9 Mayıs 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

9 Mayıs 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ni şü Ea 9 Mayıs 1938 —— 2 AKŞAM Hollivudda garip lokantalar Kundura lokantasında herşey, masalar, su bardakları kundura şeklinde!... Minara lokantasında garsonlar şeyh kıyafetinde... Ortada masu yok, yere diz çökerek yemek yeniyor Hollivud hapishanesi tarzında lokanta, hususi zindan Amerikanın en acaip yerleri lokan- İaları, gazinoları ve barlarıdır, Lokan- taların, barların ve gazinoların en ga- Tipleri de yeni dünyanın büyük Okya- Bus sahillerindeki şehirlerindedir. Lo3 Anceleste, Hollivutta, San-Diyegoda.... Bir gün büyük Bahrimuhit sahilinde Gtobüsle dolaşırken koskocaman el- ma şeklinde bir bina gördüm, Kapısın- Ga bir sürü en lüks cinsinden otomobil durmuştu. Sordum; — Bu nedir? Cevap verdiler; — Çalgılı lokanta... Hakikaten bu elma şeklindeki bina- nın her tarafında levhalar vardı; «El- Manın içinde elma şarabı içiniz» «El- Ma içinde büyük elma dansını oyna- ınız: mn İlerledik. Bu sefer kocaman bir şap- - ka şeklinde bir bina karşımıza çıktı. Aynen bir mölon şapka... Gene kapısının önünde bir takım «İomobiller.. Gene sordum: — Bu nedir? Cevap verdiler: — Çalgılı lokanta... 'Şapkanın, yani binanın dahilinde bir levha: «Şapkanm içinde öğle yeme- Binizi yiyiniz. » İlerledik... Bu sefer önümüze mü- &zzam bir kundura cıktı. Yani kundu- Ta şeklinde bir bina... Bu sefer sorma- dim. Bu da ötekiler gibi çalgılı bir kah- Ye idi. Otobüsten indik. Bu muazzam kunduranın kapısından içeri girdik. Amerikalıların garip şey merakı haki kında gazetelerde gördüğüm yazıları Okudukça kendi kendime: «Canım bu derecede olmaz. Bu kadarı da mübalâ- BA.» derdim. Fakat gözümle gördük- sonra gazetelerin bu hususta a3 bile yazdıklarını anladım. Kunduradan lokantanın içinde bü- ün masalar tersine çevrilmiş birer kundura halinde... Önünüze getirilen Yemeklerin tabakları tamamile kundu Ya şeklinde... Sigara tablanız kundu- Ta... Su bardağınız camdan kundura... Tatlı makamında yediğiniz pasta kun- dura şeklinde... Hani nerede ise, bura- da kunduranın haşlamasını, kızartma. #ihi, yahnisini, kompostosunu yapıp Önünüze sürecekler!.. Bu kunduraların içinde Amerikalı- sonsuz bir zevkle yemek yiyorlar, A, şarap, viski içiyorlardı... Nasıl zevk duymasınlar?.. Garip bir tada bulunuyorlar ve garip bir Yemek yiyorlar... Zevk duymak için bu ... Amma lokantanın yemekleri fe- Da imiş... Yemek flatleri pek tuzlu imiş... ME Zararı var? Garip bir yer, garip ye- Mekler ya... Minare lokantası Bu kundurafar içinde bizi sıkıntı bastığı için kendimizi dışarıya attık. 0 adım ileride deniz kenarında, çük bir tepede beyaz bir cami ile Bu, Hollivudda karşıma fikan ikinci camiydi, Birinin cami şeklinde bir mezarlık Siduğunu anlamıştım. Bu ne idi?... Yanımdakilere sordum. Minarâ lokantası — Eollivudun en kibar lokantala- rından biridir... dediler, yıldızlar bu- rada yemek yerler... Lokantanın üzerinde garip bir yazı ile ismi göze çarpıyordu «Minara»... her halde «Minare» olacak... Merak bu ya... Karnimiz tok olma» sına rağmen hiç olmazsa birer kahve içmek üzere tekrar içeri daldık, Zaten buraya niçin gelmiştik? Meraklı, aca- ip, yerlere girip çıkmak, görüp yaz- mak için değil mi?... »4 a 2 İN, Hikmet Feridun Holliyud hapishanesi lokantasında «Minara» lokantasının içinde bütün garsonlar birer «şeyh» kıyafetinde idi, Başlarında acaip sarıklar... Fakat or- tada masaya, iskemleye benzer birşey yok... Bir de Iç salona baktım. Kahka- hamı güç zaptettim... Meğer burada şark usulü yemek yenirmiş... 'Bir alay genç kadın, erkekler yere diz gökmüşler.., Önlerinde birer sini... Gün- a atılan çiftler! v düz olmasına rağmen sinilerin üzerle- rinde ikişer mum yanıyor... Sarıklı garsonlar kendilerine hizmet ediyorlar. Garsonlardan biri bir tabak yemek gö- türüp, müşterilerin önündeki siniye bıraktıktan sonra mübalâğalı bir tarz- da yerden 10-15 temenna alıyor, sonra el pençe divan duruyor, Bu tiyatro gi- bi vaziyeti gördükten sonra insanın kahkahalarla güleceği geliyor... Fakat müşteriler bu vaziyet, bu dekor karşı- sında nerede İse zevklerinden bayıla- caklar,.. Ahbaplar sofradan sofraya sesleniyorlar: — Arabistanda yemek elle yeniliyor... Sen de öyle ye... — Tabii, tabii... Ve çatallar, biçaklar bir tarafa bıra- kılıp büyük bir zevk içinde elle yemek yiyorlar... Ne garip bir yemek... Ne bü- yük bir zevk!... Lokantanın minaresine çıkmak, bu- radan etrafı seyrederek birer sandviç yemek için avuç dolusu para veriyor- Jar. Los Anceleste, Hollivudda, San-Dİ- yegoda bunlar gibi en acaip biçimde, en garib şekilde lokantalara raslarsınız. Hollivudda yeni bir 1o- kanta açıldı. İsmi «Aç gözlü timsah..»... Bu upuzun, kocaman bir timsah... Hollivut hapishanesi Fakat bunların en garibi meşhur «Hollivud hapishanesivdir. Evet Hol- Bivud hapishanesi... Burası öyle bir yerdir ki, dünyanın hiç bir köşesinde bu tarzda bir hapis- hane daha bulamazsınız. «Hollivud hapishaneslunin bir adı da «Zevk ha- pishanesindir. Bu hapishaneye girmek için, bura- da bir müddet mahpus kalmak İçin yüz binlerce erkek can atar. Ve civar- daki şehirlerden sırf bu hapishaneye girmek için gelenler vardır. Hollivud sokaklarından geçerken bu «Hollivud hapishanesi» levhasını gö- rünce şaşırmıştım. Çünkü burası ha- pishaneden başka herşeye benziyordu. Kapısında iki mayolu genç kız durmuş- tu. Bunların ellerinde demirden ha- kiki iki kelepçe vardı, İçeri girdik. Masalar bir takım demir parmaklıklarla ayrılmış... Burası ay- ner Amerikanın meşhur Alkatraz ha- pishanesi tarzında yapılmış... Hizmet eden bütün genç kızlar gardiyan kiya- fetinde... Bellerinde birer deste anah- tar. Anahtarların hepsi de el kadar büyük... Fakat her ne hikmetse bü- tün gardiyan kızlar en kısa mayola- Garip işkenceler! Fakat bu güzel gardiyanlar da son derece zalim şeyler... Mahpuslara deh- şetli zulüm ediyorlar... Meselâ bir gar- diyan kızın zulüm olsun diye genç bir erkeğin tatlı tatlı saçlarını karıştırdı. ğını, saçlarını çektiğini gözümle gör- dürü. Hani mahpus erkekler de gardi- (Devamı 9 uncu sahifede) Hikmet Feridun Es Yazan: Sermed Muhtar Alus İki köçek Gelirken Balıkpazarına uğrayıp tez- gâh başı yapmış, yüz dirhemliği de cebine koymuş. Kolu gene yakaladı: — Vakit geçirmiyelim, bir paraşol bulayım! İrfan o kadar sersem ki, soruyor: — Paraşolla nereye gideceğiz? — Köy düğününe gitmiyor muyuz? | Buradan Bulgurlu, yayan çekilmez. Sen hiç korkma, paramız bol boluna yeter; idare edecek benim, Her zaman papaz pilâv yemez. 66 kuruş otuz pa- rayı torbaya koyup boynumdan göğ- sümün içine sallandırdım. Bulgurluya gitmeğe dünden fitliği- nin sebebi var, Gece Etyemeze varır varmaz Yor- gancının evini tavaf etmiş, içeriyi din- lemiş, gözetlemiş. Hasibe yok. O halde o da bu taraflarda. Bulgurluda köy düğünü olur da kaçırır mı sürtük? Şimdiki meramı başka. Hasibeyi gö- rür görmez, çatarak bir belâ çıkara- cak. Dayak yemeğe, kafa göz feda et- meğe razı. Karakolluk oldular mı, orada korudaki dünkü kepazelikle- rini, alâmeleinmas rakı içişini, nâra- lar basışımı söyliyecek. İrfan da şâ- hidlik etti mi, kaltak sürgüne sürül- dü gitti. İki şahidle adam asıyorlar. Paraşola bindiler, yolu tuttular, Bulgurludaki köy düğününde.. İstanbul civarlarında, köy düğünü | yapılan yerlerin başlıcaları Bulgurlu, Merdivenköyü, İçerenköyü, Yakacık, Dudullu'dur. Köy düğünü mevsimi de ya ilkba- har, kirazın dalları bastığı zaman; yahut ta sonbahar, çavuşların arka- sı kesilip yapıncaklar kütüklerde pem- beleşirken... Köy düğünü pazar gününden baş“ lar, Davetçiler, hepsi erkek, öküz ara- balarına dolarlar. Suratları yeni ti Taş, enseleri âcem ensesi, başlarında yan fes, saçlarında, bıyıklarında, üst lerinde kalemis yağı, tefarik lâvan- tası... Davul zumalarla, köçeklerle dave- te çıkarlar. Bulgurlulular Büyük ve ' Küçük Çamlıcalıları, Bağlarbaşını, Topaneli- oğlunu, Valdebağını, Nuhkuyusunu, Kuzguncuk, Beylebeyi sırtlarını do laşırlar. Merdivenköylüler Göztepeyi, Fener- yolunu, Kızıltoprağı, Kuyubaşını ge- zerler. İçerenköylülerin sahası Erenköyü, Kozyatağı, Bolbedros (şimdiki Şaş- kınbakkal), Bostancı. Yakacıklıların da Soğanlı, Matlepe, Kartal, Pendik... Düğün sahibinin vakti hali yerin- de ise, kesenin ağzını açmış, derneği- ne kuş konduracaksa daha uzaklara kadar da Kol salar. Davete çıkılan o pazar günü öküz arabaları köşklerin, evlerin, çarşı, istas yon gibi kalabalık yerlerin önünde dururlar. Davul zurnalar köçek ha- vasına girişir. Alınları kâküllü, bıyık- ları yoluk, kenarı sırma saçak etekli, parmakları zilli köçekler, şıkır da şi- kır oynarlar. Mürüvvete endaze ol- maz. Gönülden kopan çeyrekler, iki- likler, kuruşlar, onluklar yapıştırılır. Köşkler büyük paşa köşkleri ise bah- çesine girerler, Pencerelerden Mecidi- yeler, çeyrek liraları atılır, Öndeki öküz arabasına kurulmuş- lardan en kelle kulaklısı temennahi çakar: — Falanca yerde düğünümüz var, buyurun! Alay, gene davul zornalarla, köçek- lerle, haydi başka kapıya... Pazartesi, gelin çeyizlerinin güve- yin evine geliş günü... Önde gene davul zurna ve köçekler; ardından boy boy adam... Tepelerin- de, kırmızı, pembe, mâvi gaz boyama» Jarma sarılmış değirmi sini üstünde kapaklı bakır sahanlar; büyüklü, kü- çüklü tencereler; helvahane, mangal, çamaşır liğeni, helâ ibriği, çinko bi.» ya, yeşil boyalı sandık, bir takım yar tak, alaturka gergef, çember kas- Köy delikanlıları da etrafta; otr- patlarları, kapsolluları havaya sıkan sıkanâ.... Salı günü, güvey kese sabun süre- cek, aranacak, taranacak. Hamama giderken gene davul zurna ve köçek- ler önde, delikanlı ortada, arkasında onu yıkıyacak tellâk, tıraş edecek Hamamdan çıkıp tıraş iskemlesine oturunca, berber ağa kayışı yalayıp yalayıp, usturayı sürüp sürüp per- dahların arkasını kesinciye ve (saai- ler olsun) deyinciye kadar kahve ka- pısının önünde çalgı ve oyun berde- vam... Çarşamba, düğünün en cafcaflı günü... Pehliyan güreğeri, at yarışla- rı, davetlilerden hediyelerin sökün edişi, akşamı da kına gecesi... Meydanın etrafında çepeçevre halk; gergi çingenelerinden, ahçı yamağı, bahçıvan çırağı, arabacı ispirlerinden tut ta kupalarına, faytonlarına ku- Tulmuş. hanfendilere, beyfendilere, kira arabalarile gelmiş hatunlara, ta- zelere, efendilere kadar her çeşid kişi, Meydanın bir kenarında zeytinya- ğı, su kazanları, çifte davul zurna. Pehlivanlar kapışmışlar, ödülü ala- cağız diye helâk oluyorlar. Oyunların beğen beğendiğini seyret: Boyunduruk, göğüs çaprazı, paça kasnağı, kol kapma, baldır patlatma, kaz kanadı, tarpan... 5 Güneş seyircilerin beyninde. Gözler kırmızı boncuk gibi olmuş; çebreler kızarmış, morarmış; ter paçalardan akıyor, Kupaların, faytonların, ten- telilerin üstleri steş kesildiğinden, içeridekiler fırında gibi... Şakaklarını, göğüslerini, bileklerini kıral sularile oğan oğana. Sucuları çağırıp bardakları tepelerinden boşal- tan boşaltana. Mendillerini ıslatıp enselerine koyan koyana... Zeytin yağile toz topraktan mahlüt çamurlara bulanmış, her tarafların- dan kanlar sızan iki pehlivan, gözünü açıp kapamadan, tepsiyi uzatıyor, S- vırya parsa... Derken efendim, bir kargaşalık, iti- şip kakışma, bağırtılar: — At yarışı başlıyor! lıyorl... 4 « Yarış baş- (Arkası var),

Bu sayıdan diğer sayfalar: