29 Eylül 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

29 Eylül 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bir Hind mabudunui. Dört arkadaş, yolcu karşılamak için rıhtıma gittik. Coğrafya âlimlerinden İngiliz tebaası dostumuz Besnard ted- kikatını bitirmiş, Hindistandan geli- yordu. Vapur yaklaşınca, sevinçle bâ- gırdım: — İşte... Kendisini güvertede görü- yorum, Yanımdaki arkadaşlardan biri: — Hayır... - dedi, - Gördüğün in- Diğeri ilâve etti; — Besnard'ın yanında kadın!... Ne münasebet!... — Neden? - dedim, - Neden olma- sın? # O sırada güvertedeki insan bize doğ- Tu döndü. Ve hepimiz dostumuzun mavi gözlerini, geniş omulzarını, sporcu endamını iyice teşhis ettik. Jar yolladı, Fakat çehresinde noksan bir şey derhal dikkate çarpıyordu: 'Tebessümü!... Ciddi, ağır bir hali vardı. Vapur merdivenlerinden inerken elini genç kadına uzatarak yardım etti, Yanım- dakilerden biri, yavaşça: — Hindistandan bir biblo gelirmiş olacak! - diye alay etti, Evet, hiç şüpheye mahal yok! Bu kadın bir Hintliydi, Çok güzel bir mahlük! Ufak tefek vücudü, amber renginde teni var,., Ve bilhassa göz- leri! Bu kadar iri, parlak göz pek na- dirdir, Ayakları, elleri minimini... Kocaman seyahat mantosuna bürün- müş... Başında Asyalılara mahsus bir örtü, âdetâ maviye çalan siyah #açları üzerinden omuzlarına dökülü- yor. Besnard bize onu prezante etti: — Prenses Calina... Karım... Demek evlenmiş... Aman Allah... Hepimiz şaşırmış, ses çıkarmıyorduk. İ Bilhassa bu hâdizeden bizi haberdar etmediği İçin âdetâ gücenmiştik. Maamafih, ik nazarda bu genç kadının cazibesine kapılmıştım. Gü- bir esrarengizlik p | Coğrafyacı âlim, bizleri de karısına birer birer tanıttıktan sonra, prenses ahenkli ve güzel bir telâffuzla: — Kocamın arkadaşlarını tanıdığı- ma pek memnun oldum, İnşallah on- | lar da beni severler... - dedi. Kalabalık bizi dışarı doğru sürük- lemişti, Artık çıkıyorduk. Evvelce ara- mızda görüşerek Besnardı davet et- | meğe karar vermişken, şimdi ne ya- pacağımızı şaşırmıştık. Bereket, ken- disi bizi bu sıkıntıdan kurtard. İ Karısına dönerek, muhabbetli bir bakışla: — Atkadâşlardan böyle ayrılmamız doğru değil... Ne dersin Calina?... Onlar da bizim otele buyursunlar; birlikte bir kokteyl içeriz... İki taksiyi doldurduk. Ben karı ko- cayla beraber bindim. Yolda, politi- kadan, şundan bundan bahsediyor- duk. Prensesin mevcudiyeti neşemi tahdid etmişti. Oetide, genç kadın, elbise değiştir. mek bahânesile bir müddet aramızdan kayboldu. Bunu, her halde, bizleri biraz olsun yalnız birakmak için yap- mışlı. O gider gitmez Besnarda hü- cum ettik: — Utanmıyorsun, değil mi? Bizden - Kim bilir ne romansek bir sergü- yeşttir! — Haydi anlat bakalım!... Ben süküt ediyordum. Anlamışlım ki bu istievab, arkadaşımın hiç hoşu- na gitmiyor... Besnard: — Saadet anlatılmaz! - dedi. - İn- san, biribirine raslar, sevişir ve evle. nir... Böyle bir hâdise, insanın kendi için pek mühim olabilir; fakat üçün- cü şahıslar nazarında alelâde bir ma- cera teşkil eder. Garsonun koktey! tepsisile görü- nüşü, mühaverenin değişmesine se- bebiyet verdi, Biraz sonra da Calina göründü. Gayet mükemmel bir ev sa- hibesi tavrile hepimize ikram etti, Karı kocanın biribirlerine “© kadar muhabbetli bakışları, tavırları vardı Ki, nihayet, kendimi aralarında fasla hissederek, müsaade isteyip kalktım. Arkadaşlarım da bana iştirak ettiler, Çıkacağımız sırada, en arkaya kal- O'da bizi görerek, elile samimi selâm- | mıştım. Besnard koluma girdi ve sâ- mimi, muhabbetli bir sesle; — Sen ne yapıyorsun?... Hazırla” dığın yeni roman filân var mi? — Bilirsin ya: Daima mevzu peşin» aşk hikâyesi yazmak! Besnard, prensese baktı ve bu Şark ilâhesine benziyen kadın ilk defa olarak gülümsedi. — Aşk macerası mı?... Biz sana bir tane anlatalım... Olmaz mı Calina?... — Hay hay! Aşkın sırrı dostluğa tevdi edilebilir, Sonra, önümüzde ilerliyen üç arka- daşımıza bir nazar atarak: — Onlar fazla palırtıcı ve lüzum- suz derecede mütecessis... Hikâyemi- zi dinlemelerini istemem... Fakat yarın siz buyurun... Birlikte çay içeriz ve anlatırız... ... Ertesi gün, Besnard, lâfa şöyle baş- Tadı: — Nasıl mı tanıştık? Çok basit: Bir Fransız, bir İngiliz kadınile raslaşır gibi... Bir salonda... Lâkin bu salon, Hindistanda bulunuyordu. Eğildi; karısının elini öpüp dudak- larına götürdü. Bu, herkes için pek basit görünen hareket, onda, büyük bir aşkı ifade ediyordu. Devam etti: — Calinâ bir mahracenin kızıdır. Babasının sarayında İngiliz diplomat heyetine bir davet verilmişti. Kendi- sini ilk defa olarak orada gördüm. Bana, şark kıyafetinin içinde masal- lardaki sultanlar gibi göründü. Fakat en yüksek tabakadaki bir İngiliz bir Fransız kadını derecesinde de tahsili vardı, Zaten bu iki lisanı da mükem- mel konuşur. Hindistanın tekmil ki- bar aileleri evlâdlarını bu suretle terbiye ederler. Maamafih, ananele- rinden de hiç vazgeçmezler, Böylelik- le ileri bir kültür ve şarkkâri batıl iti- kadlar, biribirine Karışır. Calina, dehşetle ve sesi titriyerek | hemen sözü kesti: — Batıl itikad deme... Ve sakinitşerek ilâve etti: — Sadece «itikad» de... Hindistan- da pek çok mezhebler var.. Besnard gülerek: — Şimdi arkadaşıma din hakkın- da felsefe yürütecek değiliz. Lâfı kı- sa keseyim... Ne diyordum?... İşte: Calinayı babasının evinde gördüm ve derhal cazibesine kapıldım; hayran oldum. Prenses ciddiyetle — Bense garip bir hissin tesirinde kaldım. İlk defa olarak babamın bana verdirdiği Avrupai tahsilin kıymetini anladım. Zira onun sayesinde çok be- gendiğim bir erkekle konuşmağa mu- vaffak olabiliyordum, İlk görüşmemizle aşkımız başladı. Ben, etrafımdakilerden pren- ses hakkında izahat istedim, Onun komşu bir mahrace ile nişanlı olduğu- nu işittim. Genç kadının sesi hafifçe titredi: .— Evet... Benim cinsimden bir adamdı. Fakat ben kalbimde başka ırktan bir erkeğe kuvvetli bir cazibe hissediyordum. Ve korkuyordum; zi- Ta arada çok maniler olduğunu bili- yordum. — Hepsini atlayıp geçtik. Aşk bu iki genci biribirineyakınlaş- tırınca, gizli gizli görüşmeğe başla mışlar, Randevu mahalli olarak saray civarındaki bir mabedi seçmişler. Ora- da, yer altındaki odalarda birleşip otururlarmış. Yaptıkları bu günahı kimsenin farkettiği yokmuş. Besnard bana bunları anlatırken, Calina alçak bir iskemleye oturmuş, kocasını hayran hayran seyrediyordu. Erkek devam etti: — Sevgilimle geçirdiğim o saatlerin lezzetini tasavvur edemezsin, Etrafta mabudların tehdiğdkâr ve esrarengiz suratları bizi çepeçevre sarıyor... İç- lerinde en büyüğü Sivanın heyke- Miydi. Hindli kadın titriyerek murıldandı: — Korkunç ilâh... — Bu nasıl heykeldi? - diye sor- dum, .—— Altın gibi parlıyan bir maddeden yapılmıştı, Gözleri garip taşlardan... İnsana mütemadiyen (bakıyormuş gibi... NAKLEDEN: (Vâ-Nü) «Bir akşam, gene orada birleşmiş konuşurken bir kalabalığın yaklaştı- ğını ve matem şarkıları söylendiğini duyduk. Bize doğru geliyorlardı. Der- bal anladık ki, Brahmanların dini merasimleri var. Şimdi bizi burada görürlerse, mübarek yeri kirlettik di- ye fena kızacaklar ve mahvolacağız. Calinanın aklına derhal bir fikir gel- di. Sivarıın heykeli arkasında gizli bir oda vardı, oraya girdik. «Merasim bitip te ahali dağıldıktan sonra derhal çıktık. Fakat tam o €s- nada, dilenci kıyafetinde, çatık kaşlı, beyaz sakallı, sıska, uzun boylu bir adam bizi gördü ve tehdidkâr nazar. larla uzun uzun süzdü, «Callna korkudan âdeta bayılacak gibiydi. Onu, kollarımla sararak dışa- rıya çıkardım. Dehşetle söyleniyordu: «— Ben ancak kendi cinsimden bir adama bağlanmağa mecburum. Baş- kasını sevmem memnudur. Beni öl- dürecekler, öldürecekler... «Bu eler; in kim olduğunu sorma- ğı bile zaid buldum. Sevgilimi teskine çalışıyordum. «Hindistan âdetâ iki veçhelidir: İn- gilizlerin tesiri âdetâ mucizeler yara- tıyor ve birçok mahraceler tamamile nüfuz altındadır. Hiç olmazsa zahi- ren... Diplomat arkadaşlarım, Cali- nayı babasından istememi tavsiye et- tiler. «— Bak, tecrübeye kalk... Redde- demez! - diyorlardı, «Filhakika da, dedikleri gibi oldu. Adamcağız, yüzü tutmadığından ve dostlarımın tesirile, istemiyerek, kızı- nı bana verdi. «Evlendik, mesuduz,.. Lâkin karım hâlâ korku içinde yaşıyor. Ve sonra bana bakarak: — Söyle! - dedi. - Artık burada ona kimse bir şey yapamaz, değil mi?... Korkacak ne var?... Sivanın perestiş- kârları onu burada nasıl bulurlar?... Hattâ bulsalar da ellerinden ne g& 1ir?... Genç kadın, ürkek, ürkek: Benimle alay etmeyin... Cidden kor- kuyorum... Bilmezsiniz... Siva tarikat- çıları beni asla affetmezler... — Neden korkuyorsunu?... Ne ya- İ pabilirler? — Burada hiç... Fakat oraya dö- İ . nersek — ki, kocam için dönmemiz lâmm; zira tedkikatını henüz bitire- medil... Besnard: — Seyahatten sarfınazar etmek kolay! - dedi, — Hayır!... O zamla sürçmene ben sebep oldum wi, g* diyen vicdan azabi çekerim... Sonra, sahbe bir neşe takınarak; — Adam sen del... Bunları unuta- ım... Neşemize bakalım... - dedi, İngilterede hayatları mükemmel geçti, Sonra Fransaya seyahat ettiler ve uzun müddet baberlerini alama- dım, İki, üç ay sonra, gazetem hesabina Hindistana seyahat etmem lâzım gel- di. Bir klağuzla şehri .dolaşıyordum. Saatini çıkarıp baktı ve dedi ki: — Bugün fevkalâde bir dini bay- Tam var, Neredeyse merasim başlıya- cak. Ahali fevc fevc caddeleri - doldur- muştu, Kalabalığın bu derecesine hayret ediyordum. Pis bir koku gen- zimi tıkıyor, başımı döndürüyordu. İngiliz polisi, bu akına intizam ver- mek için bütün gayretile çabalıyordu; fakat şiddetli dalgalar halinde, ahali, yayılıyor, yayılıyordu. Anbean coşkunluk artıyor; ve halk, Sivanın mabedi önüne doğru hücum ediyordu. Biz de akıntıya kapılarak, âdetâ sürüklenircesine o tarafa doğru yürüdük, Kapı açıldı; devâsâ bir araba çıktı. Üstünde madeni bir filin tepesine kü- rTulmüuş, Sivanin heykeli göründü. Ya- vaş yavaş ilerliyordu. Gayri ihtiyari, gözlerim Calina- yı aradı. Onların bu şehirde bulun- duklarını haber almıştım. OUzak- tan genç kadını Besnardia yan ya- na diplomatlar tribününde gör- düm. Erkek eğil miş Karısına bir şey söylüyordu. Ak dığı cevaptan memnun kalmış olacak ki, müte- bessim, (o doğrul- du, Genç kadı- nın geniş şapkası- nın kenarları ken- disini iyice görme- me mani oluyordu. Birdenbire çır- pınmağa (o başla- dım. Yanımdaki kivuz hayretle sordu: — Ne var? Sr caktan rahatsız mu oldunuz? — Hayır, hayır... Baksanızr... Bak- sanıza şuraya... Sivanın arabası önünde yürüyen Bindliler arasındaki birini - aklımda nakşolmuş kalmış bir tariften dola- yı - tanıyıvermiştim. O beyaz sakallı dllenci!,.. Calina da ona bakıyordu. Herif, garip bir feryad kopardı ve ortalığı derhal büyük bir süküt kap- ladı. Yanımdaki adam: — Felâket! - dedi. - Bir şey olacak! — Hemen polise söyleyin: Şu genç kadının etrafını sarsın! Üniformalı İngilizler, ellerinde mat- raklarla koşmak istediler. Fakat ge- çilmez bir insan duvarına çarpıyorlar- dı, Birini düşürseler on tanesi cnun yerinde beliriyordu. Dilenci, prensesin karşısında dur- muş, sıska parmağını uzatarak, bir şey- ler haykırıyordu. Yanımdaki adam tercüme ettyi; | dr. Birçis. — Ne yü, — İnek eti yı, Birlikte mabedi kire taptaze günahlarile mu.. dan çıktıklarını gördüm. Bir nefret homurtusu, bir herifin sözlerini kesti. — .. Kendi cinsinden nişanlı. reddetti... İnek eti yiyen herife var- dı... Şimdi de mevcudiyetile Sivayt tahkir ediyor. — Gebersin!... Gebertin!... tin!... Daha ilk'eümleler üzerine, Besnard karsını İngiliz polisine doğru sürükle- mek istemişti. Fakat onlar nasıl ken- disine yaklaşamıyorsa, bu bedbaht çift te olduğu yerde kalıyordu. 'Tehdidkâr, homurtulu bir kalaba- hk etraflarını sarmıştı, Kuvvetli er- kek, bir an, sağa Sola yumruk savur» mağa başladı; fakat bir habbe gibi, bu insan hücumüunun karşısında yu- tuldu. Kimi kolunu, kimi bacağını sarmış, kımıldamasına meydan bile bırakmıyorlardı. Sivanın arabası, yavaş yavaş İlerli- yordu. Genç İngiliz, ölke ve ıztırapla kendisini saranlardan kurtulmağa ça- balıyor, Bir an, kalabalığın yığıntısı arasında onları götden kaybettim. Sonra tekrar Besnardı gördüm. Üs- , tü başı parçalanmış, kan ter içinde çırpınıyordu. Calina, yerinde put gi- bi duruyordu. Onun de sadmeyle şapkası düşmüş, pelerini yırtılmıştı. Fakat bir heykel gibi, dimdik, kendi- sine hitap eden dilenciye bakıyordu. Gözlerinde, mukadderatını kabul eden bir tevekkül vardı. Sivanin arabası tam önlerine geldi- ği zaman, yirmi otuz kol; genç kadını, başlarının üstüne kaldırdı, Besnard, hayvanca bir feryad kopardt; çırpın yordu. Polisler, matraklarile, önlerine gelene yapıştırıyorlardı. Fakat facla- ya mani olunamadı. Calinanın beyaz elbisesi tekerlekerin altına daldı. Ve sonra tozlar, bağrış- malar arasında yerde, sahane bir $i- yah saçın,: kanlar içinde yattığını gördüm. Sivanın arabası geçmişti. Nakleden: (Vd « Nü) Geber- Bu akşam Nöbetçi eczaneler Bostanbaşında İtimat, Galata, İsmet, Kasımpaşa: Müeyyet, Hasköy: Sadık Akduman, Eminönü; Mehmet Küzam, Fatih: Şihzadebaşında Asaf, Kara- gümrük: Mehmet Fuat, Bakırköy: Merkez, Sarıyer: Osman, Aksaray: Venikapıda Sarım, Beşiktaş: Vidin, Fener; Vitali, Kumkapı: Cemil, Kü- çükparar: Hikmet Cemil, Samatya: Yediktlede Teofilos, Alemdar: Anka- ra caddesinde Arif Neşet, Şehremini: Ahmet Hamdi, Kadıköy: Sadık, Yel- değirmeninde Üçler, Üsküdar: İmra- hor, Heybeliada: Tomas, Büyükada Halk. Her gece açık eczaneler: Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or- taköy, Arnavutköy, Bebek, Beykoz, Paşabahçe ve Anadoluhisarındaki ec- zaneler her gece açıklar. Yer değiştirecek kiracılara tavsiye! Akşam'ın KÜÇÜK İLÂNLA- RT'nı dikkatle okursanız kendi- nize en elverişli yurdu yorulma dan bulabilirsiniz, * RADYOLINİ ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM İher yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız

Bu sayıdan diğer sayfalar: