22 Haziran 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

22 Haziran 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

kalktığı zaman i celi idi, Karısı Melâ- Mat ona şefkatle bakarak Sun,.. Yoksa hasla mısın yavrum? Fahri gene ayni düşünceli ve dal- gn tavırla cevab — Bir şeyim yok... Bir şeyim yok... Malnız bugün çok yoruldum. Hemen Yatacağım. Böyle söyliyerek odasına çekildi, soyundu. Yatağına uzandı. Odadaki elektriği yakmamışlı. Pen- terenin perdesi açık kaldığı için dı- Şardan gelen ay ışığı yüzüne vuru- Yordu. Uzandı. Perdeyi kapattı. Şim- di büsbütün karanlık olan odada Uzun uzun düşünüyordu. Yarın Mu- Allâ ile buluşacaktı. İki senedenberi bu güzel, fettan kadını gönlünün bütün kuvvetile seviyordu. Yarın sa- bah onunla beraber Büyükdereye ka- dar bir otomobil gezintisi yapacak- ardı. Bu gezinti esnasında çok mü- © him kararlar vereceklerdi, Bu karar- Yardan sonra Fahrinin de, Muallânın da hayatları belki tamumile değişe- Cekti, Fahri ile Muallâ artık yarınki ©tomobil gezintisinde bunları konuşa» Caklardı. Fahri o gece ancak sabaha karşı üyuyabildi, Ertesi günü de erkenden Yatağından fırladı. Karısı Melâhat ondan evvel kalkmış, hizmetciye kocasının kahvaltısını hazırlatmıştı. Melâhat bir aralık kocasının yü- züne bakarak: — Fahri, dedi, bugün yüzün sarı, Tengin yerinde değil... Hasta gibisin. e gitmesen olmaz mi yavrum... Fahri tıraş olurken: — İmkânı yok, dedi, bugün mutla- © ka gitmeliyim... Melâhat kocasını Beçirdi: — Haydi güle güle kocacığım. Fa- kat kendini çk yorma. Çok fazla ça- Mşıyorsun, sinirlerin bozuluyor, has- İalanıyorsun, Fahri kapıdan çıktıktan sonra arka- $ıha, karısile sekiz sene İyi kötü birçok günlerini geçirdiği apartmana baktı, Burada hayatı ne kadar sakin ve Yelvelesiz geçmişti. Bundan sonra hayatının nasıl geçeceği, ne fırtına- laria karşılaşacağı hiç belli değildi. Melâhat çok iyi bir kadındı. Fahri- Bin en dar zamanlarınd& Melâhat Onun için büyük bir kuvvet memba Olmuştu. Genç kadın sıkıntılı günle- Yinde o lemiz çehresi, temiz ve şef- katli bakışlarile kocasına dalma ü- mid, cesaret vermişti. O müşkül, fe- Da günler nihayet geçmişti. Şimdi Yaziyetleri çok iyi idi. Fakst bu sefer- de Fahrinin karşısına Muallâ çıkmış- tı. Muallâ son derece güzel olmasına Tağmen pek hoppa, biraz kendini dü- Şünen bir kadındı, Acaba Fahri onun- da hayatımı birleştirirse Muallâ, Me- İâhatin yerini tutabilecek mi idi? O da Melâhat gibi fena ve sıkıntılı gün- lerde kendisine, cesgret, ümid vere- eek, ayni şefkati gösterebilecek mi ? kapıya kadar Fahri bunlar . hakkında pek ince eleyip, sık dokumuiyordu. O Muallâyı deli gibi ordu. Bundan ötesi ken- disini alâkadar etmiyordu. Genç adam spor otomobilini bırak- tığı garajın önüne gelmişti. Garajın damları otomobili güzlce yıkamış- lar, camlarını piri pırıl silmişlerdi. Fahri otomobili çıkardı. Köşedeki benzinciden biraz fazla benzin aldı. Sonra otomobille Muallâyı bekliyece- Bi yere, Şişli tramvay istasyonunun karşısına geldi, orada durdu. Saatine baktı. Muallânın gelmesine daha beş dakika vardı. Bir türlü bugün yapacağı şeyleri düşünmekten kendisini alamıyordu. Dürt gün evvel Avrupaya gitmek üze- Te Munllâ ile birer pasaport çıkart- Mışlardı. Bugün son kararlarını ver- *dikten sonra İkisi de evlerine birer Mektub yazacaklar, hakikati olduğu Bibi geride bıraktıkları kimsölere an- İatacaklardı. Fahri evden bir tek Bömlek bile almamıştı. Fakat ne za- Yarı vardı? Çarşıda herşey bulabi O bunları düşünürken Muallâ sır- nda gayet şık bir elbise ile uzaktan görünmüştü. Genç kadın gülerek oto- Mobile yaklaşıyordu, Fabri yerinden atladı. Otomobilin kapısını açtı. Mu- &lâ eteklerini diz kapaklarından çok Yukarıya kadar kaldıran bir hare “ Ketle otomobile girdi, Fahri de direk- “ Siyonun önüne, Muallânın yambaşına — Nen var Fabri?,.. Çok dorgun- | | oturdu. Hareket ettiler. Genç adam bir yandan otomobili kullanırken bir taraftan da Muallâyı süzüyordu. Bugün her zamankinden daha baş döndürücü, daha çıldırtıcı, dah agüzeldi. Otomobile binerken yukarıya ka eteğini indirmeğe lüzum görmem İncecik ipek ço- rapları içinde, son derecede biçimli bacakları göze çarpıyordu. Mecidiyeköyünü geçtikten Fahri lâfı açmak meksadile — Bu gece ya bir saat uyudum, ya yarım saat, dedi, o kadar heyecan içindeydim ki gözüme bir türlü uyku girmedi. Mualiâ gülümsiyerek ona büsbütün sokuldu. Genç kadın'ne güzel kokuyordu. Şimdi Fahri onun- sonra ken Muallânın © güzel kokusunu Adeta yudum yudum içiyor gibi idi. Bu dakika ne kadar mesuddu. Artık hiç birşey düşünmiyordu. Hiç birşey umurunda değildi. Ne değişecek ha- yatı, ne de ileride karşılaşacağı fırtı- nalı günler... Hiç birine aldırış etmi- yordu. Fahri bir aralık: — Muallâ, dedi, bendün gece her şeyi düşündüm. Artık bir gün bile ayrı yaşamamız mânasız... Pasapori- larımız hazır... Aylardanberi düşün- düğümüz şeyi bugün yapabili Bunu söyledikten sonra Mua! gözlerine baktı. Bu iri yeşil gö şeytanca parlıyordu. Fakat bu esnada biribirlerine o ka- dar dalmışlardı ki Fahri yanlışbir manevra yaptığının farkına varama- dı. Otomobil hızla bir ağaca çarp- mıştı. Muallâ sapsarı kesildi. Genç kadına hiç birşey olmamıştı. Fakat otomobilin kırılan camlardan büyük bir parça Fahrinin kolunu fena hal- de kesmişti. Dehşetli kan akıyordu. Otomobilin önü param parça olmuş- tu. Fahri fena halde acıyan knulunu tutarken Muallâya soruyordu: — Sana birşey olraadı ya Muallâ... Yaralanmadın ya.. Muallâ telâşla yerinden fırladı: — Birşey olmadı, Birşeyim yok... Fakat şimdi kaza etraftan duyula- cak, polisler gelecekler... Herkes be- nim seninle alâkamı öğrenecek... Rezalet kopacak!... Ben mahvolaca- ğım. Gidiyorum ben?... Biraz yürü- rüm. Her halde boş bir taksi, yahud | bir otobüs bulur binerim. Sakın hiç kimseye kaza esnasında benimle be- raber olduğunu söyleme, Anlıyor musun?... Fahrinin kolundaki geniş yara la böyle omuz omuza, diz dize oturur- | başlamıştı, Genç adam pek kaybediyordu. Başı dönmeğe, gözleri kararmağa başlamıştı. Eğer bu hal böyle devam | ederse b recekti rasını de sıkhati tehlikeye gi- Lâkin Muallâ Fahrinin yâ- muyordu bile... ayet Fahri: Fakat Muallâ, dedi, ben fenayım. Galiba kendimi kaybediyorum... Kan durmuyor... Şunu bağlasak... Muallâ —Aman Fahri, dedi, ne diyorsun... Şimdi civardan gelecekler, beni bu- | rada görecekler. Rezaleti düşün... Ben kaçıyorum... Anlıyor musün, s8 kın kimseye yanında bir kadın oldu- ğunu söyleme... Genç kadın böyle diyerek Cehen- nemden kaçıyormuş gibi hızla uzak- laştı. Fahri onun arkasından bakar- ken kendisini kaybetti. Genç adam gözlerini hastanede açmıştı. Yatağının başı ucunda otü- ran karısı Melâhati farketti. Genç kadının gözleri ağlamaktan şişmiş ve kızarmıştı. Kocasının gözlerini aç- tığını görünce Melâhat: — Fahriciğim, dedi, ödümü' patlat- tın... Vakıa yaran öyle ehemmiyetli değil amma... Kaza tenha bir yerde olmuş... Etraftan haber alınıncıya kadar biraz fazla kan kaybetmişsin... Ne kadar korktuğumu tasavvur ede- mezsin Fahri. Şimdi biraz iyisin ya.. Doktor da öyle söylüyor. «Üç dört güne kadar birşeyi kalmaz; diyor. Akşam üstü Fahri iyiden iyiye ken- disine gelmisti. Melâhal: — Kotacığım, diyordu, sinirlerin bozük... Muhakkak sinirlerin biraz | yatışsın diye Büyükdereye kadar anmak istedin. Bu iş başına geldi İyileştikten sonra biraz istirahat et... Bir iki ay kadar şöyle tenha bir yere gidelim... Biraz dinlen.. | Fahri karısının yastığın kenarına | koyduğu eline dudaklarını değdirdi. Bu temiz beyaz eli öptü: Ben de öyle düşünüyorum Melâ- hat, dedi, ay başında seninle uzunca bir seyahate çıkacağız... Ne güzel dinleneceğiz bilsen... Bu bizim ikin- el balayı seyahatimiz olacak... (Bir yıldız) İzmitte Şark Pazarı Sadeddin Yalım Ticarethanesi Koçaeli vilâyeti mektep kitapları satış yeri. Her nevi kırtasiye çeşitleri, Nauman dikiş ve yazı makineleri, Ko- dak fotograf makine ve lerazımı saire bulunur. Sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra muntazaman kullandıkları Güzelliklerinin aynası olan parlak dişlerinde biribirine (o karşı besledikleri sevgiyi görüyorlar. Onların bu bahtiyarlığını ve saadetlerini ADYOLI Yarattı. Çünkü RAD YOLİN sadece dişleri temizlemekle kalmaz, diş etlerini ve dişleri kuvvetlendirir, ağıza giren mikropları öldürür, böylece bütün vü- cudün sıhhatini temin eder. I i Tarihi DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Ç..... Yazan: İskender F. Sertelli Falcı Aykuta : “ Talihin çok parlak, yıldızın gözle - Tefrika No, 33 rimi kamaştırıyor. Ömrün at üstünde geçti ,, dedi Diyerek, Aykula en gizli, en sami- mi duygularını söylemekten oçekin- memişti. «Bir fit, bin büyüye bedeldin» sö- zü meğer ne kadar doğru imiş, Aykut, yirmi günlük deniz haya- tında Hacerle geçirdiği günleriş hatır- yordu. Hacerle Sald arasında göze çarpa- cak, yahut el ile tutulacak kadar de- rinleşmiş bir sevgi yoktu, Hacer ona bir ekölezade» gözile bakıyordu. Aykuta gelince, o denizde Haceri sevmeyi aklından bile geçirmemişti. Daha bir gün evvelisine kadar Sa- hible görüşürken, kızını Saidle ev- lendirmediği için şeyhe kızdığını Bi- le söylemekten çekinmemişti. Aykut, Hacerle Saidin evlenmesin- de yalnız ikisi için değil, bütün Ara- bislan için büyük bir saadet tasav- vur ediyordu. Sald Arab korsanları arasında bü- yük bir nam kazanmış, çölün öteya- nına kadar adını duyurmağa mu- yaffak olmuş yaman bir adamdı. Hacer ancak böyle bir erkeğe lâ- yıktı. Fakat şimdi... Aykutun içine de aşk ateşi girmiş, şeytan onun da fik- rini çelmişti. Düne kadar Saidin Ha- cerle evlenmesi fikrini ileri süren Aykut acaba bugünden sonra da bu fikri ileri sürmekte devâm edebilecek miydi? * “ Kum üstünde bir talih çizgisi! Gözleri hemen hemen hiç görmi- yen doksanlık bir ihtiyar, önündeki kumları kucaklayıp tekrar yere bo- şaltıyor ve kendi kendine; — İstikbalini, talihini istiyen yok mu? Diye söyleniyordu. Aykut han, yanında duran Sahibe sordu: — Bu ihtiyarı denedin mi hiç? — Çok doğru söyler, istikbalden öğrenmek haber verir, insanm kalbini okur. Fakat, ben denemedim. — Niçin? İtimadın mı yok? — Hayır. Bu itimadsızlık ondan ziyade kendime aiddir. Münasebet- siz bir şey söylerse, durup dururken içime bir şüphe girer diye korkarım. — O halde ben bir kere talihimi öğrenmek isterim. Bakalım neler söy- Tiyecek? Sahib büyük bir teslimiyetel ihti- yar falcının önünde durdu Ve Ayku- tun kulağına eğildi: — Onun gi ri görmez... Talihi- nizi okuyablimesi için sesinizi duy- mak ister. Aykut ihtiyarın yanına sokuldu: — Merhaba, ya şeyh! — Merhaba ya seydi. — Haydi, söyle bakalım benim talihimi. İhtiyar falcı hiç cevab vermeden, önündeki kumları elile düzledi. ve görüyormuş gibi, büyük bir dikkat- le yere baktı... Sağ elinin pramakla- rile kumun üstüne çizgiler çizdi. Uzun, seyrek sakalını çıplak göğsü nün üstünde topladı. Sonra birden başını Aykuta hitab etti: — Sen bu toprağa yabancı, çok uzaklardan gelmiş bir adamsın! Ta- lihin çok parlak, yıldızın gözlerimi kamaştırıyor, Bütün ömrün st üstün- de geçmiş! © Sahib, Aykulun yüzüne bakti: — Doğru mu söyledikleri? Aykut sadece başını sallıyarak, ih- tiyarın sözlerini tasdik eriyordu. Falcı tekrar, sönmüş gözlerini önünde çizdiği garib şekillere dikti: —, Başutunda kartal kadar büyük ve muhteşem bir talih kuşu dolaşı- yor. Ayakların topraktan ziyade in- san leşi çiynemeğe alışmış. Kalbinde gittikçe büyüyen ve derinleşm bir ateş var. Bu ateş bir gün seni yaka- cak. Bir avuç kül gibi yanıp sâvru- lacaksın! Aykut heyecanla sordu: — Bu ateşi söndürmke mümkün değil mi? kaldırarak Falcı gülümsedi. Cevab verdi: — Azim ve irade sahibi insanlar için - bu ateşi söndürmek - daima münkün. Fakat, bu ateş sizi kovalı- yacak. Ondan kaçmak lâzım... Aykut daha fazla dinlemek isle- medi, İhtiyarın avucuna bir mikdar pa- ra sıkıştırdı. — Haydi Sahib, gidelim! — Çok para verdiniz. Bırakınız, biraz daha söylesin! Aykut yürüdü: — Yeter bu kadar, Ve Sahibe dönerek mırıldandı: — Fala baktırmamakta hakkın varmış! İçime bir şüphe soktu bu adam. — Bunlar insanın rahatını bozar- lar, dedim ya sizel — En doğrusu bunların sözlerini dinleyip geçmeli, — Dinledikten sonra inanmak ih- tiyacını duymasaydım, ben de sizin gibi yapardım; — Benim bu sözlere inandığımı mı Sarıyorsun? — Hayır amma belki biraz sonra, belki de yarın siz de inanacaksınız! Bakınız, şimdiden heyecana kapıldı- nız... İhtiyar falcı içinize bir çok şüp- heler, tereddüdler soktu. İşle ben bunlara tahammül edemem, © Aykut Haceri seviyor mu? Aykut, sinyor İstellonun gittiği gündenberi Hacerin yüzünü göremi- yordu. Hacer, Aykutun kabile arasından uzaklaştırılması için babasını sıkıştı. np dururken, Aykut çadırında ihti- yar falcının sözlerini tekrarlıyordu; «— Kalbinde gittikçe büyüyen ve derinleşen bir ateş var! Bu ateş bir gün seni yakacak... Bir avuç kül gi- bi yanıp savrulacaksın!» Bu adam ne büyük mucize göster- mişti! Aykulun ruhunü bir kitab gibi okumuş ve kalbini ayna gibi görmüş- tü. Aykut artık inkâr etmiyordu: — Haceri seviyorum... Diyordu. Bunu kendi vicdanına karşı itiraf etmişti. Fakat, Moğol zabiti bu sevgisini saklamağa mec- burdu. O Arabistana gönlünü eğ- lendirmek için değil, yurd işleri için gelmişti. Aykutun yanında bir kaç zabit daha vardı, Haceri onlar da görüyordu. Eğer şeyhin kızını sevmek icab ederse, bunu onlardan birinin yap- ması daha makul olurdu. Çünkü on- ların arasında Aykuttan daha genç, daha yakışıklı zabitler vardı. Bu za- bitlerden hiç birisi Haceri veya ka- “bile kızlarından her hangi birini sev- meyi düşünmemişlerdi. O gün Moğol zabillerinden iki ar- kadaş misafir çadırında yüksek sesle konuşuyordu: — Aykut hanın bir kaç gündür yüzü gülmüyor. Sebebini biliyor musun? — Hayır. Farkında bile değilim. — Yüzüne bakmıyor musun? — Hayır. Sıcaktan kendi yüzüme bile bakmağa vakit bulamıyorum. — Aykutun bugünlerde çadırından çıkmadığına bakılırsa, seferdeki uy- kusuzluklarının acısını çıkarıyor. — Üç gün, üç gece uyunmaz ya... Kabile şeyhi bile merak ediyor. — Bir derdi mi var acaba? — Derdi olsa bizden gizlememesi gerekti. — Bizden gizlediğinden eminsin demek? — Şüphe yok. Aykut sevinçleri gibi, iztırablarını da gizliyen bir adamdır. — Bence bu, yorgunluktan başka bir şey değildir. Aykut bir yerinden muztarib olsaydı, bunu bizden ön- ce şeyhin anlaması lâzımdı. Sahib her saat Aykutun yanındadır. Aykutla Sahibin arasından su sızmıyor. Dosttukları gıpta edilecek kadar derindi (Arkası var) Gina ei ğ

Bu sayıdan diğer sayfalar: