29 Eylül 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

29 Eylül 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

AKŞAM Altın rengi, bakır rengi, portakal rengi, şaşaalı ve tatlı renkler, grup semasından Rabia hanımın balkonu- na aksediyordu. Bü sırada dul kadın, her bahar akşamı yaptığı gibi, saksı- larını sulamakla meşguldü. Acele etmeden, falsosuz ve büyük bir alışkanlıkla bu işi yapıyordu. Bel- 4 ki uzun zamandanberi ayni meşga- leyi kendine zevk edinmişti. Mağrur ve sultani güllerine, bağrı yanık karan! ne, ve ecnebi kılıklı ortancalarına taze su gıdalarını da- Rıttıktan sonra, mutfağına girdi; ora- da da bazı şeyleri tanzimle uğraştı. Nihayet balkona dönerek güneşin ba- tışını seyretti. Evin altındaki sokak, hareketli ve oldukça âdi bir istasyon sokağıydı. Arabalar toz kaldırıyor, iş adamları sağa sola koşuşuyorlardı Rabia hanım, bunlara baktı baktı da: — Geçiyorlar, geçiyorlar. nın geçişi gibi onlar da ye kendi kendine romantik ro söylendi. Bu fani ha; biran içinde g önünde belirip kay- bolan insanlar karşısında bir Jâhza, kendini zamanın, hayatın haricinde, fevkinde bir kudret telâ etti, Bu Zama- grup semasi ana bir lâhdin kubbesi, r genç kız ha: «— Ah, ölmek istiyor söylend Baharın kokusu genzini dolduru- yordu. Hayır, saksılarının nemli top- koku değil, civar n, tarlaların, var her tabiat parçasının usaresini, rutubetini emen semadan alçelen bahar rayihası... Bahar kokusu... Bütün muhitini sarmıştı... Halbuki o, işte, kendini ha- yatının baharından, aşktan ve ümid- den çok uzak görüyordu. Aşağıda, somurtkan ve ılık cadde- de, ins rine ve miskinane zevklerine doğru gidiyor- lardı. İşten işe koşuluyor; ve sonra, işler bitince, bir rakı meclisinde, me- 26 tabeklarının karşısında oturulu- ut da bir taksi durdurulup ge gidiliyoi Rabia #anım yetler Bugüne olar, 8 in, bütün bu vazi- 'e münze- nın, çiçek- lerinin kendisini nasıl tatmin edebil- diğine şaşarak: «— Ah, ölmek istiyorum!» diye inil- dedi. Bu gamlı düşünceler ortasında onu, hizmetçisinin se yılttı. — Yemek hazır, hanımefendi. Yemek bir çorbayla başlıyordu. Bi- berli, baharatlı bir zerzevat çorbası ki, Rabia hanım, kokusunu zevkle gen- ine çekti ve zevkle içti. Sonra, âdeti Üzere bir rafadan yumurta yedi. Ye- mişliğinden olgun, iyi bir armud seç- 4. Üstüne de bir sade kahve... Bu suretle kamını doyurduktan sonra ertesi günün de yemeğini hiz- metçisine ısmarladı ve balkona dön- dü. Grubun güzel ve ışıltılı renkleri ar- tık solmuştu. Deminki hareketli cad- dede oldukça tenhalaşmıştı, Şimdi iş adamları yerine çiftler, biribirlerine sokulmuş, daha aheste adımlarla yii- rüyorlardı. Rabia hanım, mazisini düşündü; Başka birçok insanlarınkine benzi- yen bir mazi... Yavan, mânasız, gü- nün sahifesi çevrilir çevrilmez unu- tuluveren küçük neşeler, küçük en- dişelerle dolu sönük bir mazi... Vak- tinde takdir edilemiyen yarım saadet- ler, önüne geçilemiyen matemler... Maziye dimağında böyle geçid Tes- mi yaptırırken bir uzak hayal üzö- rinde tevakkuf etti: Lâman isminde- ki uzun boylu, kocaman gözlü, ince elli bir çocukluk arkadaşının gömül- mesi... Bu kız, on beş yaşındayken, ve şifa beklediği güzel bir sahilde, ışıl ışıl ya- Dan bir güneş altında ölmüştü, Ken- disini bir öğle üzeri, şairane bir me- sara gömmüşlerdi. Bu mevki, bir te- pe üzerindeydi. Ve etrafta, çepeçevre bir manzara görünüyordu: Bir yeşil bir koruluk, mavi deniz, üzerindeki beyaz yelkenler... Kizn büyüdüğünü yetiştiğini gör- dükten sonra, böyle apansız ufulüne de şahid olanlar nasıl ağlamışlar, Siz- lamışlardı. Rabia hanım, arkadaşlarile birlik- te bu Lâmanın arkasından, hep bir- Mkte hıçkıra hıçkıra ağladıklarını ak- bna getirdi. Onlar arasında pek çok- ları şimdi anne, hattâ büyük enne olmuştular. Fakat Rabianın şu esna- da en fazla gıpta ettiği vaziyet, Lâ- manınkiydi. Mevcudiyetin taptaze bir çağında, ve bir sabah vakti, güllü, çi- çekli, filizli bir ölüm diyarına kaçıve- ren bu kızcağız... ti İlerleyen gecenin ortasında, balkon, gitgide, çiçekli bir mezara benziyordu. Hiç de haşin olmıyan, munis, ferah, | Lâmanınki kadar ferah ve arzu edi- Jen san mezar.. O esnada, güneşin can ç den doğan hafif bir rüzgâr €s serin bir rüzgür... Hazin dul kadının vücüdünde bir ürperme dolaştı. Kalktı. Odaya girdi. Bulkon kapısı- nı ve pencereyi kapadı. Lâmbasını yak- tı. Sırtına bir atkı aldı. Mulad sıh- hi takyidlerine bu suretle riayet et- miş oldu. Sonra, ne olur ne olmaz, üşüdüğü- nü düşünerek bir aspirin aldı. Bir de ıhlamur kaynatıp içti. Birazdan ya- tağına girecekti, Kimbilir, belki hâlâ: «Ah, ölmek istiyorum!» diye düşünmekteydi. Fa- kat şimdilik güzelce ısınmak ve ge- ceyi bu rahat yatakta iyi geçirmek ni- yetindeydi. Rahat üyumak ve yarın tam sıhhatte olarak uyanmak. Wi Nuri cı Hukuk M hk tarafından Tokatta Perakende sinde dm iken hâlen ikamet- olnuyan kocası Barıtçı oğulla- uf aleyhine Açi- tahkikatında. Zinde hakkında muamele Attihazile beş gün tende on Tüp şi gün müd- detle ilüneni tebliğine ve tahkikatın 2/ 11/087 sah sani İdo talikine karar ve- ve gıyap kararının bir nüshası da hkeme divanhanesine asılmış buk tundan beş gün içinde itiraz etmediği ve muayyen gün ve saatte İstanbul asliye altıncı hukuk mahkemesinde bulunma- ML 1357 Zayi — 1333 - 1333 yılında Patih Sul tan Selim mektebi rüştiyesinden aldığım gehadetnameyi kaybettim. Yenisini al ğımdan eskisinin değeri yoktur. 595 No. da mukayyed Hüsnü oğlu Necati Çetiner, Bir Gripin almâdan evvel Istırabın ve ağrının en şiddet- Hsi en kolay, “en çabuk ve en ucuz geçirmenin çaresi bir kaşe GRİPİN almaktır. Mideyi bozmaz, böbrekleri ve kalbi yormaz. Ucuz - Tesirli 26 Eyld 1987» (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) ESRAM vw TARYİCAT İstikrazı / 96.50| Türkiye Cum- 9050) dahili | hurtyet Merkez | 1953 istikrarı Ooo 05İ Bankası Ünitürk I | Anadolu His. 2440 3,70 | Telefon 7 1380İ Terkos 800 2930 i 1080 4130) Çimento 10, Bİ İ ittihad değir- 12 10,10| menleri » hamiline 1020) Şark değir- o 090 » Mücsis o 76İ menleri Para (Çek #iatleri) Paris 23,1150| Sofya “ Löndre 625) Prag 2205) Nav York (o 76,7250) Berlin 197,25 Madrid 1108 Mine 150433) Belgrad ia) De 8T1MA| zioti 41936) Cenevre 34405) Pengo 4 Brüksel 410,2) Bükreş 107,48 Amsterdam (143,25) Moskova 204 İSTANBUL ET ve ZAHİRE BORSASI 28/9, Sr FİATLAR CİNSİ Aşağı Yukarı Er. Pa, Kr. Pa. | ay yumuşak i » - Beri Arpa Ahadol Bakla Çavdar Mur sarı Kuşyemi dökme Keten tohumu Susam Peynir beyaz » — Kaşar GELEN Buğday Arpa Çavdar Kuşyemi EK. Fındık Keten tohumu İ Fasulye Yupak Mizır Nohut Arpa: Anvers Misir: Londra Keten T.: » Fındık G. : Hamburg. Fındık L. 5 Zayl — Resne İnkilâp rüşdiye mekte- binden aldığım. şehadetnamemi sayi ct- 1 çıkararağımdan eskisinin Nazmi Kaza hükmü yoktur. sandal p sa hükmü yoktur, yenisini alaca Yağkapanı sandalcısı: Satılmış Zayi — 29) amı zayi ettim, Aldıktan beş dakika sonra Zararsız Cd Icabında günde üç kaşe alınabilir, “Kın Kafasından silinmemişti. KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender FP. Sertelli mumu Tefrika No. 12 Hüsrev kaptan adanın arkasından dönerken, geminin güvertesinde genç bir kadın dolaşıyordu! Mustafa bey: — Bu hadise çarçabuk şehre ya- yılmıştı; şimdi kalenin o kısmından şeytanlar bile geçmeğe cesaret ede- miyor. Dedi, İkisi de sustular. Kaptan paşa düşünüyordu. Mustafa bey ilâve eti — Şehirde eski şövalyelerin bırak- tığı bir çok tılsımlı taşlar, kuyu- lar, ayazmalar vardır, Halk bün- lara oyanaşmaktan da çekinir di. Fakat, kalede keşfedilen (meşum hazine) hepsinden baskm çıktı. Oİnsanın, gözle gördüğü altın ve mücevher yığınlarına el uzatamaması ne aci bir şeydir, deyletlim! Ne yapacağımızı bilmiyo- rum. Bu müzayakalı günlerde, (me- şum hazine) den istifade edememek- liğimiz kadar gülünç ve acıklı bir ha- dise tasavvur edilemez! «Meşum hazine» önünde Kılıç Ali paşanın cesareti..* Kilıç Ali paşa o gün öğleden son- Ta, yanına beş on baltacı ve yir mİ kadar güçlü kuvvetli levent &la- Tak - Mustefa bey İle birlikte - kaleye çıkı. O gün Kılıç Ali paşanın meşum hazineyi meydana çıkarmak İstediği» ni duyan yerliler: — Eyvahi... Kaptan paşa buraya ecelini âramağa gelmiş! Diyerek acinıyorlardı. Kılıç Ali paşa bu sözlere kulak as- mıyordu. Rodos beyinin ısrarları da kaptan paşayı bu azminden geri - çevireme- mişti. tecrübeli ve uzaği çok iyi görür bir devlet adamiydi, Eski tarih efsanelerine benziyen bu dedikoduların iç yüzünü Kilıç Ali pa- şa Rodosa gelir gelmez sezmişti, Ro- dos şövalyelerinin Rodostan giderken halka yaplıkları bu mânasız inanış- Jar - aradan yıllar geçtiği halde - hal- Kalenin zemin katında dolaşıyer- Jardı, Mustafa bey elile. bir nöbetçinin durduğu deklizi göstererek: — İşte, meşum hazine buradadır, devletlim! Dedi. Teventler, baltacılar ilerledil. Etrafı sardılar. Ve Kılıç Ali paşa cesur lili yürüyerek, taşı açılan merdivenden inmeğe başladı. Rodosun türklere geçtiği günden- beri iyi bir araştırma yapılmamış olan kalenin zemin katında kazılma- sı, araştırılması icap eden çok yerler vardı. Kılıç Ali paşa (meşum hazi- ne) nin bulunduğu yere indiği za- man, Rodos beyi son defa olarak kap- paşaya yalvardı: — Siz, devlete millete Tâzımsınız, devletlim! Elinizi bu meşum sândık- lara uzatmayınız! Kılıç Ali paşa güldü. ağzı açık duran sandıklara şöyle bir göz attık- tan sonra: — Rüya görmemişsin, Mustafa! de- di. Söylediklerin gerçekmiş. Ve başını arkada duran baltacıla- ra çevirdi: — Haydi, parçalayın şu sandık- Jan! Baltacılar Allaha sığınarak balta- larını savurdular.. sandıklar bir an- da parçalandı ve altınlarla mücev- herler yerlere saçıldı. Meşum hazineye hiç kimsenin eli değmeden altınlar sandıklardan dö- külünce, kaptan paşa gülümsedi: — Haydi şunları kürekle torbalara doldurun! On dakika bile sürmedi. Baltacılar ve leventler yerdeki al- tın ve mücevherleri - birlikte getir. dikleri torbalara doldurdular. Rodos beyi hiç kimsenin bumu kanamadığını görünce hayretten hay- yete düşüyor ve büyük bir fırsat kaçırdığına yanıyordu. Kılıç Ali paşa: — İçimizde saraya tutulan kimse var mı? Diye sordu. Kaptan paşa bu sözleri söylerken için için gülüyordu. Leventler hep bir ağızdan; — Hepimiz sapsağlam (yerimizde duruyoruz paşam! Diye bağırıştılar. Biraz sonra (meşum hi azine) tor balarla Kalenin bahçesine çıkarılmış bulunuyordu. Kılıç Ali paşanın bu muvaffakı- yeti, batıl itikatları yıkan bir cesa- Tetten başka bir şey değildi. O Kıb- rısın fethinde de cahil halk için bi- Ter mucize telâkki edilen ne büyük ve akılları durduran muvaffakıyet- ler göstermişti, * b «Bu kadın da kim?1..» Ertesi gün Hüsrev ve Sinan relş- ler - adanın arkasında araştırmalar yaparak - öğle üzeri Rodos limanına dönmüşlerdi. Hüsrev reisin güvertesinde birkız dolaşıyordu. Gemiciler birden yüksek sesle bağ- rışlılar: — Güvertede bir tavuk dolaşıyor!.. Sahilde gülüşmeler, bağrışmalar artıyordu. Paşa gemisind edolaşan Kiliç Ali paşa hiddetle sordu: — Bu kadın da kim? Hayalet mi- dir yoksa gözüme görünen..? Hüsrev reis « gemi sahile demirle- yince - kaptan paşaya koştu: — Devletlim, dedi, adanın arka- smda ne korsan var.. nede canlı bir mahlük. Ve gülerek #âve etti: — Dönerken kayalıklar arasında bu kızcağıza rasladık, Venedikli ol- duğunu söylüyor. Ağzından “başka bir şey alamadık. — Nereden gelmiş oraya? Bir kazaya uğradığından bah- genç sediyor... — Nasıl bir kaza..? — Bindiği gemi üç gün önce fırtı- raya tutulup parçalanmış. — Yalnız o mu kurtulmuş bu ka- zadan? — Kendisi böyle söylüyor, — Tuhaf şeyl Ya gemiciler... Ge- minin kaptanı? Bunların hepsi bo- gulmuş mu? — Evet paşam, boğulmuş. Üç gün- dür açlıktan baygın bir hale gel mişti.. kayalıklarda görünce atlayıp kurtardık.. su ve yiyecek verdik. Bi- raz canlandı. Kılıç Ali paşa dudağını bükerek mırıldandı: — Hele getirin şu kızı buraya.. bir kere de ben göreyim. Hüsrev reis gemicilere seslendi. Venedikli kızı paşa gemisine getir- diler, Kılıç Ali paşa her güzel şeyden hoşlanan zevki selim sahibi bir ihti- yardı. Genç kıza şöyle bir göz attı. Uzun dağınık saçları, baygın ba- kışları, sülün boyu ve tatlı gülüşleri- le gökten inmiş bir meleğe benzi- yen bu sevimli kıza bütün gemici- ler hayretle bakıyordu. Kılıç Ali paşa genç kıza yaklaştı. — Adın ne senin? — Razita... o — Nerelisin — Ploransalı... Kılıç Ali paşa birdenbire kafanı çattı: — Buralarda ne İşin var? — Babamla Kefalonyaya gidiyor- duk. Gemimiz fırtınaya tutuldu. Dalgalar arasında parçalandık... oi — Bu müthiş kazadan yalnız sen mi kurtuldun? — Ben bir tahta parçasına sarılıp kayalıklara sığındım. Belki benim gibi kurtulanlar da vardır. Fakat, ben onları görmedim. — Kefalonyada ne yapacaktınız?. — Babam şarap tüccandır. Bana orada bir koca bulmuştu... di vu van)

Bu sayıdan diğer sayfalar: