5 Şubat 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

5 Şubat 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bosna Hersek müslümanlarına göre Yakub Kadri, Ruşen Eşref, Yahya Kemal Yeni bir şekilde intişara başlıyan Varlık mecmuası 134 üncü sayısında Yugoslar- yanın ık Ankarı matbuat ataşesi Mehmed Süleymanpaşiç'in «Türk ve Yu- poslar edebiyatında Bosna ve Hersek müslümanlar» o başlıklı bir makalesini neşrediyor. Muharrir bu makalenin bi- rinci kısmında Bosna - Hersek müslü- manlarının Türk edebiyatına vermekle öğündükleri bazı isimlerden bahsetmekte ve bu aradı Yakub Kadri, Ruşen Eşref ve Yahya Kemalin isimleri de geçmekte- dir. Muharrir bu kısımda diyor ki; Osmanlı edebiyatına verdiğimiz ilk edib xe şair ikinci Mehmedin veziriâzamı Av- ni Mahmud paşadır. Türk tacıma Bosna ve Hersek'i, İşkodrayı birer pırlanta gibi teberrü eden bu fikir ve siyaset ehli, medrese arkadaşı Fatih'in gazabına uğ” rayıp Yedikulede cellâdların elinde ha- yata vedn etmiştir. Türk kardeşlerimize verdiğimiz son şair Osmanlı tarihi edebi- yatında Herkesli Arif Hikmet adile te- nınmış olan Osmanlı devletinr ihanetile #etiklâlei Balkanların tarihinde yer tutan Hersek valisi Stolçalı All paşa sade Nafiz paşanın oğlu bektaşi mütefekkiri Her- sekli Arif beydir. Merhum Arif Hikmet bey; Türküye elimhuriyeti hükümeti Tok- yo büyük elcisi Hüsrev beyin amenzade- sidir. Osmanlı ilmine İbrahim Peçeviyi, sal- tan Azize şeyhislim Hasan Fehmi efen- diyi, ikinci Selime şeyh Hasan Kârı efendiyi, meşrutiyet 'Türkiyesine felsefe İnkültesi tarihi edebiyatı arabiye müder- risi Fehmi efendiyi vermekle Bosna - Her- #ek müslümanları garb ve şerk medeni- yeti önünde öğünürler. Biz Bosna « Hersek müslümanları; asri Türkiye dimağ ve edeb erkânından Kara Osman oğlu Yakub Kadri beyle Ruşen Eşref beyi de benimsemekle iftihar ediyo- ruz. Yakub Kadri beyin mensub olduğu aile Bomanın Bugoyno kazasında Uçak Bülâ nahiyesinden neşet etmektedir. İkin- «i Mehmed Bosna fütuhalına devam ederken mezkür malikânenin kapkars sa- hibi Ozren Despotoviç'i müslümanlıkla müşerref etmiş ve Osman ismile renginin siyahlığından (Kara) ünvanını vermiştir. Kanuni Macaristan seferinde mühtadi Ka- m Osmanın hafidzadesine kizi Mevhibe sulamı nikâh etmiş ve ikinci Kara Os- manla sultanzadeden doğan erkek çocuk- lardan biri Manisada ikamete memur edilmiştir ki Anadolu Kara Osmanlarının ve Yakub Küdri beyin asılları bunlardır. Ruşen Eşref beşin yakın akrabaları Bosnanın Trovnik şehrinin eşrafından ve namlı islâm ülemasındandır. Bosna ve Hersek müslümanlarının ken- dilerine ajdiyetini, bilvasta, iddia ettik- leri müterakki Türkiye ediplerinden biri de Yahya Kemal beydir. 14 üncü asirda Bursanın fethile islâmiyete geçen yerli Rum erkânından bir aile Osmanlı fütuhat devrinde Siroza ve oradan da Tuna Üze- rinde Bemendreye gelmişti. Bu aile Se- mendre sancak beyliğini asırlarca elin- de tutmuş, Osmanlı, Erdel, Ulah, Macar, Bloven hükümdar ve (Vassal) prensle- rile sıkı bir sıhriyet peyda etmiştir. Mez- kür aileden Semendre sancak beyi Gerz Ali bey Bosna ve Hersek müslümanlarının mili ve ananevi kahramanlarıdır. Bos- Danın mili efsanesi Gerz Ali beyin; eski vilâyet merkezi olan Trovnik şehri dağ- Yarından attığı gülleyi İşkodra gölüne düşürdüğünü söyler. Bosna müslümanla- ri bu milli kahramanlarını kısaca Gersler adile çağırırlar. 166) de sultan Abdülâ- siz Sırp prensi Mişel'e allı kale arasında Bemendreyi de vermiş, Semendre sancak beyi ahfadı Semendreden Nişe ve Pilevne AKŞAM 'ın tefrikası AŞKIN KURBANI — Büyük macera romanı — Komiser, karşısına getirilen kadını inceden inceye süzdükten sonra: — Nereden geliyordunuz? — Nişantaşında bir ahbabımı ziya- ret etmiştim. — Nereye gidiyordunuz? — Şişliye... Evime. — Peki amma niçin koşuyordunuz? — Koşmuyordum efendim, hızlı yü. rüyordum... Bu saatlerde sokaklarda yalnızdım, korktum. —Korkmağa hakkınız var... Bilhassa fena bir hareket yaptıktan sonra... Genç kadın, büsbütün titriyerek: — Ben mi? - diye sordu, Sonra metanetini toplamağa çalış- tı. — Beni neyle itham ediyorsunuz? Buraya niçin getirdiniz? - dedi. — Bilmiyor musunuz?.. Yolda yü- rüyen bir beyin önüne birdenbire çı- kıp yüzüne kezzap attınız... Şimdi o sizl teşhis edecektir. Polise dönerek emir verdi: — Emin! Git beyi çağır. Katip eşikten içeri adımını atar at- hezimeti üzerine Üskübe Hicret etmiş- lerdir. Küçük sanat meseleleri Küçük sanat meselesinin muhtelif mem- İeketler ve bizdeki vaziyetini etraflı bir suretle tedkik eden B, Samet Ağaoğlu tedkiklerini yukarıdaki isimle kitap ha- Minde neşrelmiştir. Memleketimizde kü- çük sanat müesseseleri etrafında yapılan ilk ciddi etüdü teşkil eden bu kitaptan küçük sanat erbabım anlatan! aşağıdaki parça şayanı dikkattir: Küçük sanatı yaşatan asıl büyük ha- kikst, onun zaruri bir istihsal tars ol- masındadır, Büyük sanayi normal 3a- manlarda bile müstehlikin bütün ihtiya- çını tatmin kabiliyetinde değildir. Mu- ayyen bir sahada küçük sanat hiç bir re- kabele maruz değildir. Ziraat gibi bazı sahalar için ise zaruri bir yardımcıdır. Küçük asnalın ve sanatkârların içtimai ve iktiemdi vazifesi Pransır küçük sanat umumi konfederasyonunun programların- da şöyle bulâsa edilmektedir: 1) Küçük sanaikir bir kalite eseri meydana getirmekte ve bu suretle kültü- re hizmet etmektedir. Küçük sanat eseri milli zevkin makesi olmaktadır. Küçük sa- mnaikir imal ettiği eşyaya kendisinin ve halkın his ve zevkini nakşetmektedir. 2) Küçük sanat #nal ve zirai İlerleme- nin şartıdır. Sanayiin muhtaç oldağu kalifiye işçi küçük sanattan yelişmekte- dir. Bunun İçindir ki bütün kalifiye iş- çileri küçük sanatkâr addetmek müm. kündür. Ziraat sahasında küçük sanat bir ta raftan köylüye mütemmim bir iş olarak fazla kazanç temin etmektedir; diğer ta- raftan ziraatin teknik vasıtalardan 1s- ifadesini kolaylaştırmaktadır. 3) Küçük sanatkâr cemiyete bir nizam ve sükün unsurudur; aileyi müdafaa eder; küçük sanat atelyesi ailenin bir cüzüdür; orada kadın çalışır ve çocuk ilk çalışma terbiyesini oradan alır. 4) Küçük sanatkâr istiklâlini ve atelye- sinl sever. Bunun neticesi olarak her nevi karışıklığın düşmamdır ve demokrattır. Fransız küçük sanal konfederasyonu- nun sıraladığı küçük sanat ve sanaikâra ald bu iktisadi ve içtima! vazifelere biz başkalarını da ilhve edebiliriz: â — Küçük sanat ve sanatkâr bir mijli müdafaa vamtasıdır. Pihakika son bü- yük harbde düşman İstilâsına uğrayan ve büyük sanayi mıntakalarının memba- larından mahrum kalan Fransa, küçük sanatkârların ellerindeki küçük işletme- ler sayesinde istilâya mukavemet | etti. Ayni hal memleketimiz için de vakldir; gerek böyük harbin ve gerek mili mü- cadelenin mensucat ihtiyacı, eğer, koşum gibi ihtiyacı böyük nisbette küçük sansi- kârlarımızın çalışmasile temin edilmiştir. b — Küçük sanat ve sanatkâr kuvvetli bir tasarruf Yaytasıdır. Fiihakika büyük sermaye daimi riske maruzdur. Büyük sermayenin kazanç ve kayıbına hudud yoktur. Küçük sanatkâr ise ne kapitalist gibi tehlikeye maruzdur, ne de kazancı işçi gibi geçim seviyesile mahduddur. Az kazanan ve fakat daima kazandı- ğından az sarfeden küçük sanatkâr bir cemiyetin en emin tasarruf vasıtaların- dan biridir. Modern adabı muaşeret Bayan oSüheyli Muzaffer Modem Adabı muaşeret. ismile bir kifap neşret- miştir. Her türlü münasebetlerimizde ria- yet etmemiz lâzmgelen kaideleri sıralı- yan bu kitaptan «Kesmi dairelerde mü- masebet muaşereti. kısmını ehemmiyeti- ne binâen aşağıya alıyoruz; Tefrika No, 8 Nakleden: (Vâ-Nü) maz, gâyri ihtiyari biraz geriledi. Karşısında duran Perihandı. Demk, yakalayıp getirmişler!... derin pençesinden kurtulamamıştı; ce. zasını görecekti. Zaten yaptığı, alçak- ğın en büyüğü değil miydi? Ancak harikulâde bir tesadüf neticesile Ra- tip kurtulmuştu. Bu intikama lâyık olmak için bir cürüm işlememişti ki... Artık onu sevmiyorsa, bu, kabahat miydı? Fakat kalbinin derinliğinden bir ses ona şu sözleri haykırıyordu: Kendisi- ni hâlâ çılgınlar gibi seven bu kadını vaktile o da sevmişti, Çileden çıkar- dığı bu zavallı insanın cezalanmasına şimdi yardım mı edecekti?... Vaktile çok sevdiği bu yüze baktı: Korku içinde ne kadar perişandı! Komiser sordu: — Hanımı tanıdınız mı? Delikanlı, kendini toplamağa çalışı. yordu. Fakat bir türlü gutlağından ses çıkmadı. Başile: «— Hayır!» işareti yaptı. — Biraz yakınına gelin efendim. Resmi yerleYe başta şapka ve ağızda si- gars, pipo, püro, sakız gibi şeylerle giri- lemer. Resmi yerlerde şu, bu yenemez Resmi dairelere mânasız ziyaretler yap- mak muaşeretsizliktir. Birlle görüşmek lâzımgeldiği zaman kart göndermek ve haber vermek lâzımdır. Tanımadığınız halde bir şey görüşmeniz icab eden bir memura büviyelinizi kısaca bildirmeniz icüâb eder. Bu vaziyeile selâmlaşmak için elinizi siz uzalmazsınız, onun uzatnasını beklersiniz. Velevki mevkice ondan bü- yük dahi olsanız. Memurlara ne kadar bürmetkâr olur- sanız onlar da bilmukabele size hürmet ederler, Binaenaleyh bir memurun da halka son derece hürmetkâr olması şart- tır. İş sahibleri arasında sınıf farkı gü- zetilmez. AlII, hasta, saka$ olanların İşle” ri terelh olunur. İkinci derecede kadınls- rın, üçüncü derecede çocukların işleri ya- pılır. Meselâ sigara içerek iş sahiblerini bekletmek muageretsizliktir. Uzunca konuşmayı icab eden İşlerde yerin müsaadesine göre ziyaretçiyi oturt- mak nezaket icabıdır. Memurlarla !âübali olmak, memurların iş sahiblerile Jâübali olmaları caiz değildir. Bir iş üzerinde ta- mımadığı adamın ikram ettiğini kabul eden memur iyi bir şey yapmış olmaz. Bu geker, sigara da olsa vaziyet aynidir. Me- selâ bir defter vererek (bu sizin olsun) gibi geyler belki mahiyeti itibarile suç teşkili etmeyebilir. amma, nevama bir bak Kazanmak için yapılmış mahiyette buluduğuna göre muaşeret bakımından suçtur. Verilen istidaya karşı (bu nedir, bunun içinde ne yazdın, bu ne kadar uzun, ne diyorsun babalıks falan gibi sorgular yal- nız muaşeretsizlik değil, ayni zamanda kabalıktır. Delrelerde yazılmış lâvhalar bulunan yerlerde sigara içmek doğru de- &ildir. Müsaade olunan yerler bittabi müstesnadır, Bir memurun iş sahibini tahkiri ayıp- tar, suçtur. Ayni zamanda bağırmak, ça- farmak, senli benli konuşmak ta müaşe- rete aykırı bir hareketür. Bir memurun odasına şemsiye ve bastonla girmek doğ- ru değildir. Bunları koymaya mahsus bir yer veya tevdi edecek kimse bulunmazsa vaziyet, değişir; o zaman mesuliyet daire- nin tertibsizliğinde kalır. Toplantı halinde bulunan yerlere kapı vurularak dahi girmek doğru değildir. Hususi kalemi olan yerlerde büyüklerle konuşmak için bu kaleme müracaat et- mek lsımdır. Memurun #mire itaat ve hürmet etmesi ne kadar lâzimaz âmirin de memura iibar etmesi o kadar lâzım- dır. Her ikisinin de birbirini sayması icab eder. Kadınla beraber bir yere gidince erkek muameleyi takib eder. Kadının slâkası olmdığı takdirde resmi dairelere bereber girmek muüşeretsizlik ve hele genç ve güzel olması nisbetinde manidardır. Büyük ve muayyen ziyaretler resmi elbişeyle yapılır. Memurlar için vazifele- rinde mümkün olduğu kadar ciddi giyin- mek lâzımdır. Dairelere ceketsiz girile- mez ve dairelerde bir tamime istinad et- medikçe etkelsiz çalşılamaz. Bir memü- run muntazam tıraş olması ve kıyafetine dikkat etmesi, temiz giyinmesi lâzımdır. Şehir tiyatrosunda “Aptal, Büyük Rus romancısı Destolevski'nin tiyatro haline konmuş olan «Aptalu isimli şaheseri B. Ahmed Muhib tarafından çok temiz bir lisanla Türkçeye çevrilerek Şehir tyatrosuna verilmiştir. Escr bu mevsim- de sahneye konacaktır. Cürüm ve Ceza- dan sonra Türk sahnesine «Aptal. ın temsili mevsimin en mühim sanat hadise- lerinden birini teşkil edecektir. çevirerek: — Bakın! - dedi. - hanım bu mudur? Biran süküt oldu. Ratip güya ted- kik ediyormuş gibi durdu, Sonra, ağır ağır: » Hayır efendim. Harımefendiyi hiç tanımıyorum. Hem de bana taarruz eden kadına zerre kadar benzemiyor. — Emin misiniz? — Katiyen eminim... O kadın dahâ kısa boylu, daha şişmandı. Hem de hâ- nımefendinin kıyafeti yüksek bir ta- bakadan olduğunu isbat ediyor. Kar. şıma çıkansa, fena giyinmişti. Delikanlının bu sözleri komiserin dikkatini eeibetti. Perihana dikkat. le baktı. Eldiveni çıkmış olan sağ eli- nin parmağında harikulâde bir zün- rüd parlıyordu. Kulaklarında da tek taş küpeler göze çarpıyordu. Yanlışlık yapmak korkusu aklına geldi ve içini çekerek derhal yerinden kalktı. — Affedersiniz, efendim... Müiye- timdeki polis memuru aldanmış ola» cak. Onun da kabahatı yok. Bir ka- dın takib ediyordu. Siz de o esnada koşuyormuşsunuz, şüphelenmiş... Ku- sura bakmayın... Prihan cevap vermedi Etrafında söylenenleri işilmiyordu bile... Zihni yalnız birşeyle meşguldü: Ratip inti. kam almıyor... Demek affediyor... Size tecavüz eden Lâmbayı Perihanın yüzüne doğru Yalnız tuvalet için senede sekiz milyon frank! Geçen sene dünyanın 21 zarif kadını Düşes dö Vindsordu, Bu sene “ Kalay prensesi y dir Parisin ve Nevyorkun moda sant- yiine mensup yüksek şahsiyetleri her sene toplanıp o senenin en zarif kadı- nını seçerler, Bu iş tabii çok güçtür. Birçok münakaşalara sebep olur, Fa- kat ekseriya şıklık kraliçesi, ittifaka yakın bir ekseriyetle intihap eğilir. Geçen sene en zarif kadın olarak Düşes dö Vindsor seçilmişti. Bu seçim her tarafta çok iyi karşılanmış, gaze- teler Düşesin birçok revimlerini neş- retmişlerdi. Bu senenin ... zarif kadi. DI «Kalay prensesin diye meşhur Ma. dam Antenor Patino'dur. Madam Patino Bolivyanın Paris se- firi B. Patino'nun karısıdır. B. Patino dünyanın en zengin adamıdır. Otuz scne evvel küçük bir memur iken ta» lihin yardımile büyük bir servet ka zanmıştır. Geçenlerde yazdığımız gi- bi, B. Patino Bolivyanın merkezi olan La Paz şehrinde bir ticarethanede tah- sildardı, Ticarethanenin birisinden 195 dolar alacağını tahsil için çok uğ- Taşmış, buna muvaffak olamayınca bu adamın borcuna mukabil dağ' ba- şında teki't ettiği geniş tarlaları ka. bul etmişti. Tahsildar ticarethanenin bu anlaş. ma şeklini kabul edeceğini zarinediyor- du. Halbuki ticarethane: «Tarlalar 50 nin olsun, sen bize paramızı getir, Yok. sa mahkemeye müracaat ederiz» di. yerek zavallı adanı hem tehdid ets miş, hem işinden çıkarmıştır. B. P- tino güç hal ile 195 doları tedarik ede- rek mahkemeye gitmekten kurtulmuş, bundan #onra da tarlalarını görmek Üzere dağ başına gitmiştir. Patino tarlalarda patates yetiştir. meği düşünürken burada çok zengin. bir kalay madeni bulunduğunu an- Jamış, bunu işleterek aldığı para ile civardaki araziyi satın almış, bu su retle on sene içinde büyük bir servet kazanmıştır. Şimdi dünyanın en zen- iy ö- çülmektedir. Bolivya hükümeti kendi: sini en iyi temsil edecek bu zat oldu- ğunu düşünmüş ve kendisini Parise setir tayin etmiştir. Madam Palinodan sonra beş kadına ikincilik verilmiştir. Bu beş kadın şunlardır: 1 — Geçende kocasından boşanan zengin Amerikali kontes Barbara Hongvitz Reventlo. 2 — Fransa Hariciye Nazırmın ka» rısı madam Bonnet. 3 — Madam Jean Nash Dubennet. 4 — Misis Devis Cromvell. 5 — Ağa hanın zevcesi, Mütehassısların ve moda mağaza- ları sahiplerinin ifadelerine göre bun- Komiser bir polise emir vardi: — Koş bir taksi çağır... Bak hanım. efendi pek sarsıldı. Delikanlı bütün soğukkanlılığını toplamıştı, — Maden: ki kabahatlı bulunmadı, o halde lütfen ricamı nazarı itibare alınız: Bu iş kapansın. — Hay hay... Merak etmeyin... Elime den geleni yapacağım... — Teşekkür ederim. Taksinin geldiğini haber verdiler, Âmir, hürmetle genç kadını selâmlı- yarak: — Buyurun efendim... Affedin, ku- sura bakmayın... Vazife ifası esnâsın- da böyle şeyler olur. Perihan kapıya doğru yürüdü Ra- tibin önünden geçerken yavaş ve acık» lı bir sesle: — Yarın sana geleceğim. - diye fı- sıldadı. Genç erkek başını kaldırmak vakti- ni bulmadan, Perihan çıkıp gitmişti. Ratip, komisere ve polislere teşek- kür ederek ağır adımlarla uzaklaştı. ... Bu anlattığımız hâdiseden tam on beş sene evvel, gayet güzel bir yaz sa- balı, on on iki yaşlarında bir kızcağız, güneş içinde yanan mezarlıkta başını bir kabir taşına dayamış, ağlıyordu. Hıçkırıkları göğsünü paralıyarak, inliyordu: — Anne... Arneceğim... Benim za- Bu senenin en tarif kadını madam Patino Yarın her biri tuvaletleri için senede 800 bin ile & milyon frank sarfetmek- te imiş. Şurasını söyliyelim ki en zarif ka- dın seçimi bir müsabaka şeklinde Je. Bildir. Jüri heyeti kendiliğinden, yani kimse namzedliğini koymadan en za. rif kadını seçer, Kalb sektesinden ölüm Altmış beş yaşlarında İbrahim; is. minde biri, Galatada Kemeraltında tavukçu Fotiden para almakta iken birdenbire fenalaşarak düşmüş ve öl. müştür. Belediye doktoru, İbrahimin kalb sektesinden öldüğünü tesbit ederek gömülmesine izin vermiştir. valh anneciğim... Uzun müddet bu ağlama, bu feryad, ortalığın sükünü içinde çınladı. Çocuk, nihayetsiz bir ıztırabın tesirile yerler. de yuvarlanıyor; başını topraklara sür. tüyordu. Saçları perişan bir halde dö. külmüştü. Öğle üzeri bir ezan sesi onu ayılttı. — Aman yarabbi... Geç kalacağım... Gene beni evden paylıyacaklar... Ağır hareketlerle kalktı. Bir türlü sevgili ölünün başı ucundan ayrılamı. yordu. Dua etti, Sonra, adım adım. Kabristandan dışarı çıktı. Tarla içinde bir patikaya saptı. Keş- tirme yolu takiple caddeye çıktı. Uzum bir duvar göründü. Kenarından yü. rüyerek bir demir kapıyı itti Şimdi, muntazam bakılmış büyük bir bahçenin içinde bulunuyordu. İs- karpinlerine baktı. Çamur içindeydi. ler, Topuklarını ıslak çimenler üze- rinde silmeğe cabaladı. Fakat temizie- meğe muvaffak olamıyacağını anla. yınca, omuzlarını silkerek köşke doğ- ru koştu. Binâya yaklaşırken kapıdan bir Ha» beş kalfanın çetrefil lisanile avazı çık- tığı kadar seslendiğini işitti: : — Kuşuku hanumu!.. Nerdesi?... Kuşük hanumu!.. Kuşuku hanumu! Kızı görür görmez: — Ayo! Şamurlara batmışı... Ne ha li bu, ayo00?...

Bu sayıdan diğer sayfalar: