün gul olacağına derslerine çalış! bâna aldığın hediyeyi düşünüyorum!. Kuvvetli kafiyeler z Mani Meğerse ben ne malmışım, — Kendine iş buldun mu? — Hayır, gençliğim mâni oluyor. — Ne gençliği yahu, kırkını aştın. — Evet ama, gençliğim hakkında malümat alıyorlar!.. Rutubetten nem almışım. Ne darıldın Hasana O ha bana ha sana, Si Hayır Genci bırak ta kart al, Güzel yerdir şu Matb ER eca bayanın önünde boyun A üktü. Beslenme sen hel diye, — Santi masaya çarptım, Alırım ben beâiye — Durdu mu? e. — Hayır, masada durmadı, yere Biniineei Kadar yürüdü, orada durdu!... İhtiyar kadin direktöre sorau: Sırayla — Burada bir kâtibiniz var, adı — Aradım, başvurdum, cirit Ahmâd, ben onun büyük validesiyim, ame dım, para kazanamıyorum, para ka- DE ii Ma başını salladı: — Hiç çalışmağı düşünmedin mi? — Biraz geç kaldınız, cenazenize Şi ğ dede a henüz Ç harfine gelme- Düşüneydin Bedava Kadın resme baktı ve fotoğrafçıya Otelin kapısında: çıkıştı: «Garaj parası alınmaz» yazıldıydı. — Kocam bu resimde maymuna Otomobilini garaja çekti, sonra çan- benziyor, talarını almak üzere olan garsonun Fotoğrafçı gülümsedi! kolundan tuttu: — Evlenmeden evvel farkına var. | — Zahmet etme, ben otomobilde ya- Zaif — Doktor neden mütemadiyen bey- nim ağırıyor... — Şey, mikroplar ekseriya insanın en zâif noktasını bulup rahatsız eder de... Şüphe İki genç bayan arasında; — Garib değil mi, yaşımı sorduğu zaman birdenbire otuz bir yaşında mıyım, otuz iki yaşında mı hatırlıya- madım... — Ne dedin?.. — Şüpheye düştüğüm için yirmi altı dedim!.. Derste Öğretmen sordu — Söyle bakayım, kaç hissimiz var? — Beş. — Bunlardan hangisi en hassas- tar? — Duygu... Meslâ bir iğnenin üstü- ne oturduğunuz zaman görmezsiniz, işitmeğsiniz, tadmazsını, Ama duyar- sınız! resiz — Demek mutlaka bana damad olmak istiyorsunuz?.. Öteki kekeledi: — Hayır, dedi, mutlaka değil, ama kızınızla evlenecek olursam, çaresiz... İpek böcekleri kozası pazara çıktı!.. Akordcu Bayan piyano çalıyor, köşede bay dinliyor. Bayan boyuna çalıyor, dur- madan çalıyor... ve bir aralık kapı ça- lınıyor. Bay gidiyor, bir genç şapks- anı çıkarıyor: — Piyano akordcusuyum, — Biz istemedik. — Hayır, komşular gönderdi!.. Kaza Geçen gün plâj yollarımızdan bi- rinde tanınmış bir sahne sanatkârı- mıza yaşlıca bir bayanın kullandığı otomobil çarptı. Bereket versin kaza hafif geçti. Bayan dedi ki: — Biraz dikkatli yürüsenize, kaba- hat sizin. Ben on beş senedir otomo- bil kullanırım, kendimden eminim. Sanatkâr gülümsedi: — Merak etmeyiniz, ben de ken- dimden eminim, çünkü kırk seneden- beri yaya gezerimi.. Sonra — Haydi poker oynıyalım — Oynıyalım, amma kâğıd çalar- san iki tokat atarım. — Sonra gene oyuna devam eder- sen kabul!, ai z dı | UL pall erşembe müsahabeleri ( Perşembe müsahabeleri ) Doktor (Raoul Baudet) nin dedikleri: SAĞLIK, HASTALIK ve PARA! Mali vaziyet - Veremliler - Istıfa Nakleden: Selim Sırrı Tarcan Şurası muhakkaktır ki kendisine iyi bakmasını bilen ve bakabilen in- sanlar daha sağlam oldukları gibi, harici tesirlere karşı da daha daya- nıklı olurlar. Hepimiz biliriz ki en bü- yük saadet, hattâ en büyük servet sağlıktır. Fakat bu saadetin elde edi!- mesinde paranın oldukça ehemmiyet- Hi bir rolü olduğunu da unutmamak Mizımdır. Para refaha yardım eder. Para temiz bir gıda almak, bütün sıh- hat şartlarını haiz bir evde oturmak, bir sileyi toplu yaşatmak imkânım bahşeder. Hulâsa afiyette yaşamak, hasta ol- mamak, fazla yorulmamak için lâzım- dır. Para doğrudan doğruya sıhhati vermez, fakat sıhhatin muhafazasına yardım eder. Gerek tevarüs, gerek muhit mesele- lerinde başlıca rol oynıyan iktisadi âmildir. İçtimai farkları takdir için miyar paradır, kazançtır. Diğer âmil- lerin hepsi ona tâbidir. Size bir misel söyliyeyim: Hali vakti yolunda bir ailede suni vasıtalarla (biberonla) beslenen ço- cuklar, fakir bir ailede ana sütile bes- lenen çocuklara nisbetle daha az ölü- yorlar! Bir ailede mali vaziyet büyük rol oynamakla beraber başka sıhhi âmil- lerin de dahli vardır. Hariçte çalışmak mecburiyetinde olan analar; gebelikle- rinin son aylarında ve çocuk doğur- duktan sonraki haftalarda işe giden anaların evlâdları dörtte bir nisbetin- de ölmektedir. Ondan başka havasız, ziyasız, rütubetli evlerde yaşamağa mecbur olan aile çocukları çadır altın- da yaşıyanlardan daha iyi de beslen- seler gene daha dayanıksız Olurlar, Bir odada yatan ana, baba ve Iki ev- lâddan ibaret dört kişilik bir ailede, her biri ayrı odada yatan bir aileye nazaran ölüm vakası altı defa daha fazladır. Liverpool, şehrinin kenar mahalle- lerinde güneş görmiyen rütübetli kü- çük evciklerde yaşıyan amele aileleri için sıhhi şartları haiz üç bin apartı- man yaptırmışlar ve içlerine on bir bin kişi yerleştirmişler. Umumi vefi- yat binde kırktan yirmi sekize, çocuk vefiyatı ise otuzdan on altıya düş- müştür. Verem vefiyatı da ayni nisbet dahilinde azalmıştır. Bazı vakalar vardır ki bir tecrübe mahiyetindedir: . (Miss Mac Milan) bir açık hava ana mektebine Londra- nın en fakir mâhallesinin cılız, çelim- siz çocuklarını toplamış, bu çocuklar akşamları sıhhi şartları haiz olmıyan evlerine dönmek mecburiyetinde ol- malarına rağmen bir kaç sene içinde hepsinin sıhhati düzelmiş, cismen ve fikren müreffeh aile çocukları ile hemayar bir şekle gelmişlerdir. Viyanada madam (Metzer) ve (Wolf) bir yaşından küçük çocuklardan bir grupunu bir kreşe diğer bir grupunu zengin şileler nezdine yerleştirmişler, bu miniminilerin beş aylık olasıya ka- der ahvali umumiyelerinde hiç bir fark görülmemiş, fakat çok geçmeden ailelere verilen çocukların kreşe tevdi edilenlere nisbetle bir aylık bir büyü- me farkı belirmiş. Bunun üzerine bu iki madam kreşe tevdi ettikleri çocuk- ların bir kısmını evlâtlık istiyen zen- gin ailelere vermişler ve altı hafta içinde onler da yaşıt oldukları yavru- ların sıhhat derecesini bulmuşlar, Bu suretle aile hayatının kreş hayatırla faıkıyeti anlaşılmıştır. Evvelce bahsettiğim hastalıkların bazılarının ve bilhassa bulaşıcı ve hâd olanlarının iktisadi ve içtimai tesirle- rini de bir gözden geçirelim, 'Teslim etmemiz lâzımdır ki hâd bir "(infeetion) intanın intae ettiği ölüm, içtimai bakımdan kalb, reeler, böbrek- ler, kanser, diyabet gibi ekseriya öm- rümüzün sonlarına doğru beliren umumi bir intanın veya uzvi müzmin rahatsızlıkların intac ettiği ölümden daha ziyade ehemmiyetlidir. Filhakika bu umumi hastalıklar ek. seriya yaşını başını almış cemiyete ve ailesine borçlu olduğu şeyleri vermiş kimselere arız oluyor. Halbuki hâd olan intanlar küçük yaşla olanlara musallat oluyor. Kendilerinden bir çok şey beklendiği bir çağda onları birden alıp götürüyor. Bu gibi âfetler yalnız memleketi kıymetli unsurlar- dan mahrum etmekle kalmıyor, bir çok yuvaları çocuksuz, anaları evlât- 8ız bırakıyor. Genç ölen bir kimse ser- mayesi kaybolan bir şirket gibidir. Dünyaca maruf iktisatçılar hastalık ve ölümlerin bir millete kaça mal ol- duğunu takribi bir sürctte hesab et- mişlerdir. (Freudenberg) asrı hazır başlangı- cında hastalıkların bakım, ilâç, kay» bolan mesai itibarile her sene Alman- yaya üç milyar marka mal olduğunu yalnız verem yüzünden iki yüz yirmi dört milyon mark kaybedildiğini pek sarih hesaplarla meydana koymuş- tur. Profesör (Arnaud) Fransada verem. yüzünden on beş milyar frank heba olduğunu söylüyor! İngilterede üç milyar sekiz yüz mik yon umumi varidatın on ikide birini ölüm yok etmekteymiş! Ölüm ve hastalık yüzünden Ameri- kada senede altmış milyon dolar hiç oluyor! Hiç oluyor denemez çünkü bu. paralar hep ölümle, hastalıkla müca- dele için sarfediliyor, Bir gün Cemahiri müttefika sıhhi- ye nazırı ile görüşen bir fabrikatör nazıra hastanelere prevantoryomlara, kamplara sarfettikleri altmış milyon dolar biraz fazla değil mi? diyince na- zır cevaben: — Her yıl yalnız sürünülen kokula- ra ve güzellik boyalarına, pomatlara yüz yedi milyon! Çiğnenen sakızlara doksan sekiz milyon! Banbon Ye çiko- lataya sekiz yüz beş milyon! Tütün ve sigaraya bin sekiz yüz yirmi beş mil- yon! Lüks eşya salın almak için üç milyar doları çok bulmuyorsunuz da, hıfzıssıhhat müesseselerinin idamesi için yani sizlerin hayatını korumak için sarfedilen altmış milyonu çok gö- rüyorsunuz öyle mi? demiş. Tababetin en zayıfları kurtarmak, yaşatmak cemiyete faydalı bir unsur haline koymak hususunda sarfettiği emeklere rağmen bazı biyoloji müte- hassısları hıfzıssıhhanın lüzumuna inanmakla beraber tabiatın kendi ha- Tine bırakılmadığından (!) âdeta ona karşı gidildiğinden şikâyet ediyorlar. 'Miskinleri, sıskaları, aptalları, anor- malleri hulâsa hayat savaşında mağ- Jâp olmıya mahküm olanları kurtar- mağa Savaşmaklan ise onları kendi hallerine bırakmayı daha doğru bulu» yorlar. Tabiatin tatbik ettiği ıstıfa ka nununu bozmamalıdır. Bu kanun yaşam mak hakkı olmıyanları yok etmek su- retile kavilere daha geniş bir saha açi- yor. Nebatat ve hayvanata tatbik edi- len bu kanun insanlara da teşmil edilmelidir, diyorlar. Istıfa taraftarları ırk güzelleşecek, gürbüzleşecek olduktan sonra varsın beş on abur cubur insan feda olsun diyorlar. Biz bu fikrin tamamile âley- bindeyiz. İşte Holanda! Orada nüfu- su yüz bini geçen şehirlerde bakım yurdlarının günden güne çoğalması sayesinde iki yaşından beş yaşına ka- dar olan çocuklarda ölüm vakaları hayliden hayliye azalmıştır. Halbuki çocuklarına hıfzıssıhha kaideleri dar hilinde bakmasını bilmiyen köylerde açık havada yaşamakla olmalarına rağmen çocukların çoğu küçük yaş- ta ölmektedir. (NewYork) şehrinde (1900 den 1925) e kadar doğumdan bir yaşına kadar olan çocuklarda sağlik tedbir- leri sayesinde ölüm vakaları üçte iki nisbetinde ve bir yaşından dört yaşı- na kadar olanlarda altıda bir nisbe- tnde farketmiştir. Şurası dalma gözününde tutulma» lıdır ki hayatı kurtarılan sıska, çelim- siz, vereme müstaid çocuklar meya- nında bazan harikulâde sanatkârlar hattâ dâhiler bulunabilir, Bir memles ket yalnız rençbere, ameleye, askere, (Devamı 10 uncu sahilede)

Bu sayıdan diğer sayfalar: