6 Aralık 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

6 Aralık 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Egz Halk türküleri ve divan musi«isi bihler — Sevkinde paylaşılamıyan bir adam Derken hava bozdu, yangın külle rini savuran sıkı rüzgürlar arkasın- dan yağmurlar yağdı; etraf tepelere kar da düştüğü için soğuk kendisini gösterdi. Kumlu ve kireçli sular iç- mekten * böbrek sancısına tutulmuş- tum, büklüm büklüm kıvranıyor. dum. Baktım, olacak iş değli, Dahiliye Nazırı Talât beye bir telgraf çektim: Ev, bark (kalmadığından Bileciğe naklime müsaade buyurunuz.» Üç gün geçmedi, cevabını aldım: Müracaatım kabul edilmişti, Nihayet Ankaradan kurtuluyor. dum. Bu çorak, kurak, irak ve ayrı” ca da kavuruk memleketten bağlık bahçelik, sulak ve şirin bir o beldeye kavuşacağıma memnundum; hasta lığıma rağmen eteklerim zil çaliyor- du, dudaklarım türkü mırıldanı- yordu. Ankara koşmalarını söylüyordum. Benim yirmi, yirmi beş sene evvel dinlemeğe doyamadığım Ankara koş- Malarını, sonradan, bütün millet se- erek söyledi ve oynadı. Zaten eski. denberi halk türküleri hoşuma gi- derdi. Bir kere, hiç unutmam, Sinob'dan Çorum'a gönderilirken (hikmeti Hü- da, ben gönderilen bir adamımdır, kendiliğinden giden değil... Yalnız ba- şınma da değil: Saklı veya meydanda, daima bir, birkaç, birçok gözcü önüm- de, ardımda, yanımda, yamacımda hazır, nazırdır!) arabamı Boyabad'lı on üç, on dört yaşında sevimli, cive- lek bir çocuk sürüyordu. (Civelek asıl türkçede çok hareketli, oynak, genç, civan mânasına gelir). Kasta- monu ormanlarının çam kokulu, yüksek havası içinde coşarak türküler tutturdu. Ben kendi içimin derdini dinlediğim, melâlini bestelediğim için Onun sesine dikkat edememiştim. Bir aralık baktım, arabacımın türküleri pek yeni vakalara, mili felâketleri- mize dair düşündürcü, yakıcı şey- er. Anlaşılan ulu ağaçlarla hey- betli dağlar çocukcağızın yüreğindeki giden aziz yurdların, Rumelinin acı- Sını erkekleşmemiş sesiyle anlatmağa şalışıyor. Edirne müdafii Şükrü paşaya aid bir türkü pek yanıktı, tekrarlattım ye Anadolunun Rumeli yakasındaki parçasına karşı duyduğu elemi inli- yen besteye ben de katıldım. Divan musikisinin eski aleyhdar- larından olduğumu o söyliyeceğim. Gazel edebiyatımız düşüren kusur, dili dilimize, mizacı mizacımıza uy- mamak kusuru musikimizde de var- Ğır. Anlamadığımızda kiymet ta- gavvur etmek âdeti, bilhassa, musi- kide son haddine varr: Meyhanemi bu, bezmi tarabhanel Cem mi? parçasına bayılanlar çoktur; ben de bayılırım. Amma kaymak fıkra. sında olduğu gibi... Bir hanıma sor- muşlar: — Kaymak sever misiniz? — Aman, demiş, bayılırım. Çok hazzettiğini sanarak önüne bir tabak kaymak getirmişler; görür görmez şarkkadan düşüp bayılmışi Musikimizin, bence, en esaslı ku- guru beste İle güftenin birbirine im- tizaçsızlığıdır. Güfte ağlarken beste er; beste inlerken güfte oynar. leselâ, lisan itibariyle açık, sade blan bir şarkının: Ölürsem de işitsinler bu feryadı mezarımdan parçası... Bundan daha gamlı, hat- tâ, tüyler ürpertici ne gibi bir man zara gözönüne getirilebilir? Mezar- dan kopan bir feryad! Kefenini ağız tarafından olsun şöyle yırtmış bir yarı iskelet tasavvur ediniz, lâhidin çiçek saksısı konmak için yâpılmış boş kovuğunu hoparlör borusu gibi kullanarak, sıröstü boğuk boğuk haykırıyori Buna bir cenaze havası olmasa da hiç değilse ağır, vakarlı bir beste yaraşık almaz mı? Hayır! Bu şarkıyı, dilimizi bilmi- yen biri fasılda dinlese gayet neşeli, gönül açıcı, bel büküp Kalça sallatı- cı bir oyun havası zanneder. Hattâ daha garibi olur: Dilinden anlıyan- ler bile güftedeki mânayı unutup bestenin o coşkunluğuna kapılarak Adeta şevke gelirler: Ölürsem de işitsinler bu feryadı mezarımdan diye diye bir kalkıp oynamadıkla- rı, zil vurup parmak çatlatmadıkları kalır! Bu kadar izansızca, mantıksızca cüimbüşe tahammülüm yoktur. Sonra ben ımüsiki âletletimizi de sevmem. Udunu kamına yapıştınp başını üstüne eğen ve bir taraftan da mızrabını acele acele, ispazmoza tutulmuş gibi oynatan sdam dünya- | nın en çirkin şekline girmiş demek- tir. Bu ud, bana haddinden fazla büyümüş bir fıtık gibi (o görünür; kenarına vurdukça inliyen, vızlıyan bir acayip derd, bir ahenkli ur! Oturularak çalınan keman ise ayakta uyumak kadar rahaisız bir | iştir. Hoş, şekil cihetinden, ben gerek yerde, gerek ayakta çalınan keman- dan hazzetmem. Kemancı, gırtlağı- na Çin mamulâtından bir meharetli işkence makinesi koymuşlar, yavaş yavaş, yaslana yaslana ve inliye İnli- ye intihar ediyor tesiri yapar... Yay hareketini keser gibi oldu, ses pes- leşti mi «hah, derim, işte son nefesi- ni veriyor, şimdi adamcağız yere kapanıverecek!> “Tambur, - tabii hep şekilce - musi- ki âletlerinin tavan süpürgesidir; kanun hamur tahtası! Ya tef? Ağlaması dursun diye mü- | temadiyen iki el üstünde oynatılan, kıçına, kalçasına vurulan bir deri, bir kemik piçkurusu! , Üfürülerek çalınan âletlerin, ney, zurna, klârinet ve sairenin İse ezel- den düşmanıyım. Bunları hep korku içind dinlerim: Aman, ya boru bir- den tıkanıverir de o hızla adamcağı- za bir kabahat işletiverirse... Ya faz- la nefes dolup ta yanakları ayrılıve- rirse! En iyisi, en pratiği ve tablisi ıslık. Ben de, işte Bileciğe gidiş sevinci le Ankara koşmalarını hafiften w- lıkla geçiyordum; eşyamı hazırladım. İzin geldi ya, Ankara daha kas vetli, yangın yerleri daha korkunç görünüyor... | Vali, gidişim münasebetile de, ka- lışımda olduğu gibi, büyük bir neza- ket gösterdi: eBiz, sizi Bileciğe de- ğil, İstanbula göndermek isterdik...» dedikten sonra Dahiliye Nazarına | çektiğim telgrafı sansür edilmek üzere kendisine (getirdiklerini, isteseydi, | göndermiyeceğini onlattı. O sirada İ mektubçu hakkımda Ertuğrul mu- tasarrıflığına yazılan tahriratı getir- mişti. Biçare adam müsveddede «İs- tanbuldan Sinoba ve Sinobdan Ço- ruma tebid edilen eşhas meyanında bulunan Refik Halid...» diye yaz. mıştı. Reşid bey önce bu seşhası kelime- sini kırmızı mürekkebi kalemile çiz- di, «edilenler» suretinde düzeltti ve adımın sonuna da bir «beys ekledi. İyi, iyi amma bü tahrirat kimin eline verilecekti? Polis müdürü «tahtelhifz» gönde- rilmemi istiyordu. İşe merkez ku- mandanlığı da karıştı: Polis değil, asker götürsün diyordu. Cigaramı yakıp iki dairenin beni paylaşmalarına okayıdsızca seyirci kaldım. Nihayet kararı vali verdi: İtimada lâyık olduğumdan zabıta veya asker refakatinde gitmeme lü- zum yoktu. Tahriratı cebime koydum. (Sonu yarın) dan gizlice Geçen yazım. da, 93 harbi di- ye tanman ve Sultan Hami - din ilk seneleri- ne rastlayıp Rus- ların Ayastafa- nosa kadar gel- mesine sebebi- Şum (harpten bahsetmiştim. A- raya bir paran- tez (açlıktan sonra, bu işin diplomatik ta- Süleyman paşa rafına geçeceğim. .. Parantez dediğim, Süleyman paşa- ya dair yazdığım baz satırların, mer- humla alâkadar bazı şahsiyetler ta- rafından haksız telâkki edilmesidir: bulunarak, askeri kuvvetsiz düşür- düğünü, binnetice, Rusların hareke- İe geçerek bizim askeri püskürltük- lerini ve Hain geçidinden İstanbula doğru sarktıklarını hikâye etmiştim. Maamafih, Yıldızın füzuli mildaha- lelerinden dolayı bu feliketlere sebö- biyet verildiği iddiasının kuvveti olduğunu da #âve etmeden geçme- miştim. Süleyman paşanın kızı, Kandili Kız lisesi piyano öğretmeni bayan Mediha Gezgin bana gönderdiği bir mektupta şöyle yazıyor: «Babam irili ufaklı 32 harbe iştirak et- miş ve hepsinde muvaffak olmuş, yaln son 93 harbi, bizzat sultan Mamldin ida- resi yüründen - belki de sirf babamı mil: let muvacehesinde itham elmek maksa- dile - mağlübiyetle neticelenmiştir. 95 harbine aid tafsilâtı babamın yazmış ve Büyük Erkâni harbiye riyasetinin alıp Matbaai askeriyede tabettirmiş olduğu (Ümdetil hakayik) isimli eserde bulursu- Duz» Bu münasebetle, müşir Süleyman Hüsnü paşa hakkında klâsikleşmiş malümatı da buraya nakledelim; Harbiye mektebi nazırlığında bulun muş, edebi, tarihi eserler yazmıştır. Muhtelif kıtalarda çalışıp, mektep- ler tesis etmiş, wlahat yapmıştır. Ab- dülâzizin tahtından indirilmesi hâ- disesinde Harbiye mektebi faburları- nı sevketmek surelile fiilen çalışmış» tır. Gayet faal olduğu için, talebe, kendisine «Sarı Çapar» adımı koy- muştu. Rus cenginin başlangıcında isyan bastırmak üzere Sırbistan ve Karadağa gönderilmiş, Tuna ordular rı kumandanlığına ve sonra umumi kumandanlığa tayin edilmiştir. Mağ- Tâbiyeti müteakib, rütbesi aknarak Bağdada sürülmüş, 14 sene sürgün kaldıktan sonra vefat etmiş ve orada gömülmüştür. g5 Parantesi burada kapadıktan son. ra, 93 muharebesinin siyasi tarafına geçeceğim ki, harp kısmı kadar ente. resandır sanırım. Müellifi Mehmed Ga- .. Vakta ki İstanbuldan hareket ve Berline muvasalat ettim, muharo- benin en civcivli zamanı ve Türk as- kerinin az çok düşmana galebesi İmparatorla aramızda cereyan eden mükâleme evvelâ resmi sözlerden başları, sonra muhârebeye intikal et- ti, Bir dralık İmparator: — Niçin bu muharebeyi açtınız? » deyince; Ayastafanos muahedesini imzalıyanların anlattıkları: — Çalgı âletlerine dair te$- | Murahhas heyetimizin bir haritası bile yoktu. — İstanbulu muhafazaya memur kuman- haber yolladı: «Kurşunlar tüfeklere uymuyor!» — Yıldızın gönderdiği sofracıları ve murassa tabakları utanarak geri yolladık. — Biz açmadık, kabul ettik! - de- dim, Huzurdan çıktığımda teşrifatçı ta- rafından akşam yemeğine davet edil dim. Fakat yemek zamanına bir saat kala bir tezkere aldım ki İmparato- run birdenbire keyifsizlenmesi ciheti- le ziyafetten vazgeçildiği bildiriliyor- du. İlk ağızda bizi davet, usul iktiza» sından olmasına rağmen, gerek İm- paratorun gerek prens Bismarkın Ruslara karşı cemile göstermek âr- zusu bunu icab ettirmiş. Sayfiyede İmparatorla birlikte bulunan Rus s6- firinin gönlü alınmış. Aradan bir buçuk ay geçti, geçme- di, zafer bizim taraftan yüz çevirdi. O vakitte kadar Berlin halkının gös- terdiği iyi muamele bozuldu. Hele prens Bismarkın tavrı büsbütün de- işti. Hasılı mevkiim müşkülleşti. Biz gene bozmuyorduk Lâkin içimiz- Berlin duvarlarına yazılan yaftalar yerine, Rusların müzafferiyetini ilân eden kâğıdlar yapıştırılmağa başladı. İmparator sarayında ziyafetler, bar lolar veriliyordu. Lâkin boğazımdan bir lokma geçmiyordu. Zevküsefa yeri olan balolar da bana birer ce hennem geliyordu. Sallet paşa 'HAJA aklıma geldikçe ruhum eza duyar. Yarabbil Neydi o fik balol Kimse semtime uğramaz, kimse ba- na bir lâkırdı söylemez, kimse başını çevirip bakmaz... Herkes Rusya eiçi- sinin etrafında, herkes ona hulus çakmakta... O höngümede Ruslar Ayastafanosa kadar gelmişlerdi. Berlinde iken, Saffet paşa ile bir. likte, muahedeyi akde memur oldum. Kalktım, İstanbula geldim. Babıâli- ye ve oradan mabeyine gittim. Güya talimat aldım. Daha evvel Ayastafar nosa gitmiş olan Saffet paşayla bir- leşmek üzere Sirkeci istasyonuna vardım. Fakat trenlerin Yedikuleden aşağı gelmediklerini anlıyarak bir kayıkla Yedikuleye gittim, Trene bin- dim. Ayastafanosa. vasıl oldum. Saf fet paşayla görüştüm. Merhumla olan hukukum eski ve kendisine hürmetim (fevkalâdeydi. Fakat birlikte göreceğimiz iş pek müşküldü, Rus murahhaslarile mü- kâlemeye giriştik. Oturduğumuz ev, gerek Grandük Nikolanın gerek müahedenin akdi için hazırlanan haneye pek uzak de- ğildi. Müzakerat bazan her gün ba- gan da üç günde bir cereyan ederdi. Çünkü İstanbulla inkıtasız muhabe- re olunuyordu. Aradan epeyce gün- ler geçti ve bazı maddeler tekarrür etti. İş ehemmiyetli noktalara gelin- ce, tablatile, başlangıçtaki sürat gö- rülmez oldu. Hattâ bir aralık müza- kerat kesilecek gibi oldu. Saffet pa- şayla karar vererek sadrâzam Ahmed Vefik paşanın Ayastafanosa gelme- sini temin ettik. Ben müşarünileyhi yakından tanı- mazdım, Kâşke davet etmeseydik! Çünkü sadrâzam az kaldı işimizi bo- zacaktı. Her neyse, tatlılıkla İstanbu- la döndürdük. Rus murahhaslarının gösterdikle- ri tavırlar, dayarulır gibi değildi. Hat- tâ bir akşam Grandükün yaveri şu haberi getirdi: — Rus ordusu başkumandanı fa- hametlâ Grandük Nikola hazretleri sulhün tatlılıkla husulü emellerine rağmen Osmanlı murahhasları haz- retlerinin işi uzattıklarını anlıyorlar. Rus askerleri de uzaktan minareleri- ni gördükleri İstanbulâ girmeği ar- zu ediyorlar. Grandük, bundan do- Yayı mesuliyet kabul edemiyeceğini Osmanlı murahhaslarına bildiriyor; yirmi dört saat içinde kati cevab is- tiyor. Bu gibi sıkıştırmalar sık sık vaki olmağa başlamıştı, Kumandan paşaya bunu bildirdik, Ertesi gün bir kâğıdı hâmil bir liva geldi, Kâğıdda şöyle yazılıydı: <Filân paşayı gönderiyorum. Size tarafımdan mühim ifadede buluna- caktır» İ Liva, odamıza girdi. Kapıyı kapa- dı ve bize: — Efendim! Hattı müdafaada beş bin (9) askerimiz vardır. Gerçi bu asker devlet uğrunda canlarını feda- ya hazırdır. Lâkin şurasını söyliye- yim ki, mevcudümüz olan mermiler tüfeklerin çapile mütenasib olmayıp bir kurşunu bir tüfeğe sürmek im- kânsızdır. Filân yere gidecek mermi sandıkları bize, bize gelecekleri filân yere gönderildiği anlaşılmıştır. Bu sebeble hatlı müdafaadaki askerden bir şey fayda beklememeniz lâzımdır. Saffet paşada da bende de hoşafın yağı kesildi. Gayri ihtiyari, gözleri- mizden yaşlar akmağa başladı. Grandük tazyik edip durduğun- dan ve İstanbuldan da o suretle emir geldiğinden çaresiz, muahedeyi im- zaladık. Ancak böyle gayet mühim bir iş- da şenlikler yapıldı. Grandük de bize bir ziyafet çekti. Mecburen hazır bulunduk, Gran dar çatal, bıçak, sürahi, bardak var- sa hepsi bakırdandı. Hattâ Nikola, bize hitaben, bu takımın kendi tara fından, seferberlikte kullanılmak üzere yaptırılmış olduğunu ve kusu- ra bakılmamasını söyledi. Yemek yenildi. Derken kulağımın dibinde, top patlar gibi, Grandük bağırdı. Meğer âdetiymiş. Hazır bulu- nan zabitlerin sigara içmesine mü- saade ediyormuş, Neyse, biz de sigaraları yaktık. Biraz konuştuk ve evimize döndük. Ahvali İstanbula yazdık. Al sana ertesi gün bir emir: Biz de Grandüke bil- mukabele bir ziyafet vermeliymişiz... Sandık sandık eşya, alay #lay sof- racı.,, «Canım, buna ne lüzum var? Hem böyle şeylere vaktimiz müsald mi?» dedikse de anlatamadık. San- dıkları açtık. Bir de ne görelim? Tel mil takımlar, kahve zarflarına varın- ciya kadar hep murassa, müzeyyen geyler... İçim taştı, gözlerim karardı. Saf- fet paşaya dedim ki: (Devamı 13 üncü sahijede) Yürük Çelebi (,) Gazi Ahmed Muhtar paşaya nazara yirmi bin, Mami

Bu sayıdan diğer sayfalar: