18 Mayıs 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

18 Mayıs 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

efe ster © 18 Mayıs 1935 duygularını terennüm eder: Geh varup havı kenarına hıraman olalım Geh gelip kasrı cenan seyrine hayran olalım Güh şarkı okuyup gâbi gazelhan olalım Gidelim servürevanım yürü Südâbâde, Basık bir tavanın havasız dört duvarı altında alkol kamçısile şahla- han hulya, pis bir elin doldurmak is- İediği kadehe bakıp şöyle dile gelir: Bir şeker handeyle bezmi çevke cam çin Nim sün peymâneyi siki tamam ettin beni. Biz «melâli anlamıyan nesle âşina değiliz. diyenlerin isrinde yürüyen Avarelerdik. Biz Lâle devrinin en Şakrak kahkahalarını acı hıçkırıklar- İ terennüm eden zevallılardık. Pi- Yale ateş, bülbül sesi feryaddı: <Zan- Detme ki güldür ne de lâle - ateş doludur tutma yanarsın - karşında $u gülgün piyaleş ve gönlümüz mü- ayyel firkatin sönmek bilmiyem &levlerile yanardı: Aşkın bu karanlık gecesinde Micranı duydum, seni andım, irkatzede bülbül gibi yandım. Neşe, zevk, saadet, debdebe ve sal- £, ihtişam, aşk, zafer, hayatın tadını gönüllere aşılıyan her şey ma- | Zide kalmıştı ve biz bu mazinin has- Petini çekiyorduk: Ne cuşanı şarabü lâle bir devri bahariydl, Kİ hâlâ çeşmeler pürhur olur her yide 3 geldikçe, Gülerdi tahtı zerrin üzre Cem gülşende güllerle, Bebu endüm şâkiler elinden bâde geldikçe 'arurdu rindler dembeste, ney dembeste vecdinden Alaçlıklarda bülbül dürdan feryade gel- dikçe, «Ol saltanatın yeller eser şim- di yerinde diyor, göğüs geçiriyor, Ynumuzu büküyor, Ani bir feve- Tanla neşeye ka; e kavuşur kavuş- vücudümüze bir alev Bömlek giyiyorduk: Bir lâhzada bir pancur açılmış gibi yazdan bestenin engin sesi yükseldi Roğazdan. ME dağ o rüzel ses bütün etrafı gezindi, ar ve geçirmiş denizin kalbine sindi. >. bir üzüntüyle bu rüyadan uyandım rar © alev gömleği giymiş gibi yandım! Kulağımız ruhumuzun Tühumuza da bin bir'acı $ muafiyet kesbe- en ruhumuza” daha Ariyorduk Bitaüne akrebi ebin sana kıskacı Aciya Hayali hakikat yapamayınca s6- raba kapıldık, dünyayı unuttuk, kendimizden geçtik: «Çıktık aşkın nihayeti bulunmıyan sahrâsina. * ” Cumhuriyet gençliğinin bize taan etmeğe hakkı yoktur. Biz vatansız kalmıştık; bülbül inliyor, matem tu- tuyor diye şaşıyorduk. İnlemek bizim hakkımızdı; bülbüle diyorduk ki: baharın var ki beklerdin, Eıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin? O rümrüd tahta kondun, bir semavi sal- tanat kurdun, Cihanın yurdu çiğnense çiğnenmez senin yardun! Eşin var, âşiyanın var, Hayır matem senin hakkın değil, matem benim hakkım: Asırlar var ki aydınlık nedir hiç bilmez âfakım Teseliliden nasibim yok, hazan ağlar baha- rımda Bugün bir hanümansız serseriyim öz dlya- rımda... Öz diyarımızda hânümansız bir ser- seri gibi dolaşırken, gözyaşı dökü- yor, başımızı, bağrımızı yümruklu- yor, inim inim inliyorduk: «Rabbim bu vatanım mi, bu mudur benim yurdum?.. Ben ki onun göğsünde hu- | zur ile uyurdum!.> İ il uyutmak, bizi artık öz vata- nımızda oturtmak istemiyorlardı... Cumhuriyet gençliği bu acıyı tat- k geçmiş zamanlar- a, bu acıyı çek- | miş olanların adı önünde hürmetle eğilecek ve göğüs kabartıp: «Yaşasın Atatürk!.. Güveniyorum, övünüyo- rum, çalışıyorum!.. Türküm, ne mut- lu banal. diyecek, AEŞAM ” Cumhuriyet gençliğinin ilhamları Bizleri o kara, o ümidsiz günlerden bu ışıklı, ümid dolu günlere eriştiren En büyüğümüz o devrin genel görü- şünü şöyle anlatıyor: «Osmanl devletinin dahil bulun duğu grup harbi umumide mağlüp ok muş, Osmani: ordusu her tarafta 28- delenmiş, şeraifi ağır bir mütareke- name imzalanmış. Büyük harbin uzun seneleri gârfında, millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memle- keti harbi umumiye sevkedenler, kendi hayatları endişesine dilşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahi- deddin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğeni tahayyül ettiği deni tedbirler araştırmakta, Damad Ferid paşanın riyasetindeki, İ kabine, âciz, haysiyetsiz, cebin, yal suz padişahın iradesine tabi ve onun- la beraber şahıslarını vikaye edebile- cek her hangi bir vaziyete razi, Vatan bu haldeyken vatandaşların azabını, iztirabını gözönüne getir mek kabil değil mi?.. Işıksız, yolsuz ve yolgösterensiz kalmıştık; elşik yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş Jâl...> VE NİHAYET ATATÜRK, 1335 SENESİ MAYSININ 19 UNCU GÜ- NÜ SAMSUNA AYAK BASTI, İşte o mukaddes tarihten sonra gözlerimize nur geldi, sesimizi bul duk: «Âtide güneşler doğacak bayra- gımızdan»> dedik ve candan kopan bir ahenkle haykırdık: Ölmez bu yatan, farrı muhal ölse de hatta, Çekmez kürenin sırtı bu tabutu esimi... ” Çelik bir iradenin, çelik gibi ham- lesile kalkınmıştık. Artık yollarımız aydınlanmıştı, Önderimizi bulmuştuk. Türk istiklâl harbine girişmişti, Türk gençliği artık ilham kaynağına ke vuşmuştu; «Benzemez girdiğimiz bu cenk öbür cenklere, Bir milletin başından geçer ancak bir kere, Kazanırsa dünyada artık . ölüm ne bilmez...» 'Türk gençliği, hakiki şiirin, yüsek edebiyatın membaı başına gelmişti. «Ne yatağımda kadın, ne de ufkum- da hilâl; mariz ruhların paslı, ufu- netli duygularını bağrından söküp atmıştı, Diyorduk ki: «Bir baykuş, bir bülbül mü kapanmış görülmeli - Mıs- ralarda mutlaka bir kadınmı gül meli?.. - Sevdaya mi konmalı yalnız | kelebek gibi? -. Uzlet mi geçirmeli sade köstebek gibi? - Övecek bir şey yok mu yurd gibi, emel gibi - yalnız kız kalbi, kadın eti mi öyülmeli?.. - > Hayır, artık övülecek, övülmesi 1â- gmgelen bir millet, bir vatan ve bu vatan, bu millet uğruna hayatını is- tihkar eden misli görülmemiş bir bü- yüğümüz, En büyüğümüz vardı: «O, dört başı tutuşan bir kıtanın ucunda - Açılmış bir ihtilâl bayrağı- dır Asyanın... - Ok derim bakışıdır, yay derim kaşıdır o - Ateş yelelerile bir aslan başıdır 0.» (Deyamı 9 unuçu sahifede) Yazan! Sermeğ Muhtar Alus Bahife 7 Tefrika No, 64 NANEMOLLA «w Sen nenin gârdiyanısın be he- rif?, Ara, çağır, bir gün vazifenin ba- şında değilsin, Zincirkıran gene kolu havalarken, gardiyan ağa aşağı katı buldu. Bir türlü halledemedikleri keyfiyet, Şerefin dün akşam, dün gece yahud bu sabah daireye gelip gelmediği; da- ha doğrusu saray dişlilerinden birini beraber getirip getirmediği. Müzakerat devamda: — En büyük marsıkların alayım kendine bendetmiş kerata!., — İster misiniz hazinedarı hüma- yun ve sermusahibi şehriyari Cevher ağayı nazırın karşısına dikmiş olsun. — Musahibi sani Haşim ağayı getir- dise daha berbad... — Valide sultanın başağası Ramiz ağayı öne kattise tut kelin perçemin- den. Bunlar daireye gelip nazırla görüş- tülerse mesele herhalde çok çatallan- mıştır, Mehterhane, kürek, zindan kelimeleri mi mevzuu bahsedildi? «ddarei Aziziye» (1) nin disericedide. «Şerefresan», «Kayseri» gemilerinin ismi mi geçti? Yani Yemene, Trablus- garba, Fizana sürgünlük hususları mi mevzuu bahsoldu?.. Bu mühim bahisler arasında Vasfi beyin aklına gelebildi: — Fi saatina bu gencin masumlu- e bigünahlığına şüphemiz kalma- — Hay hay!.. — Amenna!., — Kalıbımı basarım!.. Lâfı ağzında kalmış olan miralay bey, ikmal etti: — Maahaza, bu delikanlı kabahatli de ise, kanlı da, katil de olsa, değil mi ki bir vezir oğlu, mumaileyhi böy- lebirodada tutmak bizlere çindir. Meriyülhatırlar dairemiz mevcud, orü- ya nâkledelim. Cevablar arka arkaya: — Haklısın mirim... — Doğrusunu beyan ettin. — Kasa hırsızlarını soktuğumuz bir yerde durması nâ lâyık... İçlerinde tarih âşinaları da mevcud ve mantıki mütalealar da serdetmede- ler; — Davudpaşa mı. Patrona mı, Ka- bakçı mı bu çocuk? Padişahlar mı katletti, veziriazam kelleleri mi kes- tirtti? — Şahid, ispat çıkarsınlar, maktblü göstersinler, biz de şimdi boynunu alalım onun... — Davacı Eşref mi değil mi?.. Daha gözüm kızmasın, vallahi fesi basıp selâmlık yerinde şevketlinin kır bey- girinin yularına, yahud saltanat ka- | yağının küpeştesine asılırım; işi an- Jatırım, Gazabı hümayun devam mı ediyor, (padişahım, derim, mağrur ol- ma, senden büyük Allah var)... İsterse çatır çatır formalarımı söksün, belime bir tekme beni de sürgüne sürsün... Bu son tetikteki, Zincirkıran Rıza beydi. Kapıyı açtı, divanhaneye ba- ğirdı: — Sergardiyan!,. Gerdiyan!.. Oda- cı, yanaşma, kahveci!.. Sergardiyan Sabri ağa koştu. Vasfi beyden emri aldı: — Vezirzadedir bu delikanlı. Şu da- kikada meriyülhatırlar dairesine gö- türün; Namık Kemal beyi misafir et tiğimiz odaya... Konaktan yatağını getirtin, Yemeği oradan mı gelecek, yoksa lokantadan mı yiyecek, bu hu- susu da yola koyun, İrfanın yanına gidip elini tuttu; ha- raretle sıktı; — Rahmetli babanın teveccühünü, İ Yatfunu gördüm. Bunu dünyada unu- tamam, Korkma, ben buradayım ev- 1d... İrfan, kalkacak, kıpırdıyacak halde değil ki... Sergardiyan, iki zaptiye, iki hademe kollarından, bacaklarından | tuttular. Meriyülhatırlar dairesine gö- türdüler. Namık Kemalin Magosaya sürülme- den evvel misafir edildiği odanın hali görülmeğe seza. Güya iki pencereli; damların baca- ların arkasindan liman, Kızkulesi, Boğaz görünüyor... Bir de içine göz gezdir. Oranın da tavanlarında örümcekler, böğüler. Duvarların alt kısımlarını rTütubetten güberçeleler tutmuş, Geri yanlarda kırmızı kırmızı kuyruklu yıl- dızlar, tahtakurusu kanları... Pencerelerin önünde, üstü patlak, yayları fırlak, ayakları mum sandığı ve fasulye hereği pârçalarile destekli bir kanepe. Karşısında, kıtığının s&- manları dökülmüş, mundarı çıkmış bir yatak serili demir karyola. Pencerelerin camları o kadar pis, O kadar toz dolu ki parmakla yazı bile yazamazsın, Kir, pas sıva gibi katılaş- miş, buzlu cam haline gelirmiş. 10 nisan 1873 tarihinden, yani Na- mık Kemalin bâferman Kıbnstaki Magosa kalesine sürüldüğü iki sene- denberi, bu pencereler muhakkak açıl» mâmış. Odada müthiş bir havasızlık; beş dakika dur, asfiksiye olup çık, İrfanı karyolanın üstüne yatırdılar. Sergardiyan, nefesi tutularak pence- reyl açmağa kalktı. Asıl asıl, topuz dönmüyor. Demir çubuk paslanmış, perçinlenmiş. Daha kuvvetlice yüklenmek var, fakat cam- larda macundan eser kalmamış. Hep- si oynuyor, bir kaç Yahudi çivisile tü» tulu... İrfan, ig — Rica ederim, biraz haval.. Sergardiyan, kuvvetini gösterdi. Pencerenin kanâdları açıldı ama cam- lar da aşağıya indi, Odanın içinde kaşınmıyan, ip atlı- yan çocuklar gibi çifte ayakla sıçramiı- yanı bul, Yerdeki. patlak kanapedeki, fırtlak kıtıktaki pirelerin hepsi saldır- mışlar bacaklara. Sabri ağa hademelere bağırdı: — İki kova su ile bir çalı süpürgesi ' Zaptiye neferlerinin birine de: — Sen de bir teneke kap, şişe, bin- Mik bul; koş müteferrikaya, gazla dol- dur. Meriyülhatırlar odasında pire çıktı del... dedi. Su, gaz, #üpürge geldi, Gazı kova- Jara boşalttılar; hepsini yere boca et- tiler; süpürgeyi veriştirmeğe başladı- Jar, Ortalık Kasımpaşa deresi. O kay- gan maylin üstünde karıncalar, kara- fatmalar, hattâ akrebler bacak oynat- üstüne de sıçramada, 'Biz şimdi, zaptiye erkânının demin uzun uzadıya halledemedikleri, tama- mi ve tefazuli hesab mundelelerine döndürdükleri meseleye gelelim. Pembeten Eşref, Nanemollayı o ha- Je koyduktan, zaptiye kapılarına gön- derdikten sonra bu kadara kanaat et- miş mi? Bizzat gelerek, yanına bir ok- kalı alarak meseleyi dürtüklemiş mi? Başa bir çorab daha mı örecek? Bulgurludaki köy düğününde vezir- zadeye kaput dayağını attırdıktan sön- ra Küçük Karakaşyanı cadde boyun- da bulamamıştı. Onu aramadıkları yer kalmamıştı. Büyük Çamlıca tepesi, Küçük Çam- hca, Millet bahçesi, Bağlarbaşındaki Artinin gazinosu... Bu kayboluşun sırrı meydanda. çürük, çiroz, solucan İrfan... Karnın mutlaka sıska oğlana sâafı, meclübiyeti var... Bak nasi ortadan sıyrıldı? Araba vapurunun vakti geçtiği için faylonunu Üsküdara bırakmış, Arab, Rels ve Tatavlalı ile kayıkla İstanbula geçmişti. İkisini Galatada bırakarak: (Bizi Benli Hürmüzde bekleyin) diyerek yanında yalnız Arab Tayfur, Beşik- taşa gelmiş, bir meyhanenin üslün- deki odaya çıkmışlardı. Arab, mintanının eteğini yırlıp Eşrefin başını sarmış, külağını kib- ritle karıştırıp çapaklandırsın diye gözlerine sürmüş, belindeki kuşakla 8&ol kolunu omuzuna bağlamış, ben- zinin sararması için saman tütsüsü nü de unutmamıştı. Pembeten, saray kapısından içeri bu halde topallıya topallıya girmişti. Kapıcılar, tüfekçiler, hademel has- salar, evvelâ onu tanıyamamışlar, soh- ra, önlemişlerdi: — Geçmiş olsun mabeyncim!. — Vurmak, vurulmak kovardalar rın kârıdır!... (Arkası var) 1 İk tesekkülünde «fdârel Aziziye» isminde olan bu müessese, Abdülhamid devrinde «İdarel Mahsusa»,

Bu sayıdan diğer sayfalar: